Devlet
Varlık Fonları: Küresel Hegemonya-Kontrol Ve Rekabetin İktisadi Araçları
Mustafa
Durmuş
Yazımızın önceki bölümünde (http://siyasihaber3.org/dokunulmaz-statatusunde-bir-fon-turkiye-varlik-fonu) devlet varlık fonlarını, Türkiye’de gündeme getirilen ve kısaca ‘T. Varlık Fonu Yasa Tasarısı’ olarak bilinen bir tasarı üzerinden ele almış ve bu Fon’un kurulmasının hangi siyasal ve ekonomik ihtiyaçtan kaynaklanabileceğini irdelemiştik. Aynı zamanda tasarının kendi içinde tutarsızlıklarına da dikkat çekmiştik. Yazımızın bu bölümünde ‘Türkiye Varlık Fonu’nun büyük resim olan küresel kapitalist sistem içinde değerlendirilebilmesi için, küresel çapta faaliyet gösteren devlet yatırım fonları ele alınıyor ve bu fonların küresel kapitalist sistem içindeki önemleri, rolleri ulus devlet- büyük sermaye grupları ve emperyalizm ilişkisi bağlamında tartışılıyor.
‘Devlet Varlık Fonu’ nedir?
İngilizce “sovereign wealth fund” sözcüklerinden dilimize “devlet varlık fonu” olarak çevrilen bu fonlar, 1990 yılların ortalarından itibaren bazı devletlerce kurulmuş olan ve devlete ait, doğrudan ya da dolaylı bir biçimde devlet tarafından yönetilen varlıklardan ve yatırım fonlarından oluşturulan büyük havuzlardır.
Bu fonların başlıca finansman kaynağını; devletin petrol ve doğal gaz satışından elde ettiği döviz rezervleri, mal ihracatı gelirleri (cari fazlalar), emeklilik fonlarının gelirleri, özelleştirme gelirleri, bütçe fazlaları ve bazı uluslar arası finansman araçlarının getirileri oluşturuyor.
Bir başka anlatımla bu fonlar, uygulamada, devletlerin petrol ve doğal
gaz gibi doğal kaynak ihracatından sağladığı gelirleriyle (nitekim
2008 yılında 100 milyar dolardan daha fazla varlığa sahip olan fonlar petrol
üreticisi ülkelerin ve Doğu Asya ülkelerinin fonlarıydı[1])
ve/veya yüksek düzeydeki kurumsal tasarruflar
ve hane halkı tasarruflarıyla finanse ediliyorlar. Böylece bu
yönüyle bu fonlar, devletler tarafından
kontrol edilen ulusal tasarruf fonları özelliğini de taşıyorlar.
Nitekim aşağıdaki tablodan da görüleceği gibi, 2008
yılı itibariyle en büyük 8 fon arasında ikinci sırada yer alan ve toplam 3 fona
sahip bulunan Çin’deki % 38,8 düzeyindeki toplam gayrisafi tasarrufların %
25,5’i bu fonlara ait. 438 milyar dolar ile üçüncü sırada yar alan Singapur’un toplam
gayrisafi tasarrufu % 47,7 ve bunun % 35,2’si bu fonlardan sağlanıyor. Dördüncü
sırada yer alan Norveç Devlet Emeklilik Fonu (322 milyar dolar) bu ülkenin % 36,9’luk gayrisafi tasarrufunun % 18,5’ini
karşılıyor[2].
Tablo 1: Devlet yatırım fonları ve tasarruflar
Ülke
|
Fon
|
Fon Varlıkları
(milyar dolar, 9/2007) |
Fon kaynakları
|
Gayri safi tasarruf/ GSYH (%,
2000)
|
Fonların tasarruf payı,
(GSYH’nin % si, 2000)
|
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)
|
Abu
Dhabi Investment Authority (ADIA)
|
875.0
|
Petrol
|
…..
|
……
|
Çin Halk Cumhuriyeti
|
1.China
Investment Corp. Ltd.
2. Central Hujin Investment Corp. 3. State Foreign Exchange Investment Corp. (SFEIC) |
500.0
|
Meta
dışı (döviz rezervleri)
|
38.8
|
25.5
|
Singapur
|
1.
Government of Singapore Investment Corp. (GIC)
2. Temasek |
438.0
|
Meta
dışı (döviz rezervleri)
|
47.7
|
35.2
|
Norveç
|
Kamusal
Emeklilik Fonu – Global (GPFG)
|
322.0
|
Petrol
|
36.9
|
18.5
|
S. Arabistan
|
Muhtelif
Fonlar
|
300.0
|
Petrol
|
29.4
|
-26.5
|
Kuveyt
|
Kuwait
Investment Authority
|
250.0
|
Petrol
|
40.0
|
-12.9
|
Hong Kong, Çin
|
HK
Monetary Authority Investment Portfolio
|
140.0
|
Meta
dışı (döviz rezervleri)
|
31.8
|
21.4
|
Rusya
|
Stabilisation
Fund of the Russian Federation (SFRF)
|
127.0
|
Petrol
|
37.1
|
-13.4
|
(Kaynak: Deutsche Bank Research (2007);
World Bank (2006)’den aktaran Reisen, agm)
Bu fonlar sahip oldukları döviz varlıklarını resmi döviz rezervlerinden ayrı bir biçimde yönetirler. Bunun nedeni içerde döviz piyasalarında herhangi bir istikrarsızlığa yol açmamak. Bu nedenle de bu fonların yatırımları içinde uluslar arası finans piyasalarında yapılan yatırımlar çok önemli bir yer tutuyor (örneğin ABD fonu 800 milyar dolarını bu tür piyasalarda tutarak, Birleşik Arap Emirlikleri’nin ardından uluslar arası piyasalarda en fazla yatırım yapan ikinci ülke. Bunu 400 milyar dolar ile Norveç ve 300’er milyar dolar ile Hollanda ve Japonya takip ediyor[4]).
Fonlar küresel finans piyasalarının önemli aktörleri
Devlet varlık fonları küresel piyasalar içinde önemli bir yer tutuyor. Öyle ki toplam varlıkları 2015 Mart’ında 7,3 trilyon doları buluyor (bunun 4,2 trilyon doları petrol ve gaz sektöründe yer alıyor[5]).
Tablo 2:
2015 yılı sonu itibariyle en büyük devlet yatırım fonları
Fon
|
Ülke
|
Varlıklarının toplam (milyar $)
|
Government
Pension Fund (NIBM)
|
Norveç
|
873.0
|
Abu
Dhabi Investment Authority(ADIA)
|
Birleşik
Arap Emirlikleri (BAE)
|
773.0
|
China
Investment Corporation (CIC)
|
Çin
Halk Cumhuriyeti
|
747.0
|
Kuwait
Investment Authority (KIA)
|
Kuveyt
|
592.0
|
State
Administration of Foreign Exchange (SAFE)
|
Çin
Halk Cumhuriyeti
|
547.0
|
Hong
Kong Monetary Authority (HKMA)
|
Hong
Kong
|
400.0
|
Government
Investment Corporation (GIC)
|
Singapur
|
344.0
|
Qatar
Investment Authority (QIA)
|
Katar
|
256.0
|
National
Social Security Fund
|
Çin
|
236.0
|
Bu fonların toplam varlıkları, küresel çapta hedge fonları ve girişim sermayesi şirketlerinin fonlarının varlıklarının toplamından daha fazla[6]. Bunların içinde 890 milyar dolarlık varlık (aktif) büyüklüğü ile Norveç Fonu dünyanın en büyük fonu, Bu fon dünya borsalarında kote edilmiş olan her 100 hissenin % 1’ini elinde tutuyor[7].
Bazı fonlar ülke milli hâsılasından büyük yapılar
Aşağıdaki grafikten de görüleceği üzere, Birleşik Arap
Emirlikleri’nde bu fonun toplam varlıklarının GSYH içindeki payı % 630,
Brezilya’da % 300, Kuveyt’te % 270, Singapur’da % 250 ve Norveç’te % 110
civarında. Yani bu fonların varlıkları ülke ekonomilerinden 6 kat büyük olabiliyor.
(Kaynak: Joshua Aizenman, Reuven Glick, “Sovereign wealth funds, governance, and reserve accumulation”, voxeu.org., 16 January 2009).
Fonların kuruluş nedenleri
Yaygın olarak kabul edilen görüş; bu fonların devletlerin bazı ekonomik ve finansal amaçlara ulaşabilmek için kullandıkları bir araç olduğu yönünde.
Bu amaçlar, ekonomik istikrarın sağlanmasından, kuşaklar arası servet ve tasarruf transferine kadar geniş bir yelpazede yer alabilen amaçlar[8]. Ya da bu fonlar büyük ölçüde, meta ihracatından sağlanan gelirleri, döviz rezervlerinin getirilerini artırmak ve çeşitlendirmenin yanı sıra ulusal ekonomiyi uluslar arası meta fiyatlarındaki dalgalanmalardan korumak için kuruluyorlar[9].
Fonların savunucularına göre, iktisadi büyüme ve
kalkınmaya katkısı bağlamında bu fonların şu katkılarda bulunması bekleniyor:
(i) Yönetilemeyecek kadar büyük döviz rezervlerinin ABD Hazine bonosu gibi
araçlarda tutulmasını sağlayarak iç döviz dengesinin sağlanması, (ii) demografik
değişimlere yanıt vermek, gelecek kuşakların tüketimlerini hafifletmek, (iii) yatay
ve dikey sektör çeşitliliği sağlayarak kaynak bağımlılığını azaltmak, (iv) geleceğin
iktisadi büyümesinde sürükleyici rol oynayan verimliliği, iktisadi etkinliği
artırmak[10].
Bu fonların kurulmasının bir diğer nedeni, kuşkusuz,
içerde toplanan devasa serveti uluslar arası piyasalarda daha da büyütmek.
Nitekim daha önce de vurgulandığı gibi, başta ABD ve Çin olmak üzere büyük
ülkeler, bu fonlarını ağırlıklı olarak uluslar arası finans ve türev piyasalara
akıtıyorlar. Böylece hem finansal kârlar artırılıyor ve servet büyütülüyor, hem
de küresel ekonomi ve küresel piyasalarda söz sahibi olunabiliyor.
Fonların son yatırımları:
Yoksul ülkelerin topraklarını satın almak
Son yıllarda bu fonların kaynaklarını giderek en
çok yönelttikleri alanlar başta Afrika ve Orta Doğu olmak üzere bazı bölge ve
ülkelerde yapılan büyük çaplı arazi, toprak satın almaları. Asıl olarak gıda güvenliği
ve kaynak, hammadde temini sorununu aşmak ve geleceğe dönük üretimde süreklilik
sağlamak ön planda tutulsa da, buralarda üretilen buğday başta olmak üzere bazı
gıda maddelerinin üzerinden yaratılan vadeli işlem piyasaları ve bu piyasalarda
hedeflenen gelirler de önemli oluyor. Bu satın alma aynı zamanda bu ülkelerde
ekonomik ve siyasal olarak etkili olmak, nüfuz oluşturmak anlamına geliyor.
Öyle ki Pearce’ye göre, geçtiğimiz 10 yıl boyunca Batılı ÇUŞ’lar, Batı Avrupa büyüklüğünde bir toprağı azgelişmiş dünyada satın alma yoluyla ele geçirdiler[12] (böylece köylüler topraksız kalarak yoksullaştırıldılar).
Aşağıdaki tabloda 2008 krizinden bu yana Batılı
yatırımcı ülkelerin yaptığı en yüksek arazi/ toprak satın almaları, hem satın
alan ülke hem de toprak sahibi ülke olarak gösteriliyor.
Tablo 3: En üst 10 Toprak Gaspı ve
Yatırımcı ülkeler
Toprak Satan Ülkeler
|
(milyon hektar)
|
Toprak Alan Ülkeler
|
(milyon hektar)
|
Güney
Sudan
|
4.1
|
ABD
|
8.0
|
Papua Yeni
Gine
|
3.9
|
Malezya
|
3.5
|
Endonezya
|
3.5
|
B.Arap Emirlikleri
|
2.8
|
Demokratik
Kongo Cumhuriyeti
|
2.7
|
Birleşik
Krallık
|
2.1
|
Mozambik
|
2.2
|
Singapur
|
1.9
|
Sudan
|
2.0
|
Çin
|
1.6
|
Liberya
|
1.4
|
Suudi Arabistan
|
1.5
|
Arjantin
|
1.3
|
Güney Sudan
|
1.4
|
Sierra
Leone
|
1.2
|
Hong Kong
|
1.3
|
Madagaskar
|
1.1
|
Hindistan
|
1.3
|
Bu fonlara getirilen bir eleştiri bunların işleyişinin şeffaf olmaması ve sahip oldukları özel imtiyazlar nedeniyle denetlenmelerinin zorluğu. Aşağıdaki grafikten de görülebileceği gibi şeffaflık konusunda Batılı fonlar ile özellikle Arap ülkelerinin sahip bulunduğu fonlar kendi içlerinde farklılaşıyor ve şeffaflık oranı sırasıyla % 90 ile % 10 arasında değişebiliyor[13].
(Kaynak: Truman, agm)
Bu fonların, diğer yatırım ve sigorta fonlarının
aksine, hissedarlarına ya da poliçe sahiplerine karşı spesifik bir sorumlulukları
mevcut olmadığından şeffaf olmak için bir motivasyona sahip değiller[14].
Bu fonlara getirilen (özellikle de Batılı ülkelerce) bir diğer eleştiri, petrol geliri elde eden ülkelerin ve Çin’in fonlarının ticari bir amaç gütmekten çok, yatırım yaptığı ülkelerde siyasal amaçlar güttüğü ve bu ülke ekonomilerini ve siyasetini kendi çıkarları doğrultusunda etkileme ve bu anlamda bir nüfuz oluşturma çabası içinde olmaları yönünde[15]. Bunun da ülkelerde korumacılık refleksini artırdığı ve bu bağlamda serbest ticareti zedelediği ileri sürülüyor.
Bu fonlar 2008 krizinden en çok etkilenen yapılar. Zira kaynaklarının önemli bir kısmını finans ve finans ile ilişkili piyasalara yatırdıklarından, 2008 küresel finansal krizi sonucunda bu piyasalarda yaşanan çöküş bu fonların büyük zararlara uğramasına neden oldu.
Son yıllardaki petrol fiyatlarındaki düşüş de, fon gelirlerinin önemli bir kısmının petrolden oluştuğu başta Arap ülkeleri ve Rusya olmak üzere bu ekonomilerde ilk kez bütçe açıklarının doğmasına ve bunun sonucunda fonların küçülmesine yol açtı[16].
Fonlar emperyalist sömürünün - tahakkümün ve rekabetin araçları
Öncelikle günümüzde, sanıldığının aksine, devletlerin hem ulusal hem de uluslar arası ekonomi alanında ağırlığının azalmadığının altının çizilmesi gerekiyor. “Serbest dolaşım”, “serbest rekabet”, “neo liberalizm” gibi kavramlar bize her ne kadar piyasaların başat bir hale geldiğini anlatsa da, devletler günümüzde, özellikle de 20yyın başlarındaki rollerinden geriye düşmediler, hatta daha kompakt bir biçimde kapitalist sistemi her türlü riskten koruma rollerini artırdılar. Yani günümüzde kapitalist ekonomilerde ‘piyasaların gizli eli’nden ziyade ‘devletin açık eli’ çok daha etkili bir hale geldi.
Bunun en somut göstergesi bugün dünya ekonomisini kontrol altında tutan ve en hızlı büyüyen her 10 çok uluslu şirketten 1’inin ulus devletlerce kurulmuş ya da mülkiyetinin bizzat bu devletlere ait olması.
“Forbes Global 2000” olarak sıralanan en büyük küresel ÇUŞ’lar ve onların 330,000 iştiraki ve şubesi içinde 204 tanesi 37 değişik ülkenin devletlerine ait (devlet şirketini sermayesinin en az % 50.1’i devlete ait olan şirket olarak tanımlıyoruz). 2011 yılında bu devlet şirketlerinin satışlarının toplamı 3,6 trilyon dolardı. Bu dünya hâsılasının % 6’sına denk düşerken, bu satışlar tikel olarak Fransa, Almanya ve İngiltere’nin milli hâsılalarından büyük. İlk 10’daki şirketler içinde en fazla kamu payına sahip bulunan ülkeler ise sırasıyla; Çin (% 96), BAE ( % 88), Rusya (% 81), Endonezya (% 69) ve Malezya (% 68). Bu devlet işletmelerinin en çok faaliyet gösterdiği sektörlerin başında % 20-40 oranlarıyla madencilik, doğal gaz, enerji ve ağır sanayiler geliyor[17].
Bu şirketler, devletten her türlü vergisel teşvik ve
doğrudan sübvansiyon sağlama, imtiyazlı finansman temini, devlet garantisi alma,
tercihli düzenlemelerden yararlanma, anti-tröst ve iflas kurallarından muaf
tutulma gibi çok önemli imtiyazlara sahipler.
“Piyasaların
bu denli ağırlıkta olduğu kapitalizmin neo liberal çağında kapitalist sistemin
neden hala küresel çapta faaliyette bulunan devlet şirketlerine ihtiyaç duyduğu” sorusu yanıtlanması gerekli bir
soru.
Kâr için emek
sömürüsünü esas alan kapitalist sistemin özünde çatışma var. Yani temelinde
sınıfsal niteliğe sahip bulunan iktisadi çıkar çatışmalarının olmadığı bir
kapitalizmden söz edilemez. Bu çatışmalar ise uluslar arası gerginlikleri,
nefretleri, korkuları, silahlanmayı,
sıcak ve soğuk savaşları provoke eden gelişmelere yol açıyor. Bu
savaşlar aracılığıyla da, emperyalist bir devlet sadece dışarıdaki yer altı
zenginliklerini ya da yaptığı veya yapmayı planladığı yatırımlarını koruma
altına almakla kalmıyor, aynı zamanda piyasaların serbestçe işlemesini garanti
altına alıyor, küresel rekabetçi kapitalizmin yerleşik kurallarını daha da
sağlamlaştırıyor. Bütün bunların, özünde, kârların maksimize edilebilmesi ve
sürdürülebilir kılınması için yapıldığı biliniyor.
Bir başka anlatımla, günümüzde emperyalist devletler
ve arkalarındaki büyük sermaye grupları arasındaki küresel çaptaki rekabet
sadece sıcak çatışmalar, bölgesel savaşlar ya da dünya savaşları biçiminde
değil, aynı zamanda ve giderek de artan bir biçimde uluslar arası ticaret
savaşları, kur savaşları ve finans alanındaki savaşlar biçiminde yürütülüyor.
Finans alanındaki savaşların aktörleri de hem IMF,
Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslar arası kuruluşlar, hem de son 15 yıldır oldukça önemli boyutlara
ulaşan çok büyük boyutlardaki bu devlet şirketleri ve devlet varlık fonları. Bu
bağlamda 2014’te Çin’in, 20 ülkeye öncülük yaparak bir centilmenlik anlaşması
ile 50 milyar dolar sermayeli bir “Asya Alt Yapı Yatırım Bankası” kurma
girişiminde bulunması ya da BRICS ülkelerinin benzer bir yapılanmaya gitmek
istemeleri, başta IMF ve Dünya Bankası olmak üzere Batılı emperyalist devletler
ve sermaye grupları arasında ciddi bir gerginlik yarattı.
Bugün soğuk savaş, doğrudan uluslar arası siyaset
alanının ötesine geçerek, finans alanında da yaşanıyor. Yani bugün küresel finans savaşları, askeri
olmayan bir savaş biçimine dönüştü. Dış krediler biçiminde borçlandırmanın,
spekülatif sıcak para hareketlerinin,
trilyon dolarlık özelleştirmelerin, toprak satın almaların, TPP, TIPP ve
TISA gibi uluslar üstü anlaşmaların yanı sıra trilyon dolarlık varlık ve satış
cirosuna erişen ulus devlet şirketleri ve varlıklarının hacmi küresel hedge
fonları ve yatırım fonlarından daha büyük boyutlara erişmiş olan ulus
devletlerin varlık fonları bu savaşın yeni aktörleri olarak karşımıza çıkıyorlar.
19. Yüzyılda Marks, ünlü
eseri ‘Kapital’de, sermayenin önemli bir eğiliminin yoğunlaşıp merkezileşmek
olduğunu vurgulamıştı. Bu süreç 20. Yüzyılın başlarında ekonomik ve jeopolitik
rekabetin yoğunlaşmasına neden oldu. Büyük ölçekli ve uluslar arası hareket
halindeki sermaye giderek çıkarlarını koruyabilmek için ulus devlete bağımlı
hale geldi, keza ulus devletler de rakiplerine karşı kendilerini koruyabilmek
için kendi sınaî kapitalist ekonomilerini geliştirmek ihtiyacı içinde oldular.
Çünkü bu kesimler onlara modern savaş aygıtlarını ve savaşın alt yapısını
sunabilirlerdi.
Bir başka anlatımla, devletlerin
ve sermayenin birbirine giderek artan bağımlılığı, küresel rekabet çağında, bir
yandan jeopolitik gerilimlerin ve çatışmaların da yoğunlaşmasına neden
olurken, aynı zamanda ulus devletlerin,
kendi ulus ötesi şirketlerinin çıkarlarını korumak için, onların arkalarında
hem devasa bir askeri güçle durma, hem de kendi kurduğu şirketler ve büyük
fonlarla bu sermaye gruplarına uluslar arası alanda destek sağlama, yeni
kaynaklar yaratma, yeni finansman imkânları sunma ihtiyacını ortaya çıkarttı.
20. Yüzyılın başında
yazdığı “Emperyalizm” adlı kitabıyla da bilinen Lenin ise, bu çalışmasında emperyalizmi,
kapitalizmin en ileri, en gelişmiş, aynı zamanda da en saldırgan biçimi olarak
tanımlarken, onun temel özelliğinin; tekelci mülkiyet ve üretimin tekelci
kontrolü, finans kapitalin baskınlığı, aşırı sermaye birikiminden kaynaklı
sermaye ihracı, kartel ve tröstlerin yükselişi ve dünyanın en büyük kapitalist
güçler arasında paylaşılması olduğunun altını çizmişti.
Özcesi, büyük devlet
şirketleri ve büyük devlet varlık fonları, küresel borsaların, devlet tahvili
piyasalarının, küresel yatırım fonlarının, küresel ticari bankaların ve dünya
hâsılasının yüzlerce katı boyutlarına erişmiş olan küresel türev piyasalarının
yanı sıra, emperyalist çatışmaların,
sömürü ve bu paylaşımın ulus devletler tarafından yönlendirilen çağdaş iktisadi
araçları olarak işlev görüyorlar.
[5]
Rabah Arezki, Adnan Mazarei, Ananthakrishnan
Prasad, “IMF, Sovereign wealth funds in the new era of
oil”, voxeu.org, 29 November 2015.
[7]
Samuel Wills, Rick van der Ploeg, Ton van den Bremer, “Norway is right to reassess its sovereign wealth
fund”, voxeu.org., 10 October 2014.
[10] Reisen, agm.
[11] Fred Magdoff, “Twenty-First-Century Land Grabs,
Accumulation by Agricultural Dispossession”,
http://monthlyreview.org/2013/11/01.
[12] Jason Hickel, “Aid in Reverse: How
Poor Countries Develop Rich Countries”, http://www.newleftproject.org, 18 December, 2013.
[17] Max Büge, Matias Egeland, Przemyslaw Kowalski,
Monika Sztajerowska, “State-owned
enterprises in the global economy: Reason for concern? “, http://www.voxeu.org, 2 May 2013.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder