BÜYÜK SERMAYENİN AĞZI KULAKLARINA
VARIYOR
Mustafa Durmuş
14 Mayıs 2017
Bankalardan başlayalım.
Her ne kadar 2,9 trilyon liralık aktif büyüklüğüyle ancak bir Amerikalı Apple firması kadar ya da bir Alman bankası olan Deutsche Bank’ın yarısı kadar olabilse de, Türk bankacılık sektörünün bu yılın ilk üç ayındaki kârı adeta patlamış.
Her ne kadar 2,9 trilyon liralık aktif büyüklüğüyle ancak bir Amerikalı Apple firması kadar ya da bir Alman bankası olan Deutsche Bank’ın yarısı kadar olabilse de, Türk bankacılık sektörünün bu yılın ilk üç ayındaki kârı adeta patlamış.
Bankacılık Denetleme Kurulu’ nun
(BDDK) verilerine göre, sektör ilk üç ayda geçen yılın aynı dönemine göre net
kârını yüzde 65 oranında artırmış ve toplamda kârlar 13,5 milyar liraya
yükselmiş.
Sektörün kredi tutarı 1,8 trilyon
lira, menkul değerleri ise 366 milyar lira. Hazırlığı tamamlanmakta olan yeni
yasa ile bankalar bu kredilerinin üzerinden sınırsız bir biçimde varlığa dayalı
menkul kıymet çıkartıp satabilecekler, yeni ve bol likidite imkânına sahip
olabilecekler.
Ne diyebiliriz ki ? Allah bir kez
daha “yürü ya kulum” demiş! Finans sermayeye verilen destek sürecek. Çünkü
büyüme için finansal balonların şişirilmesi gerekiyor. Ancak bunun da “yerli
bir finansal krizin tohumlarını ekmek” anlamına geldiğini daha önceki bir
yazımızda anlatmıştık.
Sanayi-Ticaret Grupları
Bankacılık sektörünün önemli
bankalarından Yapı Kredi ve Koç Bank’ın sahibi Koç Grubunun bu yılın ilk üç
ayındaki kârı 1,1 milyar liraya ve Akbank’ın sahibi Sabancı’nın kârı 669 milyar
liraya yükselmiş. Yani sadece bankaların değil, büyük sanayi, hizmetler ve
ticaret sermayesinin de kârları iyi durumda.
Ancak bu kârların hepsinin son
tahlilde kaynağının üretim, dolayısıyla da işçilerin yaratmış olduğu artık
değer sömürüsü olduğunu vurgulamak gerekiyor.
Yani kâr emek sömürüsünden
kaynaklanıyor ve bu kâr sermayenin tüm dalları arasında bölüştürülüyor.
Dolayısıyla işçilerin yarattığı toplam artık değer; toplam kar, rant ve faize
dönüşüyor. Bunların her birine denk düşen sermaye dalları ya da sektörleri var.
Her birinin payının ne olacağına piyasalardaki ilişkiler, arz-talep, rekabet,
sektörlerin göreli güçlerinin farklılığı kadar devletin hangi sermaye
gruplarını ya da sektörleri daha fazla kayırdığı gibi konular belirliyor.
Emeğin durumu
Diğer taraftan bu yılın Ocak
ayında resmi işsizlik oranı yüzde 13 olarak açıklandı. Yani resmi olarak 4
milyon işsizimiz var. Gençlerde ise bu oran yüzde 25, yani neredeyse iki katı
civarında. Ancak bu oranların gerçek işsizliği tam olarak yansıtmadığını,
gerçek işsizliğin yüzde 17’lerde olduğunu DİSK raporları ortaya koyuyor.
OHAL'den bu yana işsiz bırakılan kamu emekçileri ise intiharlarla ya da açlık
grevleri gibi eylemlerle kendilerini hatırlatmaya çalışıyorlar.
Enflasyon ise Nisan ayında yüzde
11,9 olarak açıklandı. Yani gerçekte hayat pahalılığı gerçeğini gizlese de,
artık çift haneli bir enflasyonumuz var. Bu kadar bol kredi ve gevşek mali
politikalarla enflasyonu dizginleyebilmek çok zor. Diğer yandan enflasyon hem
en çok yoksulu vuruyor, hem de kötü olan gelir dağılımını daha da
kötüleştiriyor. Yani yoksullaştırma ve mülksüzleştirme enflasyonist politikalar
aracılığıyla da gerçekleşiyor.
Açlık, yoksulluk, zenginlik
TÜRK-İŞ Nisan ayında 4 kişilik
bir ailenin açlık sınırını 1,515 lira, yoksulluk sınırını ise 4,945 lira olarak
açıkladı. Asgari ücret ise sadece net 1,404 lira ve kayıtlı ve kayıt dışı olmak
üzere yaklaşık 8-10 milyon işçi asgari ücretle çalışıyor. Yani işleri olduğu
için şanslı sayılan işçi sınıfının yoksulluk oranı yüzde 60’ın üzerinde.
İşinizin olması yoksulluktan kurtulmanıza yetmiyor.
Yoksulluk ve zenginlik ise bir
madalyonun iki yüzü gibi. Yani hep aynı anda varlar. Birileri başka birilerini
yoksullaştırarak zenginleşebiliyor. Nitekim 2016 ortası itibariyle kişi başı
medyan (ortanca) servet sadece 4,339 dolar (Avrupa ortalamasının üçte birinden
biraz fazla). Yani 54 milyon yetişkinin yarısından fazlasının birikmiş serveti
(her türden) 4,000 doların biraz üzerinde.
Bu rakam 2007 yılı sonunda 9,700
doların üzerinde imiş. Yani AKP iktidarlarının ikinci döneminden itibaren
servet giderek belli ellerde toplanırken, çoğunluğun payı azalmaya başlamış.
Buna karşılık Dünyanın en büyük
250 inşaat firmasından 42’sinin Türkiyeli olması ve 1 milyar doların üzerinde
serveti olan 30’u aşkın zenginimizin bulunması ne demek istediğimizi daha iyi
anlatıyor olmalı.
Kuşkusuz böyle bir eşitsiz,
adaletsiz servet bölüşümü sonucunda Servet Gini Katsayısı 0.832 gibi rekor bir
düzeye çıkıyor. Böylece aslında Türkiye’de servet gelire göre en az iki kat
daha adaletsiz dağılıyor.
Kişi başı borç tutarı 2003
yılından bu yana da yine dolar cinsinden 470 dolardan 6,089 dolara fırlamış.
Yani kişi başı servet iki kata yakın, buna karşılık kişi başı borç 12 kat
artmış.
Milyonlarca yoksul hane
TÜİK’e göre, haneler içinde en
yoksul yüzde 60’ı oluşturan hanelere giren yıllık gelir, hane başına sadece
8,868 lira. Bir başka deyimle bu aileler aylık 739 lira (asgari ücretin yarısı
kadar bir gelirle) ile yaşamak zorundalar. Üstelik Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgesi’nde ya da İç Anadolu Bölgesi’nin bazı kesimlerinde hanelerin bir kısmı
bu 700 liranın biraz üzerindeki geliri dahi sağlayamıyorlar. Urfa ve
Diyarbakır’da ise Gini Katsayısı 0,420’yi buluyor.
Kapanan şirketler
Bu arada başta küçük ve orta
ölçekli şirketler olmak üzere kapanan şirket sayısında rekor bir artış
gözleniyor. Türkiye Odaları ve Borsaları Birliği’ne (TOBB) göre) 2016 yılının
Kasım ayında, kapanan şirket sayısı bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 48
artarak 1073'e çıktı. Bu dönemde kurulan şirket sayısı ise sadece yüzde 1,28
artış gösterdi.
Kıssadan hisse;
Son dokuz aydır izlenen ekonomi
politikaları asıl olarak başta bankalar ve büyük sanayi grupları olmak üzere
büyük sermayeye yaramış gibi görünüyor. Küçük üretici, köylü, esnaf ve
işletmeler affedilen vergi ceza ve faizleri ve ertelenen vergi ve SGK primleri
ve bir kısım KGF kredileri ile durumu idare etmişler. Ancak giderek
piyasalardan siliniyorlar, yerlerini daha büyüklere bırakıyorlar.
Büyük olasılıkla ilk çeyrekte
ekonomideki büyüme oranı 2016’ya göre yüksek çıkacak. Bunun temel nedeni
yukarıda sözünü ettiğimiz banka ve sanayi kârlarındaki artış. Yani bir iki
sektör yüksek kâr ettiğinde ekonomik büyüme hızı da artıyor.
Diğer yandan birilerinin
durumunun daha da iyileşmesi, bankaların kârlarını patlatmaları, toplumun
tümünün durumunun iyileşmesi anlamına gelmiyor.
Tam tersine genelde bireyler için
tikel olarak elde edilen en iyi sonuçlar üretebilen bir durum toplum için çok
kötü bir biçimde neticeleniyor. Az sayıda banka ya da büyük holding ya da büyük
inşaat şirketi kârlarını yükseltirken, toplumun geri kalanı yoksullaşıyor.
Yani bundan yaklaşık 250 yıl
önce, burjuva iktisadının kurucusu olan A. Smith’in, bencilliği bir erdeme
dönüştüren sözü doğru çıkmıyor, herkes çıkarını maksimize ettiğinde toplumun
çıkarı maksimize olmuyor.
“Gemisini kurtaran kaptan”, “her
koyun kendi bacağından asılır”, benden sonrası tufan” sözleriyle bizlere
onlarca yıldır dayatılan bireycilik kültürü hem emeğin hem de ekolojinin
tahribatıyla, yoksullaşma ve sadece ekonomik değil, sosyal ve politik olarak da
geleceğimizin ciddi risk altına sokulmasıyla sonuçlanıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder