BANKALARA
GÜN DOĞARKEN, YENİ BİR KRİZİN TOHUMLARI ATILIYOR!
Mustafa
Durmuş
7
Mayıs 2017
Hükümetin ekonomiye dönük yol haritası referandum
sonrasında iyice netleşmeye başladı. Başbakan Yardımcısı N. Canikli’nin
Perşembe günü Bloomberg’de yayımlanan açıklamalarına göre (1), teknik
ayrıntıları tamamlanmış ve bir yasa değişikliği ile hayata geçirilmeyi bekleyen
yeni bir program çerçevesinde ticari bankalara, verdikleri krediler üzerinden sınırsız bir biçimde menkul
kıymetleştirme yapma olanağı verilecek.
Yani ticari bankalar piyasalara, şirketlere,
şahıslara verdikleri işletme, yatırım, ihtiyaç ya da uzun vadeli konut (mortgage)
kredileri de dâhil olmak üzere tüm kredilerine dayanarak kıymetli kağıtlar
çıkartabilecekler, bunları satabilecekler, nakde çevirebilecekler, böylece yeni
likidite imkanına kavuşabilecekler.
Bir başka anlatımla piyasalardaki batık kredileri de
dâhil olmak üzere (ki turizm ve inşaat başta olmak üzere bazı sektörlerde
önemli boyutlarda) dağıttıkları ve toplamda 1,83 trilyon lira (515 milyar
dolar) tutarındaki kredilerini varlık olarak gösterip bunlar üzerinden
çıkarttıkları kıymetli kâğıtları satabilecekler. Böylece belki de tahsil
edemeyecekleri alacaklarını dahi hızlıca tahsil etmiş olurken, bu satışlar
üzerinden de ayrıca hem kendilerine hem de finans sektöründeki diğer aracı
kurumlara ilave para kazandıracaklar. Bu operasyona finans piyasası dilinde “menkul kıymetleştirme” (seküritizasyon)
deniyor.
T.
Varlık Fonu Devrede
Bankalar bu çaptaki menkul kıymet satışını kimlere yapabilirler?
Alıcıların bir kısmını yabancı yatırımcılar oluşturabilirse de bu garanti
olmayacağından daha sağlam bir alıcı gerekiyor. Bakan’ın açıklamasına göre bu
kâğıtları T. Varlık Fonu alabilecek. Zaten Fon’un kuruluş kanununda finans
piyasalarından bu tür alımlar yapabileceği yazılı.
Böylece bir kez daha T. Varlık Fonu’nun temel bir
işlevi daha netleşmiş oluyor: Sadece büyük çapta dış kredi ile yapılabilen
mevcut onlarca milyar dolarlık alt yapı ve KÖO modeli ile yapılan şehir
hastanesi yatırımlarını tamamlatmak ya
da Çay Kur örneğinde olduğu gibi hisselerini rehin göstererek dışarıdan
borçlanmak değil, bilançoları hızla bozulmakta olduğundan giderek bir krize
sürüklenen ticari bankaları da fonlayarak
kurtarmak.
Sektöre ilişkin veriler bu söylediklerimizi doğrular
nitelikte. Ticari bankaların faaliyet kârları esasta mevduat toplayıp bunu
kredi olarak satmaktan oluşuyor. Yani para ticareti üzerinden sağladıkları faiz
kazancı kârlarını yaratıyor. Mevduatlar yetmediğinde bankalar bu kez Merkez Bankası’ndan
ve yabancı bankalardan (sendikasyon kredileri) borç alıyorlar, yani yabancı
kaynak kullanarak bunu karşılıyorlar.
Diğer yandan bankaların her hangi bir temerrüde
düşmemeleri için kredi / mevduat oranının belli bir düzeyi geçmemesi gerekiyor.
Oysa şu anda ülkedeki bankacılık sektöründe bu oran yüzde 125’i geçmiş durumda.
Bu oldukça yüksek bir oran olarak
değerlendiriliyor.
Yani bankalar mevduat toplamakta zorlanıyorlar ve
verdikleri kredilerde de iyice açılmış durumdalar. İşte bu noktada verdikleri
kredilerin üzerinden menkul kıymetleştirme (yani likide çevirme) işlemi
yaptıklarında hem bu riski ortadan kaldırıyor, hem de ilave kârlar elde
ediyorlar.
Mevduata
Müdahale: İki Taraflı Destek
Bitmedi zira Canikli’nin açıklamalarından işin
mevduat boyutuna da müdahale edileceği anlaşılıyor. Zira işçiler ve memurlardan
kesilen yaklaşık 100 milyar lira dolayındaki sosyal güvenlik katkı paylarının tamamının
(SGK primleri) bu plan çerçevesinde ticari bankalarda mevduat olarak kullanılmasına
izin verilecekmiş.
Yani bankalar sadece kredi boyutuyla değil, bol ve
(dolayısıyla da daha düşük faiz ile) ciddi bir miktardaki hazır kamu
mevduatından faydalanma anlamında da desteklenecekler (yakın zamanda bankalardaki
kamu mevduatına verilen mevduat faizine yüzde 7,5 oranında bir üst sınır
getirilerek sektör desteklenmişti).
Bu plan aslında işçilerden doğrudan ya da dolaylı
biçimde kesilen paralarla kurulan İşsizlik Sigortası Fonu’nun işverenlere “Milli
İstihdam Seferberliği” adı altında (işe alınan işçi başına 673 lira nakit
desteği ) kullandırılması biçimindeki sermaye desteğinin tamamlayıcısı bir uygulama
olacak. Böylece bir kez daha emekçinin yarattığı artı değer sermayenin (bu kez
finans sermayeye) hizmetinde olacak.
Hedef
(hormonlu da olsa) Büyümeyi Sürdürmek
Siyasal iktidarın bu ve benzeri plan ya da programları
krizdeki ekonomide bir canlanma yaratmak, büyümeyi belli bir noktanın üzerine
çıkartmak için yaptığı açık. Nitekim daha önce, Kredi Garanti Fonu (KGF) ve bir
çok vergi teşviği ile ekonomide geçen yılın son çeyreğinde yüzde 3,5’lik bir
büyüme sağlanmıştı (bu arada bu Fon’dan kullandırılan miktar 140 milyar lirayı
buldu ve bu paranın bir kısmının emlak – ofis alımı ya da yüksek mevduatla
ticari bankalarda yatırıma dönüştürülmesi gibi spekülatif amaçlı olarak
kullanıldığı iddiaları piyasada çok konuşuluyor).
Hükümet doğal olarak (hormonlu da olsa) ekonomik
büyümeyi sürdürmek istiyor. Yerli ve
yabancı sermaye örgütlerinden de bu politikalara tam destek verilmiş gibi görünüyor.
Bu onların raporlarına da yansımış
durumda. Örneğin iki gün önce açıklanan
raporunda IIF bu yıla ait büyüme için daha önce yüzde 3 olarak açıkladığı
tahminini yüzde 4,2 olarak revize etti (2). Ancak bu kuruluşlar böyle bir
büyümenin büyük bedellerle sağlanabileceğinin ve sürdürülemezliğinin farkında
oldukları için olsa gerek 2018 yılına ait daha düşük bir büyüme öngörüsünde
bulunuyorlar (yüzde 3,5).
Tercihini “demokrasidense istikrardan yana” yapmış
olan tekelci burjuvazinin şu ana kadar ekonomiye dönük maliye ve para
politikalarından ve uygulamalarından ve bu son plan ve programdan mutlu olduğunu (en azından rahatsızlık
duymadığını) belirtmeye gerek yok.
Bu gelişmeler genel seçimlerin erken bir tarihe
alınma olasılığının da mevcut olduğuna işaret ediyor. Zira bıçak sırtı ve
tartışmalı bir referandum sonucunda durumu siyasal iktidar için lehe
çevirebilecek az sayıda faktörden
(milliyetçiliğin yükseltilmesi, tabanın konsolidasyonu vb) biri ekonomideki yapay da olsa bir canlanmadır.
Diğer yandan yukarıda anlattığımız bu operasyonun
maliyeti daha önceki bir yazımızda da paylaştığımız gibi finansal bir kriz
olabilir. Zira 2008 yılında ABD’de finansal krizi tetikleyen şey tam da böyle
bir menkul kıymetleştirme olmuş ve şişirilen finansal balonlar patlamıştı.
Yerli
Malı Bir Finansal Kriz
Bu durumda ekonomimiz sadece yabancı sermaye
akımlarına olan bağımlılık biçimindeki dışsal bir dinamikten değil, artık yerli
malı olarak üretilmiş bir finansal krizden, menkul kıymetleştirme balonlarının
patlamasından dolayı krize girebilir.
Planın hayata geçirilme yoğunluğuna bağlı olarak birkaç yıl içinde tamamen
yerli malı bir finansal krizimiz olursa buna şaşırmamak gerekir.
Ayrıca bu gelişmeler yıllık yüzde 11’in üzerinde
olduğu yakında açıklanan enflasyonun daha da artmasına, bunun da yoksulluk ve
ithalat eğiliminde artışla beraber cari açık artışına neden olması kaçınılmaz
olur.
“Enflasyon artarsa istihdam da artar” şeklinde anlatılan
Keynesyen “Phillips Eğrisi” ise 1970’lerin sonlarında Londra’daki Keynesyen
mezarlığına gömüldü. Yani Türkiye’de artık işsizlik, enflasyon ve durgunluk,
biçiminde üç istikrarsızlık biçimi (stagflasyon) var. Bu nedenle de
enflasyondaki artış beklendiği gibi istihdamı artırmaz, ama işsizlik artmaya devam eder. Böylece gelir
bölüşümü iyice adaletsiz hale gelirken, yüksek enflasyon ve işsizlik nedeniyle yoksulluk da
artar.
Özetle ekonomi politikalarına yön verenlerin bugün
itibariyle sadece iki hareket alanı var: Kamu maliyesi ve finansal alan. İlki bir süredir sermayenin gözünü diktiği bir alan. Kamu maliyesi
değişkenlerinin durumu da buna müsait. Zira bütçe açığı ve kamu borç stoku hala
diğer azgelişmiş ülkelere göre makul düzeylerde. Bu nedenle de özellikle de son
dokuz aydır sermayeye dönük kamu harcamalarında patlama yaşanırken, bu
kesimlerden alınan vergiler affediliyor, erteleniyor, indiriliyor ve KGF gibi
fonlardan kredi desteği sağlanıyor, kamu garantileri veriliyor.
Diğeri ise finansal alan. Diğer ülkelerdeki kadar
bir finansal derinliğin olmaması bir avantaj olarak değerlendiriliyor ve
bankalar ve diğer finansal aktörlere (örneğin zorunlu BES üzerinden
sigortacılık sektörüne ve şimdi de menkul kıymetleştirme üzerinden türev
piyasalara) sınırsız destek sağlanıyor.
Her iki alandaki bu gelişmeler bir yandan bir kamu
maliyesi ve menkul kıymetleştirme krizinin yeşermekte olduğunu, bu anlamda
sistemin nasıl bir tıkanma noktasına doğru ilerlediğini gösteriyor, diğer
yandan da siyasal iktidar ile büyük sermaye arasındaki simbiyotik ilişkinin
giderek sağlamlaştırılmakta olduğunu ortaya koyuyor.
………………..
(1) https://www.bloomberg.com/news/articles/2017-05-04/turkey-plans-to-let-banks-securitize-all-loans-to-spur-growth,
4 Mayıs 2017.
(2) IIF, Turkey Research Note, Credit Impulse
Propels Growth, 4 May 2017.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder