29 Ekim 2017 Pazar

KEYNES, MARX SİZ BİTTİNİZ (!)

KEYNES, MARX SİZ BİTTİNİZ (!)
(Eğlenceli bir Pazar yazısı olsun istedik)

Mustafa Durmuş

29.10.2017

Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci bugün, bu yılın 3. çeyreğinde yüzde 9,6’lık bir büyüme beklediklerini, hatta bunun çift haneli olabileceğini, 4. çeyrekte de güzel bir sonuç beklediklerini, böylece bu yılsonu toplamda yüzde 6'nın üzerinde bir ekonomik büyüme beklediklerini müjdeledi.

Açıklamadan Sayın Bakan’ın daha önce “coştuğunu”  bildirdiği ekonominin “şaha kalktığını” anlıyoruz.

Keynes’in “düşük faizli ve talep yönlü büyüme tezi” çöktü (!)

Keynes mezarında ters dönmüş müdür acaba? Çünkü Keynes de, yatırımcıyı harekete geçiren bir etken olarak benzer bir “coşkudan (animal spirit)” söz eder. Bu coşkuyu yaratan düşük faiz oranlarıdır. Buna bakarak yatırımcılar gelecek hakkında coşarlar ya da karaları bağlarlar. Arz yönünden yatırımları bu davranış belirler. 

Talep yönünden ise tüketim harcamaları talebi belirler. Onu da gelirler belirler.
Türkiye’de bankalar arası borçlanma faiz oranları yüzde 12’nin üzerinde. Dolayısıyla da yatırımcı kredilerinin faizleri bunun çok üzerinde. Piyasalara göre bu oran fiilen yüzde 20’ye kadar çıkabiliyor. Yeni yatırımlar çok maliyetli olacağından bu faiz oranlarıyla (özellikle de bankası olmayan KOBİ’lerin ) yeni yatırım yapmaları imkânsız.

Talep yönünden ise asgari ücretin 1404 lira,  asgari ücretle çalışan 10 milyon civarında işçinin, 6 milyonun üzerinde işsizin olduğu, hanelerin en yoksul yüzde 60’ının evine aylık ortalama 840 lira civarında gelirin ancak girebildiği, dolayısıyla da nüfusun önemli bir kısmının yoksul olduğu bir ülkede özel tüketimi artıracak gelirler mevcut değil. Bu tüketim artışını yoksulluk yardımları, kayıt dışı faaliyetler ya da borçlanmayla daha fazla sürdürebilmek mümkün değil.

Doğrudan yabancı yatırımları yerli yatırımcının pusulası

Uygulamada yerli (özellikle de) büyük yatırımcılar yeni yatırıma girerken uygun bir yatırım ortamının olup olmadığına bakarlar. Bunun önemli göstergelerinden biri yabancıların Türkiye’deki doğrudan yatırımlarıdır. Bu önemli bir göstergedir yerliler için.  “Yabancı yatırımcılar geliyorsa ekonominin geleceğini sağlıklı görüyorlar demektir” görüşü yaygındır (1).

Bu açıdan baktığınızda son 9 aydır doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında kayda değer bir artış olmadığını görüyorsunuz. Tıpkı 2015 yılına kadar uluslararası piyasalardan önemli miktarda kredi kullanan yerli bankalar gibi yabancı doğrudan yatırımcılar da frene basmış durumdalar. Bu nedenle de cari açığın yüzde 70’i portföy yatırımlarıyla kapatılıyor. Bu şekilde, yani sıcak para biçiminde ülkeye gelen finansal yatırımların çok büyük çoğunluğu ise en sağlam kaleme, yani Hazine Bonosu ve Tahvillerine geliyor (2).

Marx’ın “azalan kârlılık tezi” çöktü (!)

Açıklama muhtemelen Marx’ı da mezarında ters döndürmüştür. Zira Marksist ekonomi politikte yeni yatırımları belirleyen kâr oranlarıdır. Kâr kapitalizmin damarlarında dolaşan kan gibidir. Kâr oranları düşüyorsa yeni yatırımlar azalır. Yani yeterli kâr olmayınca yatırım da olmaz.

Marx’ı doğrular biçimde bir rapor Türkiye’de imalat sanayinde yatırımlarının kârlılığının bir süredir düştüğünü gösteriyor (3).

Verimlilik artışı yavaşladı

Geriye emek gücü verimlilik artışıyla (ana akım neo klasik iktisatçıların üzerinde durduğu) büyüme biçimi kalıyor. Teknolojik yenilikler ve alınan yönetsel tedbirlerle emek gücü daha verimli çalıştırılırsa ekonomi arz yönlü büyüyebilir.

ILO ve OECD başta olmak üzere neredeyse bütün uluslararası örgütler dünyadakine paralel bir biçimde, hatta daha ağır bir biçimde, Türkiye’de emek gücü verimlilik artışının çok yavaşladığını verilerle ortaya koyuyorlar.

O halde Türkiye’de ekonomiyi ne büyütüyor, ne büyütecek? Bütün teorileri çöpe atan yeni bir “Türk Modeli” ile mi karşı karşıyayız?

Bu yılki göreli yüksek büyüme hızlarının kabaca iki açıklaması olabilir: Kredi Garanti Fonu’ndan pompalanan krediler ve on milyarlarca dolarlık alt yapı ve üst yapı inşaat projeleri.

İlki son derece net ve artık sürdürülmesi çok zor bir model. Zira bu Fon’dan tüm krediler bu yıl bitmeden kullanılıp bitti. Ama daha önemlisi raporlar bu kredilerin daha ziyade dayanıklı özel tüketim malı ve inşaat sektörlerinde kullanıldığını ortaya koyuyor (4).

İkincisi resmin asıl büyüğünü oluşturuyor. Özellikle de Kamu Özel Ortaklığı (KÖO) bünyesinde “Yap işlet Devret” ya da “Yap İşlet Kirala” yöntemleriyle son 10 yıldır ülkede 200 milyar doları aşan büyüklükte inşaat projeleri yapılıyor.

Bunların bir kısmı tamamlandı, büyük kısmı ise devam ediyor ya da henüz başlanmadı. Bunlar; büyük köprüler, oto yolları, tüneller, hava limanları, kanallar, HES’ler gibi alt yapı projeleri olduğu gibi TOKİ konutları, AVM’ler, büyük ölçekli camiler, plazalar, yeni cezaevleri ve şehir hastaneleri gibi üst yapı projeleri.
2016 yılından bu yana büyüme hesaplama yönteminde yapılan değişiklikle artık inşaat harcamaları da sabit sermaye yatırımları arasında sayılıyor. Dolayısıyla bu projeler için yapılan harcamalar, gerçekleşmeler TÜİK tarafından büyümenin yatırım harcamaları kaleminde ele alınıyor. Bu değişiklikle bu tür harcamalar da büyüme oranını yükseltiyor.

Nitekim TÜİK’in verilerine göre,  2017 yılının I. ve II. çeyreklerinde önceki yılın aynı çeyreklerine göre inşaat sektörü yatırımlarında ilk çeyrekte yüzde 14 ve ikincisinde yüzde 25 artış olurken, makine ve teçhizat sektöründe sırasıyla yüzde 12 ve yüzde 8,6 azalma ortaya çıkmış (5).

Yani ekonomik büyümeyi sağlayan imalat sanayi yatırımları ve bu yöndeki makine ve teçhizat üretimi ya da yeni fabrikalar değil; köprüler, tüneller,  otobanlar, hava limanları, KOÖ ile yapılan şehir hastaneleri ve TOKİ inşaatları olmuş.

Toplumsal maliyetleri faydasından büyük projeler

Diğer yandan bu projeler ile ilgili çok önemli bir tartışma var. Öncelikle çok büyük bir kısmı dış kredilerle yapılıyor. Kredi maliyetleri yüksek, dolayısıyla da yatırım ve işletme maliyetleri yüksek.

Bu kredilerin çok büyük bir kısmı Hazine garantili. Yani her hangi bir aksilik söz konuşu olduğunda zarar Hazine’nin, dolayısıyla da yeni vergiler ya da borçlanma biçiminde tüm toplumun olacak.

Ölçekleri optimalin çok üstünde (özellikle de 1000-1500 yataklı şehir hastaneleri) bu da yatırımın verimliliğini düşürüyor, kaynak israfına neden oluyor.

Bu projeler ülkenin belli başlı büyük inşaat şirketlerini, onların yabancı ortaklarını ve bankaları zengin ediyor ama işçiler ya da tüketiciler açısından her hangi bir refah artırıcı etkisi yok.

İşçiler hala, uzun çalışma saatlerinde ve büyük kısmı güvenceden yoksun olarak ve çok düşük ücretlerle çalıştırılıyorlar.

Tüketiciler ise bu hizmetlerden ancak oldukça yüksek ücretler karşılığında yararlanabiliyorlar. Bu ücretlerin bir kısmı da sübvansiyonlu. Yani Hazine yine bizim cebimizden ödüyor.

Bu projelerin doğaya verdiği zarar ise bugünden, örneğin İstanbul’un son haline bakıldığında çıplak bir gözle rahatça görebiliyor.

Yaşasın Laik, Demokratik ve Sosyal Cumhuriyet” diyerek bitirelim…

…………………….
(1) Nicholas Megaw, Laura Pitel,  ‘Questionable’: Commerzbank sounds alarm over Turkish economic data, Financial Times, 12.09.2017.
(2) CEEMEA Economics Analyst, Fiscal policy will the key to Turkey’s external financing and growth, 29 September 2017.
(3) agr.
(4) BBVA Research,  Turkey Economic Outlook Fourth Quarter October 2017.

(5) http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?alt_id=1105.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder