ARTIK CARİ AÇIĞIN FONLANMASI DA
BÜYÜMENİN SÜRDÜRÜLMESİ DE DEVLETİN DERDİ
Kapitalizmin kanunu işliyor: Devlet
kurtarıcı olarak devrede
MUSTAFA DURMUŞ
5 Kasım 2017
Önceki
yazımda (1) açıklanan yüksek ekonomik büyüme hızlarını ele almış ve bunların üç
ana kaynağının olduğunu belirtmiştim: Alt yapı ve üst yapı biçimindeki büyük
inşaat projeleri (bunlarla ilgili kamusal riskleri daha sonra yazacağım), Kredi
Garanti Fonu’nun garantisi ile sağlanan 200 milyar lirayı aşkın kredi ve
ihracat artışı. Bunlardan ilk ikisini kısaca değerlendirmiştim.
Bugün,
ihracat (2. çeyrekte yüzde 10,5 artış gösterdi) ile ilgili olarak,
tartışmalarda göz ardı edilen bir gerçeği, cari açığı ve asıl olarak da bu
açığın değişmekte olan finansman şeklini ve bunun bütçe ve kamu borçlanması
üzerindeki olası sonuçlarını ele alacağım.
Cari açık: Yapısal olarak dışa bağımlı
bir ekonominin temel sorunu
Türkiye
ekonomisinin dışa bağımlılığının tipik göstergelerinden biri verdiği yüksek
düzeydeki cari açık. 2009 yılındaki daralma dışında, cari açık son 15 yıldır
GSYH’nin ortalama yüzde 5’i civarında seyrediyor.
Dış açığın
(kabaca ithalatın ihracattan fazla olması, turizm gelirleri gibi gelirlerin de
bu açığı kapatmaya yetmemesi durumu) olarak tanımlanan cari açık Türkiye
ekonomisinin büyümesinin ana kaynağı, motoru konumunda. Öyle ki veriler Türkiye
ekonomisinin ancak bu açık arttıkça büyüyebildiğini ortaya koyuyor.
Cari açığın finansman biçimi değişiyor,
sıcak paranın belirleyiciliği artıyor
2016
yılından bu yana (özellikle de son 9 aydır) bu açığın kapatılma (finansman)
biçiminde önemli değişiklikler gözlemleniyor. Yani artık sadece yüksek cari
açığı nasıl sürdüreceğimiz değil, asıl olarak bu açığın fonlanma-finansman
biçimindeki kötüleşme giderek endişe kaynağı oluyor.
Kısaca cari
açık veren ülkeler bu açıklarını normalde üç yolla yolla kapatıyorlar. Bunların
ilk ikisi uzun vadeli, diğeri ise kısa vadeli döviz girişleri anlamına geliyor:
Doğrudan yabancı sermaye yatırımları (DYSY), dış krediler ve “sıcak para”
olarak da bilinen portföy yatırımları.
Türkiye’de
buna ilave olarak kayıt dışı döviz girişleri (net hata ve noksan) önemli bir
fonlama biçimi oldu. Öyle ki geçen yıl bu açık 33 milyar dolardı ve bunun üçte
biri kayıt dışı döviz girişiyle kapatılmış ve bunun Körfez parası olduğu ileri
sürülmüştü.
Türkiye’ye bu yılbaşından beri sıcak
para biçiminde gelen yabancI sermaye girişlerinde rekor bir artış
yaşanıyor
Merkez Bankası verilerine göre, ilk 9 ayda cari açığın yüzde 70’i portföy yatırımları ile finanse edildi. Oysa önceki 5 yılın ortalamasında bu oran sadece yüzde 28 civarındaydı. Portföy yatırımları içindeki büyük çoğunluğu ise Hazine bonosu ve tahvillerine gelen sıcak para oluşturuyor (2). Bu gelişme devletin dış borçlarındaki (yabancılara olan) artışın hızlandığını ortaya koyuyor.
Merkez Bankası verilerine göre, ilk 9 ayda cari açığın yüzde 70’i portföy yatırımları ile finanse edildi. Oysa önceki 5 yılın ortalamasında bu oran sadece yüzde 28 civarındaydı. Portföy yatırımları içindeki büyük çoğunluğu ise Hazine bonosu ve tahvillerine gelen sıcak para oluşturuyor (2). Bu gelişme devletin dış borçlarındaki (yabancılara olan) artışın hızlandığını ortaya koyuyor.
Parasal sıkılaştırma
döneminin başlaması nedeniyle dışarıda faiz oranlarının yükseleceği, ilave
olarak içerdeki bazı ekonomik ve politik sorunlar nedeniyle özel sektörün (hem
şirketler hem de bankaların) borçlanmasını daha da yavaşlatacağı dikkate
alındığında, bundan böyle büyümenin ana motoru olan cari açığı devletin
fonlayacağı (yabancılara tahvil ve bono satışlarıyla), böylece ekonomik
büyümeyi asıl olarak devletin sürükleyeceği, ancak bunun da kaçınılmaz olarak
bir süredir bozulmakta olan kamu sektörü mali dengelerini daha da bozacağı
anlaşılıyor.
Ya turizm? Turizm gelirleri cari açığın
azaltılmasında önemli, ama resmi verilerle uluslararası veriler birbirini
tutmuyor
Turizm
gelirleri cari açığın finansmanı açısından son derece önemli. Uzunca bir
süredir turizm sektörü cari açığımızın kapatılmasında baş rolü oynadı.
Geçen yıl
Rusya ile yaşanan uçak krizi ve artan terör saldırıları yüzünden ülkeye gelen
turist sayısında ciddi bir azalma olmuştu. Yapılan son resmi açıklamalar ise
ülkeye gelen, özellikle de Arap ve Rus turist sayısında belirgin bir artış
olduğu ve rezervasyonların arttığı yönünde (Ancak CHP’li bir vekil 27 Ekim’de,
turist sayısından ziyade, bu turistlerin ülkeye bıraktıkları döviz gelirine
bakılması gerektiğini, gelirlerin artmadığını ileri sürdü).
Diğer
taraftan Almanya ile yaşanan son kriz turizmi de etkileyecek gibi görünüyor.
Zira Almanya Türkiye’ye gelen turistlerin en az yüzde 15’ini sağlıyor. Alman
turistler Alman Hükümeti’nce Türkiye’ye gitmeme konusunda uyarılıyorlar. 2016
yılında ülkeye gelen Alman turist sayısı 3,9 milyon iken bu yıl bu sayının 1,5
milyonun altına düşeceği ileri sürülüyor (3).
Keza
Türkiye’nin aldığı dış kredilerinin azımsanamayacak bir kısmını sağlayan Alman
bankalarının da Türkiye’de en fazla endişelendiği sektörlerin başında turizm
sektörü geliyor
Önce doğrudan yabancı sermaye
yatırımları kurumaya başladı
2008 krizine
kadar Türkiye’de yabancı fonlar, büyük ölçüde şirketler tarafından doğrudan
yabancı yatırımlar biçiminde kullanıldı. Yani doğrudan yabancı sermaye
yatırımları (DYSY) çok güçlüydü. Ancak bu durum krizden sonra değişmeye
başladı. Şirketlerin doğrudan dış kaynak kullanımı yani DYSY gerilemeye
başladı.
Bu arada
ülkeye gelen doğrudan yabancı yatırımlarının hangi sektörlere geldiği konusu
oldukça önemli. Bir çalışmaya göre (4), 2016 yılının ilk 10 ayında ülkeye gelen
doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının toplam tutarı 8,1 milyar dolar olurken,
bunun 3,5 milyar dolarlık kısmı (yüzde 43) gayrimenkul alımına yönelik net
yatırımlardan kaynaklanmış.
2003-2015
arasını içeren dönemde ise ülkeye gelen toplam 165,6 milyar dolarlık doğrudan
yabancı sermaye yatırımının 33,4 milyar dolarlık kısmı gayrimenkul alımına
yönelik olmuş. Yani kabaca 12 yıllık dönem boyunca gayrimenkul alımı yüzde
20’lik bir paya sahip olmuş.
Bu durum ülkede
izlenen inşaata dayalı birikim modeline uygun olarak, siyasal iktidarın ve
emlak-konut sektörünün Araplara olan ilgisinin nedenini de ortaya koyuyor.
Ülkeye gelen
(uzun vadeli) doğrudan yabancı yatırımlarındaki gerilemenin bir nedeni
yabancıların konut - emlak sektörüne olan ilgilerinin doyma noktasına gelmesi
olsa da, kuşkusuz asıl neden ülkenin karşı karşıya olduğu politik ve jeopolitik
risklerin yüksekliği. Ayrıca yatırımların getirisinin, yani kârlılığın azalıyor
olması da bunda etkili.
Dış krediler doğrudan yatırımların
yerini aldı ancak…
Doğrudan
yabancı sermaye yatırımlarındaki bu gerilemenin neden olduğu açıklık bir süre
ticari bankaların yurt dışından kredi borçlanması biçiminde telafi edildi ve bu
durum 2015 yılına kadar sürdü. Ülkeye bu kredileri de asıl olarak Avrupalı
bankalar sağlıyorlardı.
Ancak 2015
yılına gelindiğinde bu krediler de hızla azalmaya başladı ve 2009 yılından bu
yana en düşük düzeye geriledi. Bunun bir nedeni borç stokları iyice artan, buna
karşılık yaşanan ekonomik durgunluk nedeniyle gelirleri azalan ve temerrüt
riskleri artan şirketlerin dövize olan taleplerinin azalması, bu kredilere
aracılık yapan yerli bankaların bilançolarının çok büyümesi ve yabancı
bankaların Türkiye’ye kredi verme konusundaki iştahlarının azalması.
Yani hem
bankaların bilançoları artık çok büyüdü, hem de dışarıda faiz oranlarının
(spread) yükselmesi, hem de içerde dolara ödenen mevduat faizi oranının (diğer
ülkelere kıyasla) giderek artması artık yeni borçlanmayı çok zorlaştırdı.
ABD ve Avrupa ile ilişkilerin bozulması
cari açığın dış krediler yoluyla finansmanını zorlaştırıyor
Türkiye’nin
aldığı dış kredilerinin yüzde 11 ‘ini Alman bankaları sağlıyor. Bu bankalar
ülkeye verilen krediler açısından ikinci sırada yer alıyorlar. Türkiye’nin
Almanya (ve ABD) ile ilişkilerinin gerilmesi, Avrupa’nın gerçek patronu
Almanya’nın telkinleriyle başta Alman bankaları olmak üzere Avrupalı bankaların
Türkiye’ye verdikleri kredileri azaltmaları ya da spreadleri yükseltmek vb.
biçimlerde zorlaştırmalarıyla sonuçlanacak gibi görünüyor.
Türkiye’nin
Batı ile ilişkileri gerildikçe ülkeye yönelik ekonomik baskılar ve yasaklar da
artıyor. Alman Hükümeti bunu uluslararası yatırım kuruluşları üzerindeki
etkisini kullanarak yapıyor. Bunlar arasında KfW, EIB ve EBRD gibi ana yatırım
finansörleri olduğu gibi, ticari Alman bankaları da var. Bu bankalar
Türkiye’deki kredilerini, riskleri gözden geçirmeye başladılar. Henüz krediler
dondurulmadı ama prosedür oldukça sıkılaştırıldı. Baskılar özellikle de Türk
Hükümeti’ne yakın firmalara yönelik olarak gündeme getiriliyor.
Örneğin
Alman Hükümeti’nin telkinleri sonucunda Avrupa Yatırım Bankası (EIB)
Türkiye’deki gelişmelerin endişe verici olduğunu açıkladı, Türkiye projelerini
askıya aldı. KFW kredi prosedürünü uzattı, sıkılaştırdı. Commerzbank ise Türk
bankaları ile ilişkilerini gözden geçiriyor (5).
Bu
gelişmeler rakamlara da yansıdı. Öyle ki EIB ve AB bankalarından ülkeye geçen
yıl 2,23 milyar avroluk kredi sağlanmışken, bu yıl bu rakam sadece 507 milyon
avro olabildi. Benzer gelişmeler EBRD için de geçerli. Almanya bu kurumun
Türkiye’ye olan kredilerini veto etme hakkına sahip. Bu kurumun şu anda,
bankalar, enerji, sanayi ve alt yapı projeleri olmak üzere Türkiye’de 8,5
milyar dolarlık bir portföyü bulunuyor. Banka sadece geçen yıl Türkiye’ye 2,3
milyar dolar kredi verdi. Bu bankanın sözcüsü “durumu dikkatle izlediklerini”
söyledi (6).
Diğer
taraftan ülkenin 12 ay içinde 170-180 milyar dolarlık borcu çevirmesi ve
2018’de beklenen 35-40 milyar dolarlık cari açığı kapatması için döviz cinsinden
kaynağa ihtiyacı var. Bu durum lirayı daha da değersizleştirecek. Ayrıca yüksek
kredi maliyetleri yüzünden yeni yatırımlar azalacak, iflaslar artacak ve
kapanan işyerleri yüzünden işsizlik daha da artacak. Resmi olarak yüzde 12’yi
bulan enflasyon ve artan hayat pahalılığı neticesinde yoksullaşma artacak.
Kısaca
bankalar da dış açığın fonlanmasında geriye düşünce geriye son kurtarıcı olarak
devlet kalıyor.
Bu
gelişmeler ile son torba yasada devlet borçlanma limitinin 37 milyar lira
artırılmasını, yüzde 12 civarında bir faiz oranından piyasalardan
borçlanmasını, bütçe açığının bir yılda yaklaşık iki kata yakın bir oranda
artmasını, faiz dışı dengenin son 14 yıldır ilk kez eksiye geçmesini bir arada
düşünmek gerekiyor.
Yani devlet,
hem içerideki açığı, hem de dış açığı fonlamada artık tükenmeye yüz tutan özel
kesimin yerini aldığında kamu maliyesi dengeleri de alt üst olmaya başlıyor.
Faizleri indirebilmek ya da sıcak parayı
vergileyebilmek mümkün değil
Bu
gelişmeler aynı zamanda, faiz indirmeleri yönünde bankalara telkin yapılırken,
Hazine’nin piyasalardan gerekenin çok üstünde bir borçlanma yaparak neden faiz
oranını daha da yükselttiğini açıklıyor (7).
Çünkü yüksek
faiz cari açığın fonlanmasını sağlayan sıcak paranın ülkeye gelmesi için temel
koşul. Bu da faiz karşıtlığının söylemle sınırlı kalmasına neden oluyor.
Bu gerçek
aynı zamanda, asgari ücretliden yüzde 15 vergi alınırken, Hazine bonosu ve
tahvil gelirlerinin neden vergilendirilmediğini de ortaya koyuyor (çünkü bu
kağıtların gelirlerinden yüzde 0-10 arasında bir vergi alınıyor).
Kısaca
emperyalizm denilen şey sadece uluslararası düzlemde ya da siyasal düzlemde
anlaşılabilecek ya da karşı çıkılabilecek bir olgu değil, asıl olarak iktisaden
finans kapitale olan bağımlılığı anlatan bir gerçeklik. Yani antiemperyalist
olmak için öncelikle antikapitalist olmak gerekiyor.
Kurtarıcı devlet bir kez daha devrede,
kemerler daha da sıkılacak…
Bu
göstergeler kamu finansmanının önümüzdeki yıllarda cari açığın kapatılmasında
temel bir rol oynayacağını gösteriyor. Yani hem ekonomik büyüme, hem de cari
açığın finansmanı işi artık büyük ölçüde devletin sırtına kalmış durumda.
Bu da
gerçekte daha fazla bütçe açığı, daha çok devlet borçlanması, daha yüksek faiz,
daha az yatırım, daha fazla vergi, daha yüksek enflasyon, daha fazla zam, daha
fazla işsizlik, daha fazla ücret ve daha fazla sosyal harcama kesintisi
biçiminde emekçilerin omuzlarımızdaki yükün daha da artacağını gösteriyor.
Kapitalizmin kanunu işlemeye devam ediyor: Devlet son kurtarıcı
olarak devrede: İşler iyi iken kâr özel sektörde kalıyor, işler kötüleştiğinde
ortaya çıkan zarar ise tüm toplumun zararı haline getiriliyor…
………………………..
(1) Keynes, Marx Siz Bittiniz (!), 29 Ekim 2017.
(2) CEEMEA, Turkey Economics, “Dollarisation and gold imports on the rise”, 12 October 2017.
(3) Nicholas Megaw, Laura Pitel, “Questionable’: Commerzbank sounds alarm over Turkish economic data”, Financial Times, 12.09.2017.
(4) Aslı G. Sezgin ve Ahmet Aşarkaya, Türkiye İş Bankası İktisadi Araştırmalar Bölümü, İnşaat Sektörü Raporu, Ocak 2017, s. 14.
(5) Birgit Jennen, Nikos Chrysoloras and Steven Arons, “Germany Tightens the Screws on International Funds to Turkey”, https://www.bloomberg.com, 25 Ekim 2017.
(6) Adm.
(7) İsmet Özkul, “Hazine sıcak parayı küstürmemek için mi aşırı borçlandı?”,https://www.dunya.com, 31.10.2017.
………………………..
(1) Keynes, Marx Siz Bittiniz (!), 29 Ekim 2017.
(2) CEEMEA, Turkey Economics, “Dollarisation and gold imports on the rise”, 12 October 2017.
(3) Nicholas Megaw, Laura Pitel, “Questionable’: Commerzbank sounds alarm over Turkish economic data”, Financial Times, 12.09.2017.
(4) Aslı G. Sezgin ve Ahmet Aşarkaya, Türkiye İş Bankası İktisadi Araştırmalar Bölümü, İnşaat Sektörü Raporu, Ocak 2017, s. 14.
(5) Birgit Jennen, Nikos Chrysoloras and Steven Arons, “Germany Tightens the Screws on International Funds to Turkey”, https://www.bloomberg.com, 25 Ekim 2017.
(6) Adm.
(7) İsmet Özkul, “Hazine sıcak parayı küstürmemek için mi aşırı borçlandı?”,https://www.dunya.com, 31.10.2017.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder