BES’
LE KARGAYI…
Mustafa
Durmuş
19
Kasım 2017
Yeni yıldan itibaren Bireysel Emeklilik Sistemi (BES)
ile ilgili iki yeni düzenlemenin uygulamaya geçmesi bekleniyor.
Bunlardan biri, cayma süresinin uzatılması
ve devlet katkı payının artırılmasının yanı sıra, asıl olarak 45 yaş üzeri ve
18 yaş altı çalışanların isteğe bağlı değil, zorunlu olarak sisteme dâhil
edilmesi (böylece sistemin gönüllü katılımdan zorunlu katılıma dönüştürülmesi),
diğeri ise ‘varlık / portföy yöneticiliği’ yapan şirketlerin aldığı ücretlerin (komisyon) düşürülmesi.
Kısaca BES’i hatırlayalım. 27 Ekim 2003 tarihinde
çıkartılan bir yasa ile Türkiye’de, diğer ülkelerde olduğu gibi, özel ya da
bireysel emeklilik şirketlerinin faaliyete geçmelerine izin verildi. O tarihten
itibaren de aralarında Anadolu Hayat Emeklilik, Aviva/SA, Axa Hayat, Allianz,
Vakıf emeklilik ve Ziraat Emeklilik gibi hem yerli-yabancı özel firmalar, hem
de kamu bankaları bu alanda faaliyet gösteriyor.
Sektörün beklendiği gibi büyüyememesi nedeniyle bu
yılın başından itibaren belli ölçekteki işyerlerini kapsayan “otomatik katılım”
sisteme dahil edilirken, kamu oyunda “zorunlu BES” olarak da bilinen bir uygulamayla 1 Ocak 2013
tarihinden itibaren ödenen katkılara Devletin yüzde 25 oranında prim katkısı
yapması kararlaştırıldı.
Bu sistem sunulurken “çifte emeklilik” , “ikinci
emeklilik” ya da “güvenli emeklilik” olarak sunulsa da, bu bildik anlamda bir
emeklilik sistemi değil. Daha ziyade bireysel risk ve kazanç kararına dayalı bir
fon biriktirme yöntemi ve içinde önemli riskleri barındırıyor.
Sistemde katılımcıların birikimleri (katkıları) ve
bu birikimlerden elde edilen (varsa) gelirler bir fonda toplanıyor, piyasa
araçları (borsa, faiz, mevduat) üzerinden değerlendiriliyor ve sonrasında fonda
birikenler üzerinden yasal ücretler (yönetim ücreti / management fee)
düşüldükten sonra katılımcılara ödeme yapılıyor.
Tasarruf
artışı-Yeni rant alanı- Devletin sırtından yük atma
Aslında bu sistem üçlü bir amaç için kuruldu.
Sırasıyla yüzde 14’e kadar gerileyen toplam yerli tasarrufların artırılması (böylece
sermaye birikiminin sürdürülmesi), özel sektör için yeni bir rant elde etme
alanının oluşturulması ve kamusal emeklilik sisteminin adım adım tasfiye edilerek
devletin sosyal sorumluluklarından kurtarılması.
Bir bütün olarak özel emeklilik sektöründe
baktığımızda, sektörün GSYH’nin yüzde 2’sinin biraz üzerinde bir büyüklüğe
sahip olabildiğini görüyoruz.
Detaylandırırsak, gönüllü olarak bireysel emeklilik
sisteminde olan 6,8 milyon katılımcının 70 milyar liralık birikimi mevcut.
Otomatik katılımda ise 2,5 milyon katılımcının, sekiz ay içerisinde 775 milyon
liralık birikimi olmuş (1).
Yani 2017 yılı itibariyle Özel Emeklilik Fonlarının
varlıklarının toplamı 70 milyar lirayı aşmış ve son 11 yılda sektör 10 kattan
fazla büyümüş (2).
Ancak hem diğer ülkelerle kıyaslandığında bu pay son
derece cılız, hem de sistemden çıkışlar rekor düzeye fırlamış.
Öyle ki 6,3 milyon çalışanın dâhil olduğu Otomatik
BES’te 2,5 milyon kişi kalmış durumda. Otomatik BES’ten çıkış oranı ortalamada
yüzde 60′ a yaklaşırken, özel sektörde sistemden çıkış oranı yüzde 62, kamuda
ise yüzde 49 oranında (3). Yani model tutmamış.
Sistem
Emeklilik fonlarına yararken, emekçileri zarara sokmuş
Özel emeklilik fonlarının varlıkları 10 kattan fazla
artarken, katılımcılara sunmakla yükümlü oldukları getiri ise tam bir hayal
kırıklığı. Öyle ki Emeklilik Gözetim Merkezi’nin verilerine göre bu fonlar 2012-
2016 dönemini kapsayan 5 yılda ortalama sadece binde yarım ( yüzde 0,5) oranında
bir getiri sağlamışlar. Bu haliyle 27 OECD ülkesinde özel emeklilik fonları en
düşük getiri sağlayan ikinci ülke konumundayız (4). Enflasyonun ikili
rakamlarda olduğu bir ekonomide böyle bir getirinin gerçek anlamda bir zarar
olduğunu söylemeye gerek yok.
Varlıklarını (ya da servetleri) 10 kattan fazla
artırırken, bu varlığı onlara sağlayan emekçilerin katkı paylarına sadece binde
yarım bir nominal getiri sağlanması nasıl mümkün olabilir?
Yanıt açık ve net: Yüksek düzeydeki yönetim
ücretleri (management fee). Yani bu
şirketler bizlerden ve bizim adımıza devletten alınan primlerle finans
piyasalarından sağladıkları kârların çok önemli bir kısmına kendi içlerinde “fon
yönetim ücreti” adıyla el koymuşlar ve geriye de sadece bu komik oran kalmış.
Bu o şirketler için başarılı bir kâr stratejisi olsa da, bizim açımızdan bu gerçek
bir soygun.
Ücretler
düşürülse de getiri artmayacak
Getirilerin çok düşük olduğunu, sistemden çıkışların
arttığını gören siyasal iktidar çözüm olarak hem BES’i zorunlu hale getirmek,
hem de varlık yöneticiliği yapan 50 civarındaki aracı kuruluşun “ücret” adı
altında aldıkları komisyonları kısmak istiyor.
Ancak sektörde faaliyet gösteren bu portföy ya da
varlık yönetim şirketlerinin büyük bir kısmı aslında özel emeklilik şirketleri
ile aynı sermaye grubunda yer alıyor. Dolayısıyla
da yönetim ücretleri ya da komisyonların yüzde 90’ına yukarıda adı geçen özel emeklilik
fonları ya da şirketleri el koyarken, yaklaşık yüzde 10’u portföy
yöneticilerinde kalıyor (5).
Böylece gelirin asıl kısmına dokunmaksızın sadece
aracı varlık yöneticiliği (portföy yönetimi) yapan şirketlerin komisyonlarının
düşürülmesi gerçekte işe yaramayacak. Dahası fonlar arasındaki rekabeti
kızıştırıp tekelleşmenin artmasıyla, bunun da katılımcılara düşen getiri
payının ileriki yıllarda daha da düşmesiyle sonuçlanacak.
Vergiler
rant için mi kullanılmalı?
Sonuç olarak, BES ne yerli tasarruf düzeyini beklenildiği
kadar artırabilir (zira bu uygulama nedeniyle alınması gereken vergiler
alınmadığından kamusal tasarruflar düşüyor), ne de milyonlarca emekliye güvenli
bir emeklilik geleceği sağlayabilir. Mevcut haliyle kamu bütçesinden sisteme
yapılan aktarmalarla bütçe açıklarının daha da artmasıyla sonuçlanır. Bu da
vergilerimizin devlet eliyle, gerçek bir getiri sağlamayan, hatta reel olarak
zarar ettiren bir ranta fonlama kaynağı olarak aktarılması anlamına gelir.
Çünkü bu fonlar, istikrarsız, yönetim ücretlerinin
çok yüksek olduğu, spekülasyona dayalı finans piyasalarında
değerlendiriliyorlar. Bir finansal kriz durumunda (tıpkı 2008 krizi sonrasında
ABD ve Avrupa’da olduğu gibi) ödediğimiz
primlerle alınan finansal kâğıtların değeri düştüğünde ya da sıfırlandığında
bırakınız reel getiri sağlamayı, o ana
kadar ki birikimlerimiz de kaybolacaktır. Yani geleceğimizin finansal
piyasaların insafına ve riskli işleyişine bırakılmaması gerekir.
Mevcut
emeklilik sistemi adaletsiz
Diğer yandan mevcut sistem de çözüm değil. Zira
bizden kesilen vergilere ilave olarak doğrudan ödediğimiz ve yine bize
yansıtılarak bizim adımıza işveren tarafından ödenen sosyal güvenlik katkı
payları açısından OECD ülke ortalamasının çok üstünde bir yük taşıyoruz.
Öyle ki iki çocuklu bir işçi açısından bu yük; OECD’de
ortalama olarak yüzde 26.6 iken
Türkiye’de yüzde 36,4. Yani bizlerden bir ABD’li ya da Avrupalı
emekçiden kesilenin neredeyse yüzde 40’ından fazla kesinti yapılıyor.
Dahası Türkiye’de iki çocuklu bir işçinin ortalama
/efektif vergi yükü (gelir vergisi ve SGK primi) yüzde 25,3 (OECD’de ikinci en
yüksek ülke). OECD ortalaması ise yüzde 14,3 (bu farkın nedeni Türkiye’de aile
yardımlarının olmaması) (6).
Bunca yüke rağmen ödenen emekli maaşlarının düzeyi ve
aldığımız sağlık hizmetlerinin kalitesi ortada. Üstelik sosyal güvenlik
kurumuna her yıl bütçeden açıklarının kapatılabilmesi için onlarca milyar
liralık bir kaynak transfer ediliyor.
Mevcut
emeklilik sistemi de sürdürülemez
Türkiye’de işgücüne katılım oranının yüzde 53 gibi
oldukça düşük bir düzeyde olması ve işsizler içinde genç işsizliği oranının
gerçekte yüzde 27’ye ulaşmış olması mevcut sosyal güvenlik sisteminin de
sürdürülemez olduğunu ortaya koyuyor.
Çünkü iş gücüne katılamayan ya da katılmayanların
sayısı arttıkça devletin sosyal güvenlik, sosyal yardım biçimindeki ödemeleri
de artıyor. Emeklilik yaşının uzatılması da oy kaybına neden olabileceği
kaygısıyla söz konusu olmayınca, sosyal güvenlik açıklarını kapatmak için
yapılan transferleri de içeren ve bütçede “cari transferler” adı verilen
aktarmalar toplam bütçe harcamaları arasında ilk sıraya oturuyor. 2018 yılı bütçesine
sadece sosyal güvenlik açıklarını kapatmak için 90 milyar lira ( MEB ödeneği
kadar) ödenek konuldu.
Çözüm, öncelikle güvenli bir geleceğe erişimin bir
insanlık ve vatandaşlık hakkı olarak görülerek, bu hizmetin metalaştırılmasından,
ticarileştirilmesinden ve finans piyasalarının bir aracı haline getirilmesinden
vazgeçilmesidir. Hem mevcut sosyal güvenlik sistemi, hem de piyasacı özel
emeklilik sisteminin reddedilerek, yerine bu “hizmeti hak olarak gören” bir
sosyal adaletçi bakış açısıyla, etkin ve adil bir kamucu sosyal güvenlik
sisteminin kurulması pekala mümkündür.
……………….
(2) Tugce Ozsoy, Ercan Ersoy, Asli Kandemir, “There's
A Big Shake Up Coming to Turkey's Pension Industry”, https://www.bloomberg.com,
16 Kasım 2017.
(3) http://www.kariyer.net.
(4) Tugce Ozsoy vd.
(5) Agm.
(6) OECD, Taxing Wages, 2017.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder