BUGÜN
GÜNLERDEN YİNE DOLAR!
Mustafa
Durmuş
21.11.2017
Cari açığımızın oranı, içinde yer aldığımız
“Yükselen Ekonomiler” ortalamasının (yüzde 0,5) neredeyse 10 katı (yüzde 4,5 -
5).
Enflasyon oranımız 2 katı ( yüzde 12).
Faiz oranlarında Gana (yüzde 22,50) ve Nijerya’dan (
yüzde 14,00) sonra en yüksek faiz oranına sahip ülkeyiz: Yüzde 11,99.
Kısa vadede dış finansmanına en fazla ihtiyaç duyan
ülkeler açısından ilk sıradayız: 210 milyar dolar (GSYH’nin yüzde 29’u).
Dış ticaret açığı ve döviz pozisyon açığı
göstergeleri açısından Tunus, Mısır, Kazakistan, Ürdün ile birlikte en kırılgan
5’liyi oluşturuyoruz (1).
Ve liranın dolar karşısındaki kaybında ilk sıradayız.
Buna karşılık bu yılın üçüncü çeyreğinde yüzde
10’luk bir büyüme bekliyoruz. Böylece bu açıdan rakiplerimizinkinin ortalama 2
kat üzerinde bir büyüme oranına sahip olacağız.
Kafam karıştı. “Bu nasıl mümkün olabilir” dedim, teoriye
sığındım.
Bir zamanlar Keynesyen iktisatçıların da sığındıkları
çok önemli bir liman vardı: “Phillips Eğrisi”. 1958 yılında Yeni Zelanda
orijinli bir Britanyalı iktisatçı Prof. Phillips yapmış olduğu araştırmalar
sonucunda ekonomik büyüme-enflasyon ve istihdam arasında doğrusal bağın olduğunu
ortaya koymuştu.
Bu teze göre ekonomik büyümenin ve istihdam artışının
bedeli yüksek enflasyondu. Yani kapitalist ekonomiler ancak enflasyona göz
yumarak büyüyebiliyorlardı (enflasyonlu büyüme).
Her ne kadar 1980’li yıllarda bir başka Anglo Saxson
iktisatçı Lucas bu ilişkinin sadece gelişmiş piyasa ekonomileri için geçerli
olduğunu savunmuş olsa da, geçen yıldan bu yana ABD ve AB’de ekonomilerinde görülen büyümeye
karşılık enflasyonun yerinden kıpırdamaması bu teorinin de sorgulanmasına neden
oldu.
Bize gelince; eyvallah oldukça yüksek bir enflasyon
var, ama aynı zamanda döviz kuru da rekor düzeyde yüksek ve bugün Merkez
Bankası’nın müdahalesi ile 4’ün altından dönse de, yükselmeye devam ediyor ve
be yazının kaleme alındığı dakikalarda 3.97’ye yaklaşmıştı.
Acaba “yüksek ekonomik büyüme ancak yüksek döviz
kurları ile sağlanabilir” biçiminde özetlenebilecek yeni bir iktisat teorisine
mi ev sahipliği mi yapıyoruz? Çünkü hem ekonomimiz
olağanın üstünde büyüyoruz (yüzde 10), hem de döviz durdurulamıyor (son aylarda
yüzde 20 değer kazandı).
Cari açığımız bu kadar yüksek olmasaydı, ihracatımız;
enerji, sermaye malı, ara malı, hammadde, teknoloji açılarından ithalata bu
kadar bağımlı olmasaydı belki bu teori tutardı. Böylece ucuz lira daha fazla
ihracatı, o da ekonomik büyümeyi sağlar ve model de kanıtlanmış olurdu belki.
Ama biliyoruz ki yüksek döviz kurları bizde
ihracattan daha ziyade ithalatta etkili oluyor. Bu da üretimi, hayatı daha
pahalı hale getiriyor, enflasyonu azdırıyor.
Nasıl büyümekte olduğumuza ilişkin görüşlerimi daha
önceki yazılarımda açıklamıştım (2) . Dövizin son günlerdeki yükselişi ise, büyük
bir ihtimalle iktidar cephesince, “kötü niyetli spekülatif ataklar” biçimde
açıklanacaktır Olabilir. Zira artık ekonomimiz bu tür spekülatif ataklar ve
bunun üzerinden kazanç sağlamak isteyenler için giderek daha uygun ( daha kırılgan
ve daha spekülatif) bir hale dönüşüyor.
Son olarak, Merkez Bankası’nın bugünkü hamlesi çözüm
olabilir mi? Bunu da Mahfi Eğilmez yapmış okumanızı öneririm (3).
……………….
(1) EMEA EM Economic Outlook: Turkey, June 2017.
(2) Mustafa Durmuş, “Artık cari açığın fonlanması
da Büyümenin Sürdürülmesi de devletin derdi”, 5.11.2017; “Borsaya değil,
organize sanayi bölgelerine bakmak gerek”, 10.11.2017.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder