TORBA YASA: MIZRAK ÇUVALA SIĞMIYOR (1)- Yeni vergiler ve yeni kurtarmalar geliyor
Mustafa Durmuş
15 Temmuz 2019
Bu kaçıncı torba yasadır bilmiyorum ama
bir süredir ülkede ekonomik ve politik düzenlemeler torba yasalarla ve 20
Temmuz 2016’dan bu yana KHK’larla hayata geçiriliyor.
1980’li yılların başlarından itibaren
askeri diktatörlüğü arkasına alan Özal iktidarı Meclis denetiminden kaçmak için
ülkeyi sayıları 100’ü bulan fonlarla yönetiyor, böylece devasa kamu parasını
kamuya hesap vermeden harcayabiliyordu.
Bugün bu işlev kısmen torba yasalar
aracılığıyla gerçekleşiyor. Öyle ki birbiriyle ilgili olmayan çok sayıda
düzenleme aynı torbanın içine atılıyor, böylece bırakın muhalefeti, uzmanların
dahi hangi yasa ile neyin getirilmeye ya da kaldırılmaya çalışıldığını
anlamasına fırsat verilmeden (genellikle de bir gece yarısı oturumunda)
Meclis’te yasalaştırılıyor.
YENİ VERGİLER VE KURTARMALAR İÇEREN TORBA
Bunlardan biri daha Meclis gündeminde.
Son torba yasa tasarısı (1) Meclis Plan ve Bütçe Komisyonunda tasarısı kabul
edildi. Büyük olasılıkla tasarı kısa bir süre içinde Genel Kurulda oylanıp
kabul edilerek yürürlüğe girecek.
Ancak bu torba yasanın diğerlerinden bir
farkı var. Ya bizler artık torba yasaları çözmeye başladık ya da gerçekten
artık mızrak çuvala sığmıyor. Çünkü torbadaki düzenlemeler ile “kimden ne
alınacağı”, “kime ne verileceği” belki de ilk kez bu kadar açık seçik ortaya
konulmuş. Böyle bir şeffaflığa da (!) hasret kalmıştık.
Toplamda 32 maddeden oluşan ve birçok
önemli düzenlemeyi içeren bu torba yasa hem Türkiye ekonomisinin içinde
bulunduğu derin krize, hem de bu krizle baş etmede öngörülen araçların
etkisizliğine ve adaletsizliğine ve bunun sınıfsal sonuçlarına ayna tutuyor.
HASILAT ESASLI VERGİLEME YAYGINLAŞTIRILIYOR
Öncelikle, Yasanın 1. Maddesinde; Gelir
Vergisi Kanununda yapılan değişiklikle (iki yıl önce KDV Kanununda yapıldığı
gibi), “hasılat esaslı vergilendirme” adı altında, Cumhurbaşkanı tarafından
belirlenecek olan sektörlerde ve meslek gruplarında ve illerde faaliyet gösteren
gelir vergisi ve kurumlar vergisi mükelleflerinin vergilendirilmesinde
(mükelleflerin gönüllü olarak talepte bulunmaları halinde) elde ettikleri
gayrisafi hasılatlarının belli bir oranından (yüzde 10) vergi vermelerini
öngörülüyor.
Türkiye’de 2018 yılı sonu itibariyle
toplam 1,921 bine yakın faal Gelir Vergisi mükellefi, 2,800 bine yakın Gelir
Stopaj Vergisi mükellefi, 807 bine yakın Kurumlar Vergisi mükellefi var. Gelir
Vergisi mükelleflerinin 775 bini tek başına Basit Usule tabi mükelleflerden
oluşuyor (2).
MİLYONLARCA VERGİ MÜKELLEFİNİ İLGİLENDİREN BİR DÜZENLEME
Böylece getirilen bu hasılat esaslı
vergileme sistemi; Kurumlar Vergisi mükellefleri, Gelir Vergisi Kanunu’na tabi
ticari kazanç sahipleri ile serbest meslek kazanç sahipleri gibi sayıları 3
milyona yakın mükellefi ilgilendiriyor.
Bunlar arasında terzi, dolmuşçu,
taksici, sokak satıcıları gibi; marketler, bakkallar, avukatlar, doktorlar,
mali müşavirler-muhasebeciler, anonim ve limited şirketler, kooperatifler gibi
çok geniş bir yelpazede yer alan ve hemen her türden sosyal sınıf ve katmanı
içeren kişiler ve kurumlar yer alıyor.
DÜZENLEME ‘ÖDEME GÜCÜ İLKESİ’NE TERS!
Düzenlemenin mali güce göre ya da ödeme
gücüne göre vergilendirme ilkesine ve bu bağlamda mevcut Anayasaya ters düştüğü
açık. Zira hasılatın varlığı kârın, net gelirin varlığı, dolayısıyla da vergi
ödeme gücünün varlığı anlamına gelmiyor.
Yüksek hasılatı olsa da, bundan daha
fazla gideri olanlar dahi hasılatlarının yüzde 10’u üzerinden vergi
ödeyecekler. Oysa hali hazırda, yapılan giderler, muafiyet ve istisnalar
düşüldükten sonra kalan net matrah üzerinden vergi ödeniyor. Böylece yeni
uygulamanın esasında mükellefin lehine olmadığı açık. İki yıl önce de KDV
mükellefleri konusunda böyle bir uygulama başlatılmıştı.
SİMBİYOTİK İLİŞKİ SONA MI ERİYOR?
Buradan, artık siyasal iktidarın bazı
vergi mükelleflerinin politik desteğine olan ihtiyacının azaldığı sonucu
çıkartılabilir. Yani iktidar ile vergi mükellefi arasında yıllardır var olan
simbiyotik ilişki yavaş yavaş sona eriyor gibi görünüyor.
Dört yıl daha seçim yapılmayacağını
(dolayısıyla da seçmene ihtiyacı olmayacağını) düşünen iktidar bloku (ekonomik
krizi gerekçe göstererek) daha ağır vergilemeye yüklenmekte bir sakınca
görmüyor.
Diğer yandan sektörleri belirleme
yetkisinin Cumhurbaşkanının tekelinde olması olası pazarlık kapısının her zaman
aralık olacağını gösteriyor.
Böyle bir düzenlemeye normalde, devletin
mali olarak çok zor durumda olduğu, yeterince vergi gelirinin toplanamadığı,
buna karşılık faiz başta olmak üzere kamu harcamalarının önüne geçilemez bir
biçimde arttığı kriz dönemlerinde başvurulması beklenir. Bu düzenleme böyle bir
ağır kriz dönemi yaşandığını ortaya koyuyor.
DÖVİZLİ SÖZLEŞMELER AÇIĞA ÇIKIYOR!
Bu tespiti destekleyen bir düzenleme
sağlık sektöründeki şehir hastanelerinin kullanım ve hizmet bedelleriyle ilgili
(Madde 27).
Buna göre, artan döviz kuru nedeniyle
(kamu lehine olmak üzere) bu bedellerin yeniden hesaplanması sağlanarak bütçeye
olan yükünün hafifletilmesi öngörülüyor (bu üstü kapalı bir biçimde dövizle
yapılan KOİ sözleşmelerinin bütçeye ne denli ağır bir yük getirdiğinin itirafı
anlamına geliyor).
NEDEN HASILAT ESASLI VERGİLENDİRME?
Hasılat esaslı vergilendirme
düzenlemesini Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilen 11. Kalkınma Planındaki
(2019-2023) “iç tasarrufları artırarak büyüme hedefi” ile birlikte
değerlendirmek daha doğru olur.
İçinde bulunulan ekonomik ve jeopolitik
konjonktür yüzünden sıcak para ve diğer uluslararası sermaye hareketlerinden
yeterince pay alamayacağını düşünen siyasal iktidar büyümenin finansmanını iç
tasarruf oranını yüzde 30’a çıkartarak yapmayı planlıyor (3).
Ancak bizim gibi bir ekonomide bunun
yapılmasının onlarca yıl alacağının altını çizerek, bu iç tasarruflardan
kastedilenin özel tasarruflar olmadığını belirtelim. Zira iktidarın faizleri
düşürme takıntısı (yani planda belirtildiği gibi faizleri düşürme hedefi) özel
tasarrufların artırılmasıyla çelişen bir durum. Bilindiği gibi faizlerin düşük
olduğu bir ekonomide özel tasarruflar artmaz.
Böylece sermaye piyasası kurumlarının da
(borsalar gibi) çok az gelişmiş olduğu bir ülkede geriye bir tek kamusal
tasarrufları artırmak seçeneği kalıyor: Net vergi gelirlerini artırmak.
Yani iktidar açısından, vergi gelirleri
başta olmak üzere kamu gelirlerini artırırken, aynı zamanda halka dönük kamu
harcamalarını da kısmak seçeneği tek seçenek olarak kalıyor.
Nitekim Bireysel Emeklilik Sigortası
(BES) uygulamasına katılımın zorunlu hale getirilmesi de hedeflenen tasarrufu
asıl yapacak olanların emekçi sınıflar olduğunu ortaya koyuyor.
BİR KEZ DAHA VARLIK AFFI
İkinci bir düzenleme ile yeni bir varlık
affı geliyor (Madde 2) . Bu bir yandan, hali hazırda bir kısım özel şirketlerin
ve zenginlerin yurt dışında tuttukları paralarıyla ödemekte olduğu dış kredi
borcu biçimindeki uygulamayı yasal güvence altına alıyor. Ayrıca ülkeye yeni
kaynak girişini özendirmeyi, böylece tasarruf açığını azaltmayı hedefliyor.
Diğer yandan da (daha öncekiler gibi)
“kara para” olarak tanımlanan ve daha ziyade vergi cennetlerinde ve yurt
dışındaki bankalarda tutulan ve çeşitli nedenlerle Türkiye’de beyan edilmeyen,
dolayısıyla da vergisi ödenmeyen servetin aklanması anlamına geliyor.
Düzenlemeye göre dışarıdan getirilecek
dövizden sadece yüzde 1 vergi alınacağı gibi, geriye dönük “nereden buldun” ya
da “servetinin vergisini neden ödemedin” sorgulaması da yapılmayacak.
Bu, toplamı ülke milli gelirinin yüzde
20’sini bulan (4) vergi cennetlerinde tutulan serveti meşrulaştırmak isteyenler
için önemli bir fırsat ama ülkenin verili koşullarında bu kesimlerin paralarını
ülkeye getirmelerini sağlar mı, bilinmez. Çünkü AKP Hükümetleri döneminde daha
öncekilerden beklenen sonuç alınamadı.
BORÇLANMA YÜZDE 45’E, YURT DIŞINA ÇIKIŞ HARCI 50 LİRAYA YÜKSELTİLİYOR
Ayrıca, bir yandan yurt dışında yaşayan
ve çalışan vatandaşların Türkiye’de de emekli olabilmelerini sağlayabilmek için
borçlanma tutarının hesaplanmasına esas olan prim oranı yüzde 45’e
yükseltiliyor (Madde 9) ve yurt dışına çıkış harçları 15 liradan 50 liraya
çıkartılıyor (Madde 20: Bu miktarın 3 kat artırılma yetkisi Cumhurbaşkanına
veriliyor).
Diğer yandan Merkez Bankası’nın 46
milyar liranın üzerindeki nakit ihtiyaç akçesi Hazine’ye aktarılıyor (Madde 6,
bu konuya bir sonraki yazımızda yer vereceğiz).
Keza ticari bankalara kanunî karşılık
belirlemede yetki tanınarak ve tahsil edilemeyen kredilerle ilgili
kolaylaştırmalar yapılarak bilançolarını düzeltmeleri, böylece dış
borçlanmalarını kolaylaştırmaları olanağı sağlanıyor (Madde 4).
ÖZEL SEKTÖRE 400 MİLYAR LİRALIK BORÇ YAPILANDIRMA İMKANI
Zor durumdaki firmaların bankalara olan
ve toplamda 400 milyar lirayı bulan kredi borçlarının yapılandırılması (5)
sağlanıyor (Madde 16). Ayrıca bu firmaları rahatlatacak yeni vergi istisna ve
muafiyet esasları belirleniyor.
Ancak bu yapılandırmanın ne kadarlık
kısmının faiz indirimi, borç silimi gibi bankalar üzerinde, ne kadarının
kamunun üzerinde kalacağı bilinmiyor. Bu durumun devletin mali krizini daha da
derinleştireceği açık.
Özcesi, bir bütün olarak bu tasarı ülke
ekonomisinin ne denli derin bir kriz içinde olduğunu, buna ilişkin alınacak
tedbirlerin asıl olarak sermaye çevrelerini kollamaya dönük olduğunu, faturanın
bir kez daha geniş halk sınıflarına kesileceğini ve bunlar yapılırken rejimin
otoriter merkeziyetçi yapısının korunup daha da güçlendirileceğini ortaya
koyuyor.
Gelecek yazı: "Torba yasada Merkez
Bankası ihtiyaç akçesine el koymanın karşı konulamaz kolaylığı ve bunun
sonuçları".
DİP NOTLAR:
(1) 8 Temmuz 2019
Tarihli Gelir Vergisi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi.
(2) https://www.gib.gov.tr/…/user…/VI/AIGMS/2018/TABLO_1.xls.htm (15 Temmuz 2019).
(3) https://www.bloomberght.com/fuat-oktay-11-kalkinma-plani-ha… (9 Temmuz 2019).
(4) Annette Alstadsæter, Niels Johannesen and Gabriel Zucman, “Who Owns the Wealth in Tax Havens?, Macro Evidence and Implications for Global Inequality” (27 December 2017), s. 28.
(5) Hacer Boyacıoğlu, “400 Milyarlık yapılandırma”,http://www.hurriyet.com.tr (13 Temmuz 2019).
(2) https://www.gib.gov.tr/…/user…/VI/AIGMS/2018/TABLO_1.xls.htm (15 Temmuz 2019).
(3) https://www.bloomberght.com/fuat-oktay-11-kalkinma-plani-ha… (9 Temmuz 2019).
(4) Annette Alstadsæter, Niels Johannesen and Gabriel Zucman, “Who Owns the Wealth in Tax Havens?, Macro Evidence and Implications for Global Inequality” (27 December 2017), s. 28.
(5) Hacer Boyacıoğlu, “400 Milyarlık yapılandırma”,http://www.hurriyet.com.tr (13 Temmuz 2019).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder