TORBA YASA: MIZRAK ÇUVALA SIĞMIYOR (3)- Aşırı borçlanmanın sonu: monetizasyon
Mustafa Durmuş
26 Temmuz 2019
FAİZ DIŞI AÇIĞI ARTIRAN ÖNEMLİ BİR FAKTÖR: ASKERİ HARCAMALAR
Türkiye’de eleştirel iktisatçılar
genelde faiz dışı açığı (FDA) artıran devlet harcamalarının; şirket
kurtarmaları, sermaye teşvik ve destekleri, Kamu Özel İşbirliği (KÖİ)
projelerinden gelen açık ve gizlenmiş risk ve yükleri kapsayan cari transferler
olduğu ve bunları personel maaşları, SGK prim ödemeleri ve diğer kamu tüketim
harcamalarının izlediği konusunda hemfikirdirler.
Ancak bu açığı artıran harcama kalemleri
arasında (genellikle üzerinde durulmayan) bir diğer harcama kalemi daha vardır.
Bu; kimilerine göre “güvenlik harcaması” (savunma ve iç güvenlik gibi),
kimilerine göre “askeri ve otoriterleşmeye dönük harcamalar” ya da kimilerine
göre “savaş harcamaları” dır.
Bu harcamalar sadece faiz dışı açığı
artırmakla kalmazlar. Aynı zamanda ülkede devletin öncülüğünde ve bazı özel
sermaye gruplarıyla işbirliği halinde ciddi bir askeri- sanayi kompleksi
projesinin de yürütülmekte olduğunu gösterirler.
VİETNAM SAVAŞI VERGİSİ
Savaş harcamalarının genel olarak
ekonomi ve özel olarak enflasyon üzerindeki etkileriyle ilgili verilebilecek en
iyi tarihsel örneklerden biri Vietnam Savaşı örneğidir (1965-1973).
Hem Başkan Kennedy hem de Başkan
Johnson’un ulusal güvenlik danışmanlığı görevini yürüten MIT ekonomisti Walt
Whitman Rostow’un komünizmi önleme planına (1) ve ABD’nin emperyalist
amaçlarına uygun bir biçimde Vietnam’da yürütülen bu savaş yalnızca yüzbinlerce
Vietnamlının ve ABD askerinin öldürülmesiyle kalmadı, aynı zamanda Vietnam
ekonomisinin tahrip edilmesi ve ABD ekonomisinin ciddi zarara uğratılmasıyla
sonuçlandı.
Bu savaş nedeniyle ABD’de sivil
kaynaklar savaş sanayine aktarıldı, ödemeler bilançosu ciddi açıklar verdi. Ama
hepsinden önemlisi, artan askeri harcamalar bütçe açığına, bu da enflasyonun
ciddi bir biçimde yükselmesine yol açtı. Bu durum devlet borçlanmasını
artırırken, faiz oranları ABD tarihinde o ana kadarki en yüksek düzeye
fırlattı. Bütün bu gelişmeler halktan Vietnam Vergisi adı altında yüzde 10
oranında ilave bir gelir vergisi alınmasıyla sonuçlandı (2) .
SAVAŞ HARCAMALARI HIZ KESMİYOR
Türkiye’de son yıllarda askeri
harcamalardaki artış faiz dışı açığın artmasının ardındaki önemli nedenlerden
biri. Bu da rejimin otoriter-militarist yönelimlerinin (faiz harcamaları
dışında devletin mali krizini besleyen bir unsur olarak) varlığını devam
ettirdiğini gösteriyor.
Nitekim Cumhurbaşkanı’nın 15 Temmuz
vesilesiyle yaptığı konuşmada Pençe 1 ve Pençe 2 Harekâtlarına ilişkin yaptığı
açıklamalar sırasında verdiği örnekler (3)bu harcamaların boyutlarını ortaya
koyuyor.
Ayrıca hali hazırda 1,4 milyar dolarlık
ödemesi yapılmış olan “S-400 füzelerinin teslimatı sürerken, ABD ile arayı iyi
tutmak için ABD’den alınacak olan F-35 savaş uçaklarının sayısında artış
olabileceğine” ilişkin haberler (4) , bir yandan siyasal iktidarın iki
emperyalist-otoriter güç arasında sıkıştığına, diğer yandan bu alımların
devletin mali krizini, dolayısıyla da ekonomik ve sosyal krizini
erinleştireceğine işaret ediyor.
AÇIK BORÇLANMAYI GETİRDİ
Diğer yandan Bütçe ve Hazine nakit
açığındaki hızlı artış devletin hızlı borçlanmasını da beraberinde getiriyor.
Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın devlet borçlanmasına ilişkin verileri bu durumu
ortaya koyuyor.
Burada, öncelikle 2001 yılında yaşanan
krizdeki borç verileriyle bir karşılaştırma yapmak gelişmeleri kestirebilmek
açısından yararlı olabilir.
Çünkü 2001 yılının ilk çeyreğinde brüt
kamu borç stoku 147,1 milyar lira iken, politik krizin olgunlaştığı 2016
yılının ilk çeyreğinde bu rakam 725,1 milyar liraya ve 2019 yılının ilk
çeyreğinde 1,265 milyar liraya yükseldi (5). Yani brüt kamu borç stoku son 18
yılda 9 kata yakın; 2016 yılından bu yana ise 2 kata yakın arttı.
Bu yılın ilk 6 ayında ise yoğun bir
borçlanma yaşandı ve toplamda 78,2 milyar liraya yakın yeni nakit borç alındı
(bu geçen yılın aynı dönemindeki borçlanmaya göre yüzde 100’den fazla artış
anlamına geliyor). Bu borcun yüzde 80’i iç borçlanma, kalanı ise dış borçlanma
biçiminde gerçekleştirildi (6).
BORÇLANMADA SINIRA GELİNDİ
Bu yılki Bütçe Kanununda Hazine’ye
verilen yeni borçlanma yetkisinin üst sınırının 90 milyar liranın biraz
üzerinde olduğu (7) ve bunun şu ana kadar 78,2 milyar liralık kısmının kullanıldığı
dikkate alındığında, hükümetin yılın geri kalan kısmında yalnızca 12 milyar
lira civarında bir yeni borçlanma imkânının kaldığı ortaya çıkıyor.
Ayrıca “yılın kalan aylarında Hazine
55,6 milyar lira faiz ödemesi yapacak. Açık vermemek için aynı miktarda faiz
dışı fazla olması lazım. Ama “nasılsa 12,2 milyar liralık daha borç limiti var”
diyerek biraz açık vermeyi düşünebilir. O zaman borç limiti sınırına uymak
için, nakit bütçenin 43,4 milyar liralık faiz dışı fazla vermesi gerekiyor
(55,6 milyar lira-12,2 milyar lira). İlk altı ayda 27 milyar lira olan açığı bu
kadar fazlaya çevirmek için, kalan yarıyılda, 70 milyar liralık nakit gelir
performansı olması lazım” (8).
Devletin yeni gelir yaratma konusunda
sınırlarına geldiğini gösteren bu tablo, Torba Yasa ile iktidarın, Merkez
Bankası’nın (MB) 46 milyar lira civarındaki birikmiş ihtiyat akçesine el koyup
Hazine’ye aktarmak istemesinin nasıl bir derin ihtiyaçtan kaynaklandığını da
ortaya koyuyor.
OLAĞAN DIŞI BİR YOL
Kısaca, devlet bütçesinin ve hazinesinin
durumu bu olduğunda ve hem bütçe açığının, hem de devlet borçlanmasının
sınırlarına daha yılın ilk yarısında ulaşıldığında, iktidar açısından olağan
dışı yollara başvurmaktan başka çare kalmıyor.
Böylece hem Torba Yasadaki vergilemeye
ilişkin düzenlemelerle vergi gelirleri artırılmak isteniliyor, hem yeni Varlık
Affı ile ülkeye yeni kaynak girmesi hedefleniyor (bu arada dolar zengini bu
varlık sahiplerine kayıt dışı paralarıyla ülke içinde spekülatif alımlar yapma
imkanı da sunulmuş oluyor). Hem de ihtiyaç akçesiyle birlikte MB’nin 90 milyar
lirasının üzerindeki bir nakit kaynağı (9) Hazine’ye, dolayısıyla da siyasal
iktidara aktarılmış oluyor.
Belli ki iktidar bu yolla bu yılki bütçe
açığını düşürmeyi, böylece borçlanma ihtiyacını azaltmayı, faiz oranlarının
daha da yükselmesini (ya da bir miktar indirilmesini) hedefliyor.
ENFLASYON-DEVALÜASYON SARMALI
Ancak Merkez Bankası’nın kaynaklarına el
koymanın, “para basmak”, “parasal tabanı genişletmek”, “emisyon” adına ne
denilirse denilsin, enflasyonu körükleyecek bir mekanizmayı tetikleyeceği açık.
Enflasyondaki artış dolarizasyonu artıracak, liranın değeri düşmeye devam
edecek, bu da kaçınılmaz olarak faiz oranlarının yükseltilmesiyle
sonuçlanacaktır.
SÜRDÜRÜLEMEZ BİR FİNANSMAN BİÇİMİ
Ayrıca bu yol sürdürülebilir bir yol
değil. Nasıl ki özelleştirmeler yoluyla son 15 yılda ülkenin 50 milyar doların
üzerindeki kamusal varlığı satılıp, tüketildiyse; İşsizlik Sigortası Fonu’nda
biriken on milyarlarca lira açıkların kapatılması için kullanılarak tüketiliyorsa;
Merkez Bankası’nın kaynaklarını kullanmak da (benzer bir biçimde) hazırdakinin
tüketilmesiyle sonuçlanacak ve bir süre sonra kullanılabilecek bir kaynak
kalmayacaktır.
YAPISAL SORUNLAR BORÇLANMA İHTİYACINI CANLI TUTUYOR
Hazine nakit açığı hem yapısal
nedenlerden dolayı (devam eden ekonomik ve politik kriz, savaş vb), hem de yeni
yaptırımların kapısını açan ABD ve AB ile artan gerilimin neden olduğu
jeopolitik riskler nedeniyle arttığında, Hükümetin iç borçlanmayı artırarak
sürdürmekten başka yolu kalmayacaktır. Böyle bir gidişatın olası sonu
monetizasyondur, enflasyondur.
Yani Hükümetin, 2001 krizi sonrasında
yasaklanmış olan bir yola tekrar başvurarak, biriken ve artık ödenmesi çok
zorlaşan iç borçlarını, Merkez Bankası’na para bastırarak ödemekten başka yolu
kalmayabilir.
HOŞ OLMAYAN MONETARİST ARİTMETİK
Bu durum kuşkusuz hoş olmayan bir
durumdur. Nitekim bunun neden hoş olmadığını ve sonuçlarının ne kadar nahoş
olabileceğini, bundan 40 yıl kadar önce iki ünlü Neo-klasik iktisatçı “Hoş
Olmayan Monetarist Aritmetik” başlıklı makaleleriyle (10) ortaya koydular.
T. Sargent ve N. Wallace adlı
iktisatçıların ortaya attıkları bu görüşe göre (özetle), bütçe açıklarının iç
borçlanma yolu ile finansmanı uzun dönemde enflasyonun artmasına yol açıyor.
Çünkü iç borçlanmanın sürekli olarak artması faiz oranını ve faiz yükünü
artırıyor. Böylece borç yükü kâr topu gibi büyüyor ve sonuçta borç ve faizlerin
geri ödenebilmesi için hükümet para arzını artırmak (monetizasyon) zorunda
kalıyor ki bu da enflasyona neden oluyor.
Teknik olarak açıklarsak (yazarlara
göre); mali baskınlık ve reel faiz oranı ekonomik büyüme oranından daha büyük
olduğunda (r > g olduğunda) monetizasyon kaçınılmaz hale geliyor. Yani faiz
dışı açık hızlı artıyorsa, faiz oranı ekonomik büyüme oranından daha hızlı
artıyor ve bu durum bir süre sonra sürdürülemez hale geliyor.
Böyle bir anda hükümet ya borçlarını
ödeyemeyeceğini ilan edecek ya da monetizasyona (parasallaştırmaya)
başvuracaktır. Yani yeni para basarak borçlarını ödeme yolunu seçecektir. Bu
gerçekleştiğinde açık monetize edilmiş, yani parasallaşmış olur. Bunun sonunun
yüksek enflasyon olması ise kaçınılmazdır.
MODEL TÜRKİYE EKONOMİSİNE İLİŞKİN İPUÇLARI SUNUYOR
Modeli Türkiye ekonomisine
uyguladığımızda ürkütücü bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Çünkü ekonominin
içinde bulunduğu resesyon-kriz halinden; büyümenin değil, küçülmenin söz konusu
olduğunu, faiz oranların hali hazırda yüksek düzeylerde bulunduğunu ve bütçe
verilerinden faiz dışı açığın tarihsel bir zirveye doğru ilerlediğini
biliyoruz. Dolayısıyla tezdeki (r > g) koşulu mevcut. Yani tez Türkiye
ekonomisinin yakın geleceğine ilişkin bazı ipuçlarını barındırıyor.
Açığın monetizasyonunun temel nedeni
kuşkusuz “birincil açık” da denilen faiz dışı açığın (FDA) giderek büyümesi.
Yani faiz ödemeleri dışında bütçenin açık vermesi. Buna yazarlar “mali
baskınlık” adını veriyorlar. Çünkü bu durumda, açık borçlanmayla karşılanacak,
bu da faiz oranlarını yükseltirken monetizasyonla sonuçlanacak. Merkez
Bankası’nın yetkisiz ve etkisiz kılınması ise bu süreci hızlandıracak ve bunu
yapmak durumunda olan iktidar için (siyasal sonuçları ağır olsa da) kısa vadede
(geçici) bir kolaylık sağlayacak.
Diğer yandan, yüksek düzeydeki kamu ve
özel sektör borç stokları maliye politikalarının etkin bir biçimde
uygulanabilmesini önlerken, Merkez Bankası’na dönük olarak yürütülen son
operasyonlar artık para politikalarının da işlev göremeyeceğini gösteriyor.
Yani siyasal iktidar elindeki iki temel ekonomi politikası aracını da
kaybediyor.
SONUÇ OLARAK
Bütçe açığının ve Hazine nakit açığının
geldiği düzey siyasal iktidarı ciddi boyutlarda borçlanmaya sürükledi. Bu durum
(tali faktörlerle birlikte) faiz oranlarını yükseltti. Daha fazla borçlanıp,
daha fazla faiz yükü altına girmemek için ihtiyaç duyduğu nakdi sağlayabilmek
amacıyla iktidar en kolay hedefe yöneldi ve MB’nin kârı ve ihtiyaç akçesinden
oluşan 90 milyardan fazla bir kaynağı kullanmayı seçti. Bu yılın başında kârı
Hazine’ye aktardı, şimdi Torba Yasa ile ihtiyaç akçesini aktarıyor.
Ancak bunun (tıpkı özelleştirmelerde
yaşandığı gibi) kalıcı bir çözüm olmayacağı açık. Bütçeyi etkileyen yapıcı
sorunlar ortada durdukça borçlanma ihtiyacı, faiz ödemeleri, devlet borç stoku
artacaktır. Günün birinde iktidar bu borçları geri ödemek durumunda kaldığında,
borç ödemeyi reddeden bir yolu seçemeyeceği için, dolaylı bir yola başvuracak
ve MB’ye bastırdığı taze liralarla bu borçları ödemek durumunda kalabilecektir
(monetizasyon). MB’nin doğrudan siyasal iktidarın emrinde olmasının
rasyonalitesini buradan irdelemek gerekir.
Öyleyse bu korku tünelinden hızla çıkmak
için (sorunun temeline inip) öncelikle bu denli borçlanmaya neden olan devlet
harcamalarına olan ihtiyacı azaltmak gerekmez mi?
Bu sıkıntılı durumdan toplumun
bütününden yana bir çıkış; hem güçlü bir alternatif ekonomik model ve buna
uygun halktan, emekten, toplumsal cinsiyet eşitliğinden ve ekolojiden yana
ekonomi politikalarını, hem de güçlü bir demokratikleşmeyi gerektiriyor.
DİP NOTLAR
(2) Thomas Riddell,
“The Economic Effects of the War in Vietnam”, Review of Radical Political
Economics, https://journals.sagepub.com (1 August 1970).
(3) “Erdoğan 15 Temmuz töreninde: Ekonomi battı, bitti diyorlar, bunlarda insaf yok”, https://www.birgun.net/…/ataturk-havalimaninda-15-temmuz-to…(15 Temmuz 2019).
(4) Koray Düzgören, “Putin S-400’lere karşılık İdlib’i mi ikram ediyor?”https://www.artigercek.com (14 Temmuz 2019).
(6) Hazine ve Maliye Bakanlığı, Hazine Nakit Gerçekleşmeleri (2005-2019),https://www.hmb.gov.tr. (18 Temmuz 2019).
(7) 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu, Madde 1-3.
(8) R. Hakan Özyıldız, “Yılın kalan bölümünde Hazine borçlanması!”,http://www.hakanozyildiz.com (10 Temmuz 2019).
(10) Thomas J. Sargent, Neil Wallace “Some Unpleasant Monetarist Arithmetic”, Federal Reserve Bank of Minneapolis Quarterly Review/Fall 1981.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder