ULUSLARARASI
TİCARETTE BİR BAŞKA YOL OLMALI, YOKSA AÇILMALI- (Cemaz-ül evvelini iyi bildiğimiz bir teori
(vii)
Mustafa
Durmuş
5
Temmuz 2019
Bu yazı dizisi boyunca ele aldığımız Karşılaştırmalı
Üstünlükler Teorisi’ne dayalı Uluslararası Serbest Ticaret bir tür “avcı-
balıkçı” modelidir.
Öyle ki; avcı avlanır, balıkçı balık tutar. Avcı
avladığı fazla av hayvanını balıkçının tuttuğu fazla balıkla değiş tokuş yapar.
Her ikisi de işlerinde uzmanlaştığında aralarındaki ticaret; karşılıklılık
ilkesine göre, eşit koşullarda,
karşılıklı fayda sağlayarak ve özgürce yapılır.
Ancak
şu ana kadar ortaya koyduğumuz gibi, gerçek dünyada uluslararası ticaret bu
teoriye göre yapılmıyor. Ticaret eşitler arası ve
barış içinde yapılan bir şey olmaktan ziyade, egemen (yöneten) ile tabi olan
(yönetilen) ilişkisine dayalı bir şekilde yürüyor. Merkez ile Çevre,
sömürgecilerle sömürgeler ve “efendiler ile hizmetkârlar” arasında gerçekleşiyor.
Sermaye-emek ilişkisinde olduğu gibi üst ve alt fonksiyonlar biçiminde bir işbölümü
söz konusu. Bir taraf düşünüyor, planlıyor, örgütlüyor, diğer taraf ise işi yapıyor
(1).
Ticaret hadleri azgelişmiş ülkelerin aleyhine gelişiyor
Bu işleyişin en somut kanıtı dış ticaret hadlerinin
genel olarak azgelişmiş ülkelerin aleyhine bir gelişim içinde olması (kabaca
azgelişmiş ülkenin ihraç ettiği malların fiyatlarından oluşan endeks ithal
ettiklerinin fiyatlarından oluşan endekse göre daha yavaş artıyor. Bu da
tarımsal ürün ve hammadde ihraç eden azgelişmişler aleyhine bir sonuç
doğuruyor).
Kısaca bir ülke malını dışarıya göreli olarak daha
ucuza satıp, dışarıdan daha pahalıya mal satın alıyorsa, böyle bir ticaretten
kazançtan ziyade zarar eder. Bu nedenle de ticaret hadlerine bakılmaksızın
gerçekçi bir dış ticaret değerlendirmesi yapmak doğru değildir.
Nitekim IMF verilerine göre (2): 2016 yılı baz yıl
(endeks = 100) alındığında daha çok azgelişmiş ülkelerin ihraç ettiği gıda ve
tarım ürünlerinin dolar cinsinden fiyat endeksi sadece yüzde 3,9 ve zirai
hammadde fiyat endeksi yüzde 7,2 artarken; daha çok bu ülkelerin ithal
ettikleri sınai girdi ürünleri fiyat endeksi yüzde 23,7; metaller fiyat endeksi
yüzde 30,3 ve enerji fiyat endeksi yüzde 57,7 artış gösterdi.
Ulusal
para değer kaybettikçe zarar artıyor
Ayrıca döviz kurlarında yaşanan hızlı değişiklikler
(azgelişmiş ülke ulusal paralarının dolar ve avro karşısında hızlı değer
yitirmesi gibi) azgelişmiş ülkelerin sattığı mallardan elde ettiği gelirin
giderek azalmasıyla, buna karşılık gelişkin ekonomilerin sattıklarından elde
ettikleri gelirin artmasıyla sonuçlanıyor. Bu da (azgelişmiş ülkelerin
ihracatları artarken ve ekonomileri büyürken dahi) daha da yoksullaşmasına
neden oluyor.
Örnek vermek gerekirse, 2010 - 2019 döneminde
Türkiye’nin nominal efektif döviz kuru (NEDK) yüzde 70’den fazla düştü (2010’da
100 olan endeksin değeri, 2014’te 69,3 ve 2019 Mayıs’ta 29,4’e geriledi) (3).
Yani TL, dolar ve avro karşısında çok ciddi değer
kaybetti. Dış ticaretin döviz ile yapıldığı dikkate alınırsa bu kaybın neden
olduğu zararın büyüklüğü ortaya çıkar.
Sosyal
maliyetlerin fiyata dâhil edilmemesi abartılı bir faydaya neden oluyor
Ayrıca bu ticaret sırasında ortaya çıkan çok sayıda
sosyal maliyet (ekolojik tahribat gibi)
hesaba katılmıyor. Dolayısıyla da dış ticaret fiyatları gerçek
maliyetleri tam olarak yansıtmıyor. Bu durumda serbest uluslararası ticaretin
ileri sürülen faydası gerçeği yansıtmıyor. Çünkü bu sosyal maliyetler çok
arttığında dış ticaret (bir kısım özel sermayedarlar dışında) topluma faydadan
çok zarar getiriyor (4).
Nitekim mevcut uluslararası ticaret pratiği altında,
iki olmazsa olmaz üretim unsuru; işçiler ve doğa en düşük standartlarda
(maliyetlerin düşük tutulabilmesi, böylece fiyatların düşük tutularak piyasada
tutunabilmek için) yok edici bir rekabete maruz bırakılıyor.
Böyle çalışma koşulları altında işçilerin örgütlenmek
ve hak mücadelesi için ne zamanları, ne de enerjileri kalıyor. İşçiler müesses
nizamın istediği gibi, yaşam kavgası altında sadece hayatlarını sürdürmeye
çalışan pasif nesnelere, işçi sınıfı ise kendisi için değil, kendinden bir
sınıfa dönüşüyor.
Küresel
eşitsizlikler artmaya devam ediyor
Uluslararası
ticaret serbestleştikçe küresel eşitsizlikler de artıyor. Bunun nedenlerinden biri (daha önce de
vurgulandığı gibi) Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)
aracılığıyla dayatılan küresel ticaretle ilgili kuralların az sayıda çok
uluslu şirketin (ÇUŞ) yaratılan katma değerden giderek daha fazla pay
almalarını sağlamaya hizmet ediyor olması.
Prof.
Ghosh’un deyimiyle (5); “küresel değer zincirlerinin çeşitlenerek artması ÇUŞ’ların küresel ticarete konu olan malların
ve hizmetlerin tasarımını, üretimini ve dağıtımını ele geçirmeleriyle
sonuçlanıyor. Serbest ticaret tekelleşmeyi hızlandırıyor, bu da rant kollayıcı
faaliyetleri, tahrip edici tutum ve davranışları artırıyor. Bunlarla baş
edilmeden uluslararası ticaretten beklenen faydaların gerçekleşmesi ise mümkün
değil”.
Kısaca,
sanayi ve finans kapitalizminin 200 yılı aşkın tarihi (özellikle de neo-liberal
kapitalist küreselleşme altında) serbest ticaretin de, korumacılığın da küresel
ticaretin etkinliğini artırmadığı gibi; ülke ekonomilerinin emek ve doğa ile
uyumlu bir biçimde gelişmesine, kalkınmasına, kriz, işsizlik, yoksulluk, gelir
ve servet eşitsizliği gibi sorunların ortadan kaldırılmasına yardımcı
olmadığını, tam tersine bu sorunları daha derinleştirerek dünyayı bir çöküşe
doğru sürüklediğini gösteriyor.
Bu
bağlamda yüzlerce mevcut anlaşmanın yanı sıra, bugün rafa kaldırılmış gibi
görünen büyük çaptaki TPP, TIPP ve TISA gibi uluslar üstü serbest ticaret
anlaşmalarının başta işçi sınıfı ve yoksullar olmak üzere, tüm halklar ve doğa
üzerinde tahrip edici etkileri her geçen gün daha iyi anlaşılıyor.
O
halde dünya halkları açısından faydalı bir uluslararası ticaretin hayata
geçirilebilmesi için bir kısmını yukarıda özetlediğimiz sorunların çözüme
kavuşturulması gerekiyor.
Bir başka yolmalı,
yoksa açılmalı
Böylece
insanlığın ihtiyacının, karşılaştırmalı ya da mutlak üstünlüklere dayalı “serbest
ticaret” ya da “korumacılığa” dayalı bir uluslararası ticaret değil, bir başka
üretim tarzı altında ve enternasyonalist dayanışma ile uygulanabilecek “adaletli
ve etkin bir uluslararası ticaret “olduğu gerçeği kabul edilmelidir.
Kuşkusuz
böyle bir uluslararası ticaret modelinin dayandığı teoriler ve iktisadi
yasalar, ana akım burjuva iktisat
ideolojisi ve iktisadının yasalarından farklı olacaktır. Yani bunlar Arz-Talep Yasası ya da
Karşılaştırmalı Üstünlükler Yasası gibi yasaların ötesinde yasalar olmak
durumundadır.
Emek-Değer Yasası
geçerliliğini koruyor
Bilindiği
gibi Diyalektik ve Tarihsel Maddeci felsefeyi esas alan Marksist teori altında
yer alan bazı ekonomi politik yasalar hem kapitalist, hem de sosyalist üretim
tarzı için geçerlidir. İnsan iradesinden bağımsız olarak var olan bu yasalar
sırasıyla: Üretici Güçlerin Gelişimi İle Üretim İlişkilerinin Uyumluluğu
Yasası, Emek Üretkenliğinin Artışı Yasası ve Emek- Değer Yasasıdır (meta
üretimi yasaları).
Kapitalist
ekonominin diğer yasaları gibi, bu yasalar da (son tahlilde), Değer Yasasına (o
da Tarihsel Maddeci Yasalara) tabidirler. Küresel kapitalist sisteme ilişkin
Marksist çözümlemelerin Kapital’in birinci cildinde ele alınan Değer Yasası ile
başlatılmasının nedeni de budur. Öyle ki değer olgusunu anlamadan sermaye
birikimini anlamak mümkün değildir.
Böyle
bir bakış açısı altında, uluslararası ticaretin Karşılaştırmalı Üstünlükler
Yasasınca değil (yerli bir piyasadaki ticarette olduğu gibi) Değer Yasasınca
yönetiliyor olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Bu yasayı kısaca özetlemek gerekirse: Piyasa fiyatları
para cinsinden ölçülen üretim fiyatları etrafında dalgalanarak ve para sermaye
olarak yatırılmış sermayenin maliyeti ve ortalama kâr oranı temelinde belirlenirler.
Yani kapitalistler para ile işe başlarlar ve emeğe ve piyasa fiyatları ile
ölçülen üretim araçlarına yatırım yaparlar (üretim araçlarının fiyatları da
üretim fiyatları etrafında oluşur). Sermaye ve birikim süreci devresinde
malların fiyatları açısından belirleyici olan tikel emeğin zaman cinsinden
değeri değil, üretim fiyatlarıdır.
Diğer
taraftan, sadece değerin üretim fiyatlarına dönüşümünü ve değerin piyasa
fiyatlarına (çağdaş kapitalizmde bu oligopolcü fiyatlardır) dönüşümünü
değil; ayrıca (Marx’ın döneminde
olmayan) küresel emperyalist sistem altında değerin küresel fiyatlara nasıl
dönüştüğünü analize dâhil etmek gerekir (6).
Böyle bir analiz, küresel ticaretin yüzde 80’inin
ÇUŞ’ların uluslararası düzeydeki üretimi ile bağlantılı olduğu (7) gerçeği veri
alınarak, Marksist Değer Kanununu “genelleşmiş”, “finansallaşmış” ve
“küreselleşmiş oligopollerin” mutlak hâkimiyetinin olduğu bir dönemde, hem
mevcut uluslararası ticaretin ve emperyalist sömürünün anlaşılmasını
(küreselleşen değerin aktarılması anlamında) kolaylaştırabilir, hem de
kapitalizm ötesi (sosyalist) bir üretim modelinde uluslararası ticaretin nasıl
olması gerektiği konusunda bize yol gösterici olabilir.
Üçüncü
Yol: “Adaletli ve Etkin Uluslararası Ticaret”
Aslında uluslararası ticarette yeni yollar, yöntemler
bulmaya dönük arayışların tarihi çok eskiye gidiyor. GATT’ın kurulduğu 1940’lı
yıllardan bu yana serbest ticaretin alternatifinin korumacılık değil, “adil
ticaret (fair trade)” olduğunu ileri süren bir kesim var.
Günümüzde de varlığını sürdüren bu yaklaşımın
örgütlerinden biri olan Sorumlu Ticaret Birliği’ne göre (8) “adil ticaret”;
insanların yeterli ve güvenli gıdaya, insanlık hakkı olarak kabul edilen eğitim
ve sağlık gibi haklara ücretsiz erişimine ve yaşanabilecek güzellikte bir
çevre, temiz ve sağlıklı bir ortama izin veren bir ticarettir.
Böylece, “adil ticaret” (kapitalist sistem
içinde), piyasaların ve sermayenin hegemonyasına karşı emeğin, doğanın haklarını
savunan ve sürdürülebilir bir refah artışını öngören bir araç olarak ele
alınıyor.
Bu çerçevede, “adil ticaret”, azgelişmiş ülke ihracatlarını
gerçekleştiren üreticilere; yaşanabilir bir gelir ve adil iş pratikleri sunmak
için tasarlanmış ve sürdürülebilir bir tarımı esas bir ticaret sistemi olarak
tarif ediliyor. Üreticilerin tüketicilerin ihtiyacını ve talebini esas aldığını,
gücü çiftçilere ve üreticilere vermeyi hedefleyen, böylece tüketiciyi,
çiftçiyi, üreticiyi ve (kâr maksimizasyonu amaçlı yapılmadığından) doğayı
koruduğunu ileri süren bir ticaret modeli olarak tanımlanıyor (9).
Bu ticarette üretim-dağıtım ve tüketim örgütlenmesi asıl
olarak kooperatifler biçiminde yapıldığından, modelde aracılar mevcut değil. Bu
da üreticilere müzakere ve pazarlık gücü veriyor. Böylece büyük şirketlere
karşı kendilerini koruyabilecekleri varsayılıyor. Aracı- dağıtım kanalları devre dışı bırakıldığından
maliyetler düşüyor kâr marjı artıyor ki, bu da piyasada kalmayı sağlayabiliyor.
Diğer yandan bu kârların (artık değer) bir kısmı okul,
hastane, kültürel faaliyetler ve alt yapı gibi yerelin ihtiyaçlarını karşılamak
için yapılacak yatırımlarda kullanıldığından, üretimin ve dayanışmacı sosyal yaşam
biçiminin sürdürülebilirliği imkânı artıyor.
Dip
notlar
(1) Stephen
Hymer, “Robinson Crusoe and the Secret of Primitive Accumulation”, http://monthlyreview.org, Volume 63,
Issue 04 (September 2011).
(2) IMF,
Primary Commodity Prices, https://www.imf.org/en/Research/commodity-prices
(1 Temmuz 2019).
(3) Bank
of International Settlements (BIS), Nominal effective exchange rates, Broad (60
economies) indices (2010- May 2019), https://stats.bis.org/statx/srs/table/i1.
NEDK, bir ulusal paranın, dış ticaretteki paylarına göre ağırlıklandırılmış
diğer ulusal paralar karşısındaki değişim oranını gösterir ve bunun üzerinde
Merkez Bankalarının sadece çok sınırlı bir etkisi vardır.
(4) Robin
Hahnel, The ABC s of political economy,
Pluto Press, 2002, s. 126-127.
(5) Jayati
Ghosh, “The Real Problem with Free Trade”, https://www.project-syndicate.org
(10 September 2018).
(6) Samir
Amin, The Law Of Worldwide Value,
Monthly Review Press, New York, 2010, s. 11-14.
(7) John
Smith, Imperialism in theTwenty-First Century: Globalization,
Super-Exploitation, andCapitalism’s Final Crisis, Review by Barry Healy, http://links.org.au (18 October 2016).
(8) Shamus
Cooke, “ Alternatives to Free Trade: Fair Trade and Beyond”, https://www.globalresearch.ca (22 June 2008 ).
(9) Carmen
Russell, “What Is the Purpose of Fair Trade?”, https://bizfluent.com ( 26 September 2017).
Bu, böbrek satmak isteyen herkese açık bir ilan, böbrek nakli ihtiyacı olan hastalarımız var, bu nedenle böbrek satmakla ilgileniyorsanız, lütfen iowalutheranhospital@gmail.com adresindeki e-posta adresimizden bizimle iletişime geçin.
YanıtlaSilAyrıca +1 515 882 1607 numaralı telefondan whatsapp'ı arayabilir veya bize yazabilirsiniz.
NOT: Güvenliğiniz garanti altındadır ve hastamız, onları kurtarmak için böbrek bağışı yapmayı kabul eden herkese büyük miktarda para ödemeyi kabul etmiştir. Sizden haber almayı umuyoruz, böylece bir hayat kurtarabilirsiniz.