ANKARA’DA FAİZ İNDİRİLMİŞ, EVDE BİR
BAYRAM HAVASI!
Mustafa Durmuş
3 Ağustos 2019
Son faiz indiriminden bir iki gün sonra
bankaya gittim. 4.25 puan gibi yüksek oranda bir politika faizi indiriminin
kredi faizlerinde ne kadarlık bir indirime yol açtığını merak ediyordum.
Faiz indirimi kredi faizlerine henüz
yansımamıştı ama vadeli mevduat faizleri yüzde 18’in altına düşürülmüştü. Yani
özel bankalar ilk olarak tasarruf mevduatlarına uyguladıkları faiz oranını
indirmişler. Diğerlerinin de (beklendiği gibi büyük indirimlere yol açmasa da)
inmesini bekliyorlardı. Nitekim Ziraat Bankası ve Vakıfbank’ın konut kredisi
faizlerini yüzde 1’in altına indirdiği haberi duyuruldu.
Bu arada yine dün FED faiz oranlarını
binde 25 indirdi ve ilerde tekrar indirime gideceğini işaretini verdi.
Anlaşılan o ki ABD finans sermayesi ucuz para kullanımına doymuyor ve istedikçe
istiyor. Bu indirimin hem ABD’de yakında ortaya çıkacak bir resesyonun
belirtisi, hem de finans oligarşisinin gücünün göstergesi olduğu, reel sektöre
ya da konut sektörüne bir faydasının olmayacağı (morgıç faizleri hali hazırda
düşük olduğundan), başta otomotiv olmak üzere bazı sektörlerde daralmanın
kaçınılmaz olduğu ileri sürülüyor (1).
Türkiye’nin FED faizlerinin
düşürülmesinden beklentisinin neden yüksek olmaması gerektiğini daha önceki bir
yazımda anlatmıştım. Merak edenler bu yazıma bakabilirler (2).
FAİZ İNDİRİMİNİN GEREKÇELERİ
Siyasal iktidarın faizleri indirirken
ileri sürdüğü gerekçe birkaç noktada özetlenebilir. Sırasıyla: “Faizler çok
yüksek, rantiye haksız kazanç elde ediyor; faizler indiğinde enflasyon düşer ve
ekonomi canlanır”. Ancak bu gerekçe kendi içinde çelişkilerle dolu.
FAİZ ORANLARI ÇOK YÜKSEK! O HALDE?
Sırasıyla ele alalım. Faizlerin çok
yüksek olduğu doğru. İndirmek gerekiyor, hatta mümkün olabilse hiç faiz söz
konusu olmasa. Ama finans kapital çağında bunun mümkün olamayacağını ülkeyi
yönetenler de benim kadar iyi biliyor.
Diğer taraftan yüksek olan nominal
faizler, reel faiz değil. Çünkü enflasyon ve dolarizasyon düzeyi çok yüksek ve
liranın değeri çok düşük. Gerçek enflasyon rakamları dikkate alındığında reel
faizlerin negatifte olduğu dahi ileri sürülebilir. O zaman da son 17 yıldır
cari açık ve sıcak yabancı para ile büyütülen ekonominin tekrar büyütülme şansı
yok. Çünkü sıcak para yüksek reel faizi seviyor, onun için geliyor. Cari açık
kapanınca ekonominin fiilen küçülmesi ve kriz içine girmesi de bu yüzden.
Yani yerli tasarruflar kısa sürede
mevcudun en az yarısı kadar artırılmadığı sürece (ki bu imkânsız) , sıcak para
da yoksa ekonomiyi büyütmeyi unutabilirsiniz. Doğrudan yabancı yatırımlar ise
yıllardır azalıyor. Ya Volkswagen’ın yeni yatırımını Türkiye’de yapmasına
ilişkin kararı örneğinde olduğu gibi çok büyük tavizler, teşvikler vererek,
dolayısıyla da vergi geliri kaybına yol açarak yabancı yatırımcıyı
çekebilirsiniz ya da yabancı yatırımcılar gelmezler, hatta çekip giderler.
Katarlıların (muhtemelen ABD baskısı yüzünden) Türkiye deki borsalardaki
yatırımlarını geri çekmesi üzerinde durmamız gereken bir konu (3). Yani Müslüman
ülke ya da ümmet dayanışması geçerli değil reel ekonomi politikte.
FAİZ HAKSIZ KAZANÇTIR, GÜNAHTIR! O ZAMAN?
İkinci gerekçe olarak, “faizci, rantiye
haksız kazanç elde ediyor, üstelik de faiz günah” diyorsanız o halde faizleri
ağır bir biçimde vergilendirmek gerekiyor ki mevcut zarar ve günah azalsın.
Ancak Hazine bonosu ve devlet tahvillerinden (yerli- yabancı fark etmeksizin)
sıfır vergi (ve ikraz tarihine göre en fazla yüzde 10), borsadan sıfır vergi ve
milyonlarca lirayı bulan banka mevduat faizi gelirlerinden vadesine göre
ortalama yüzde 12 vergi alıyorsanız (4), yani kazanılmamış, rantiye, faiz
geliri elde edenler bir asgari ücretlinin ödediği kadar vergi ödemiyorsa,
faizin haksız kazanç olduğunu söylediğinizde ne kadar inandırıcı olabilirsiniz?
FAİZ NEDEN Mİ, YOKSA SONUÇ MU?
Üçüncü gerekçe en tartışmasız olanı.
Çünkü faizler indiğinde enflasyonun düşüp düşmeyeceği konusunda iktisat
literatürü net. Paranın fiyatı olarak kapitalist bir ekonomide faiz oranının
neden değil, bir sonuç olduğu tespitinde büyük çoğunluk hem fikir. Yani faiz
artık içsel değil, dışsal bir değişken. Ekonominin içinde bulunduğu durumu
dikkate almaksızın faiz oranında değişiklikler yaparak istediğiniz sonucu
almanız, eskinin TV dizisindeki Tatlı Cadı’nın elindeki sihirli çubukla hayatı
güzelleştirmesine benzer. Kaldı ki kâğıt üzerinde enflasyonu indirmekten
vazgeçersek, faiz indirimlerinin enflasyon üzerindeki etkilerini hep birlikte
yakında göreceğiz.
İNDİR FAİZİ CANLANDIR EKONOMİYİ! BU KADAR KOLAY MI?
Son olarak, faiz indiriminin ekonomiyi
canlandıracağı konusuna gelelim. Evet, kredi maliyetleri (faiz indirimi
nedeniyle) düştüğünde (normal koşullarda yatırım maliyetleri de düşeceğinden)
yatırımların artması, bunun da ekonomiyi canlandırması beklenir. Ama normal
koşullarda.
Yani yatırımcının ekonomiye ve siyasete
olan güveni sağlamsa, ülkede faaliyet kârlılık (yatırımın getirisi) oranı
yeterince yüksekse, politik ve jeopolitik riskler söz konusu değilse, kısaca
diğer koşullar normalse bu mümkün olabilir. Peki bunlar bugün normal mi? Bunun
için TÜİK’in Ekonomik Güven Endeksi’ndeki (5) düşüşe (Temmuz’da geçen aya göre
yüzden 3’ün üzerinde düştü) bakmak yeterli.
DEVLETİN YATIRIM YAPMAYA NE NİYETİ NE DE KAYNAĞI VAR!
O halde devlet yatırımlarını artırsın
diyebilirsiniz. Bunun için de devlet Maliyesinin ve Hazinesinin iyi durumda
olması gerekir. Bir yıllık bütçe açığının yüzde 95’ini ilk 6 altı ayda
gerçekleştirmiş, nakit açığını kapatabilmek için MB’nin ihtiyat akçesini
kullanmaya başlamış, KÖİ projelerinin açık ve gizli risklerinin birer birer
gerçekleşip bütçeye yeni yükler getirdiği, fiilen savaş hali içinde olan ve
daha büyüğüne hazırlandığını ileri süren, vergi gelirlerinin de azaldığı bir
ülkede devlet hangi kaynaklarla, hangi yatırımlarla ekonomiye can suyu
olabilir?
TÜKETİCİ DAHA FAZLA TÜKETSİN DE, NASIL, HANGİ GELİRLE?
Geriye yine özel tüketim harcamaları
kalıyor. İşte son faiz indirimlerinden beklenen de bu aslında. Faizler düşerse,
konut kredisi, araba kredisi ve ihtiyaç kredisi faizleri de düşer böylece
tüketim artar beklentisi. Böylece büyüme stratejisinin temel itici gücü
inşaat-emlak sektörü de kurtarılmış olur. Ayrıca faizler düştüğünde insanlar
tasarruftan uzaklaşırlar, böylece daha fazla harcama yaparlar.
İşte faiz-enflasyon ilişkisi konusunda
teoriyi tersine çeviren anlayış, burada birden teoriye sığınıyor: Düşük faizin
tüketim harcamalarını artıracağını, ekonomiyi canlandıracağını yeniden
keşfediyor. Ancak teorinin bu konuda çok önemli bir şartı var: “Diğer koşullar
sabitken!” Ya da ekonomik canlanma için düşük faiz gerekli koşullardan biridir,
yeterli koşul değildir, demek daha doğru.
Yani işiniz, gücünüz, düzenli geliriniz
varsa, gelecekle ilgili beklentileriniz en azından kaygı düzeyinde değilse,
faiz oranlarındaki böyle bir düşüş sizi daha fazla harcamaya itebilir.
Ülkeye bir bakalım. İşsiz sayısı 8
milyon civarında, açlık sınırı asgari ücretin üzerine çıkmış, yani yaklaşık 8-
10 milyon asgari ücretli açlık sınırının altında gelir elde edebiliyor. Gelir
dağılımı Meksika ve Şili’den sonra OECD ülkeleri arasında en kötü durumda. Öyle
ki en zengin yüzde 1 milli gelirin yaklaşık dörtte birini, nüfusun en yoksul
yüzde 60’ı milli gelirin üçte birinden azını alıyor. Servette bölüşüm ise çok
daha kötü. Üstelik çalışma koşulları çok ağır. Çok ağır koşullarda, uzun saatler
ve esnek istihdam altında güvencesiz çalışıyorsunuz. Üstüne üstlük ülkede bir
de derin bir ekonomik kriz var (6).
O halde onlarca milyon tüketici hangi
geliri harcayarak tüketimi pompalayacak, toplam talebi artıracak, böylece
ekonomiyi canlandıracak? Geliri olmayan, geleceği belirsiz insanların
(indirilen faizlerden yola çıkarak) olmayan gelirlerini harcamalarını nasıl
bekleyebiliriz ve bunun üzerine nasıl bir krizden çıkış stratejisi
oluşturabiliriz? (eğer amaç krizden çıkış ise).
UCUZ KREDİ, DAHA FAZLA BORÇ, DAHA FAZLA TÜKETİM: ETİK Mİ, SÜRDÜRÜLEBİLİR
Mİ?
“Gelirleri olmasa da kredileri
ucuzlatıp, borç almalarını sağlayarak harcama yaptırırız” diyebilirsiniz.
İnsanları daha da borçlandırarak ekonomiyi kurtarmak fikrinin ne kadar etik ve
sürdürülebilir bir çözüm olduğu bir yana, ülke insanının genel borçluluk
durumunun hiç bu denli kötü olmadığı, kredi kartı borçlarının patladığı (7),
batık kredi oranının tarihsel zirveler yaptığı, bankaların tahsil edemediği
kredileri çok büyük iskonto oranlarından aracı borç tahsil şirketlerine sattığı
bir dönemde, sizce bankalar kolay kolay kredi verirler mi?
Onlar kredi verseler dahi insanlar
ödeyemeyecekleri kredilerle ev, araba almaya, düğün yapmaya, çocuklarını özel
okullara yazdırmaya yanaşırlar mı?
Kısaca sormak gerekirse, faiz oranları
ile uğraşmadan önce ülkedeki gelir dağılımını düzeltecek önlemler almak
gerekmez mi? Örneğin büyük çapta bir toplu iş sözleşmesi dönemindeyiz. Eğer
gerçekten krizden çıkılması isteniyorsa siyasal iktidar zam konusunda
sendikalara destek olsun ve kamu emekçilerinin yaşanabilir bir ücret düzeyine
erişmek için ücret zammı taleplerini geri çevirmesin. Özel sektörde
işverenlerin ellerini ceplerine atmalarını sağlasın. Sendikalar da ücret artışı
taleplerinin ardında dursunlar.
İlave olarak ilerici vergi
politikalarıyla, ücretlinin, emekçinin üzerindeki vergi yükünü azaltsın, faizi
ve sermayeyi, serveti vergilendirsin, bu kesimlere verdiği muafiyetleri ve
istisnaları kaldırsın, tahsil etmediği vergileri tahsil etsin.
YÜZDE 1’İ DEĞİL, YÜZDE 99’U GÜÇLENDİR!
Yani ekonomiyi canlandırmak için yüzde
1’i gözetecek yerde, yüzde 99’u güçlendirsin. Buna uygun bölüşüm politikaları,
ücret ve sosyal politikaları ve vergi politikalarını hayata geçirsin. Savaş
harcamalarını ve lüks tüketim niteliğindeki devletin israf harcamalarını
kıssın.
Siyasal iktidarın böyle bir derdi ya da
en azından önceliği yok. Son haftalarda, Kaz Dağları, Ankara Gar binaları ve
AOÇ arazileri, Salda Gölü ve Munzur’da ve Ovacık’ta yapılması planlanan HES’ler
örneklerinde görüldüğü gibi sermayeyi zengin edecek ama emekçileri daha da
yoksullaştırırken, doğayı da tahrip edecek projelerini tam gaz sürdürüyor.
“BEN TİYURUM KULAKLARI, SEN TİYURSUN AYAKLARI”
Yani “yeniden bölüştürücü politikalar”
derken biz “zenginden yoksula doğru bölüşümü” kastediyoruz, siyasal iktidarsa
bunu “yoksuldan zengine kaynak aktarımı” olarak anlıyor.
Karadeniz’e giden bir yurttaş, Temel’in
dar bir kaya oyuğundan katırını geçirmeye çalıştığını, ama bir türlü
geçiremediğini görür. Temel elinde bir taşla hayvanın kafasının üstündeki
kayaya vurarak yer açmaya çalışmaktadır. Sebebini sorduğunda Temel, “katırın
kulaklarının bu kayaya değdiğini, bu nedenle de oyuktan geçemediğini” söyler.
Kayanın sertliğini fark eden yurttaş Temel’e “kayayı oymak yerine hayvanın ayaklarının
altındaki toprağı kazarak sorunu çözebileceğini, katırı rahatça
geçirebileceğini” söylediğinde, kan ter içindeki Temel kızgın kızgın cevap
verir: “Uşağım ben tiyurum kulakları, sen tiyursun ayakları”.
Kıssadan hisse, biz asıl sorun bozuk
gelir dağılımı ve ülkenin yönetilme biçimi diyoruz, ekonomiyi yönetenlerse faiz
oranlarında ısrar ediyorlar.
DİP NOTLAR:
(1) Dean Baker,
“Missing Issues on the Economics of a Fed Rate Cut”,https://www.counterpunch.org (1 August 2019).
(2) Mustafa Durmuş, “Dökme su ile değirmen dönmez”, http://sendika63.org(23 Haziran 2019).
(3) https://www.sozcu.com.tr/…/borsada-dikkat-ceken-hareket-kat… (12 Haziran 2019).
(4) Gelir Vergisi Kanunu Geçici 67. Madde.
(5) TÜİK, Ekonomik Güven Endeksi, Temmuz 2019 (30 Temmuz 2019).
(6) Mustafa Durmuş, Büyük Değişim-Popülist Otoriterleşme, İmge Kitabevi, 2019, s. 13- 69.
(7) R. Hakan Özyıldız, “Ekonomi küçülürken Hazine ve reel sektörün borçları hızla artıyor”, http://www.hakanozyildiz.com (2 Haziran 2019).
(2) Mustafa Durmuş, “Dökme su ile değirmen dönmez”, http://sendika63.org(23 Haziran 2019).
(3) https://www.sozcu.com.tr/…/borsada-dikkat-ceken-hareket-kat… (12 Haziran 2019).
(4) Gelir Vergisi Kanunu Geçici 67. Madde.
(5) TÜİK, Ekonomik Güven Endeksi, Temmuz 2019 (30 Temmuz 2019).
(6) Mustafa Durmuş, Büyük Değişim-Popülist Otoriterleşme, İmge Kitabevi, 2019, s. 13- 69.
(7) R. Hakan Özyıldız, “Ekonomi küçülürken Hazine ve reel sektörün borçları hızla artıyor”, http://www.hakanozyildiz.com (2 Haziran 2019).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder