KAPİTALİZM
ISLAH EDİLEBİLİR Mİ, İNSAN VE DOĞA HUZURA KAVUŞABİLİR Mİ?
Mustafa
Durmuş
6
Ağustos 2019
2008 kapitalist krizinin ardından 10 yıl geçmiş
olmasına rağmen küresel ekonomi toparlanamadı ve tekrar ekonomik durgunluk
eğilimine girdi. Bir türlü eski büyüme dinamizmini yakalayamıyor.
Ayrıca gelir ve servet eşitsizliği ve yoksulluk hem
ulusal, hem de uluslararası düzeyde giderek artıyor. Küresel ısınma başta olmak
üzere ekolojik sorunlar gezegeni tehdit eder hale geldi. Bölgesel savaşlar ve çatışmalarla
birlikte göçlerin de artması şu ana kadar görülmemiş boyutlarda bir mülteci
akınına neden oluyor.
Bu gelişmelere paralel olarak son 40 yıla damgasını
vuran neo-liberal ideolojik ve politik hegemonya da sarsıldı, inişe geçti.
Diğer taraftan neo-liberalizme yönelik eleştirilerin ve
meydan okumanın Sol’dan ziyade Sağ’dan (manipüle edilerek) geldiğine tanık
oluyoruz. Sağ popülist-otoriter liderler ve hareketler dünyanın her yerinde,
özellikle de neo-liberal politikaların iyice dışlayıp marjinalleştirdiği
kesimlere erişmeye çalışıyorlar (1).
Sonuçta müesses nizam Merkez ülkelerde Trump ve
Johnson, Çevre ülkelerde ise Putin, Bolsonaro,
Modi ve Erdoğan gibi otoriter- popülist lider ve yönetimleri iş başına getirmeyi
başardı.
SOSYAL
DEMOKRASİNİN KRİZİ Mİ?
Avrupa ülkelerinde sağcı popülist-otoriter
hareketlerdeki yükselişin nedenini C. Johnson sosyal demokrasinin krizine
bağlıyor:
“Küresel eşitsizlikler sosyal demokrasinin iktidar
olması için iyi bir fırsat yaratmışken sosyal demokrat partiler bu fırsatı
teptiler. Çünkü bu partilere hâkim olan görüş kapitalizmi ehlileştirip, daha
adaletli hale getirmekti. Ama kapitalizmin reforme edilmesinin ne denli zor
olduğu gerçeğini kavrayamadılar ve sonuçta liberalizme kayıp, sağcılaştılar. Bu
da sosyal demokrasiyi zayıflattı. Oysa sosyal
demokrasi günümüzde sadece kapitalizmin ehlileştirilmesi ve sınıfsal
eşitsizliğin azaltılmasıyla kendini sınırlandırmamalı, farklı etnisite, cinsiyet ve kimliklerin, inanç ve kültürlerin
varlığı gibi gerçekleri de dikkate alarak bunları eşitleyici ve haklarını
kollayıcı bir siyaset tarzı geliştirmelidir” (2).
Sosyal demokrat görüşün güçlü iktisatçı
ideologlarından J. Stiglitz küresel sermaye birikimi ve üretime hâkim olan dört
önemli olgunun ekonomik sorunların yanı sıra, otoriter -sağ popülizmin
yükselişine neden olduğu görüşünde.
Bu dört olguyu şöyle sıralıyor Stiglitz (3): (i) Emek
tasarrufuna neden olan teknolojik gelişmeler orta sınıfın bir kısmını işsiz
bıraktı (ii) Küreselleşme küresel piyasalar yaratarak pahalı ama kalifiye
işçilerle ucuz ama kalifiye olmayan işçileri karşı karşıya getirdi (iii) İşçi
örgütleri çok etkisizleşti, zayıfladı (iv) Politik kararları artık çok daha
açık bir biçimde en zengin yüzde 1 veriyor. Tüm bu gelişmeler de kapitalizm ile
demokrasinin birlikteliğini tehdit ediyor ve otoriter rejimlerin iş başına
gelmesiyle sonuçlanıyor.
Yani Stiglitz’e göre asıl sorun kapitalizmin kendi
değil, küreselleşmenin de etkisiyle onun uğradığı değişimdir. Dolayısıyla da (ona
göre) kapitalizmi karşısına alacak radikal çözümlere değil, onu ehlileştirecek
reformlara ihtiyaç var.
Nitekim Stiglitz, 2011 yılında Wall Street’in işgal
edildiği eylemler sırasında yaptığı bir konuşmada, işsizlikten, evsizlikten ve
finansal spekülasyondan söz ederek, kapitalist sistemin olması gerektiği gibi
işlemediğinden yakınıyordu. Ona göre mevcut ekonomi gerçek kapitalizm ya da
piyasa ekonomisi değil, saptırılmış, yozlaştırılmış bir ekonomiydi.
Stiglitz’in yanılgısı tam da burada başlıyor. Sistemin
iyi işlemediği iddiası doğru değil, aksine sistem mükemmel işliyor. Çünkü kapitalist sistemde her zaman
zengin-yoksul uçurumu, aşırı çalıştırılan ve sömürülen işçiler ve yedek sanayi
ordusu, köylülerin topraklarının
çalınması, doğa tahribatı ve sömürüsü, kısaca sermayenin egemenliği hep
vardı. Finansal spekülasyonların
ardından şişirilen ve patlayan balonlar ve ardından gelen kriz dönemleri hep
oldu. Bu yüzden de sistemde çok sayıda kaybeden, az sayıda kazanan oldu.
Kârlara hiç dokunulmazken, zararlar hep sosyalleştirildi. Yani, kapitalist ama
aynı zamanda da adil bir toplum yaratmak imkânsız.
Benzer bir reformcu yaklaşımı (bu aralar kurulmakta
olan bir partinin kurmaylarıyla birlikte hareket ettiği ileri sürülen) Daron Acemoğlu da sergiliyor ve Türkiye’de
yapısal reformların hayata geçirilmesiyle birlikte Türkiye’nin krizinden
çıkabileceğini ileri sürüyor (4).
“FELAKET
KAPİTALİZMİ”
Kapitalizmin geldiği noktayı “Felaket Kapitalizmi”
olarak tanımlayan G. Monbiot’a göre (5):
“Bugün büyük servetler kapitalist girişimcilikten
ziyade; miras yoluyla, tekelcilikle, rant-kollayıcı faaliyetlerle, arazi,
emlak, entelektüel mülkiyet hakları gelirleriyle, software, sosyal medya
platformları, montaj hizmetleri gibi normalin çok üstünde kâr marjı ve rant
sunan faaliyetlerle gerçekleştiriliyor. Öyle ki sermayenin gücü artık
iktidardaki oligarşinin gücüne dönüşüyor ve / veya sermaye gücünü oligarşiden
alıyor. Bu oligarşik yapı ve sermaye grupları hukukun üstünlüğünün geçerli
olduğu bir demokratik devlet ya da kontrol altında tutulan bir kapitalizm
değil, kaosa dayalı, sermayenin kuralları dışında hiçbir kurala tabi olmayan
bir “Felaket Kapitalizmi” istiyorlar. Çünkü kaos ve Felaket Kapitalizminden
asıl olarak onlar yararlanıyorlar. Kaos ve hukuksuzluk servetlerinin katlanarak
büyümesine hizmet ediyor.
“RANTÇI
EKONOMİ RANTÇI DEVLET”
G. Standing (6) ise günümüz kapitalizmini ve
kapitalist devletini sırasıyla “Rantçı Kapitalizm” ve “Rantçı Devlet” olarak tanımlıyor.
Böyle bir kapitalizm ve onun üstünde şekillenen devletin özünde; özel sermaye
gruplarının devletle kurduğu özel-sıcak ilişkiler, bağlantılar, kendilerine
sunulan seçici sübvansiyonlar ve seçilmiş sermayedarlara kamuya ait
malların-varlıkların devredilmesi, satılması, özelleştirmeler gibi uygulamalar
var. Toprak ve su kaynakları, madenler çok uluslu enerji ve maden ve gıda
şirketlerine uygun fiyatlardan satılıyor, devrediliyor. Böyle olunca da rant
için bu doğa tahrip edilirken, yüzlerce yıldır halkın müşterek kullanımında
olan bu alanlar yeni çitlemelerle halka kapatılıyor ya da fiyatlama yoluyla bu
alanlar metalaştırılıyor. Böylece halkla bağlarını tamamen koparan politik alan
artık bir takım akıldışı teşhirciler tarafından işgal ediliyor. Kısaca
seçilenlerden ziyade, seçkinci, kibir abidesi ve sorumsuz atananların ekonomiye
ve siyasete ilişkin kararları doğrudan aldıkları ve yönettikleri, buna karşılık
hiçbir biçimde hesap vermek istemedikleri bir dönemde yaşıyoruz.
“ZOMBİ
KAPİTALİZM”
C. Harman ise 2008 krizinin ardından yazdığı “Zombi Kapitalizm” adlı kitabında (7); 21.
Yüzyıl kapitalizminde bankaların zombi bankalara, şirketlerin ise zombi
şirketlere dönüştüğünü anlatıyordu. Yani tüm sistemin insan ihtiyaçları ve
duyguları söz konusu olduğunda ölü olduğunu, kaos yaratmak istediklerinde
aniden canlanan yaratıklar haline geldiğini ve toplum için hiçbir olumlu iş
yapmadığını, buna karşılık egemenler dışında her şey (doğa dahil) ve herkes için
tehdit oluşturduğunu yazmıştı.
“AHBAP-ÇAVUŞ
KAPİTALİZMİ”
“Ahbap-Çavuş Kapitalizmi” tanımı ise bu yüzyılda
kapitalizmi tanımlamak için kullanılan bir diğer tanım. Bu tanım, büyük
sermayenin rakipleri karşısında avantaj elde edebilmek amacıyla, devletle özel
ilişkiler geliştirerek kapitalizmi nasıl yozlaştırdığını anlatmak için ortaya
atılmış bir tanım. Buradan hareketle bu çevrelerin daha dinamik, yaratıcı ve
daha etkin firmaların piyasaya girmelerini önleyerek serbest piyasanın
işleyişini bozdukları iddia ediliyor.
Buraya kadar yaptığımız özetten, başta Kaz Dağlarının
altın çıkarma sevdasına tahrip ve talan edilmesi olmak üzere, Ankara-AOÇ,
Munzur, Salda Gölü, Hasankeyf, Gediz Havzası ve diğer yerleşimlerdeki doğa
katliamlarının ekonomi politiğini anlamaya yönelik epeyce bir teorik malzeme
çıkar.
KAPİTALİZMİN
GELECEĞİ VAR MI?
Yelpazenin soluna doğru ilerlemeyi sürdürelim. 2013
yılında “Kapitalizmin geleceği var mı” başlıklı kitaplarında (8) aralarında
Wallerstein’in de bulunduğu bazı yazarlar; dinamizmini kaybeden kapitalizmin dünyanın
alt üst olması ve baskıcı, homofobik rejimlerin ortaya çıkışıyla sonuçlanabileceğini,
bu durumun düzenin sağlanması için faşizm kadar, daha ileri bir demokrasiyi de
getirebileceğini, yani geleceğin belirsiz olduğunu ileri sürmüşlerdi.
Kitabın yazarları arasında yer alan C. Calhoun ve M.
Mann ulus devletlerin ekolojik ve nükleer felaketlere karşı birleşebileceklerini,
böylece küreselleşmenin uysal bir sosyal demokratik versiyonu altında
kapitalizmin süreceğini iler sürüyordu.
Wallerstein ise kapitalizmin alternatifinin,
kapitalizmin hiyerarşik ve kutuplaştırıcı yönleriyle devam eden bir kapitalist
olmayan sistem ya da göreli olarak daha demokratik ve eşitlikçi bir sistem
olabileceğini öngörüyordu.
Bu öngörülerin üzerinden altı yıl geçti. Daha çok distopya
niteliğindeki öngörülerin hayata geçmekte olduğundan hareketle, sosyal
demokrasi ile ıslah edilmiş bir kapitalizmin ya da ileri demokrasiye dayalı bir
toplumun -henüz ufukta görünmediğini söylemek fazla karamsarlık olmaz sanırız.
“KAPİTALİZM
SONRASI TOPLUM”
Ancak kapitalizm sonrasının (mutlaka sosyalizm olmasa
da) çok daha iyi bir toplum olacağına inancını sürdürülenler de var. Bunlardan
biri “Kapitalizm Sonrası” adlı kitabıyla ünlenen P. Mason. Kapitalizm
sonrasında bir tür sosyal demokrasi ile sosyalizm arasında bir toplum düşleyen
Mason’a göre (9):
“Kapitalizm sonrası/ötesi toplum tezi piyasacı
kapitalizmden farklı bir rota çizer. Kalıcı, verimli faaliyetlerin otomasyonuna
dayanır, ücreti işten ayrı tutar, ağ etkisini kaldıraç olarak kullanır ve bilgiyi-veriyi
demokratikleştirir. Böyle bir toplumda demokratik bir devlet yapılanmasının
görevleri şunlar olacaktır: (i) Müşterekler, kooperatifler ve göreceli bolluk
havuzlarını kapsayan piyasa dışı ekonomi sektörlerinin oluşumunu mümkün kılmak
(ii)-Kamu sektörünü herkese asgari gelir ve temel kamu hizmeti sunacak biçimde
genişletmek (iii) Özel mülkiyet ve piyasacı değişim tarafından ele geçirilmemiş
ücretsiz kamusal kolaylıklar yaratabilmek için ağ etkisini artırmak (iv)Tekelleri
parçalayacak, rant kollayıcı iş pratiklerini caydıracak (emlak-arsa ve finansal
rant dahil) yasalar çıkartmak”.
SOSYALİZMİN
KRİZİ
Sosyalizmin ve sosyalist düşüncenin kendi krizinden
hala çıkamadığı bir dönemde alternatiflerin sistem içi ya da sistemin
sınırlarının genişletilmesini hedefleyen ideolojilerden ve buna uygun siyasal
örgütlenmelerden gelmesi doğal karşılanmalı.
Giderek daha da gericileşen, insafsızlaşan, emek, doğa
ve kadın, farklı kimlik ve inançlar üzerindeki etkileri ölümcül hale gelen,
daha da otoriterleşen bir kapitalizme karşı daha insaflı, daha insancıl bir
kapitalizme sığınma ihtiyacı (gerçek alternatifinin yokluğunda) anlaşılabilir
bir durum.
Nitekim ABD’de Sanders, İngiltere’de Corbyn’in popüler
hale gelmesi ve Türkiye’de (sosyal demokrat olmanın temel kriterlerine dahi sahip
bulunmayan bir ana muhalefet partisinin etkisizliği koşullarında) neo-liberal
politikaların uygulayıcısı ve ilk dereceden sorumlusu bazı eski AKP’lilerin yeni
parti kurma girişimleriyle halkın karşısına çıkabilecek cesareti ve yüzü
bulabilmeleri de bu yüzden. Çünkü ideoloji
de siyaset de boşluğa izin vermiyor.
KAPİTALİZME
İLİŞKİN YENİ TANIMLAMALAR NE KADAR GEÇERLİ?
Neo-liberalizm sonrası kapitalizmin nasıl bir görünüm
ve içeriğe büründüğünü anlatan kapitalizm tanımlarına yukarıda kısaca yer
verdik (bunlara ilişkin geniş bir değerlendirmenin ayrıca yapılmasının gerekli olduğu
kuşkusuz).
Bunlar arasında Türkiye’de de “Rant Kapitalizmi” ve “Ahbap Çavuş Kapitalizmi”
sıklıkla kullanılıyor. Ancak (günümüzde servet biriktirme biçimlerinin
değişikliğe uğradığı ve bu konuda devletin rant kollayan faaliyetlere destek
olduğu gerçeğini ihmal etmeden) bu tanımlamalara ilişkin şöyle bir eleştiri yapmamız
kaçınılmaz.
Rant Kapitalizmi tanımı (niyetten bağımsız olarak) sanayiciyi
iyi kapitalist, rantiyeyi kötü kapitalist olarak niteleyerek, aslında rantın kârın
içinde değerlendirilmesi gereken bir bölüşüm kategorisi olduğu ve her ikisinin
de artı-değer sömürüsünün bir sonucu olduğu gerçeğini gizliyor. Üstelik modern
çağın üretim tesislerinde çalıştırılan işçilerin modern çağın kölelerine
dönüştüğü gerçeği ortada iken. Yani sorun sadece rantiye ile sınırlı değil, genel
olarak sanayici de, tüccar kapitalist de emek ve doğaya zarar veriyor. Kaldı ki
bunlar artık iç içe geçmiş durumda. Çok büyük alt ve üst yapı inşaat yapımı
işlerini yürüttükleri gibi, büyük perakende mağaza zincirlerini, üniversiteleri,
özel hastaneleri işletiyorlar ve bankacılık faaliyetlerinde bulunuyorlar.
ÇEŞİTLERİ
BOL OLSA DA DONDURMANIN ÖZÜ AYNIDIR
Ahbap-Çavuş Kapitalizmi tanımında ise yine sorunun
kapitalizm değil, onun özgün bir biçimi olduğu belirlemesi yapılıyor. Böylece başka
tür bir kapitalizme, yani etik ve sorumlu kapitalizme (sanki öyle bir
kapitalizm varmış gibi) ihtiyaç olduğu ileri sürülüyor. Bu değişikliğin ilerici
politikalarla ve doğru kamu müdahaleleri ve düzenleme ve denetimleriyle
sağlanabileceğine inanılıyor.
Kısaca iki tanım altında da, kapitalizmi sistem olarak
karşımıza almamıza gerek yok. Bilinçli devlet müdahaleleriyle ve reformlarla
kapitalizmi ıslah etmek, insaflı, sorumlu ve etiğe uygun bir hale getirmek
mümkün.
Oysa sistemin yüzeyinde yer alanlarla sistemin derininde
yer alanlar arasındaki farkı görmek çok önemli. Bu bilinç daima, Marksist
Diyalektik ve Tarihsel Maddeci dünya görüşünün analiz yönteminin temeli
olmuştur.
“Öyle ki gökyüzündeki yıldızlara baktığınızda dünyanın
evrenin merkezi olduğunu sanabilirsiniz.
Ancak bu yüzey görüntüsüne bakarak aldanmamak gerekiyor. Kısaca
kapitalizm dondurma gibi farklı tatlarda sunulsa da, özü itibariyle aynıdır (10).
Bu çerçevede günümüz kapitalizminin geldiği
aşamayı özetle şöyle açıklamak mümkün:
Kapitalizm öyle bir noktaya geldi ki adeta
kendini tekrarlarcasına (16. ve 17. Yüzyıllarda yaptığı gibi), sermaye
birikimini giderek artan bir biçimde ilkel sermaye birikimi yöntemleriyle (örneğin
zorla ele geçirme, el koyma ve gasplar)
sürdürüyor. Bu durumda büyük sermaye grupları ve onların siyasal
temsilcileri artık temsili demokrasi oyununu daha fazla oynamak istemiyorlar. Halkın
seçtiklerini değil, kendi istediklerini iktidara getiriyorlar. Yani
kapitalizmin (sahte de olsa) demokrasi ile evliliği sona ermiş görünüyor. Atanmışların
her sermaye grubuna eşit mesafede olmasını da beklememek gerekiyor, zira bir
noktadan sonra pasta daralıyor, iştah artıyor, rekabetse derinleşiyor.
KEYNES’İN
YANILGISI, MARX’IN GERÇEKLEŞMEYİ BEKLEYEN ÖNGÖRÜSÜ
Kapitalizmin yol açtığı bu sorunlar karşısında
(sosyalizmin krizi de henüz aşılamadığından) Sol adına Keynesçi-sosyal demokrat öneriler
değişik biçimlerde gündeme getiriliyor. Bir başka dünyanın mümkün olduğu
fikrine inanmayanlar ya da bunu ütopik bulanlar “insancıl ve insaflı kapitalizm”
fikri etrafında dönüp duruyorlar. Bu fikir de kabaca Keynesçi ideolojiye
dayanıyor.
Bu yazının sınırlı kapsamı yüzünden top yekûn bir
Keynes ideolojisi değerlendirmesi yapılamayacağından, kapitalizmin insanlığa
refah getirmesi fikrinden başlamak yerinde olur.
Keynes 1930’larda (artan emek gücü verimliliğinden
hareketle) 20.Yüzyılda işçilerin maddi ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için günde
sadece 3, toplamda haftada 15 saatlik
çalışmalarının yeterli olacağına inanıyordu (11).
Ona göre kapitalizm altında teknolojik gelişmeler bu
verimlilik artışını, bu ise bolluğu, yüksek reel ücret düzeylerini, toplumsal
refah artışını beraberinde getireceği gibi, insanlara bol miktarda boş zaman
sunarak onların entelektüel, sosyal ve kültürel gelişimlerinin de hızlanacağını
ileri sürmüştü.
Keynes’ten 85 yıl önce Karl Marx insanların çok az
çalışacakları, her günlerini ayrıca planlayabilecekleri, doğa ile baş başa
olabilecekleri, entelektüel tartışmalar yürütebilecekleri zamanlarının olacağı
bir bolluk, eşitlik ve refah toplumu öngörüsünde bulunmuş ve böyle bir toplumda
bir insanın olası bir gününü tahayyül etmişti. Marx’ın öngördüğü bu özgürlük ve
bolluk (Keynes’in aksine kapitalist toplumda değil) komünist bir toplumda
mümkün olabilecekti (12).
Marx’ın öngörüleri hala test edilmeyi bekliyor çünkü
dünya kısmen başarılı da olsa, kötü bir reel sosyalizm deneyiminden sınıfta
kaldı. Oysa teorik olarak komünizm, başarılı bir sosyalist toplumdan sonraki
aşamayı anlatıyor.
Diğer taraftan Keynes’in öngörüsünün gerçekleşmediği
kesin. Çünkü 2019 yılı itibariyle çalışma saatleri bırakın azalmayı,
Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bazı ülkelerde haftada 50 saatin üzerine
çıktı. Reel ücret artışları yavaşladı, hatta fiilen reel ücretlerde düşüş
yaşanıyor, gelir eşitsizlikleri daha da arttı ve güvenceli istihdam imkânı
artık istisna oldu (13).
Önümüzdeki bayram tatilinin süresinin uzatılıp
uzatılmaması konusunda olduğu gibi, insanların tatil hakkı turizm sektörünün
ihtiyaçlarına göre belirleniyor. “Tesisler dolduğuna göre bayram tatilinin
uzatılmasına gerek olmadığını” söylüyor atanmış turizm işletmecisi bakan.
Kısaca Keynes öngörüsünde yanıldı zira bir burjuva
iktisatçı bakış açısıyla ekonomideki gelişmelerin sadece emek gücü verimliliği
gibi iktisadi gelişmelerce belirlendiğine inanıyordu. Oysa ekonomideki ve
sosyal hayattaki gelişmeleri ekonomideki gelişmelerin yanı sıra başka faktörler
de etkiliyor.
Bunların başında; Marx ve Engels’in Komünist
Manifesto’ da altını çizdikleri gibi “sınıf mücadeleleri” olgusu geliyor.
Onlara göre toplumların tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir (14). Günümüzde bunu
tüm ezenlerle ezilenler arasındaki mücadele olarak, daha geniş anlamda
yorumlamak mümkün.
Bu yüzden de emek gücü verimliliği Keynes’in dönemine
göre kat be kat artmış olsa da (teknolojik gelişmeyi, robotları ve yapay zekâyı
düşünelim) artan üretim, gelir ve
refahın paylaşımı bu verimlilik artışına göre yapılmıyor. Yani Burjuva neo-klasik
bölüşüm teorisinin ileri sürdüğünün aksine, insanlar son birim emeklerinin
verimliliğine göre gelirden ya da refahtan pay almıyorlar.
Kaldı ki sorunlarımız sadece insan, toplum ve siyasetle
de sınırlı değil. Çünkü örneğin doğa can çekişiyor.
Bundan 10 yıl kadar önce bilim insanları sınırlarına
erişmekte olduğumuz gezegene ait 10 risk olgusuna vurgu yapmışlardı: İklim
değişikliği, okyanuslardaki asitlenme, kimyasal kirlilik, nitrojen ve fosfor
yığılması, içme suyu kaynaklarındaki azalma, topraktaki dönüşüm, biyo -çeşitlilik
kaybı ve ozon tabakasının incelmesi (İngiltere gibi bazı ülkelerde son tarih 17
Mayıs 2019 idi). IPCC ise bu yüzyılın yarısına kadar küresel çapta tüm
emisyonları net olarak sıfıra kadar düşüremezsek küresel ısınmayı 1,5 C’nin
altında tutamayacağımızı ileri sürüyor. Bu süreçte dünya ekonomisinin üç kat
büyüyeceğini öngörülüyor. Yani mevcuttan üç kat daha fazla üretim ve tüketim
yapmış olacağız (15).
Keynesçi-sosyal demokrat bir iktisatçı olan Murphy’e
göre (16), böyle bir kısa zaman içinde ekonomiyi de-karbonize etmek (karbondan
arındırmak) çok zor. Tek çıkış; iklim felaketinden kurtulmak ve bunun için de
konut, eşitlikçi gelir dağılımı, demokratikleşme, ısınma, eğitim ve gelir gibi
ihtiyaçlarımızı gösteren sosyal faktörleri ekolojik limitlerle birlikte ele
almak. Bunun yolu da fiziksel olarak tüketimi (küresel çapta en az yüzde 20
oranında) kısmaktan geçiyor.
Ancak (tıpkı diğer ana akım burjuva iktisat
ideolojileri gibi), tüketimi insani ve toplumsal gelişkinliğin ve refahın temel
ölçütü olarak alan ve başta maliye politikaları olmak üzere temel ekonomi
politikalarının rasyonalitesini buradan kuran Keynesçi bir ideoloji altında
tüketimin azaltılması (dolayısıyla da kâr ve sermaye birikiminin
yavaşlatılabilmesi) mümkün olabilir mi?
Özcesi kapitalizm altında ne “boş zamana”
erişilebiliyor, ne de doğayı tahrip eden “tüketim çılgınlığından”
vazgeçilebiliyor.
O halde kapitalizmi ıslah etmeyi hedefleyenler hangi mucizevi
reformlarla insanı ve doğayı huzura kavuşturabilecekler?
DİP
NOTLAR:
(1) C.P.
Chandrasekhar, “The Indiscreet
Aggression of the Bourgeoisie”, http://www.macroscan.org (
Jul 4th 2018).
(2) Carol
Johnson, “Is the crisis of social democracy a crisis of equality?”, https://www.socialeurope.eu (8th May
2019).
(3) Robert
Kuttner, Can Democracy Survive Global
Capitalism?, WW Norton, 2018.
(4) Daron
Acemoğlu: “Reformlar yapılmazsa kriz derinleşir”, https://www.gazeteduvar.com.tr (25 Mart 2019).
(5) George
Monbiot, “from Trump to Johnson, nationalists are on the rise – backed by
billionaire oligarchs”, https://www.theguardian.com
(26 July 2019).
(6) Guy
Standing, The Corruption Capitalism- Why
Rentiers Thrive and Work Does Not Pay, Biteback Publishing, 2017, s. 3-5;
241-243.
(7) Chris
Harman, Zombie Capitalism-Global Crisis
and the relevance of Marx, Second
Edition, Haymarket Books, 2010.
(8) Wallerstein,
Collins, Mann, Derluguian, Calhoun, Does
capitalism have a future?, Oxford Press, 2013.
(9) Paul
Mason, “Time for post capitalism”, https://www.socialeurope.eu
(1 July 2019).
(10)
Jack Farmer, “The myth of
cronycapitalism?” http://www.socialistreview.org.uk
(February 2012).
(11)
John Maynard Keynes, “Economic
Possibilities for our Grandchildren”, 1930, http://www.econ.yale.edu/smith/econ116a/keynes1.pdf, s. 5.
(12)
Karl Marx, “Private Property and
Communism”, The German Ideology. 1845-
Part I: Feuerbach, Opposition of the
Materialist and Idealist Outlook içinde.
(13)
Mustafa Durmuş, Büyük Değişim-Popülist Otoriterleşme, İmge Kitabevi, 2019,, s.
13-69.
(14)
Karl Marx ve Friedrich Engels, Komünist Manifesto, İmge Kitabevi,
2018, s. 7.
(15)
Richard Murphy, “We have to cut material
consumption by 20% globally”, https://www.taxresearch.org.uk
(11 July 2019)
(16)
Agm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder