DÜNYA
EKONOMİSİ YENİ BİR RESESYONA GİRİYOR
Mustafa
Durmuş
27
Ağustos 2019
“Dünya ekonomisinin son küresel krizinden çıkışı 10
yılı aldı”, derken yeni bir küresel resesyon dalgası ile karşı karşıyayız.
Reel ekonomik göstergeler bağlamında; başta ABD olmak
üzere Merkez Ekonomiler yavaşlıyor, büyüme oranları düşüyor, Arjantin ve
Türkiye gibi bazı ekonomiler ciddi oranda küçülme yaşıyor. Küresel imalat
sanayi üretimi yavaşladı, dünya ticareti ve nakliyesi belirgin bir düşüş
içinde, yeni siparişler azaldı, petrol
fiyatları yüzde 3,5 oranında düştü.
Parasal göstergeler açısından faiz oranları sıfıra
kadar geriledi, getiri eğrisi terse döndü, borç stoklarındaki artış hız
kesmeden sürüyor, küresel borsalar ani düşüşler yaşıyor (Ağustos ayında ABD
tarihinin en büyük çaptaki günlük 4. ve 7. borsa düşüşleri yaşandı) (1), CDS’ler
yükseldi ve altının fiyatı son 6 yılın zirvesine çıktı.
ABD
EKONOMİSİNDE RESESYON GÖSTERGELERİ
Tüketici ve yatırımcı güven endeksleri düşmeye devam
ediyor. Moody’s tarafından düzenlenen “ Sanayi Şirketlerinin Tahvil Getirisi
Eğrisi” son 63 yılın en düşük seviyesine indi (2). ABD sanayi üretimi daralma
hattına gerilerken, IHS Markit İmalatçılar Satın almacı Manager Endeksi Eylül
2009’dan bu yana en düşük düzeye gerileyerek 50’nin altına düştü. Bu düşüş
giderek hizmetler sektörüne de yayılmaya başladı. ABD’de iflas açıklayan
şirketlerin sayısında Temmuz ayında yüzde 5 oranında bir artış yaşanırken,
büyük perakende grupları giderek şubelerini kapatıyor (3).
Bu arada geçen yüzyıldan
bu yana dünya sanayi ve teknoloji üretiminin merkezlerinden biri olan
Avrupa’nın en büyük ekonomisi Almanya’nın resesyon bölgesine girmesi ve bu
nedenle de geniş çaplı bir mali teşvik programı hazırlığı içinde olması, İngiltere,
Brezilya, İtalya ve Meksika’nın önümüzdeki 1 yıl içinde resesyon bölgesine
girmesi ihtimalinin artması bu tabloyu iyice kötüleştiriyor.
Tüm bu göstergelerin ABD gibi dünyanın en büyük
ekonomisi başta olmak üzere, dünyada resesyona
doğru gidildiğinin belirtileri olduğu artık ana akım ekonomistlerce dahi yaygın
bir şekilde kabul ediliyor.
19
TRİLYON DOLARLIK HAZİNE KÂĞIDININ GETİRİSİ NEGATİF OLDU
Kaynakçada gösterilen tablo ise (4),
son yüzyıldır kapitalizmin gidişatına yön veren uluslararası finans sermayesi
açısından önemli sayılabilecek sonuçlara yol açabilir. Çünkü özellikle de asıl olarak yüksek faiz
gelirleriyle beslenen rantiye-finansal sermaye açısından haberler iç açıcı
değil.
Tabloya göre, ABD doları
dışındaki para birimlerinden (örneğin avro- yen, yuan) bu paraların sahipleri
devletler tarafından çıkartılmış bulunan uzun vadeli devlet tahvillerinin 19
trilyon dolarlık kısmının getirisi artık negatif (yüzde - 0,03) Yani nominal dahi olsa hiç faiz
getirmiyor. Tersine bu parayı güvenli yerlerde tutmanın bir maliyeti var artık.
Bu miktar dünyanın en büyük ekonomisi ABD ekonomisinin yıllık milli
hasılasından büyük.
Diğer yandan ABD doları cinsinden
olan ve toplamı 11,1 trilyon doları bulan tahvillerin getirisi hala pozitif:
Yüzde +1,59.
Bu gelişme uluslararası
finans sermayesinin ABD tahvillerine yönelmesiyle sonuçlanacaktır. Beklenen
resesyon nedeniyle faiz oranlarının daha da düşürülecek olması (FED faiz
oranlarını 100 puan daha düşürmeyi hedefliyor) (5) uluslararası rantiye- finans
sermayenin, parasını bu ortamda sağlama bağlamak ya da servetinin değerini
korumak için daha fazla ABD tahvili almasıyla neticelenebilir.
ULUSLARARASI FİNANS KAPİTALİN İÇ ÇELİŞKİLERİ ARTIYOR
Bu durum uluslararası
finansal alandaki dengeleri daha da bozup, Yükselen Ekonomiler olarak tabir
edilen azgelişmiş ekonomilerin krizini derinleştirirken, finans piyasalarının
aktörleri ve büyük parasal servet sahipleri arasındaki rekabeti artıracaktır.
Bizim gibi ülkeler için bunun sonucu ilk olarak doların değerinin daha da
artması biçiminde olacaktır.
Bu gelişmeleri The
Economist: “Finansal piyasalar hep hayatlarından memnun olmakla suçlanırlardı
ama bugünlerde bu mutlulukları endişeye dönüştü” (6) şeklinde yorumluyor.
İKİ EMPERYALİST GÜÇ ARASINDAKİ KAVGA BÜYÜYOR
Bu arada bugünlerde
toplanan G-7 zirvesi öncesinde Çin, ABD’nin bu yılın Aralık ayında toplamda 550
milyar dolarlık Çin malına koymayı planladığı tarifelere karşılık olarak ABD
mallarına 75 milyar dolarlık tarife uygulayacağını açıkladı (7).
Ekonomilerin resesyona
girmekte olduğu bir dönemde ticaret savaşlarındaki bu artışın sadece Trump gibi
liderlerin öngörülemeyen, irrasyonal davranışlarıyla açıklanması çok zor. Bu durum
aslında küresel emperyalist-kapitalist sistemin çelişki ve çatışmalarının giderek
yeni bir aşamaya evrildiğini ortaya koyuyor.
Bu gelişme bir kez daha,
serbest ticaretin emperyalist hegemonyanın genişleme döneminin ve korumacılığın
ise hegemonya kaybı döneminin ticaret politikaları olduğu gerçeğini yüzümüze
vuruyor.
ÇÖZÜM: GARP CEPHESİNDE YENİ BİR ŞEY YOK!
Kapitalist ana akım
iktisat teorisi ideologlarının bu duruma önerdiği çözümlerse yaşı yaklaşık 100
yılı bulan çözümlerin ötesine gidemiyor. L. Summers gibi durumu “Kalıcı
Durgunluk” olarak açıklayan Keynesyenler çözümü genişletici maliye politikaları
ile harcamaların, böylece toplam talebin artırılmasında arıyorlar.
Fischer gibi
Neo-klasikler (aynı genişletmenin daha uzun zaman alacağı için) maliye
politikalarıyla değil, genişletici para politikalarıyla (faizlerin düşürülmesi
ya da yeni bir miktarsal kolaylaştırma
gibi) yapılması gerektiğini ileri
sürerken, son dönemin moda yaklaşımı Modern Para Teorisyenleri (MMT) kamu
harcamalarındaki genişlemenin borçlanma yerine para basma yoluyla
sağlanabileceğini söylüyorlar. Yani “Batı cephesinde yeni bir şey yok!”
UNCTAD iktisatçısı Flashbeck’in
mahcup önerisi ise reel ücretlerin bir miktar yükseltilerek toplam talebin
toparlanmasının sağlanmasıyla sınırlı (8).
Diğer yandan özellikle de
1980 yılından bu yana gelir adaletsizliği küresel çapta o kadar kötüleşti ki bu
durum artık zenginlerin kendini vurmaya başlayan bir bumeranga dönüştü.
Öyle ki en alttaki yüzde
60’lık yoksul grubun 1980-2016 dönemini kapsayan 36 yılda geliri sadece 1,200 ABD
doları artarken, en tepedeki yüzde 1’in geliri 100 kattan fazla arttı. Bir
başka anlatımla en zengin birisi gelirini en yoksul gruptan birisinin
gelirinden 14,000 kez daha fazla artırdı (9). Böyle bir gelir (ve servet) farklılaşması
politik gücün ve iktidarın da belli ellerde toplanmasını sağladı.
GELİR DAĞILIMINI İYİLEŞTİRMEK MÜMKÜN MÜ?
Böyle bir durumda mevcut
sistem içinde ve mevcut sınıfsal ilişkiler ve bunun devletteki yansımaları veri alındığında; resesyonu önlemek için zenginin
gelirinin bir kısmını ilerici vergi politikaları gibi yeniden bölüştürücü
politikalarla ya da Flassbeck’in ileri sürdüğü gibi reel ücretleri artırmaya
dönük ücret politikalarıyla sağlayabilmek biraz ütopik olmaz mı?
Kapitalizmin kăr sürümlü bir sınıflı toplum olduğunu, bu sınıflar
arasındaki temel kavganın da kăr-ücret
düzeyleri üzerinden olduğunu ve bu iki gelir kategorisinin aynı anda, bir arada
artırılmasının mümkün olmadığını bilenler açısından bu sorunun yanıtı net: Bunu sağlayabilmek çok zor. Ayrıca resesyonu
önlemek için gelir dağılımının iyileştirilmesini savunmak ne kadar etik
olabilir?
KAYYUM UYGULAMASI: YANGINA KÖRÜKLE GİTMEK
Dünyada bunlar olurken ya
da olması beklenirken, Türkiye’de halkın seçimle ortaya çıkan siyasal iradesi yok
sayılarak bazı büyükşehir belediyelerine kayyumlar atandı. Bu uygulamanın
İstanbul, Ankara ve İzmir gibi diğer büyükşehir belediyelerine de sıçraması
sürpriz olmaz. Nitekim bu durum en tepeden dillendirilirken, bunu
meşrulaştırmaya dönük propaganda ve ikna çalışmaları başta büyük medya aracılığıyla
olmak üzere başlatıldı.
Diğer yandan bu operasyon
ekonomideki ilk meyvesini doların kurunu
yaklaşık 25-30 kuruş artarak 5,80’e kadar yükselterek verdi. Bu gelişme de
ülkede ekonomik krizin sadece ekonomik nedenleri olmadığı, politik müdahalelerin
de krizi derinleştirdiği yönündeki tezimizi güçlendiriyor.
Kayyum uygulaması
biçimindeki anti-demokratik bir politik müdahalenin dolar kurunu artırmakla
sınırlı kalmayıp, emekçiler açısından hayat pahalılığını, enflasyonu, işsizliği
ve yoksulluğu artıracağı, petrol, elektrik, doğal gaz, ulaştırma gibi mal ve
hizmetlerde bir süredir yapılmakta olan zamlara yenilerini ekleyeceği açık. Küresel
çapta yukarıda özetlemeye çalıştığımız ekonomik gelişmeler ise ülkenin kötü durumunu
daha da kötüleştirecek.
DERS ALMIYORUZ
Bu arada yapılan kamuoyu
araştırmalarına göre, Arjantin’de Ekim ayında yapılacak olan başkanlık
seçimleri öncesinde solun da içinde yer aldığı muhalefetin adayı mevcut sağcı
başkandan 15 puandan daha fazla bir oya sahip (yüzde 47,6).
Bu sonuçların açıklanmasının
ardından Arjantin borsası çöktü, peso dolar karşısında yüzde 28 değer kaybetti,
ekonomi bakanı azledildi, ülkenin döviz rezervleri 4 milyar daha azaldı ve
ülkenin borçlanma puanı çer-çöp düzeyine indirildi (10).
Bu gelişmenin asıl nedeni
kuşkusuz Arjantin ekonomisinin uzunca bir süredir içinde bulunduğu kriz hali.
Üstelik bu kriz ülkeye verilen en son 56,7 milyar dolarlık IMF kredisine rağmen
önlenemedi ve topyekûn bir çöküşe dönüşebilir.
Verilen bu kredilerin
karşılığında halka son 3,5 yıldır Arjantin halkına kemer sıktırılıyor. Bu da
yaşamı çok zorlaştırdı. Öyle ki ülke insanının yüzde 33’ü yoksulluk sınırının
altında bir yaşam sürdürüyor. Sadece son 1 yılda ilave 4 milyon insan
yoksullaştı (11).
Bu gelişme neo-liberal politikaların
bir kez daha iflası ve aynı zamanda da solu da içine alan Peronist muhalefetin
zaferi anlamına geliyor.
Kıssadan hisse, Türkiye’de
iktidar blokunun beka sorunu toplumun ve ekonominin bekasının önüne geçmeye
devam ettiği sürece (dış borç geri ödeme döneminin içine girildiğini de dikkate
aldığımızda), olası bir IMF anlaşmasıyla sağlanacak krediler de ülkenin derin
ekonomik- politik ve ekolojik krizlerle sarmalanmış genel kriz haline bir çare
olmayacak.
Sizce de yapılması
gereken, ancak yapılmayacak olan belli değil mi?
DİP NOTLAR:
(1) Michael Snyder, “11
Reasons Why So Many Experts Believe That A US Economic Crisis Is Imminent”, http://theeconomiccollapseblog.com (19
August 2019).
(2) Moody’s Outlook: Lowest Investment-Grade Industrial Company
Bond Yields since 1956, https://www.moodys.com (
15 August 2019).
(3) Synder, agm.
(5) Synder, agm.
(6) The Economist, “Markets are braced for a global downturn”, www.economist.com (15 August 2019).
(7) Michael Roberts,
“It’s all going pear-shaped”, https://thenextrecession.wordpress.com
(24 August 2019).
(8) Heiner Flashbeck, “Germany Shows Signs of Recession – Is the
Global Economy Next?” https://www.newcoldwar.org
(23 August 2019).
(9) Jason Hickel, “How bad is global inequality, really?”, https://www.jasonhickel.org/blog (3
March 2019).
(10) Luciana Zorzoli, “Argentina: how inflation, debt and poverty
combined to deliver a brutal primary election result for president Mauricio
Macri”, https://theconversation.com
(20 August 2019).
(11) Agm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder