NEGATİF
FAİZ GETİRİLİ 15 TRİLYON DOLARI NE YAPARDINIZ?
Mustafa
Durmuş
10 Ağustos 2019
Dünya ekonomisine ilişkin yeni veriler yayınlandıkça
durum giderek daha da netleşiyor.
Bloomberg (1) küresel çapta 15 trilyon dolardan fazla
değere sahip bulunan 10 yıl ve daha uzun vadeli tahvillerin faiz getirilerinin negatif
olduğunu (eksi faiz) açıkladı.
Bu çapta bir negatif faiz kapitalizm tarihinde ilk kez
görülüyor. Öyle ki ABD ekonomisinin yıllık hasılasının neredeyse yüzde 85’ine ve
2017 yılındaki 184 trilyon dolarlık küresel borç stokunun yüzde 8’inden
fazlasına eşit (2).
HEM
DEVLET HEM DE ÖZEL SEKTÖR TAHVİLLERİNİN GETİRİLERİ ARTIK NEGATİF
Bu tahviller sadece devlet borçlanma senedi
biçimindeki devlet tahvillerinden değil, aynı zamanda küresel şirketlerin
tahvillerinden ve Avrupalı büyük şirketlerin ve finans kuruluşlarının avro
cinsinden tahvillerden oluşuyor. Uzmanlara göre özellikle bu üçüncü grup
tahvil, uluslararası derecelendirme
kuruluşlarınca “çer-çöp” düzeyinde değere sahip kâğıtlar olarak değerlendiriliyor.
Kısaca habere göre, 12 Merkez Ekonomisine ait tahvillerin
faizlerinin artık pozitif bir faiz getirisi olmadığı gibi, bunlara sahip
olmanın maliyeti var. Bunlardan son
zamanlarda sanayi üretimi iyice gerilemekte olan Almanya’nın 30 yıllık
tahvillerinin getirisi (eksi) yüzde 0,33; İsviçre’nin 10 yıllıklarınki (eksi)
yüzde 0,92 olarak dikkat çekiyor. Hali hazırda 10 yıllık devlet tahvillerine
pozitif (artı) getiri sunan Merkez Ekonomiler sadece yüzde 1,04 ile Avustralya,
yüzde 1,51 ile İtalya ve yüzde 1,73 ile ABD.
Bu ülkelerin 20’sinde faiz oranları (pozitif olmak
üzere) yüzde 0,04 ile yüzde 2,01 arasında ve 7’sinde yüzde 2,02 ile yüzde 4,55 arasında
yer alıyor. Uzun vadeli tahvil faizlerine (10 yıllıklar) en yüksek faizi veren
ilk üç ülke ise (pozitif olmak üzere) şöyle sıralanıyor: Yüzde 31,25 ile ilk
sırada Zambiya, yüzde 15,60 ile ikinci sırada Mısır ve yüzde 15,10 ile üçüncü
sırada Türkiye yer alıyor (3).
Türkiye’nin aynı kulvarda yarıştığı ileri sürülen ve
kendilerine Yükselen Ekonomiler adı da verilen Meksika’da bu oran (artı) yüzde
7,43; Güney Afrika’da (artı) yüzde 8,40; Rusya’da (artı) yüzde 7,1 ve krizdeki
Arjantin’de (artı) yüzde 6,20.
Yükselen Ekonomiler arasında sayılmayan ve ekonomik
gelişkinlik açısından Türkiye’nin gerisinde olduğu kabul edilen Pakistan’da bu
oran (artı) yüzde 13,77.
Daha da çarpıcı olan ise son 10 yıldır krizle boğuşan
ve son zamanlarda küçülerek krizden çıkabilen Yunanistan’da 10 yıllık
tahvillerin faizinin (artı) yüzde 2,02
olması.
Şimdi gelin bu verileri konuşturalım.
ALMA
MAZLUMUN AHINI…
İlk olarak, negatif faiz oranları, parasal servetin
küresel çapta Avrupa, Asya (Japonya) ve Kuzey Amerika gibi Kuzey ülkelerinde
toplanırken (üçte iki oranında), dünya nüfusunun üçte ikisinin yaşadığı Güney ülkelerinin
bu servetin sadece üçte birine sahip olabildiği devasa bir küresel servet bölüşümü
adaletsizliğinin bir sonucu. Ayrıca ülkelerin kendi içinde de servet eşit ya da
adil dağılmıyor, tersine çok büyük eşitsizlikler göze çarpıyor.
Bu eşitsizliği pekiştiren faktörlerden biri de Merkez
ülkelerin yıllardır uyguladıkları miktarsal-parasal kolaylaştırma politikaları
sonucunda finans kapitalin elinde devasa bir nakdin birikmesi.
Bir başka anlatımla gelir ve servet adaletsizliği o
denli artmış ki dünyanın büyük çoğunluğu harcayacak para bulamazken, küçük bir azınlık
para içinde yüzüyor. Somutlarsak; 2018
yılında, dünyada toplam 317 trilyon dolarlık bir servet vardı. Ama sadece 26
süper zengin bireyin servetlerinin toplamı dünya nüfusunun en yoksul yarısının
(3,8 milyar insan) servetine eşitti. En zengin yüzde 10’luk nüfusun küresel
servetten aldığı pay ise yüzde 85 idi (4).
BİRİLERİ
İÇİN KITLIK DİĞERLERİ İÇİN BOLLUK DEMEK
Bu nedenle de emperyalist- kapitalist sömürü artıp, eşitsizlik
ve adaletsizlikler daha da büyüdükçe,
para bollaşıyor; bunu soğuracak iktisadi faaliyetlerin sınırına gelindiğinde
ise paranın getirisi (faiz) düştükçe düşüyor, hatta eksiye dönüyor. Son dönemde
bu paranın doğayı katleden büyük projelere yönelmesi dahi onun getirisinin düşmesini
önleyemedi. Yani bu durum bir tür, aynı anda bazıları için kıtlığın, diğerleri
içinse bolluğun olması gibi kapitalizme özgü çelişkilerden birini yansıtıyor.
Hani bir söz vardır ya “alma mazlumun ahını çıkar
aheste aheste”, bu durum bize bu sözü anımsatıyor. Bu kadar eşitsiz ve adaletsiz bir bölüşüm söz
konusu olduğunda, sadece ekonomik krizler tetiklenmiyor, aynı zamanda bu parasal
servetin getirisi de azalıyor, giderek yok oluyor. Bu da bir süre sonra kurgusal
sermaye yitimiyle sonuçlanacak olan aşırı birikim krizini doğruyor.
FED’İN
FAİZ ORANLARININ DÜŞÜRMESİNİN NEDENLERİ ORTAYA ÇIKIYOR
İkinci bir sonuç FED’in faiz oranlarını düşürmesiyle
ilgili. Negatif faize sahip tahvillerin değerinin 15 trilyon dolar gibi devasa bir
boyuta erişmesi ve bunun 12 Merkez Ekonomide yaşanıyor olması, ABD’nin (kısmen
bu gelişmeden yola çıkarak) kendi finans kapitalinin uluslararası finansal
dengesizliklerin yol açacağı sonuçlardan zarar görmemesi için faiz oranlarını
düşürmesine neden oldu.
Bir diğeri nedeni (önceki yazılarımızda vurguladığımız
gibi) hem ABD hem de küresel ekonomide yeni bir resesyon beklentisi.
Öncelikle J. P. Morgan Küresel PMI Hâsıla Endeksi’ne
göre, dünyada ekonomilerin neredeyse yüzde 80’inde imalat sanayinde daralma
yaşanıyor. Bu 2015-16 mini resesyonundan daha yoğun bir duruma işaret ediyor (5).
Bloomberg kaynaklı bir habere göre (6) uluslararası
yatırımcıların başta ABD olmak üzere Merkez Ekonomilerin önümüzdeki 12 ay
içinde resesyona gireceklerine ilişkin beklentileri (bu yılın Nisan ayına göre)
arttı (ancak ABD’de hala resesyon beklentisi yüzde 50’nin altında).
Bunun ABD’ye ilişkin nedenleri sırasıyla; ABD 10
yıllık getiri eğrisinin terse dönmesinin devam etmesi, kârların payının göreli
olarak azalması ve yatırımların düşmesi ve ABD-Çin ticaret savaşlarının yeniden
alevlenmesi,
Nitekim ABD tahvil getiri eğrisi (10 yıllık ile 3
aylık arasındaki ikincisi lehine faiz farkı) terse döndü. Bu durum derinleşerek
sürüyor zira aradaki fark Nisan 2007’den bu yana ilk kez 32 baz puana çıktı (7)
(bilindiği gibi getiri eğrisinin terse –negatife dönmesi resesyon belirtisi
olarak kabul ediliyor).
Keza bu yılın ikinci çeyreğine ilişkin ABD ekonomik büyümesi
yavaşladı ve yüzde 2,1’de kaldı. Kârın milli hâsıla içindeki payı ise geçen yıl
binde 4, son 4 yılda ise yüzde 3,2 oranında düştü (8).
CESUR
MU, KONJONKTÜRE UYGUN BİR FAİZ İNDİRİMİ Mİ?
Üçüncü sonuç, Türkiye’nin faiz oranlarını düşürmesiyle
ilgili. Faiz oranlarının bu denli düşük, hatta negatif olduğu bir dünyada
içerde faiz oranlarının düşürülmesi çok da sürpriz olmasa gerek.
Nitekim aynı günlerde,
Yeni Zelanda gösterge faiz oranını yüzde 0, 50; Tayland yüzde 0.25 ve
Hindistan yüzde 0.35 puan düşürdü (9).
Bizde sürpriz olan indirimin büyüklüğüydü (yüzde
4,25). Belki bu çapta bir indirim cesaretle ilişkilendirebilir ama bunun
cesaret mi, yoksa çılgınlık mı olduğunu yaşayıp göreceğiz.
Türkiye’deki son faiz düşürümü ve bunun olası
sonuçlarıyla, döviz kurundaki gevşemeyi (biraz teknik de olsa) çok iyi anlatan
üç yazıyı okumanızı önemle öneriyorum (10)
İÇ
BORÇ FAİZ ORANLARI DÜŞTÜ YA DIŞ BORÇLAR?
Ancak burada dikkat edilmesi gereken Türkiye’nin politika
faizini (haftalık repo faizi) düşürmüş olması. Bu dış borçlanmalarda, özellikle
de 10 yıllık gibi uzun vadeli borçlanmalarda, faiz oranlarının da düştüğü ya da düşeceği anlamına
gelmiyor. Nitekim yukarıdaki habere göre, Türkiye 51 ülke arasında (pozitif) yüzde
15,10’luk bir faiz oranı ile en yüksek faizi sunan üçüncü ülke durumunda.
Bir başka anlatımla, lehteki dış konjonktürden de
yararlanarak politik bir kararla içerdeki faiz oranlarını düşürerek inşaat-emlak
sektörünü kurtarmaya çalışmak ve yeni kredilerle ayakta kalmak durumundaki iş-ticaret
kesimi, çiftçi ve küçük esnafı geçici olarak rahatlatmak mümkün olabilir.
Peki ya dış borçlar ve onların faizleri ne olacak?
Onların faiz oranları farklı kurallara tabi. Daha önceki bir yazımızda da
belirttiğimiz gibi, Türkiye kısa ve orta vadeli dış borçlar için aynı kulvarda
yarıştığı ülkelerden ortalama 4 puan daha yüksek reel faiz ödemek zorunda kalıyor
(kabaca yüzde 7’ye geliyor). Aksi halde ülkeye para-kredi gelmiyor. Devletin
dış borcu niteliğindeki 10 yıllık tahvillerinde ise bunun iki katından fazlası,
yani yüzde 15,1 oranında bir faiz ödenmek
durumunda (bu arada 2016 yılından bu yana cari açığın fonlanmasının ağırlıklı
olarak devlet borçlanma senetleri (tahvilleri) aracılığıyla
gerçekleştirildiğini hatırlatalım).
Böyle olunca da dış borçlar (milli hasılanın yüzde
60’ını aşıyor) ve onların yüksek
faizleri bir kâbus gibi varlığını sürdürüyor. Türkiye ekonomisi yıllardır dış
kaynakla büyütülen bir ekonomiydi. Bunun bir parçası dış kredilerken, diğeri
sıcak para niteliğindeki kısa vadeli kaynaklar ve devlet tahvilleri ve Hazine
bonosu satışlarıydı. Ne dış kredilerin faizlerini, ne de tahvillerin faizlerini
Merkez Bankası’na talimat verir gibi uluslararası kreditörler, bankalara ve
finans piyasalarının diğer aktörlerine talimat vererek indirebilmek mümkün
değil.
Ülkedeki politik gerilim, kutuplaşma, giderek artan otoriterleşme,
büyük alt yapı projelerinden gelen kötü kokular ve doğa tahribatı üzerinden
yükselen yüksek rant tartışması sürdükçe ve ülke olası bir savaş halinden
çıkmadıkça, ülkenin emperyalist finans kapitalin gözcüsü konumundaki
uluslararası derecelendirme kuruluşları nezdinde puanı düşmeye devam edecek, kredi risk primleri yükselecek ve sonuçta genelde
yabancı parayı kullanma maliyeti ve dış kredi-borç faizleri düşmeyecek,
düşürülemeyecek.
TESTİYİ
DOLDURABİLECEK MİYİZ?
Böyle bir tespit aklımızdaki önemli bir soruyu da yanıtlamamıza
yardımcı olabilir: “Mademki Merkez Ekonomilerde negatif faiz uygulaması var. O
halde para yön değiştirip yüksek faizden yararlanmak için bizim gibi ülkelere gelmez
mi? Böylece finansal çöküşü bir müddet daha öteleyebilir miyiz?”
Türkiye ekonomisine yön verenlerin büyük bir kısmının
bu beklenti içinde olması bir hayli muhtemel. Ancak bu beklentinin
gerçekleşmesinin çok zor olduğunu (hadi bizim üzerimizden değil de) listenin başındaki
Zambiya örneği üzerinden açıklamaya çalışalım.
Bu ülke yüzde 31,25 faiz oranı ile 10 yıllık devlet
tahviline en yüksek faizi ödeyen ülke. Yani Merkez Ekonomilerden ortalama 30
kat daha yüksek faiz getirisi sunuyor.
Sizce ABD, AB ve Japonya kaynaklı finans kapital (gerçek
dış borç rakamlarını bile manipüle ederek düşük gösteren), sürekli politik
çalkantılar ve ekonomik kriz içinde olan, dolayısıyla da 10 yıl sonra bırakın
faizini, anaparasını bile geri ödeyememe riski çok yüksek olan bir ülkenin
tahvillerine, sadece faiz getirisi yüksek diye bu denli uzun süreliğine
parasını getirir mi? Ya da bu ülke bu kadar yüksek faiz vermeyi nereye kadar
sürdürebilir?
DİP
NOTLAR:
(1) Wolf
Richter, “Financial World Gone Nuts: $15 Trillion Negative Yielding Debt”, https://wolfstreet.com (6
August 2019).
(2) Samba
Mbaye and Marialuz Moreno Badia, “New Data on Global Debt”, https://blogs.imf.org (2 January 2019).
(3) Richter,
agm.
(4) Oxfam,
“Public Good or Private Wealth”, www.oxfam.org
(January 2019).
(5) J.
P. Morgan’dan aktaran https://thenextrecession.wordpress.com/2019/05/26/global-slump-the-trade-and-technology-trigger.
(6) Enda
Curran and Katia Dmitrieva, “World
Economy Edges Closer to a Recession as Trade Dread Deepens”, https://www.bloomberg.com/news/articles
(7 August 2019).
(7) Bloomberg.
(8) Dean
Baker, “GDP Growth Slows to 2.1 Percent in Second Quarter Due to Investment
Slump”, http://cepr.net (26 July
2019).
(9) Curran ve
Katia, agm.
(10)
Uğur Gürses, “Kendi kuyruğunu kovalayan
politika”, https://ugurses.net (8 Ağustos
2019); Alaattin Aktaş, “Yüzde 0.99 faizli krediye bir de bu gözle bakalım”, https://www.dunya.com (9
Ağustos 2019). İbrahim Kahveci, “Garip bir döviz varlığı”, https://www.karar.com (29
Temmuz 2019).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder