Korona
vakaları artıyor, salgın küresel bir açlık salgınına dönüşüyor
Mustafa
Durmuş
1
Ağustos 2020
Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) dünkü önceki Koronavirüs raporuna göre (1); dünya
çapında virüse yakalanan insan sayısı 17 milyonu aştı. Salgın nedeniyle şu ana
kadar 668,910 kişi hayatını kaybetti. Dünya çapında günlük vaka sayısı 292,527;
günlük ölen sayısı ise 6,812 oldu.
Salgın (özellikle de dünyanın bazı bölgelerinde)
artarak sürüyor. Üstelik birinci dalga sürerken, Belçika ve İspanya gibi
ülkelerde ikinci dalga vakaları da görülmeye başladı.
Günlük vakaların yüzde 59’u ABD ve Latin Amerika
ülkelerinde (özellikle de Brezilya’da) görülüyor. Bunu Hindistan’ın da içinde
yer aldığı Güney Asya Bölgesi izliyor.
Resmi
veriler gerçek durumu yansıtmıyor
Ancak bu raporlarda yer verilmeyen diğer bazı
gerçekler de var:
İlk olarak,
bu raporlar ülkelerden gelen resmi veriler esas alınarak düzenleniyor. Yani hükümetler
ne gönderirlerse DSÖ’nün raporunda onlar yer alıyor. Öte yandan dünyanın her
yerinden, ülkelerin resmi vaka ve ölüm sayılarını gerçek rakamların çok altında
bildirildiklerine dair ciddi bilgiler geliyor. Yani salgının olduğundan daha
hafif gösterildiği güvenilir kaynaklar tarafından da ileri sürülüyor.
Bu konudaki en güncel değerlendirmelerden biri bu
ayın başlarında The Economist Dergisi’nde yer alan bir makalede yapıldı.(2) Dergi günlük yeni vaka sayısındaki inanılmaz
artışa dikkat çekti ve 1 Şubat tarihinde 2.115 olan bu sayının 28 Haziran’da
190.000’e yükseldiğini, böylece o gün itibariyle, 1 Şubat’ta kaydedilen toplam
vaka sayısı kadar yeni vakanın her 90 dakikada bir kaydedilmeye başlandığını
açıkladı (dünkü raporda bu sayının 292 binin üzerinde olduğunu hatırlayalım).
Daha da önemlisi Dergi, Koronavirüs verilerinin
gerçek durumu yansıtmaktan çok uzak olduğunu, Massachusetts Institute of
Technology’deki bir ekibin 84 ülkede yaptığı bir araştırmaya dayanarak ileri
sürüyor. Buna göre; kayıt altına alınan her 1 vakaya karşılık 12 vaka
kaydedilmiyor ve kayıtlara geçen her iki Covid-19 kaynaklı ölüme karşı üçüncü
ölüm “başka sebeplerden dolayı ölüm” olarak kaydediliyor.
DSÖ’nün açıkladığı günlük vaka sayısının 292 bini
aştığı dikkate alınırsa birinci dalganın hala hız kesmeden sürdüğü ve salgının
çok tehlikeli bir boyuta eriştiği ortaya çıkıyor.
Türkiye:
Bir türlü düşmeyen günlük resmi vaka sayısı
Bilindiği gibi Türkiye’de de 1 Haziran normalleşmesi
ile birlikte günlük resmi vaka sayısı birden fırlamış Haziran ortasında 1,500’ün
üzerine kadar çıkmıştı. Bir ara 900’ün altına düşen vaka sayısının dün
itibarıyla 982’ye kadar yükselmiş olması ve Bayram tatilinde olmamız
endişelenmemiz için yeterli bir durum oluşturuyor.
Ayrıca basına yansıyan bazı bilgilere göre; başta Ankara olmak üzere bazı kentlerdeki vaka
sayısının resmi açıklamaların ötesinde ve hastanelerdeki yoğun bakım
yataklarının tamamen dolu olması, durumun ne denli ciddi olduğunu gösteriyor.(3)
Dünya
çapında 4 milyona yakın ölüm bekleniyor
Dergi, aşı bulunmadığı sürece, 2021 baharı
itibariyle toplam vaka sayısının 200 milyon - 600 milyon aralığına
tırmanabileceğini, bu durumda 1,4 milyon ile 3,7 milyon civarında insanın
hayatını kaybedeceğini; üstelik böyle bir halde dahi dünya nüfusunun yüzde 90’nından
fazlasının halen enfeksiyona karşı korumasız olacağını ve bağışıklığın geçici
olması durumunda bu sayının daha da artacağını iddia ediyor.(4)
Bir virolog ise Koronavirüsün bizim geçirdiğimiz
evrimden çok daha hızlı bir mutasyona (başkalaşıma) uğradığını ileri sürüyor: “Bu
durumun aşı çalışmaları açısından öneminin büyük olduğu açık. Çünkü mutasyona
uğrayan bir virüse karşı etkili aşıların geliştirilebilmesi imkânsız. Yani
virüs kaçış mutantları adı verilen formlara dönüşme riskini taşıyor. Böyle
olunca vücuda aşı ile yerleştirilmiş olan antikorlar virüsü tanımakta ve
virüsle mücadele etmekte zorlanıyorlar”. (5)
Emekçiler
açısından salgın açlığa dönüştü
Kuşkusuz bunlar salgının insan sağlığıyla ilgili
etkileri. Bir de salgının neden olduğu tarihsel olarak en büyük krizlere denk
düşen bir ekonomik kriz boyutu var. Bu da kendini dünya çapında ekonomilerin
ciddi oranlarda küçülmesi, işsizliğin devasa boyutlara erişmesi, yoksulluğun ve açlığın artmasıyla kendini
gösteriyor.
Nitekim dünyanın en büyük ekonomisi olarak nitelenen
ve Korona’dan ölen sayısının 151,000’i bulduğu, her 1 dakikada 1 insanın
salgından öldüğü ABD’ de ekonomi ikinci çeyrekte (Nisan-Haziran) yüzde 33’e yakın küçüldü. Bu daralma 1947’den
bu yana görülen en sert daralma olarak nitelendiriliyor.(6) Bunun işsizliği,
yoksulluğu ve açlığı artıracağı kesin.
Aynı zamanda salgın sonrasında devletlerin ve IMF
gibi uluslararası örgütlerin ekonomileri toparlayabilmek için sermaye kesimine tarihsel
olarak en büyük destekleri (onlarca trilyon dolarlık) sunduğu bir dönemdeyiz.
Buna rağmen toparlanmaya ilişkin öngörüler kötümserliğini sürdürüyor.
Bu durumu (yukarıdaki gibi) sadece açıklanan
çeyreklik ekonomik büyüme verilerinden değil, aynı zamanda büyük sermaye
çevrelerinde yapılan geleceğe ilişkin beklenti anketlerinden de görebiliyoruz.
Toparlanma
beklentileri daha ziyade kötümser
McKinsey adlı kuruluş düzenli aralıklarla dünyadaki büyük
sermaye şirketlerinin yöneticileri ile anketler düzenliyor. Temmuz ayında
düzenlediği ve “Covid-19’un küresel ekonomik beklentileri nasıl etkilediğine”
ilişkin sorular içeren son ankette, (7) dünyada genel olarak iyimser bir
beklenti söz konusu iken, özellikle Kuzey Amerika ve Yükselen Ekonomilerde bu beklentinin
kötüleştiği tespitleri yer alıyor.
Ankete göre, ülkesinin ekonomisinin önümüzdeki 6 ay
içinde daha iyiye gideceğini düşünenlerin sayısı Temmuz’da (Haziran’a göre) Kuzey
Amerika ülkelerinde yüzde 13 ve genel olarak Yükselen Ekonomilerde yüzde 10
azalmış durumda. Yani aralarında bizim de bulunduğumuz grupta beklentilerde
bozulma söz konusu (bunu destekler biçimde Türkiye’deki reel kesim güven
endeksi son 5 aydır yükselirken, Temmuz ayında “iyimserim” diyenlerin sayısı
azaldı). (8)
Ankette yer alan senaryolardan biri olan A1
senaryosunda; önümüzdeki 1 yıl içinde, Korona salgını sonrası izlenen kamusal
sağlık ve ekonomi politikalarının ülkelerinde kısmen etkili olacağını öngörülüyor,
ancak ekonomik büyüme, gelir ve kârların salgın öncesi düzeylere gelmesinin
zaman alacağı kabul ediliyor. Bu senaryoyu daha gerçekçi bulanlar da çoğunluğu
oluşturuyor. Yani uluslararası sermaye çevreleri kısa vadede bir toparlanma
beklemiyor.
Virüs
en çok sistemin ezilenlerini vuruyor
İkinci olarak,
DSÖ’nün raporunda salgından en çok hangi sosyal sınıfların- kesimlerin ya da
kimliklerin etkilendiğine ilişkin bilgi yok. Oysa ABD’de olduğu gibi salgından
en fazla Afrika ve Latin kökenliler ve siyahlar, kadınlar gibi hem en çok
yoksullar, hem de ezilen kimlikler etkileniyorlar. Çünkü bu kesimler sağlık
hizmetlerine erişmekte zorluk çektikleri gibi, yetersiz beslenme ya da hijyen
sorunları gibi sorunlar yaşıyorlar.
Financial Times Gazetesi yazarı Wolf salgının
ekonomik olarak en fazla hangi kesimleri etkilemekte olduğunu şöyle açıklıyor:
Salgınla birlikte ABD’de en fazla 16-24 yaş
arasındaki gençler işsiz kaldı. Öyle ki 2008 finansal krizinde yüzde 15 olan
işsizlik oranı salgın sonrasında yüzde 25’e yükseldi. En fazla lise diploması
olmayanlar işsiz kaldı. Finansal krizde bu kesimde işsizlik oranı yüzde 9 iken salgınla
birlikte yüzde 22 oldu. En fazla Hispanik kadınlar işsiz kaldılar. Bu kesimde
işsizlik oranı yüzde 22’ye fırladı. Bunu yüzde 19 ve yüzde 17 ile Asyalı
kadınlar ve siyahi kadınlar takip ediyor (göreli olarak en az etkilenen beyaz
kadınlarda bu oran yüzde 13). En fazla Asyalı erkekler işsiz kaldılar. Bu
kesimde işsizlik oranı yüzde 17 oldu. Bunu yüzde 15 ile Hispanik ve yüzde 13
ile siyahi erkekler izliyor. Beyaz erkeklerdeki işsizlik oranı ise yüzde 9’da
kaldı.(9)
Sömürgeci faşist zihniyet ve virüs
Brezilya’da ise salgın Amazon ormanlarında yaşayan
yerliler arasında tam anlamıyla patlama yapmış durumda .(10) Ama bu durum ülkenin
devlet başkanı Bolsanaro’nun umurunda bile değil. 500 yıldır sömürülen, köleleştirilen,
topraklarından kopartılan, katledilen yerlilerin salgından ölmesini, bu
ormanları metalaştırmak için iyi bir fırsat olarak görüyor. Dünyadaki diğer
benzerleri gibi Bolsanaro da, salgını toprak ve su kaynaklarını yağmalama ve
neo-liberal gündemlerini hayata geçirebilmek için Tanrı’nın lütfu olarak
görüyor.
Kuşkusuz toparlanma hiç yaşanmıyor değil. Öyle ki
toplumun büyük bir kesimi dipte hayatta kalmaya çalışırken, piramidin en
üstündekiler standartlarını salgın öncesi gibi korudular, hatta zenginliklerini
daha da artırdılar.
Asimetrik
ya da “k” tipi toparlanma
Yani Korona sonrası göreli bir toparlanma yaşanıyor
ama bu V, W tipi bir bütün olarak ekonominin toparlanması şeklinde değil. Daha
ziyade, salgın öncesi iyi durumda olanların daha iyi, kötü durumda olanlarınsa
daha kötü durumda kaldığı asimetrik bir toparlanma yaşanıyor. Öyle ki beyaz
yakalılar işlerini koruyup evlerinden çalışabilirken (‘k’nın üstü kısmı),
virüse yakalanma riskleri çok az oluyor. Buna karşılık birikmiş nakitleri
olmayan, özellikle de salgında da çalıştırılanlar, yani sağlık, bakım,
temizlik, gıda, ulaştırma, kolluk hizmetleri gibi zorunlu işlerde çalışanlar (‘k’nın
alt kısmı) bu imkâna sahip değiller.
Daha büyük bir nakdi olan sermaye şirketleri ve zengin
iş insanları mevcut konumlarını genelde korurken, diğerleri piyasadan
siliniyorlar. Örneğin büyük sermayeli zincir işletmeler önceki yıllara yakın
bir toparlanma yaşarken, küçükler bir bir yok oluyorlar.
ABD’den somut bir örnekle bu durumu açarsak; bazı dev şirketler Salgın sırasında çok hızlı
büyüdüler. Amazon ve Tesla’nın hisseleri (ekonominin diğer sektörleri
küçülürken) yeni zirveler yaptı. Reel ekonomi çakılırken borsalarda inişli
çıkışlı da olsa, bir yükseliş söz konusu. Facebook, Amazon, Netflix, Google
(FANG) hisseleri fazlasıyla iyi bir performans sergiliyor. Açıkçası salgın bu
şirketlere yaradı. Kısaca yeni normale, salgın kısıtlamalarına ve yeniden
açılmaya uyum sağlamak ile sahip olunan sermayenin ve nakdin büyüklüğü arasında
doğrusal bir ilişki var.(11)
Sırada
açlık var!
Diğer taraftan dünya nüfusunun büyük çoğunluğu için
tablo çok farklı görünüyor.
Öyle ki uluslararası yardım kuruluşu Oxfam son
raporunda (12) en az Koronavirüs kadar büyük bir tehlikeye dikkat çekiyor: Açlık.
Örgüte göre bu yılsonuna kadar ciddi düzeyde açlık çeken insan sayısı 270
milyonu bulacak ve eğer önlem alınmazsa her gün 12,000 yoksul açlıktan ölecek.
Rapordan hareketle, DSÖ’nün verilerine göre Korona
pandemisinden günde 6 binden fazla insanın öldüğünün, buna karşılık açlıktan bunun
2 katı kadar insanın ölmesinin beklendiğinin altını da çizmemiz gerekiyor.
Korona sonrası açlık ve gıda sorunu ile ilgili bir
diğer uluslararası rapor “dünyadaki gıda güvenliği ve beslenmenin durumu”
adıyla, bu ay yayınlandı. (13).
Bu rapora göre pandemi küresel gıda sisteminin
zayıflıklarını ve yetersizliklerini daha da artırıyor. Böylece 2020 yılının
sonuna kadar 83 milyon ile 132 milyon arasında insanın daha (salgın nedeniyle
ekonomilerin kapatılmasından dolayı) aç kalması bekleniyor.
3
milyardan fazla insan sağlıklı beslenemiyor
Rapor ayrıca sağlıklı beslenmenin günlük 1,90
dolardan çok daha fazlasını gerektirdiğini, şu anda 3 milyardan fazla insanın (dünya
nüfusunun yaklaşık yüzde 57’sinin) sağlıklı beslenemediğini ileri sürüyor.
Sağlıksız beslenmenin neden olduğu sağlık sorunlarının faturasının (2030
yılında) yılda 1,3 trilyon doları, sera gazlarının sağlıklı beslenme ile ilgili
sosyal maliyetinin 1,7 trilyon doları bulacağı ileri sürülüyor. (14)
IMF’nin resmi sitesinde yer alan bir makale ise
adeta özeleştiri niteliğinde. Çünkü: “Gıda sistemlerinin yaşamak ve çalışmak
için gereksinim duyduğumuz enerjinin ana kaynağını oluşturmasına rağmen, makro
ekonomistlerin uzun zamandır bunun önemini ihmal ettikleri; bu insanların şu
anda hayli mekanize olmuş, sübvanse edilmiş ve merkezileşmiş olan küresel gıda
sanayinin ihtiyaç duyduğumuz gıdayı bize sunabileceklerine, yanlış bir biçimde,
inandıklarını” (15) ileri sürülüyor.
Açlık
salgını
Yazarlara göre,
2020 yılı gıda sistemlerinin hesaplaşma yılı olacak. Çünkü Korona sadece
birkaç ay içinde dünyanın yarısını eve kapattı. Panik alımları, boş raflar ve
gıda bankaları önündeki kilometreleri bulan kuyruklar bize gıda sistemlerinin
hayatımız için ne denli önemli olduğunu, buna karşılık bu sistemlerin ne kadar
dengesiz ve yetersiz bir durumda bulunduğunu gösterdi.
Pandemi küresel gıda arzı zincirinin arz yönlü
şoklara karşı ne kadar hassas olduğunu da ortaya koydu. Öyle ki birçok ülkede
hasat yapmak, hatta gıdanın paketlemesini yapmak dahi imkânsız hale geldi.
Çünkü işçiler sınırlarda tutuldular ya da virüs nedeniyle hastalandılar. Bazı
ülkelerde ise restoranlar kapatıldığı için devasa gıda malzemesi israf edildi,
çöpe atıldı.
Kısaca uluslararası raporlara ve yorumlara göre, bu
yıldan itibaren başta azgelişmiş ülkelerde olmak üzere ciddi bir açlık salgını
yaşanması söz konusu. Açlık o kadar büyüyebilir ki bu mevcut salgını dahi
geride bırakabilir.
Önerilen
çözümler neler?
Sağlıksız beslenme ve açlık sorunlarına çözüm olarak
yukarıda sözü edilen ortak raporda; gıda sistemlerinin değiştirilmesi; küresel
gıda arz zincirine bağımlılığın ortadan kaldırılması, uluslararası gıda ticaretini belirleyen
ekonomi politikalarına müdahale edilmesi; kamusal harcamaların ve yatırım
politikalarının bu amaçla kullanılması zorunluluğu gibi dönüşümler ön plana
çıkartılıyor.(16)
Ek
kâr vergisi
Oxfam ise salgının neden olduğu açlık ile mücadelede
kullanılmak üzere, salgın sonrasında büyük sermayenin artan kârlarından ek bir
kâr vergisi alınması gerektiğini savunuyor. Bu verginin yıllık 500 milyon
dolardan daha fazla ciro elde eden şirketlerden alınması öneriliyor. Böyle bir
vergiden 80 milyar dolarlık bir vergi gelirinin sağlanması hedefleniyor.(17)
İşin aslı böyle bir vergi alınırsa bu tarihte bir
ilk olmayacak. Çünkü böyle bir vergi Birinci Dünya Savaşı sırasında 22 ülkede
ve 2. Dünya Savaşı sırasında ABD’de uygulanmıştı.
Umarsız
ya da umursamaz hükümetler
Uluslararası kuruluşların açlık ve büyük
çatışmalarla sonuçlanabilecek Korona sonrası gelişmelere dikkat çeken raporları
biliniyorken, dünyayı yöneten finans kapital, onların sözcüleri gibi hareket
eden hükümetler, bu çaptaki küresel bir soruna karşı birlikte hareket
edemiyorlar, aşı çalışmalarını bile koordineli yürütmüyorlar. Böylece hem salgına,
hem de onun derinleştirdiği işsizliğe, yoksulluğa ve açlığa çözümler
üretmiyorlar.
Militarizm,
siyasallaşmış dincilik ve rant el ele
yürüyor
Tersine, uluslararası ticaret savaşlarını
derinleştiriyorlar, bölgesel askeri savaşları körüklüyorlar. Salgın yüzünden
iyice daralan kamu kaynaklarını ya finans kapitali desteklemek için ya da
militarist-emperyalist amaçlar için kullanıyorlar. Militarist ve siyasallaşmış
dinsel söylemlerle tabanlarını konsolide etmeye ve yarattıkları sahte
gündemlerle insanları oyalamaya çalışıyorlar.
Bu arada da topluma ve doğaya büyük zararlar verecek
olsa da büyük rant projelerini tekrar gündeme getiriyorlar. Hepimize ait olan, bu
yüzden de piyasalarda alınıp satılmaması, ticarete konu edilmemesi, metalaştırılmaması,
özelleştirilmemesi gereken başta; su, toprak, orman ve kültürel varlıklarımız
olmak üzere sayıları iyice azalmış olan müştereklerimize de ekonomik ya da
siyasi rant sağlamak için el koymayı sürdürüyorlar.
Paradigma
değişimi şart
Bu salgın ne mevsimsel, ne de bir kerelik. Eğer virüs
mutasyona uğrarsa tekrar salgın gelecektir. Ayrıca yıllardır sürdürülen ekolojik
tahribat nedeniyle ortaya çıkan biyoçeşitlilik kaybı, ormansızlaştırma ve iklim
değişikliği yüzünden önümüzdeki yıllarda yeni salgınlarla karşılaşmamız
kaçınılmaz olacak.
Diğer taraftan, bu salgın hayatlarımızı ciddi
biçimde etkilerken, aynı zamanda da gerçek önceliklerimizin, dayanışmanın,
direncin, dik durmanın (ki bunlar sağlıklı bir geleceğin yapı taşlarını
oluşturuyor) kısmen de olsa farkına varmamızı sağladı.
Keza kamunun da ne denli önemli olduğunu bize
gösterdi. Çünkü az sayıda da olsa (Küba ve Yeni Zelanda’da olduğu gibi) bazı
hükümetler hayatlarımızı kolaylaştırırken, diğer bazıları fırsatçılık yapıp neo-liberal,
neo-otoriter gündemlerini uygulamayı sürdürüyorlar.
Küresel tedarik zincirinin Korona ile dağılmasının
bize, başta tarım olmak üzere temel sanayilerimizin artık yerelleştirilmesi
gerektiği gerçeğini göstermiş olması lazım. Yani artık son 40 yıldır geçerli
olan ve büyük ölçekli (ama stoksuz),
büyük çaptaki uluslararası tedarik zincirlerine ve sadece kısa vadede kâr elde
etmeye dayalı kapitalist küreselleşmeye de karşı çıkılmalı.
Çünkü neo- liberalizmin hayata geçirilmesinin temel
kanalı olan emperyalist küreselleşme altında ulusal gıda güvenliği ve
yeterliliği ortadan kaldırıldı, köylüler topraklarından sökülüp atıldı.
Çiftçiler üretici olarak sahip oldukları sosyal, ekonomik ve kültürel
kimliklerini kaybettiler ve çok uluslu şirketlerce üretilen ve yerel büyük
toprak sahipleri ve tefecilerin aracılığıyla dağıtımının yapıldığı pahalı tohum
ve kimyasalların müşterilerine dönüştürüldüler.(18)
Ayrıca kapitalist küreselleşme sadece uluslararası
düzeyde bir emek sömürüsünü pekiştirmekte kalmıyor, aynı zamanda insanlığı böyle pandemilere
karşı direnebilecek etkin sağlık sistemlerinden ve dirençli ekonomik temellerden
de yoksun bırakıyor.
Sonuç:
Yereli güçlendirmeliyiz
Bu çerçevede uzun vadedeki çözümümüz;
ekosistemimizin tüm insanlığın ve diğer canlıların ortak varlığı olduğu
gerçeğinden yola çıkan, böylece insanlığı ve doğayı her türlü tahakküm ve
sömürüden kurtaracak olan bir işçi sınıfı enternasyonalizmi, kısa vadedeki
çözümüz ise ise bunun ilk hazırlığı olan küreselden yerele dönüş ve yerelin
güçlendirilmesidir.
Bu çerçevede sosyal olarak her hangi bir faydası
olmayan, hatta hem sosyal, hem de ekolojik olarak zararlı olan üretimden
vazgeçip, sosyal olarak yararlı, ekoloji,
toplumsal cinsiyet ve farklı kimliklerin
eşitliği ile uyumlu temel mal ve hizmet üretimini de, bölüşümünü de sosyalist bir
tarzda yeniden örgütlemek gerekiyor.
Bunun için (bugünden başlayarak) kapitalist
işletmelerin yerine, hem etkin ve adil bir üretimin, hem de doğrudan
demokrasinin temel unsurları olan demokratik işçi- çiftçi ve tüketici
kooperatiflerini, komünleri ve yerel meclisleri, belediyeler başta olmak üzere
yerel yönetimlerle işbirliği içinde, yerelde örgütlemek ve yaygınlaştırmak
gerekiyor.
Yüzyılımızın koşullarında böyle örgütlenmeleri (küçümsemeden),
ayakları yere basan ve devrimci bir dönüşümün başlangıcı olabilecek
örgütlenmeler olarak görmeliyiz.
Böyle bir anlayış ve bunu hayata geçirme mücadelesi
yüzyılımızın devrimci mücadelesinin özüdür. Radikal reformlar olarak
nitelenebilecek, halkın; yoksulluk, işsizlik, güvenli ve ucuz gıdaya erişim
sorununu çözebilecek, aynı zamanda da halkın sosyalist demokrasiyi bugünden
deneyimlemesini sağlayacak olan böyle örgütlenmelerin kalıcı hale gelmesi ise
başarılı bir devrimin ana hedeflerinden biridir.
Dip
not:
(1) WHO,
Coronavirus Disease (COVID-19) Situation Report 193, https://www.who.int
(31 July 2020).
(2) “Covid-19 is here to stay. People will have
to adapt”, https://www.economist.com
(4 Temmuz 2020).
(3) https://www.birgun.net/haber/ankara-alarm-veriyor-iddiasi-kamu-hastanelerinde-bos-yatak-kalmadi
(29 Temmuz 2020).
(4) Agm.
(5) Claire Crossan, “Mutating coronavirus: what
it means for all of us”, https://theconversation.com
(23 June 2020).
(6) Martin Crutsinger ve Paul Wiseman, “Record
economic plunge, bleak jobs numbers reveal virus toll”, https://apnews.com (30 July 2020).
(7) “The coronavirus effect on global economic
sentiment”, https://www.mckinsey.com
(27 July 2020).
(8) https://www.dunya.com/kose-yazisi/reel-sektorun-guveni-simdilik-yerine-geldi
(28 Temmuz 2020).
(9) Martin Wolf, ‘Democracy will fail if we don’t
think as citizens”, https://www.ft.com
(6 July 2020).
(10) https://www.nytimes.com/world/americas/coronavirus-brazil
(25 July 2020).
(11) Catherine Thorbecke, “As COVID-19 financial
crisis wages on, some economists warn of a divergent 'K-shaped' economic
recovery”, https://abcnews.go.com
(16 July 2020).
(12) Oxfam
International newsletter@oxfam.org (28 July 2020).
(13) Bu rapor;
BM Gıda Örgütü (FAO), Uluslararası Tarım Fonu (FAD), BM Çocuk Fonu
(UNICEF), BM Dünya Gıda Programı (WFP) ve Dünya Sağlık Örgütü’nce (WHO) ortak
olarak hazırlandı. Bkz. FAO, Transforming
food systems for affordable healthy diets, Rome, State of Food Security and
Nutrition in the World (SOFI) Report 2020, https://doi.org (8 July 2020).
(14) Agr.
(15) Nicoletta Batini, James Lomax, Divya Mehra,
“Why Sustainable Food Systems are Needed in a post-COVID World”, https://blogs.imf.org (14 July 2020).
(16) FAO, agr.
(17) Julia Conley, “Oxfam America Calls for Tax on
'Pandemic Profiteers' to Fund Covid-19 Recovery and the Common Good”, https://www.commondreams.org (22 July
2020).
(18) Walden Bello, Mara Baviera, “Food Wars”, Agriculture and food in crisis - Conflict, resistance and renewal
(Edts, Fred Magdoff, Brian Tokar), Monthly Review Press, 2010 içinde, s. 46.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder