Gelir
ve servet eşitsizliği döviz kurunu yükseltiyor!
Mustafa
Durmuş
9 Ağustos 2020
1 ABD doları 1 hafta önce 6.85 TL iken dün 7.30’un üzerine çıktı. Yani 45 kuruş değer kazandı. Bu; TL’nin dolar karşısında sadece 1 haftada yüzde 6,6 değer kaybettiği anlamına geliyor.
Dolar
diğer paralar karşısında değer yitiriyor, TL hariç
Üstelik dolar, başta avro olmak üzere diğer rezerv paralar
karşısında değer kaybederken (1), TL dolar karşısında daha da zayıfladı.
Önce kısaca, doların neden diğer ulusal paralar
karşısında değer yitirdiğine değinelim. Bu konuda en az 4 faktör sıralanabilir.
İlk olarak, ABD’de Korona salgını ile ilgili işler
hiç iyiye gitmiyor. Günlük yeni vaka sayısı 50,000’e dayanırken, ülkede salgın
yüzünden hayatını kaybedenlerin sayısı 160,000’e yaklaştı.
İkinci olarak, ülke ekonomisi ciddi bir resesyonda, yani
tarihindeki en sert ekonomik küçülmelerden birini yaşıyor.
Üçüncü olarak, ülkede 1929 yılından bu yana en derin
işsizlik yaşanıyor. Öyle ki Salgının başladığı Mart ayından bu yana işsizlik yardımı
başvurusu yapanların sayısı 55,3 milyonu buldu. Bu sayı Salgın öncesinde 4,4
milyon ve 2008 Büyük Resesyonu sırasında ise 12,6 milyondu.(2)
Son olarak, Devlet Başkanı Trump’a ve onun
yönetimine olan güvenin dibe vurmakta olduğu bir süreç yaşanıyor.
Bu gelişmeler, ABD gibi parası petrol ve altın
alımında tek geçerli rezerv para olan dünyanın en büyük ekonomisine bile olan
güveni azaltır ve yatırımcıların gözünde onun güvenli liman olma özelliğini
zayıflatır. ABD dolarının son günlerde yaşadığı şey de bu.
Buna rağmen TL dolar karşısında değer kaybediyor. Üstelik
ABD yönetimi üzerinde çalışılan yeni bir teşvik paketini henüz açıklamadı.(3) Bu
pakette zor durumdaki şirketlere yüzlerce milyar dolarlık yeni mali desteklerin
verilmesi öngörülüyor.
Bunun ilk etkisinin doları güçlendirmek ve ABD’yi sermaye
hareketleri için güvenli liman yapmak olacağı açık. Bu paket, Fed’in faiz
artırmasına, buradan hareketle de uluslararası sermayenin kendi güvenli limana
geri dönmesine benzer bir etki yaratır. Bu da gerçekleştiğinde TL’nin dolar
karşısındaki kan kaybı devam edecektir.
Sorun
“yerli ve milli”: Ekonomi ve siyaset yönetimine olan güven iyice azaldı
Böylece TL’nin dolar karşısında değer kaybetmesi
Türkiye ekonomisinin ve siyasetinin sorunlarıyla yakından ilgili. Yani “dış
güçler” söylemleriyle başlayan ve artık hiçbir inandırıcılığı kalmayan komplo
teorilerini bir kenara bırakıp içerdeki “yerli ve milli” sorunlara kulak vermek
gerekiyor.
Dolardaki yükselişi açıklarken, ülkenin önde gelen
ekonomistleri (haklı olarak) Türkiye ekonomisinin ve siyasetinin yönetiminin derinleşmekte
olan sorunlarına ve yetersizliklerine atıfta bulunuyorlar.
Yani sırasıyla; vadesi gelen büyük çaptaki özel
sektör dış borç geri ödemeleri, cari açığın artması ve bunun da döviz
ihtiyacını artırması, ülke risk puanını gösteren CDS’lerin 600’e doğru
tırmanışa geçmesi, içerde uygulanan negatif reel faiz oranlarının yarattığı
dolarizasyon baskısı, Merkez Bankasının son dönemde geniş çaplı olarak emisyona
gitmesinin TL’yi daha da değersizleştirmesi, yabancıların TL cinsinden portföylerini
boşaltarak çıkış yapmaları ve diğer yabancı sermaye çıkışlarındaki artışlar (buna
karşılık yeni yabancı kaynağın gelmemesi), Merkez Bankası rezervlerinin ciddi
biçimde erimesi (son 4 ayda 40 milyar dolar eridi (4), durumun döviz SWAP’larıyla
kurtarılmaya çalışılması, 10 milyonun üzerine çıkan işsizlik, artan yoksulluk
ve Salgın yönetiminde gösterilen zafiyet yüzünden salgın vakalarının tekrar
artışa geçmesi…
Bu faktörleri inkâr edebilmek mümkün değil. Çünkü
bunlar ülkenin ekonomisi ve siyaseti ile ilgili ciddi belirsizlikleri, riskleri
sergiliyor ve güven sorununa dikkat çekiyor ki döviz kuru başta olmak üzere
parasal tüm göstergeler bu güven yitiminden doğrudan etkileniyor.
IMF
raporu: Türkiye ekonomisi şoklara çok duyarlı
Lafı daha fazla uzatmadan Uluslararası Para Fonu’nun
(IMF) birkaç gün önce yayınlanan Dış Finansman Raporu’nda anlatılan Türkiye
bölümünü özetleyelim.(5)
IMF, ülkenin dış yükümlülüklerinin bileşimi ve
büyüklüğü; döviz rezervlerinin (2020 Mayıs ayı ortası itibariyle) 22 milyar
dolar azalarak 26 milyar dolara gerilemiş olduğu (işin gerçeği bugün döviz SWAP’ları
düşüldüğünde net rezervler ciddi miktarda eksiye gerilemiş durumda); 2020 yılının ilk çeyreğinde dışarı giden
sermayenin 6 milyar doları bulduğu (Temmuz sonu itibariyle 10 milyar doları
buldu); 2020-2021 döneminde yılda GSYH’sinin yüzde 23’ü oranında dış finansmana
ihtiyaç olduğu gibi gerçekler dikkate alındığında; Türkiye ekonomisinin likidite
şoklarına, yerli ve yabancı
yatırımcılardaki güven değişimlerine ve küresel faiz oranlarındaki artışa son
derece duyarlı bir konuma geldiğinin altını çiziyor.
Göz
ardı edilen diğer gerçekler
Ne ekonomistlerin, ne de uluslararası raporların
sözünü ettiği diğer bazı gerçekler daha var: Sırasıyla; devlet eliyle yaratılan
rant ile yüksek kur arasındaki ilişki ve gelir ve servet bölüşümü eşitsizliği
ile kurdaki yükseliş arasındaki ilişki.
Öncelikle rantı ele alalım. Gerçi bazı iktisatçılar yazılarında
son aylarda Merkez Bankası rezervlerinin kullanılarak kamu bankaları
aracılığıyla (adeta arka kapıdan) bazı şirketler başta olmak üzere, piyasalara
göreli olarak ucuz döviz sağlamasından defalarca söz ettiler. Nitekim bu yolla
son 1 yılda piyasalara 100 milyar dolarlık dövizin piyasa fiyatının altında
verildiği ileri sürülüyor. (6)
Böyle bir operasyon, kuru belli bir düzeyde tutmak
gerekçesiyle savunulabilirse de, bunun en az iki sonucu oluyor: İlki Merkez
Bankası rezervlerini eritmesi ve bunun bir süre sonra kuru fırlatması. İkincisi
ise hemen bununla ilgili olarak, bu yolla bazı sektörler ve bu sektörlerde
faaliyette bulunan şirketlere rant aktarılması.
Ucuz
faiz gibi, ucuz döviz de bir rant aktarımı
Aslında ekonomiyi yakından takip edenler bu
şirketlerin, iktidara yakın büyük sermaye gruplarına ait ağırlıklı olarak
inşaat ve enerji şirketleri olduğunu biliyor.(7)
Bu şirketler öyle palazlandılar ki, aldıkları her
türden devlet desteği sayesinde patronları ülkenin sayılı dolar milyarderleri
arasına girdi, servetlerine servet kattı. Kendileri süper zenginler haline
gelirken, geriye deyim yerindeyse “zombi şirketler”, yani ölü mü, canlı mı
olduğu bilinmeyen, ucuz faiz ve ucuz döviz desteğiyle ayakta kalabilen dev sermaye
şirketleri ve ağır koşullarda çalıştırılan yoksul işçiler bıraktılar.
Dövize dönük kamu bankalarınca yapılan operasyonlar
(tıpkı faizde olduğu gibi) bunlar için yapılırken, kamu bankaları ciddi
boyutlarda görev zararı vermeye başladı. Nihayetinde ülkenin döviz rezervleri
tükendi. Böyle olunca da döviz kuru artık engellenemez bir tırmanışa geçti. Bu arada
servetine servet katan patronlar daha da büyüdüler.
Kısaca döviz kurundaki hızlı yükselişi (bizce)
bilinçli bir biçimde uygulanan ve belli sermaye gruplarını zengin etmekle,
dolayısıyla da bir tür rant aktarmakla sonuçlanan, büyük sermayenin belli
kesimlerini gözeten sınıf politikalarından ayrı düşünmemek gerekiyor.
Döviz: Arzı kıt, talebi fazla
İkincisi ise bildik arz-talep yasası ile ilgili. Döviz
arzı kısıtlı. Adı üstünde başka bir devlete ait rezerv paralardan söz ediyoruz.
Bu paraları kendi banknot matbaamızda basıp arzı çoğaltma imkânımız yok. Üstelik
turizm sektörünün sağladığı döviz gelirleri tarihin en düşük düzeyinde
seyrediyor. İhracat ve ithalat malum: Cari açık tekrar artmaya başladı.
Dövize olan talep tarafında ise yazının girişinde sıraladığımız
faktörlere ilaveten (yorumcuların atladığı bir diğer gerçek olan) gelir ve
servet bölüşümü eşitsizliği önemli rol oynuyor.
Gelir
ve servet eşitsizliği döviz kurundaki yükselişin bir nedeni
Bunu açıklayabilmek için öncelikle bu eşitsizliğin
hangi boyutlarda olduğunu özetle gösterelim.
Ülkede en zengin yüzde 1’lik nüfus milli gelirin
yüzde 24’ünü elde ediyor. Aynı yüzde 1’lik grup servetin yaklaşık yüzde 54’üne
sahip. En zengin yüzde 10’luk kesim ise toplam servetin yüzde 78’ine el koymuş
durumda. (8) Bir de bu zenginlerimizin ülke dışındaki vergi cennetleri denilen
yerlerde tuttukları döviz cinsinden servetleri var. (Sıkı durun) bu tutar, ülke
milli gelirinin beşte birine yani 150-160 milyar dolara denk düşüyor.(9)
“Yerli ve milli” bu süper zenginlerimiz bu serveti
içerde ve dışarda büyütmek istiyorlar. Zaman zaman dışardaki bu paralarını
ülkeye getirerek de bunu yapıyorlar ama biz asıl olarak bunu ülkede nasıl
yaptıklarına odaklanalım.
Parasal servetten söz ettiğimiz için Kanal İstanbul
civarında alınan arsalardan ya da hızla imar geçirilerek bir anda değeri
onlarca kat artan arazi, arsa yatırımlarını ya da altını dikkate almıyor, daha çok
para piyasalarındaki servet biriktirme araçlarından söz ediyoruz. Yani kısaca; banka mevduatlarını, Hazine bonosu ve
tahvillerini ve borsayı masaya yatıracağız.
Parasal
serveti büyütme araçları
Resmi verilere göre; Türkiye’de yerleşikler servetlerinin
yüzde 66’sını mevduat, yüzde 29’unu
Hazine Bonosu ve devlet tahvili (DİBS) ve yüzde 5’ini borsada (BİST) tutuyor.
Türkiye’deki yerli ve yabancı tüm mevduat
sahiplerinin (15 Mayıs 2020 itibarıyla) bankalarda toplam 3,1 trilyon TL’lik
mevduatı var. Bu mevduatın yüzde 82’i yerleşiklere ait. (10) Böylece bu yerleşiklerin
bankalarda tuttukları yaklaşık 2,6 trilyon TL’lik servetleri mevcut ve bu
servetin dağılımı şöyle:
TL cinsinden mevduatta 1,335 trilyon TL; döviz cinsinden
mevduatta 1,216 trilyon TL (15 Mayıs dolar kuru ile 178 milyar dolar/) olmak
üzere toplam 2,560 trilyon TL’lik banka mevduatı söz konusu.
Bu mevduatın (servetin) yüzde 55’i 1 milyon TL’nin
üzerinde. 1 milyonun üzerindeki mevduatı olanların sayısı (15 Mayıs itibariyle)
220,000. Korona Salgını döneminde milyoner sayısının 30 bin 470 kişi daha arttığı
ileri sürülüyor. (11) Kısaca 1 milyon TL ve üzerinde mevduata sahip 250,000
kişinden fazla insan var Türkiye’de.
Kuşkusuz servet sadece mevduatlarla sınırlı değil. Hazine
kâğıtları olarak da adlandırılan DİBS Tutarı (28 Mayıs 2020 itibariyle) 969 milyar TL. Bunun yüzde 94,7’si yurt içi
yerleşiklere ait.
Son olarak, BİST İstanbul’un (27 Mayıs 2020 tarihindeki)
değeri 135,9 milyar dolar yani o günkü kur ile 927 milyar TL. Bunun da yüzde
74’ü yerlilere ait. Böylece kabaca TC’de
yerleşiklerin 821 milyar TL değerinde borsa kâğıtları var.
Asgari
ücretli kadar vergi ödemeyen servet sahipleri
Bu arada bankalardaki mevduatların faiz
gelirlerinden asgari ücretliden alınan kadar dahi bir Gelir Vergisi alınmıyor.
Hazine kâğıtlarından (yerli ve yabancı fark etmeksizin) sadece yüzde 0-10
arasında bir vergi alınıyor. Borsadaki servetten elde edilen gelirlerdense her
hangi bir vergi alınmıyor.(12)
Özetle; dövize olan talebi sadece yukarıda sözü
edilen yapısal faktörler değil, gelir ve servet eşitsizliği yüzünden iyice
büyüyen, güçlenen büyük servet sahipleri de belirliyor. Ülkede olduğu gibi
TL’nin getirisi enflasyonun altındaysa ve MB’nin kullanım biçiminden dolayı
TL’nin satın alma gücü sürekli düşüyorsa, ülkede hem ekonomik, hem de politik
belirsizlikler ve riskler artıyorsa, büyük servetlerin sahipleri ya
servetlerini yurt dışına çıkartmak ya da böyle bir zamanda spekülatif kazançlar
sağlamak için dolara, dövize (ve altına) yöneliyorlar. Böylece bu büyük
oyuncular kurun sürekli olarak yukarı çıkmasını sağlıyorlar.
Sonuç olarak bir ülkede sadece üretim ilişkilerinin
sürdürülebilirliği değil, bölüşüm ilişkilerinin son derece eşitsiz bir hal
alması da (bunun sadece piyasalar eliyle değil, devlet tarafından da teşvik
edilmesi neticesinde) ulusal paranın değer kaybıyla, dövizin sürekli
yükselmesiyle, bu şekilde de yeni servetlerin yaratılmasıyla sonuçlanıyor.
Ayrıca bu çaptaki bir gelir ve servet eşitsizliği
sadece kurun anormal biçimde artmasının nedenlerinden biri değil, aynı zamanda
sonuçlarından birini de oluşturuyor. Yani, döviz kuru arttıkça dolar ve avro
zenginleri toplumun geri kalanlarıyla arayı daha da açıyor.
Sonuç:
Sistemik sorunlar sistemik çözümler gerektiriyor
Böylece hem Korona sonrası çöken ekonominin ayağa
kaldırılabilmesi, yeni istihdam ve gelir yaratılabilmesi, hem de döviz kuru
artışlarının önlenebilmesi için, böyle bir finansal servet kaynaklı zenginleşmenin
önlenmesi gerekiyor. Bunun için de acilen, adaletli bir artan oranlı servet
vergisi ve kâr vergisini hayata geçirmek kaçınılmaz hale geliyor.
Merkez Bankası’nın kurdaki artışı yavaşlatabilmek
için likidite imkânını azaltmak biçimindeki son müdahalesi ise başarısızlığa mahkûm.
Gizli faiz artırımı olarak adlandırılsa da, bu tür operasyonlar ancak diğer
şeylerin normal olduğu bir ekonomide para arzını kısarak dolaylı bir faiz
artışı, bu da ulusal paranın güçlenmesi etkisini yaratabilir.
Politik ve jeopolitik risklerin hızla artmaya devam
ettiği, ciddi bir ekonomik krizin ve bu krizi yönetmeme sorununun yaşandığı bir
ülkede kâğıt üzerinde geçerli olan teoriler başarısız kalmaya mahkûm.
Sorunların birinci derecede sorumluluğuna sahip
olsalar da, kişiler üzerinden siyasal iktidara yapılan eleştiriler yeterli
olmaz. Sistemik sorunlar sistemik,
radikal çözümler ve tutumlar gerektirir.
Dip notlar:
(1) https://www.ig.com/en/commodities/markets-commodities/us-dollar-basket
(7 Ağustos 2020).
(2) Initial
unemployment claims, https://anticap.wordpress.com
(6 August 2020).
(3) James
Politi, Lauren Fedor, “ Republican divisions threaten new US stimulus
proposal”, https://www.ft.com (23
July 2020).
(4) Uğur
Gürses, “Ankara’daki döviz vakumu”, https://ugurses.net
(31 Temmuz 2020).
(5) International
Monetary Fund, 2020. External Sector
Report: Global Imbalances and the COVID-19 Crisis, Washington, DC,( August
2020), s. 91.
(6) “Reuters:
Türk Lirası'nı desteklemek için piyasaya geçen yıldan beri 100 milyar dolar
döviz sürüldü”, https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye
(16 Temmuz 2020).
(7) Bu
konu ile ilgili detaylar için Bahadır Özgür’ün Gazete Duvar’daki ve Çiğdem
Toker’in Sözcü Gazetesi’ndeki araştırmacı-gazetecilik yazılarına bakılabilir.
(8) Mustafa
Durmuş, Büyük Değişim: Popülist
Otoriterleşme, İMGE Kitabevi, 2019,
s. 45.
(9) Annette Alstadsæter, Niels Johannesen and
Gabriel Zucman, “Who Owns the Wealth in
Tax Havens?, Macro Evidence and Implications for Global Inequality” (27 December 2017), s. 28.
(10) TCMB, Hazine ve Maliye Bakanlığı ve BDDK
verileri.
(11) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/salgin-doneminde-milyoner-sayisi-30-bin-470-kisi-artti
(6 Haziran 2020).
(12) 193
Sayılı Gelir Vergisi Kanunu, Geçici 67.
Madde, https://www.gib.gov.tr
(7 Ağustos 2020).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder