‘GAZİNO
KAPİTALİZMİ’ ALTINDA KALKINMAK?
Mustafa
Durmuş
11 Mart 2017
Ana akım iktisat ve işletme ders kitaplarına
bakarsanız, piyasaların serbestçe hareket ettiği bir ekonomide finans
piyasaları kaynakları en doğru biçimde kalkınma ve büyüme amaçlı olarak
dağıtır.
Bu kitaplara göre, borsa gibi sermaye piyasaları ve
bankalar gibi para piyasaları halkın elindeki küçük-büyük tasarrufları, girişimcilerle,
yeni yatırımcılarla buluşturur ve bunlar da ülkenin ihtiyacı olan yatırımları
yaparak hem ekonomiyi büyütürler, istihdam ve gelir yaratırlar, hem de ülkenin
kalkınması için gerekli olan yeni sanayilerin oluşturulmasına ve teknolojilerin
üretilmesine katkıda bulunurlar.
Bu
sistem gerçekte böyle mi işliyor?
Öncelikle kitaplarda yazılan, anlatılan bu modeller ve
teorik çıkarımlar ‘Merkez Ekonomiler’ adı da verilen ve gelişmiş para ve
sermaye piyasalarına sahip gelişmiş ülkeler göz önüne alınarak yapılıyor.
Buna rağmen son 2008 krizi bu ülkelerdeki bu denli
gelişmiş finans piyasalarının tasarrufları yatırıma dönüştürücü işlevlerinden
koparak hızla spekülatif kârlar elde etmeye hizmet eden mekanizmalara
dönüştüğünü ortaya koydu. Kapitalizmin artık bir ‘Gazino- Kumarhane Kapitalizmi’ne
dönüştüğü sıklıkla dillendiriliyor. Dünya çapında reel üretimin on katı
civarında türev piyasaların varlığı da bunun ispatı.
Bizimki
gibi azgelişmiş ekonomilerde ise büyümeden daha önemli bir sorun mevcut:
Kalkınamamak.
Türkiye 2002-2007 döneminde yılda ortalama yüzde 6,9
ve 2007’’den sonra yılda ortalama yüzde 3,3 büyüdü. 2016’dan itibaren ise
fiilen küçülme yaşandı ve hem geçen yılın, hem de 2017’nin büyüme hızının yüzde
2’nin üzerinde olması beklenmiyor.
Yani belli bir süre için ekonomiyi hızlı büyütseniz de
bunun sürdürülebilir olmasını sağlayamıyorsunuz. Bu durum bizde İzlenen
finans-inşaat ve ranta dayalı büyüme ve birikim
modelinin kaçınılmaz bir sonucu.
Her taraf AVM’lerle, plazalarla, TOKİ konutlarıyla, büyük
camilerle, duble yollarla, köprülerle, hava limanlarıyla ve tünellerle doldu, inşaat
sektörü devasa büyüdü. Öyle ki Dünya çapında 42 büyük inşaat firmamız var
artık, 31 tane dolar milyarderimizin neredeyse yarısı ise yeni dönemde palazlanan
inşaat firmalarının sahiplerinden oluşuyor. Ancak Türkiye kalkındı mı? Bırakın
emek ve çevre ile uyumlu yeni sanayileri, yeni teknolojileri, bu dönemde kaç
tane büyük fabrika kuruldu, imalat sanayiinde kaç kişilik yeni istihdam
yaratıldı, hangi yeni teknolojiler geliştirildi? Yani sanayileşme ve iktisadi
kalkınma açısından hangi somut adımlar atıldı?
Bunlar olmadı, olamazdı da. Zira 1980 yılından bu yana,
ama özellikle de son 14 yıldır izlenen servet birikimi ve büyüme stratejisi
buna uygun değil. Bu model devletçe
benimsendi, bunun özel sektör ayağını da inşaat sektörü ve bunların ardında
yatan uluslararası finans ve bankacılık sektörü oluşturdu.
Sevgili arkadaşım Hakan Özyıldız bugün paylaştığı bir
yazısında Türkiye’de bankacılık sektörünün işlevleri açısından geldiği noktayı
çok güzel özetlemiş (http://www.hakanozyildiz.com/2017/03/milyonerler-yabanc-bankalar-tercih.html).
“Banka mevduatlarının yüzde 54’ü tasarrufçuların binde
16’sının kontrolünde, ortalama vade 3 ay, 1 milyon lira üzerindeki mevduatları
elinde tutan bankalar içinde yabancı bankalar 2005 yılındaki yüzde 1,7 olan paylarını
2016’da yüzde 26’ya çıkartmışlar”, başta muhafazakâr seçmenlerin ağırlıkta
olduğu kentlerde dolar cinsinden mevduatlara doğru ciddi bir yönelim söz
konusu. Daha da önemlisi bu bankacılık sektörünün toplam aktif büyüklüğü Deutsche
Bank’ın aktif büyüklüğünün altında kalıyor.
Sermaye piyasalarının gözdesi olan Borsa’nın 90,000’e
dayanmasına ise aldanmayın. Zira borsa yatırımcısının üçte ikisi yabancılardan
oluşuyor ve onlar da, örneğin doların 3,94’ü gördüğü bir anda dolar bozdurarak
borsaya girerek, dolar 3,56’ya kadar düşünce kur farkından faydalanarak ciddi
vurgun yapanlar. Yani borsadaki yükseliş şirketlerin ya da ekonominin iyi
durumda olduğunun bir göstergesi değil. Zira bu kesimler uzun vadeli yatırımcı
değil, daha ziyade kısa vadede ciddi vurgun yapıp çıkanlar.
Yani geçmişimizi olduğu gibi geleceğimizi de teslim
ettiğimiz finans piyasaları hem az gelişmiş, güdük, hem spekülatif ve manipülatif. Bırakın kalkınmayı, sanayileşmeyi, sürdürülebilir
bir büyümeyi bile destekler nitelikte değil.
Ya
Varlık Fonu?
O halde “T. Varlık Fonu büyüme ve kalkınmada yeni bir
finansman modeli olur” diyebilirsiniz. Zira bazı kesimler bunu böyle sunuyorlar.
Ancak 200 milyar dolarlık bir varlık üzerinden
borçlanma senetleri çıkartarak mevcut kredi borçlarını ödemeyi, yüzlerce milyar
doları bulan, koşullu yükümlülükler altında yürütülen özel, kamu-özel
projelerini fonlamayı düşleyen bir fondan bahsediyoruz.
Fonlayacağı projelerin gerçek bir iktisadi ve sosyal
kalkınma ve sanayileşme projesinden ziyade, ağırlıklı olarak mevcut büyük alt
yapı ve üst yapı projeleri olduğu anlaşılıyor. Bu Fon’un da mevcut ‘Gazino Kapitalizmi’nin bir diğer
bir aktörü olmasını engelleyecek hiçbir kamusal denetim, düzenleme, kontrole
tabi olmadığını kuruluş yasasından biliyoruz.
Durumu büyük resimdeki yerine oturtabilmek için iki ünlü
yazarın kulaklarını çınlatarak bitirelim.
N.
Klein, neo liberalizmi “dünyanın sil baştan ve ideolojik
olarak yeniden yapılmasının detaylı, derin bir hikâyesi” olarak tanımlar.
Özellikle “şok terapi adı altında dünyada pek çok ülke ve kentte hayata
geçirilen ekonomi politikalarının, çok zenginler ve bankalar dışındaki geniş
kitleler için felaketle sonuçlandığını” vurgular.
Profesör David
Harvey ise kapitalizmin neoliberalizm döneminin dört ayaklı olduğundan söz
eder: Özelleştirme, her türlü mal ve
hizmeti bir vurgunculuk aracına dönüştüren bir hızlı bir finansallaşma, servetin üst sınıflar lehine ve bölüştürülmesinde
devletin açık bir biçimde bir araç olarak kullanılması ve her türlü doğal,
sosyal, politik ve ekonomik felaketin ve krizlerin kapitalist sınıf için ve
onun tarafından manipülasyonu olarak
tanımlar.
Kapitalist-üst-aklın “The party's core belief is that Poland underwent a fake transition in which former communists and moderate oppositionists colluded to control the levers of power behind a façade of liberal democracy” pasajı ile İpekçizâde İsmail Cem beyin «(…) ve 1954 yılında Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu adı ile, yabancılara tanıdığı haklar bakımından dünyada eşi-benzeri bulunmayan bir kanun daha çıkarılacaktır. (…) bir de ünlü Petrol Kanunu kabul edilecektir. Ancak bu çabaların ilki büyük çaptaki özel sermayenin gelmesine yetmeyecektir» Marx-bilimsel sapıtamasını birlikte okumak fevkalâde öğretici olacaktır [bkz: (1) Shotter, J. & Barber, T., “A clash of values at the heart of Europe” (title over 4 columns) Big Read Poland, Financial Times Europe, © The Financial Times Limited 2017 No.39,537, Saturday 29 July / Sunday 30 July 2017, p.5 ve (--2--) İsmail Cem, «Türkiye'de geri kalmışlığın tarihi», Cem Yayınevi , Kültür Dizisi, Sekizinci baskı Mart 1982 Basaş Ofset, s.400].
YanıtlaSil