“PİYASA TANRI” “DEVLET TANRIYA” KARŞI
Mustafa Durmuş
23 Mayıs 2018
Dolar sonunda 4,80’i de aştı, 5’e doğru
koşuyor. Sadece yılbaşından bu yana liranın dolar karşısındaki değer kaybı
yüzde 25’e yaklaştı.
“Neler oluyor?” diye soranlar için yanıt
açık: Aslında yeni bir şey olmuyor. Bir süredir başta döviz, işsizlik,
enflasyon, borç stokları ve cari açık olmak üzere ekonominin temel göstergeleri
freni patlamış bir araç gibi yolundakileri ezip geçiyor. Alınan baskın seçim
kararı ise, tıpkı 2001 yılında alınan erken seçim kararı gibi, bu süreci
hızlandıran ve aracı duvara toslatan bir karar olarak tarihe geçecek.
DOLAR NEDEN YÜKSELİYOR YA DA LİRA NEDEN
BU DENLİ DEĞER KAYBEDİYOR?
Bu sorunun birçok yanıtı var ama sadece
belli başlılarına değinmekle yetinelim.
Küresel çapta sırasıyla; Trump’ın
uyguladığı korumacı politikalar, koyduğu ithalat vergileri ve ithalat
kısıtlamaları, FED’in ard arda faiz oranlarını artırıyor olması ama en önemlisi
petrol fiyatlarının sürekli artması doları fırlatıyor.
PETROL FİYATLARI ARTIYOR
Örnek olarak petrolün varili 80 doları
buldu. 40 dolarlardan bu düzeye geldi. Petrolü sadece elinizdeki dolar ile
alabiliyorsunuz. Dolayısıyla da Türkiye gibi petrol ithalatı yüksek bir ülke
iseniz dolara olan ihtiyacınız çok daha fazla oluyor. Böylece petrolün fiyatı
arttıkça cebinizde daha çok dolar bulundurmak zorundasınız. Bu da sizin
hesapsız-kitapsız büyüme politikalarınızı gözden geçirmenizi gerekli kılıyor.
İTHALATA OLAN AĞIR BAĞIMLILIK
Türkiye ekonomisi hem üretim ve tüketim,
hem de ihracat açısından ithalata bağımlı. Yani sermayedarlar kâr elde
edebilmek için üretim yaptıklarında bunun hammaddesini, makine ve ekipmanını,
teknolojisini, ara malını çok büyük ölçüde dışarıdan sağlamak zorundalar. Bu
bağımlılık yüzde 80’e yaklaşmış durumda. Ayrıca saman, et, buğday, şeker, hatta
tereyağı dahi gıda maddeleri de artık ithalatla geliyor. Soframızda olan
neredeyse hiçbir şey ne yerli ne de milli artık.
Bu durum son 16 yıldır izlenen
sanayisizleştirici olduğu kadar tarımsızlaştırıcı neo liberal ithalat
politikalarının ve inşaata dayalı kâr ve sermaye biriktirme stratejisinin bir
sonucu. Tarımsal arazilerin üzerine AVM’ler, plazalar, TOKİ binaları
dikerseniz, buralardaki dükkân ve mağazalarınız da ağırlıkla ithal malı ürünler
satarsa siz üretimde de tüketim de ithalata bağımlısınız demektir. Bu nedenle
de bunları ithal etmek için dolarınızın, avronuzun olması gerekiyor.
ÖZEL SEKTÖRÜN DIŞ BORCU PATLADI
Ülkenin dış borç stoku 453 milyar dolar.
Bunlar geri ödenecek. Tek başına özel sektörün bu yıl sonuna kadar ödemesi
gereken dış borç faiziyle birlikte yaklaşık 94 milyar. Döviz pozisyon açığı ise
bunun üç katı. Bu da borçlu firmaların, ekonomiye ve iktidara olan güveni
azaldığında bu borçları ödeyebilmek için bugünden, yani dolar daha da
yükselmeden dolar satın alarak biriktirmesine neden oluyor. Bu da kuru
yükseltiyor.
ENFLASYON VE BELİRSİZLİKLER ARTTI
Son olarak enflasyon bu denli yüksek,
gelecek bu denli belirsiz ve ekonomik ve politik risklerle dolu olduğunda
elinde Türk lirası olanlar paralarının değerinin erimesini önlemek için ya
dolar (ya da avro) veya altın almaya başlıyorlar. Dolar ile birlikte altının da
zirve yapmasının nedeni bu.
Aklınıza şu öneri gelebilir: Hükümet
dolar bassın! Doların başkasının parası olduğunu, yani bunu basma yetkisine
sahip tek ülkenin ABD olduğunu hatırlatalım. Geçmişte bunu Saddam yasa dışı
olarak yaptı ama başına neler geldiğini gördük. Yani bu da çözüm değil.
YA SONUÇLARI?
İflaslar artacak. Kitlesel işçi çıkarımları gündemde:
Kuşkusuz bunun en çarpıcı sonucu, döviz
cinsinden borçlu bazı firmaların, artık borçlarını dahi çevirebilmek için yeni
borç alamamaları nedeniyle batmaları, iflas etmeleri olacak. Bunun işaretleri
de yok değil. Doğuş Grubu dâhil birçok büyük firma mallarını satarak bu
sıkıntıyı aşmaya çalışıyor. Ama bu batış ve iflaslar asıl olarak, o
işletmelerde çalışanları, işçileri, emekçileri vuracak. Çünkü bu durum onları
işsiz bırakacak, yoksulluğa ve açlığa itecek.
Vergi gelirleri azalacak:
Batışlar, iflaslar olduğunda hem
doğrudan kurumlar vergisi ve gelir vergisi tahsilatları azalacak, hem de azalan
ithalat ya da iç ticaretten dolayı KDV ve ÖTV gelirleri düşecek. Bu devletin
yeni kemer sıkma politikalarına başvurmasına neden olacak ve halkın yoksulluğunu
artıracak.
Hayat daha da pahalanacak:
Döviz artınca, petrolden başlayarak,
iğneye, ipliğe zam geldiğini artık yaşayarak biliyoruz. Yani fiyatlar,
enflasyon artacak. Gelirlerini kaybeden ya da ücretleri enflasyon nispetinde
artmayanlar bu fiyat artışları karşısında daha da yoksullaşacaklar.
MERKEZ BANKASI MÜDAHALE EDECEK Mİ?
Ana akım burjuva iktisat teorileri
ekonomideki her şeyi Arz-Talep Kanunu ile açıklamaya çalışsalar da genelde
yetersiz kalırlar. Bunun nedeni petrol, emlak, borsa ve döviz piyasaları gibi
çok önemli piyasalarda genellikle bu kanunun çalışmamasıdır.
Örneğin bu kanuna göre, bir malın fiyatı
arttığında o mala olan talep düşer. Şimdi soralım: O halde neden dövizin fiyatı
yükselirken dövize olan talep azalmıyor, tersine artıyor?
DOĞRU DOZU AYARLAMAK İMKÂNSIZ
Bu nedenle de para arzı ile para
talebinin kesiştiği nokta olarak açıklanan denge faizi gibi kavramların da
gerçekte karşılığı olduğunu ileri sürmek zor. Yani döviz kurunu dengede
tutabilmek için gerekli olan denge faiz oranını grafik üzerinde hesaplamak,
çizmek kolay ama gerçekte bu hesap tutmuyor. Arz-Talep Kanunu işlemediğinde
bunun zorunlu parçası olan denge fiyatı da anlamını yitiriyor.
Buradan hareketle Merkez Bankası faiz
oranını 300-500 puan artırsa dahi, bu artışla sağlanan faiz oranı denge faiz
oranı olmayacak ve kısa bir süre düşen kur tekrar yükselecek. Yani ilacın
dozunu tam olarak belirlemek mümkün olmadığı gibi, ilaç hastalığın kendini
ortadan kaldırmayan, sadece kısa süreliğine ağrı kesici etkisi yaratan bir ilaç.
Kaldı ki faiz artırımı konusunda çok da geç kalındı.
DOLARIN GERÇEK DEĞERİ NE?
Eğer dövizin fiyatını Arz-Talep Kanunu
belirlemiyorsa ne belirliyor? Bizce bu konuda hala başvurabileceğimiz bir
ekonomi politik kanunu var: Emeğin Değer Kanunu. Ancak bu kanunun
19.yüzyıldakine göre biraz genişletilmiş bir versiyonuna başvurmak gerekiyor.
Zira son 150 yılda dünya çok değişti.
Bu kanuna göre bir malın değerini (fiyatın değerden sapması daha farklı bir şey) belirleyen şey onun için harcanmış olan toplumsal emek miktarıdır. Günümüzde baskın emperyalist finans kapital olgusu ve FED gibi kurumların varlığı bu değeri doğrudan etkileyen faktörler. Bu nedenle de normalde basımı 1 doları geçmeyen bir 100 dolarlık banknotun değeri ancak onu elde edebilmenin maliyetinin yüksekliğiyle açıklanabilir.
Bu kanuna göre bir malın değerini (fiyatın değerden sapması daha farklı bir şey) belirleyen şey onun için harcanmış olan toplumsal emek miktarıdır. Günümüzde baskın emperyalist finans kapital olgusu ve FED gibi kurumların varlığı bu değeri doğrudan etkileyen faktörler. Bu nedenle de normalde basımı 1 doları geçmeyen bir 100 dolarlık banknotun değeri ancak onu elde edebilmenin maliyetinin yüksekliğiyle açıklanabilir.
DOLARA ERİŞİM MALİYETİ
Bu noktada az gelişmiş ülkelerin dolara
erişim güçlükleri, içeride çok yüksek faiz oranları uygulamak zorunda
kalmaları, FED’in faiz politikaları ve LİBOR gibi piyasalar belirleyici oluyor.
Böylece doları bir az gelişmiş ülke ne kadar zor elde ediyorsa, doların değeri
o ülkenin parası karşısında o denli yüksek oluyor (bu yaklaşım çerçevesinde
arz-talep sadece sonuca etki yapan etkenlerden biri olarak görülmeli).
TANRILAR SAVAŞIYOR!
Kapitalist sistem içinde mecazi olarak
iki tanrıdan söz edilebilir: Piyasa Tanrı ve Devlet Tanrı. Bunlar genelde
birbiriyle uyum içindedirler, birbirlerinin işine pek karışmazlar. Böyle bir
durum hatta kapitalizm öncesinde de mevcuttur. Öyle ki Hz. İsa’nın “Tanrının
hakkı Tanrıya, Kralın hakkını Krala” diye özetlenen ünlü sözünde, köylüden
toplanan vergi gelirlerinin Kral ve Kilise arasındaki (tithe) paylaşımını
meşrulaştırdığı ileri sürülür.
Ama zaman zaman bu tanrılar da
birbirlerine ters düşerler. Özellikle de derin ekonomik ve politik krizler söz
konusu olduğunda bu çatışma görülür. Hele Devlet Tanrı kendi iktidarı, gücüyle
ilgili sıkıntılarından dolayı piyasaları karşısına aldığında ya da almış gibi
göründüğünde, Piyasa Tanrının kendine olan güvenini kaybeder. Böyle bir durumda
hegemonya savaşları da başlar. Devlet Tanrı elindeki devlet erkini kullanarak
Piyasa Tanrıyı cezalandırmak, Piyasa Tanrı da faiz, kur, enflasyon gibi
araçlarıyla onu cezalandırmak ister. Şu an Türkiye’deki durum aslında bu
benzetmeye uygun bir durum olarak görülebilir.
HZ. MUSA'NIN ASASI KİMİN ELİNDEYSE
SONUCU O BELİRLER?
Tekrar aynı soruya dönelim. Merkez
Bankası faiz silahını çekerek bu gidişi durdurabilir mi?
Bu, öncelikle asanın (faiz) Devlet
Tanrının mı yoksa Piyasa Tanrının mı elinde olmasına bağlı olarak değişir. Asa
Devlet Tanrının elindeyse, inşaat, emlak, konut sektöründeki taahhütleri ve
dini söylemleri de dikkate alındığında faizin ciddi oranda yükseltilmesini
beklemek zor. Piyasa Tanrının elindeyse faiz yükseltilebilir ama bu yeterli olmaz.
Zira piyasalar siyasal iktidarın ekonomi yönetimine güvenlerini giderek
yitiriyorlar. Artık bu kesimler açısından da gelecek iyice belirsizleşmiş
durumda. Yani ciddi bir güven sorunu oluştu. Böyle olduğunda faiz gibi araçlar
yetersiz kalıyor.
Kaldı ki piyasaların
böyle bir gücü olduğuna, yani faiz asasını kullanacağına inananlar, Hz.
Musa’nın kavmini kurtarabilmek için asasıyla denizi ortadan yarıp, bir geçiş
yolu ortaya çıkardığına inananlar, böyle bir gücü vardıysa neden işin başında
kavmine yapılan saldırıyı önlemedi, sorusunu kendilerine sormalılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder