31 Mayıs 2018 Perşembe

SUÇLU AYAĞA KALK


SUÇLU AYAĞA KALK!

Mustafa Durmuş

30 Mayıs 2018

Ülker Grubu ve Doğuş Grubu gibi ülkenin dev sermaye gruplarının ardından, (basına sızdığı kadarıyla), AKP iktidarları döneminin en önemli ekonomik büyüme motorlarından olan inşaat-emlak sektöründeki büyük firmalardan da iflas vb. haberleri gelmeye başladı.

DEV İNŞAAT FİRMALARI ZORDA
Bahadır Özgür geçen ay aslında bu konu ile ilgili son derece önemli bir yazı yazmıştı (1). Buna göre, Türkiye’nin tanınmış 4 büyük inşaat firması (yasal engeller nedeniyle firmalara ait firma adı gibi bilgiler resmen açıklanmamış) yaptıkları projeler, aldıkları krediler, satamadıkları konutlar ve kur baskısı nedeniyle darboğaza düştü:
“Bu şirketlerden en büyüğü, enerjiden beyaz eşyaya çok farklı sektörlerde faaliyet yürüten dev holdinglerden biri. Konkordato ilan etmesine ramak kaldığı belirtilen diğerini Frank Sinatra hayranları kolayca bulabilecektir. Üçüncü inşaatçı ise daha düne kadar Türkiye’nin her yanına diktiği AVM’lerle övünüp duruyordu. Son firma da çok köklü ve Ankara’da öğrencilik yapanların buluşma, adres tariflerinin vazgeçilmez mekânıyla özdeşleşmiş” bir firma.
Özgür yazısını şöyle tamamlıyor: “Bu dördü en büyükler içinden örnekler sadece. İrili ufaklı yüzlerce firmanın olduğu düşünülür ve üzerine 2 milyon konut stoku biriktiği ve batık kredi miktarının 15 milyar dolara ulaştığı iddiaları eklenirse, ülkede konut değil domino taşları dikilmiş demektir. Ve bir büyüğün batması yangın için yeter de artar bile…”
Ben sektördeki gelişmeleri sadece mevcut krizi daha da derinleştirmesi bağlamında değil, daha geniş bir bağlamda ele alacağım. Belki o zaman bir kısım insanımıza, son yıllarda yapılan AVM’lere, gökdelenlere, büyük camilere bakarak “ne kadar gelişmişiz, daha ne olsaydı” gibi yaptıkları çıkarımların ne kadar boş olduğunu gösterebiliriz.
Bu nedenle de bizzat tanık olduğum bir inşaat örneğinden yola çıkacağım. Bu alttaki resimde gördüğünüz 22 katlı bir rezidans ve eklerinin inşaatına ait bir resim. Evimin tam karşısına dikiliyor. Yeri Ankara’nın göreli olarak varsıl bir bölgesi olan Çankaya.

İTİNAYLA İNŞAAT CİNSİ DEĞİŞTİRİLİR!
Daha önce bu ucubenin yerinde (geçen yıla kadar) bir halı saha vardı. Çünkü arsaya sadece halı saha ya da diğer spor tesisleri yapılabiliyordu. Yani arsanın kullanım izni bununla sınırlıydı. Geçmişte Ankara’nın Çankaya’ya yakın köylerinden birinde oturan bir aileye verilen topraklardan biriydi.
Yani tarımla uğraşan bu aile neoliberal-neo muhafazakâr dönemde önce buraya halı saha yaptı ve işletmeye başladı. Sonra da Gökçek döneminde yüksek bir “girişimcilik becerisiyle” arsanın tahsis biçimini değiştirip, bir anda buraya rezidans yapma izni aldı. Müteahhitle anlaştı ve şimdi bu bina yükseliyor.
Şimdi gelin, bazı yoksullarımızın övünç kaynağı olan bu müthiş ilerlemenin asıl konuşulmayan yanlarını konuşalım.

BİR DOKUNUŞLA YARATILAN MÜTHİŞ RANT VE ORTAYA ÇIKAN ZENGİNLİK
İlk olarak, arsada halı saha işletmesi varken bunun yıllık geliri 1-1,5 milyon lirayı geçmiyordu. Oysa bu cins/tahsis değişikliği ile yapılan 50 lüks konut ve süpermarket, eğlence merkezi gibi inşaatın getirisi bu para ile kıyaslanamayacak kadar yüksek. Öyle ki daireler daha şimdiden 2-3 milyon liradan satılıyor. Anlaşmanın müteahhit ile yüzde 50 - yüzde 50 olarak yapıldığını varsaydığınızda 25 lüks konut arsa sahibine kalıyor. Buna MİGROS’un kiralayacağı ileri sürülen süpermarket alanı ve diğer alanların işletmelerinin gelirlerini dâhil etmiyorum.
Yani arsa sahibi bir dairesinin satışından, halı saha işletirken elde ettiği gelirinin 2 katını elde edecek. Müteahhidin kârını hesaplamaya makinamın tuşları yetmiyor.
Diğer taraftan ülkede milyonlarca insan ev sahibi olmayı hayal bile edemiyor, kiralarda yaşıyor. Konut kredisi ile ev sahibi olanlarsa, işsiz kalıp konutlarını kaybetme korkusu içinde yaşamlarını sürdürüyor.
Kısaca ortaya müthiş bir rant çıkıyor. Yani normalde arazisinin sağlayacağı gelirin onlarca katını sağlayan bir düzenlemeden söz ediyoruz. Buna imkân veren, her şeyi ticarileştiren, kuralsızlaştıran bir kapitalist sistem olduğu kadar, belediye ve devlet düzenlemeleri değil mi?

GELİR VE SERVET EŞİTSİZLİĞİ BU TÜR KONUTA OLAN TALEBİN ASIL NEDENİ
Bu rezidanslar satılır mı? Büyük ölçüde evet. Çünkü Türkiye’de öyle bir gelir ve servet bölüşümü adaletsizliği var ki bu tür lüks konutların en tepedeki zenginler tarafından oturmak ya da yatırım amaçlı olarak alınabilmesi mümkün.
Ayrıca başlar Araplar olmak üzere eski Sovyet Cumhuriyetlerinin zenginleri de bu tür konutları satın alıyorlar. Yani bu tür lüks inşaatlar gelir ve servet dağılımı adaletsizliğinin hem sonucu hem de nedenlerinden birini oluşturuyor.

YEŞİL ALANI OLMAYAN BİR PROJE
Dikkatinizi çekmiş olmalı. Bu projede yeşil alan yok. Yüzlerce insanın oturacağı, binlercesinin alış veriş yapacağı, üstelik de bir meskûn mahalde 22 katlı dev bir bina dikiyorsunuz ama etrafında sadece 1-2 metre karelik bir yeşil alan bırakıyorsunuz.
Normalde bu denli yüksek kata, önemli bir yeşil alan ayrılması kaydıyla izin verilirken (binanın diğer tarafındaki çok katlı bloklar bunun somut örneği iken), bu binaya nasıl böyle bir izin verilebilir, bu da anlaşılabilir bir şey değil. Ancak mahallenin diğer sakinlerinin arsalarının, konutlarının değerlerinin göreli olarak düşeceğini anlayabilmek zor değil.
Ayrıca bina adeta bir çirkinlik abidesi, bir beton blok olarak mahallenin maksimum 3 katlı konutlarının ortasına dikilmiş durumda. Bunun neden olacağı, ekolojik etkileri, görüntü, trafik ve gürültü kirliliği ve bunun maliyetlerini düşünün. Ama öyle bir aşamadayız ki daire başına 2-3 milyon liralık bir satış geliri ya da bir büyük süpermarketin sağlayacağı kâr her şeyin önüne geçebiliyor.
Bu rezidanstaki konutların bir kısmının banka kredisi ile satın alınacağı malum. Bu da bu projelerde bankaların (verdikleri uzun vadeli / mortgage kredileri bağlamında) nasıl suç ortağı olduklarını gösteriyor. Yani finans kapital Türkiye’de inşaata son 16 yılda yatırılan 551 milyar doların (2) kaynak sağlayanlarından, dolayısıyla da ortaya çıkan bu sorunlardan sorumlu biri konumunda.

KDV İNDİRİMLERİNİ KİM SAĞLADI?
Hükümetin son 2 yıldır inşaat ve emlak sektörünü canlandırabilmek gerekçesiyle konut satışlarındaki KDV’yi yüzde 18’den yüzde 8’e düşürdüğü biliniyor. Son Bakanlar Kurulu düzenlemesiyle konut ve işyerini de kapsayacak bir biçimde hem tapu harçları düşürüldü hem de KDV indirimi bir kez daha, 2018 Ekim sonuna kadar uzatıldı. Muhtemelen tekrar uzatılacak.
Bu ciddi bir vergi geliri kaybına neden oluyor. Bir örnek üzerinden anlatırsak; 1milyon liralık dairenin satışından yüzde 18 KDV oranından 180 bin lira vergi geliri sağlanırken, bu oran yüzde 8’e düşürüldüğünde bu gelir 80 bin liraya gerileyecek. Yani daire başına devletin vergi geliri kaybı 100 bin lira olacak. Bunu 1 milyon lira olarak hesapladık çünkü satışlarda konutların gerçek değerlerinin gösterilmediği bilinen bir gerçek. Böylece gerçek değer-satış değeri farkının neden olduğu bir vergi geliri kaybı da söz konusu olacak.
Ayrıca tapu harçlarının düşürülmesinden dolayı da bir gelir kaybı doğacak. Bu kayıpları devletin nasıl karşılayacağını artık sokaktaki insan dahi biliyor: Yeni zamlar, yeni vergiler ya da daha fazla borçlanma.
Şimdi şöyle bir düşünün: Devlet ruhsat, tahsis, cins değişikliği ile yani sihirli bir dokunuşla bazı arsaların değerini onlarca kat artırırken, bu arsaya yapılan konutların satışlarından aldığı vergiyi de yüzde 60 oranında azaltıyor.

HANİ MÜLK ALLAH’INDI?
Müteahhitler ve arsa zenginleri acaba ne yaptılar da böyle bir ödüllendirmeyi hak ettiler diye sorulmaz mı? Ya da hani “Mülk Allah’ındı?” Diye sorulmaz mı? Öyle ya Allah’a it bir mülkü (üstelik daha da cazip hale getirerek) zengini daha da zengin etmede bir araç olarak kullanıyoruz,  üstelik de almamız gereken vergiyi tam olarak almıyoruz.

KONUT YATIRIM MALI DEĞİL, İSTİHDAM VE GELİR YARATMAZ
Hükümet 2016 yılında yaptığı hesaplama değişikliği ile konut yatırımlarını da yatırımlardan, konut kredilerini de tasarruflardan sayıyor. Böylece eskiden yüzde 13 olan tasarruf oranı yüzde 23’e ve yüzde 19-20 olan yatırım oranı da yüzde 29-30’a çıkmış oluyor. Bu da ekonominin mucizevi büyümesinin nasıl kâğıt üzerinde gerçekleştiğini gösteriyor.
Yani istihdam, gelir yaratmayan, işsizliği azaltmayan ama sadece bankaları, müteahhitleri, inşaatçıları daha da zengin eden bir büyüme modeli ile karşı karşıyayız.
Bu tür binalara bakarak övünenlere (bir tür el atına binip çalıp satanlara), “böyle AVM’ler, rezidanslar, TOKİ konutları yerine fabrikalar yapılsaydı daha iyi olmaz mıydı, böylece de sizler için, çocuklarınız için hem istihdam hem de gelir yaratılmaz mıydı ?” Diye sorulmalı. Çünkü bu ülkede son 15 yılda yapılmış dişe dokunur tek bir fabrikadan söz edemiyoruz.

NE YAPILMALI?
Öncelikle eşitsizlikleri, adaletsizlikleri, ekonominin krize yatkınlığını, doğa tahribatını artıran, toplumsal dokuya zarar veren bu zenginleşme modeline son verilmeli. Bu konuda gerekli her yasal düzenleme yapılmalı.
Bu sektörü vergi ve faiz indirimleri yoluyla desteklemekten, bu firmaların borçlarını yapılandırmaktan, kısaca bunları devlet tarafından kurtarmaktan ve bunun faturasını halka ödettirmekten vazgeçilmeli.
Bu binaların bir kısmının yıktırılması gerekecek. Diğerlerine ise ağır bir toprak rantı vergisi konulmalı. Öyle ki hem yenileri yapılmasın, hem de haksız zenginleşme önlensin. Ayrıca Emlak Vergileri öyle düzenlenmeli ki (gayrimenkul değer artışı vergisi gibi bir vergiyle örneğin) bu tür binalar çok maliyetli hale getirilerek bunlara ilişkin talep ve paralelinde de arzı azaltılsın.
Gelir ve servet eşitsizliği böyle devam ettiği sürece bu tür lüks mallara olan talebin süreceğinin bilincinde olarak bu eşitsizliği azaltacak önlemler alınmalı. Örneğin “nereden buldun” düzenlemesine tekrar başvurulmalı . Ayrıca gelirlerin sadece altına değil, üstüne de sınır getirilmeli. Yani Gelir Vergisinin üst oranları ciddi biçimde yükseltilmeli. Bu yönde hem düzenlemeler yapılmalı, hem de vergi yasaları konulmalı.

SUÇLU AYAĞA KALK!
Şimdi varsayın ki bir mahkemedeyiz ve gelinen ekonomik kriz, eşitsizlikler, adaletsizlikler, yoksulluk ve işsizlik nedeniyle sanıklar sorgulanıyor. Sanık sandalyelerinde birden fazla sanık oturuyor: Rant peşinde koşan arazi, arsa sahipleri, müteahhitler, inşaatçılar, bankalar, bu izinleri veren belediyeler, bu düzenlemeleri yapan ve vergi oranlarını düşüren devlet, politikacılar ve bütün bunları alkışlayan ya da en iyisinden bunlara sessiz kalan insanlar.
Hakim, “suçlu ayağa kalk” diye seslendiğinde bunlardan hangisi ya da hangileri ayağa kalkar ya da kalkmalıdır?
….
(2) Erinç Yeldan, Betona 551 milyar dolar,
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/954947/Betona_551_milyar_dolar.html, 07 Nisan 2018.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder