“Dünyada ve Türkiye’de emeğin halleri”
yazı dizisi (6):
KAPİTALİZM İÇİ ÇÖZÜMLER YETERSİZ, ANTİKAPİTALİST BİR PERSPEKTİF GEREKLİ
KAPİTALİZM İÇİ ÇÖZÜMLER YETERSİZ, ANTİKAPİTALİST BİR PERSPEKTİF GEREKLİ
Mustafa Durmuş
4 Ağustos 2018
Hem IMF hem de Dünya Bankası
raporlarında azgelişmiş ülkeler için emek koruyucu yasaların lüks olduğunu
ileri sürüyorlar. Çünkü ihracat artışına zarar veren, sermayenin ülkeden
kaçmasına neden olan bu uygulamaların ülkelerin atağa kalkmasını önlediği
biçiminde bir gerekçe öne sürüyorlar.
EMEK KORUYUCU DÜZENLEMELER LÜKS MÜDÜR?
Öyle ki Dünya Bankası 10 yıl önce
yayımlanan bir raporunda (1), azgelişmiş ülkelerde işçileri korumak için
çıkartılan yasaların işçilere zarar verdiğini ileri sürerken, gelişmiş
ülkelerde güçlü emek koruyucu yasalara ihtiyaç olduğunu belirtiyordu.
2019 Raporunda (2) ise asgari ücretin
düşürülmesi ve istihdam yaratmak ve ekonomiyi büyütmek için emek koruyucu
yasaların rafa kaldırılmasının gerekliliğini ileri sürüyor.
Çünkü (örgüte göre), hızlı, esnek
hareket edebilen işletmelerin prim yaptığı bir dönemde. yeni işler yaratmak ve
insana yatırım yapmak gerekiyor. Bu nedenle de “girişimcinin, yatırımcının
önünde engel oluşturan işçileri koruyan kanunlar, düzenlemeler azaltılmalıdır.
Bu işçiler için de en faydalı çözümdür”.
Rapora göre, hükümetlerin emek alanını
aşırı güçlendirmek istemesi ekonomik dinamizmi olumsuz yönde etkiliyor.
Firmaların yeni ve pahalı teknolojilere kaynak ayırma olanakları azalıyor. Öyle
ki “bir araştırmaya göre 60 ülkede iş koruma önlemleri yüzde 20’den yüzde 80’e
yükseltildiğinde istihdam şoklarına karşı uyarlanma hızı üçte bir oranında
yavaşlıyor, yıllık verimlilik artış hızı ise yüzde 1 puan düşüyor (3).
Dünya Bankası’nın bu bakış açısından,
emek koruyucu yasalar (bırakın daha iyi ücretlere ve daha iyi çalışma
koşullarına sahip olmayı), işsizliği (özellikle de niteliksizlerin işsizliğini)
ve kayıt dışılığı artırıyor. Bu nedenle de mesaj bellidir: “İstihdam korumayı
öngören düzenlemeleri azaltın, ücret artışı taleplerini duymazdan gelin.
Ülkeniz yeterince geliştiğinde bu düzenlemelere geri dönersiniz” (4).
Oysa ortada bir başka gerçek var.
Azgelişmiş ülkelerin büyük bir çoğunluğu zaten böyle emek koruyucu yasalara ya
hiç sahip değil, ya da bunlar göstermelik düzeyde. Ayrıca özellikle de
kapitalizmin bu neo liberal döneminde bu yasalar ciddi ölçüde aşındırıldı, yani
geriye rafa kaldırılacak pek de bir şey kalmadı.
Ayrıca artan yoğun rekabet yüzünden kâr
marjını korumak için maliyetleri düşürmek, bu yüzden de emek tasarrufuna gitmek
durumunda kalan özellikle de küçük işletmelerin nasıl yeni işler yaratacağı ve eğitimin
tamamen paralı bir hale geldiği bir dönemde yoksulların insana nasıl yatırım
yapabilecekleri ya da gelir bölüşümü adaletsizliğinin neden olduğu sorunlar
gibi temel soruların yanıtları bu raporda mevcut değil (5).
KAPİTALİZM İÇİ ÇÖZÜM?
Bu tezlere karşı, kapitalizm içinde
çözümün mümkün olduğunu ileri süren reformist iktisatçılara göre ise bu
çıkarımlar hem teorik hem de pratik yanlışlarla dolu. İleri sürülen tezlerin
tersine, sermaye birikimini hızlandıran, ekonomik büyüme, artan istihdam ve
adil gelir bölüşümü gibi faktörlerdir. Bunları da ancak güçlü emek koruyucu
yasalar mümkün kılabilir.
Bir başka anlatımla, bu karşı tezlere
göre, ödemeler dengesi sorunu olan bir ülkede emek koruyucu yasalar (ücret
artışıyla sonuçlanan) büyümeyi olumsuz değil, olumlu yönde etkiliyor. Keza daha
adaletli bir gelir bölüşümü işin içine girdiğinde ekonomik büyüme üç kanaldan
birden hızlandırılıyor: Meşrulaştırma, yenilikçilik ve teknolojik iyileştirme
ve iç talebin güçlendirilmesi.
Yani sırasıyla:
(i) Emek koruyucu yasalar Weberyan bir
bakış açısı altında meşrulaştırma işlevi görüyor. İşçilerin firmaya bağlılığını
artırarak, verimliliklerinin yükselmesini sağlıyor.
(ii) Schumpeteryan bir yaklaşımla bu
yasalar yeniliklerin (inovasyon) önünü açıyor. Asgari ücret ve istihdam koruma,
emek gücü verimliliğinin, rekabetin artmasını ve sanayileşmede bir üst düzeye
yükselmeyi sağlıyor. Bunlar inovasyonlarla gerçekleşiyor. Kısıtlar fırsata
dönüştürülebiliyor (yani düzenlemelerle gelen zorlamalar firmayı
güçlendiriyor), girişimcilik artıyor.
(iii) Keynesyen - Kaldorcu yaklaşım
altında işletmelerin ve sanayilerin dinamik etkinlikleri artıyor. Çünkü bu
düzenlemeler emeğin payını ve dolayısıyla da iç talebi artırıyor. Daha büyük
pazar, daha büyük işbölümü ve uzmanlaşma demektir ki bu da firmaların ölçek
ekonomilerinden ve yaparak öğrenme pratiklerinden faydalanmasını sağlıyor. Bu
durum kümülatif bir talep sürümlü sanayileşmeyi sağlıyor ki bu da daha yüksek
bir büyüme, daha iyi ücretli bir istihdam, talep artışı, yatırım artışı ve teknolojik
ilerlemeyi beraberinde getiriyor (6).
Bu bağlamda UNIDO (7), koruyucu emek
piyasası düzenlemelerinin sanayileşme politikasının önemli bir aracı olması
gerektiğini çünkü sanayileşmenin güçlü bir iç talep artışına bağlı olduğunu, iç
talebin ise iyi ücretli, istikrarlı bir istihdam ve adaletli bir bölüşüm ile
sürdürülebilir olduğunu vurguluyor.
Böylece kapitalizmin aşırılıklarını
gidermeye odaklı yaklaşımlara göre; geç sanayileşmiş bir ülkede güçlendirilmiş
emek yasaları sanayileşme politikaları ve sermaye hesabı düzenlemeleriyle
(sermaye çıkışlarını önleyen) birlikte uygulanabilir. Asıl bu yasalardan
vazgeçmek azgelişmiş ülkeler için lükstür.
Diğer yandan bu yaklaşımda emek koruyucu
düzenlemelerin büyüme ve kalkınma için araçsal olarak kullanılmasının etik olup
olmadığı sorgulanmıyor. Ayrıca örgütlenme özgürlüğü, köleliğin yasaklanması,
zorla çalıştırmaya ve emek sömürüsüne son verilmesinin temel insanlık hakları
olduğu, grev ve güvenli istihdamın ise emekçilerin temel ekonomik ve sosyal
hakları olduğu gerçeği göz ardı ediliyor.
EGEMENLERİN TERCİHİ SİSTEMİ REFORME
ETMEKTEN YANA DEĞİL
Diğer yandan IMF ve Dünya Bankası
raporlarına yansımasının ötesinde, ülkelerdeki uygulamalara bakıldığında,
ödemeler dengesi krizi ve ekonomik durgunluktan çıkış için reformist önerilerin
kabul görmediği anlaşılıyor.
Tam tersine neo liberal, neo muhafazakâr
ve neo otoriter iktidarlar emek sömürüsünü daha da artıran, emekçilerin
haklarını tamamen ortadan kaldıran ve bunu otoriter rejimler altında sürdürmeyi
planlayan bir çıkış stratejisi benimsemiş durumdalar.
Üstelik bunu, piyasa köktenciliğini
göklere çıkartan, ancak aynı zamanda da devleti gelir ve serveti finans kapital
ve büyük sermaye lehine yeniden bölüştürmede kullanan neo liberal politikaların
(neden olduğu sosyal ve ekonomik felaketler yüzünden) gözden düştüğü bir
dönemde yapıyorlar.
Yani bu meşruiyet yitimi egemen
sınıfları durdurmaya yetmiyor, tam tersine daha da cesaretlendirip,
saldırganlaştırıyor. Dünyanın birçok yerinde iktidar blokları iktidarlarını
kaybetme korkusu altında ekonomide karar alma mekanizmalarını ele geçiren
hamleler yapıyor ve böylece neo liberal projelerin çöküşünü önlemeye
çalışıyorlar.
İyice gericileşmiş, emek düşmanı neo
liberal politikalara meydan okuyanlar ise, ironik bir biçime (reformistlerin
sistemi kendinden kurtarmak için temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp önümüze
getirdikleri önerileri bir kenara bırakırsak), asıl olarak aşırı sağcı popülist
partiler ya da hareketler. Bunlar neo liberal politikaların yıllarca
marjinalleştirip dışladığı ve yoksullaştırdığı kesimlere ulaşıp onların
desteğini alıyorlar (8).
Bir başka anlatımla, “demokrasi
kapitalizmi dizginleyemediğinde kendini tahrip ediyor ve yeni faşist rejimlere
geçit veriyor. Bu rejimler piyasalara hâkim oldukları görüntüsünü verseler de
hem sermaye ile hem de piyasalarla bütünleşiyor ve ülkenin ihtiyacı olan gerçek
reformları yapmak yerine ülkeyi aşırı milliyetçi sembollerle beziyorlar. Aynı
zamanda da günah keçileri yaratarak kusurlarını bunlara yüklüyorlar”(9).
Sağ ya da sol popülizmin kapitalizmin krizine çözüm bulamadığı ve sonuçta her ikisinin de faturayı emekçilere ödettiği tarihte çok sayıda örnekle doğrulandı. Bunun her iki yönden örnekleri için Trump yönetimindeki ABD’ye Macaristan, İspanya ve Yunanistan olmak üzere Avrupa’ya bakmak yeterli.
Sağ ya da sol popülizmin kapitalizmin krizine çözüm bulamadığı ve sonuçta her ikisinin de faturayı emekçilere ödettiği tarihte çok sayıda örnekle doğrulandı. Bunun her iki yönden örnekleri için Trump yönetimindeki ABD’ye Macaristan, İspanya ve Yunanistan olmak üzere Avrupa’ya bakmak yeterli.
Türkiye’de ise otoriterlik ve
muhafazakârlıkla güçlendirilmiş bir yeni popülizm iş başında. Gelinen durum
itibariyle onun da sorunları çözmekten ziyade daha da derinleştirdiğine tanık
oluyoruz.
Merkezin sağında ya da
solunda yer almış sistem partilerinin önerdikleri çözümlerin ufku ise IMF ve
Dünya Bankası’nın ufku ile sınırlı. Gerçek çözümleri üretebilmek için, mevcut
kriz dâhil tüm krizleri emek odaklı, antikapitalist bir perspektiften ele almak
gerekiyor.
…………………
…………………
(1) World Bank, Doing Business 2008, Comparing Regulations in 178 Countries 2007, s. 1- 8.
(2) World Bank World Development Report, The Changing Nature of Work, 2019, (July 2018).
(3) Agr, s. 87.
(4) Servaas Storm and Jeronim Capaldo, “Who Says Labor Laws Are “Luxuries”?, https://www.ineteconomics.org/…/blog/who-says-labor-laws-areluxuries (11 June 2018).
(5) Pete Dolack, “World Bank Solution for Lack of Jobs: Cut Worker Protections”, www.counterpunch.org (6 July 2018).
(6) Servaas Storm and Jeronim Capaldo, “Labor Institutions and Development Under Globalization”, Working Paper No. 76 (30 May 2018).
(7) UNIDO, Industrial Development Report 2018 - Demand for Manufacturing: Driving Inclusive and Sustainable Industrial Development, Vienna, 2017.
(8) C.P. Chandrasekhar, “The Indiscreet Aggression of the Bourgeoisie”,http://www.macroscan.org/…/cur04072018Indiscrete_Aggression… ( Jul 4th 2018).
(9) Robert Kuttner’ın Can Democracy Survive Global Capitalism? (2018, WW Norton), adlı kitabından bir alıntı. Bkz: Maria Alejandra Madi, “On global capitalism and the survival of democracy”,https://rwer.wordpress.com/author/mariaalejandramadi/ (24 July 2018).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder