24 Ağustos 2018 Cuma

AVRUPA BİZİ NEDEN KAYBETMEK İSTEMEZ? (2)


AVRUPA BİZİ NEDEN KAYBETMEK İSTEMEZ? (2)
(Tasarımı dışarıda, imalatı içeride yapılmış, sonucu belli bir kriz yaşıyoruz)

Mustafa Durmuş

24 Ağustos 2018

devam ediyor…

TEKRAR IMF KAPISI MI?
Geriye Türkiye’nin tarihte 19 kez çaldığı IMF kapısına gitmek kalıyor. Ama genel olarak Batı ve özel olarak da ABD ile iyice gerilen ilişkiler bu kapının açılmasının zor, verilebilecek desteğin de hem ağır koşullu, hem de yetersiz olabileceğine işaret ediyor.
Son dönem ABD ile ilişkilerin kötüleşmesi seçim süreçlerinde olan hem Erdoğan’ın hem de Trump’ın işine yaramış görünüyor. Belki de bu yüzden her iki taraf da gerilimi azaltmaya yanaşmıyor, hatta yeni hamlelerle daha da yükseltiyor.
Örneğin Erdoğan, Trump’ı ve ABD’yi düşman ilan ederek, ekonomik krizden onu sorumlu tutuyor ve halkın siyasal iktidarı suçlamasını önlüyor, parti tabanını konsolide ederken, bir kısım ulusalcıyı dahi arkasına alabiliyor. Ana muhalefet partisi de bu konuda ona destek veriyor. Böylece ülkedeki iktidar bloku politik gücünü koruyor.
Diğer yandan bu konsolidasyon ekonomide işe yaramıyor ve ekonomi finans kapitale olan ağır bağımlılığından ötürü döviz ve borç krizlerine her gün daha da eğilimli hale geliyor (1).
Ayrıca her ne kadar Türkiye borsası küresel borsaların ancak binde 1’i, milli hâsıla dünya hasılasının yüzde 1’i büyüklüğünde olsa da, Türkiye NATO askeri personelinin yüzde 12’sini karşılıyor (İngiliz ve Fransız askerlerinin tamamından fazla) (2).
Bu nedenle de, AB kadar ABD de gerçekte Türkiye’yi gözden çıkartmak istemez. Her ne kadar Türkiye’deki finansal kriz 1997’deki Asya krizine çok benzese de, ondan öte etkilere, NATO’nun temellerini sarsacak bir özelliğe sahip (3).
Kısaca Türkiye finans kapitalinin ve ülkeyi yöneten iktidar blokunun ekonomik ve politik krizini aşabilmesi için IMF’ye ve Batının desteğine olan ihtiyacı kadar Batının da Türkiye’yi sistem içinde tutma ihtiyacı var.
Bu da, mevcut statüko devam ettiği sürece “70 yılı aşkın bir süredir bağımlı bulunduğumuz Emperyalist batıdan kolay kolay kurtulabilmemizin, uluslararası finans kapitalin, yerli ortaklarının ve ülkedeki sermaye ve müesses nizamın buna izin vermesinin mümkün olmadığını gösteriyor.

YENİ BİR PARADİGMA, YENİ BİR SİYASAL İRADE GEREKİYOR
Emperyalist-kapitalist sistem ve onun prangalarından gerçek anlamda kurtulabilmek için bunu isteyen ve zorlayan bir sınıf - emek hareketi ve toplumsal muhalefete ve onun alternatif ekonomik ve siyasal paradigmalarına ihtiyaç var. Böyle bir dinamik henüz ortada yok, bu nedenle de bir süre sonra yeni bir IMF programı ile 2001’de bıraktığımız yerden yola devam edilecek gibi görünüyor.
Yani başvurulacak yer muhtemelen yine IMF olacaktır. Ancak böyle olduğunda ülke yine ABD ve AB’nin kapısına gelecek ama hiçbir şey eskisi gibi de olmayacaktır (4).
Kayırmacı bir IMF programını ise mevcut ilişkiler çerçevesinde hiç beklememek gerekiyor. IMF acı reçeteyi sunmadan yardım etmeyecek, bu da siyasal iktidarı giderek zayıflatacaktır.

YANGINDA İLK KURTARILACAKLAR
Diğer yandan böyle bir IMF programı ile kurtarılacak olan Türkiye ekonomisi olmayacağı gibi, işsizlik ve yoksulluk azalmayacaktır.
Tersine kurtarmanın ağır bedelini alınacak kemer sıkma önlemleri nedeniyle emekçiler ödeyecektir (5). İlk kurtarılacak olanlar ise bu Avrupalı bankalar olacak, verilecek desteğin önemli bir kısmı bu bankaların alacaklarının ödenmesinde kullanılacaktır.
Bunun nasıl bilebiliyoruz? Çok uzak değil, en son Yunanistan kurtarma programından biliyoruz.
2010 yılında Yunanistan’ın temerrüde düşmesini önlemek için başlatılan sözde kurtarma programı 20 Ağustos 2018 itibariyle tamamlandı. IMF yardımı ağırlıklı (Avrupa Komisyonu ve Avrupa Merkez Bankası da destek verdi) ve 336 milyar avroluk bu mali desteğin (şu ana kadar 300 milyar avrosu kullanıldı) yüzde 90’ı, ekonomiyi düze çıkartabilecek yatırımlar için değil, Yunanistan’ın başta Avrupalı bankalara ödenecekler olmak üzere, dış borçlarının geri ödenmesinde kullanıldı (6).
Yani paketten halkın ve ekonominin gerçek ihtiyaçlarının karşılanması için her hangi bir şey çıkmadı. Üstelik ücretler düşürüldü, vergiler artırıldı, kamu emekçilerinin ikramiyelerine son verildi, işten çıkartmalar arttı, emeklilik yaşı uzatıldı.
Bu yüzden Türkiye’de de, uluslararası finans kapital alacaklarını kurtarmak için son kertede IMF programını ve kredilerini devreye sokacak ve bu yönde zaten ihtiyaç içinde olan iktidarı IMF programına razı etmek zor olmayacaktır. Bu olası gelişme, meseleye Batı-Doğu ekseninden bakan bazı liberalleri sevindirse de bu gerçekte sevinilecek bir durum değildir.
Böylece onlar bir kez daha bizi kurtarmış olurken, büyük medyamızın propagandası aracılığıyla biz de IMF’yi bize destek vermeye razı etmiş, ülkeyi krizden çıkartmış, yani bir kez daha başarılı bir işe imza atmış olacağız.

SONUÇ: HARÇ BİTTİ YAPI PAYDOS!
Dünya ölçeğinde 2008-2017 dönemi “yükselen ekonomiler” olarak tabir edilen az gelişmiş ekonomiler için bol ve göreli olarak ucuz kaynak-para dönemi. Bu dönem aynı zamanda ABD, Avrupa ve Japonya için devasa para basımının yapıldığı ve faiz oranlarının suni bir biçimde düşük tutulduğu ve piyasalara likiditenin akıtıldığı bir dönem. Yani iki olguyu bir arada değerlendirdiğimizde bu dönem ucuz kredi dönemi.
Bir başka anlatımla bu dönemde, merkez ülkelerde getirisi giderek azalan uluslararası sermaye yatırımları, FED ’in de ucuz fonlama imkânlarından da yararlanarak aralarında Türkiye’nin de bulunduğu azgelişmiş bazı ülkelere akın ettiler.
Örneğin ülkeye AKP döneminde birikimli olarak 600 milyar dolara yakın para girdi (7).
Bu fonlar ağırlıklı olarak getirinin göreli olarak en yüksek olduğu para piyasalarına (bankalardaki yüksek faizli mevduata), yüksek faiz sunan Hazine kâğıtlarına (DİBS) ve getiri oranı yüksek borsalara yöneldiler.
Bu fonları alan ülkeler ise (Türkiye’de olduğu gibi), yabancı sermayenin elde ettiği gelirden ya hiç vergi almayarak ya da en fazla bir asgari ücretli üzerinden aldıkları oranda vergi alarak bu akınları teşvik ettiler.
En önemlisi de gelen bu paralar rantın ve kârın en yüksek olduğu inşaat-emlak gibi sektörlerdeki yatırımlara yöneldi. Böylece ekonomide finansal balonlar oluşurken, artan spekülasyonla birlikte ekonomi yabancı sermaye akımlarına karşı daha duyarlı ve daha kırılgan hale geldi.

YÜKSEK BÜYÜME YANILSAMASI
Bu çapta bir dış kaynak kullanımı Türkiye’de bir büyüme yanılsamasına da neden oldu, milli gelir hormonlu bir biçimde rekor düzeylerde büyüdü (yüzde 7,4 gibi). Ülkenin çehresi değişti. Alt yapı ve üst yapı inşaatlarıyla aldatıcı bir refah görüntüsü ortaya çıkarken, tüm bunlar toplamda 466 milyar dolarlık bir dış borç stokunu (180 milyar dolara yakını kısa vadeli olmak üzere), finansal krize giren bir ekonomiyi ve yüzde 6,5 gibi bir oranda dünyanın en yüksek cari açığını, en yüksek enflasyonunu ve faiz oranlarını kucağımıza bıraktı.
Yüzlerce milyar dolarlık dış kaynağın asıl olarak belli sektörlere yoğunlaşmış, özellikle de iktidarın etrafında kümelenmiş sermaye gruplarını, onların kâr ve servetlerini büyütmek için kullanıldığı, ortaya dökülen bölüşüm ilişkilerinden ve artan yoksulluktan görülebiliyor. Çünkü ülke bunca sanal büyüme sırasında OECD ülkeleri içinde gelir ve servet bölüşümünün en adaletsiz ve eşitsiz olduğu, yoksulluğun hızla arttığı bir ülke haline geldi.

PARTİ SONA ERDİ, ŞİMDİ FATURAYI ÖDEME ZAMANI
Tıpkı 1997 Asya krizi sırasında diğer ülkelerde görüldüğü gibi, liranın çöküşü ülkenin mevcut sorunlarını daha da artırdı. Trump ile yaşanan gerilimler sonucunda ABD tarafından konulan tarifeler, artan FED faizleri, artan petrol fiyatları borç çevirme maliyetlerini hızla artırdı. Dış finansman ihtiyacı milli gelirin yüzde 30’una kadar yükseldi.
Buna karşılık ülkenin toplam rezervleri milli gelirin yüzde 12’si (döviz yüzde 10) civarında kaldı. Kısa vadeli borçların ağırlığı ise bu rezervlerini hızla eritti. Böylece döviz rezervleri kısa vadeli borç geri ödemesinin çok gerisinde bir düzeyde kaldı. Cari açık belli dönemlerde üçte bire yakın bir oranda kaynağı belirsiz döviz girişleriyle (Net Hata ve Noksan Kalemi) kapatılabildi.
Dövizli borçlar, borçlu şirketler için giderek ağır bir yük oluşturdu. Bu da bir döngüye neden oldu: Borcun servisi zorlaştıkça temerrüt (borcu geri ödeyememe nedeniyle iflas hali) riski arttı ve yabancı yatırımcılar ülkeden giderek daha da uzaklaşmaya, sermaye çıkışları artmaya başladı.
Bu da bir süre sonra borç servisini imkânsız hale getirerek, temerrüt olasılığını daha da artırdı. Ödemeler dengesi krizi (döviz krizi), borç krizi giderek bankacılık krizine dönüşmeye başladı.

TASARIMI DIŞARIDA, İMALATI İÇERİDE YAPILMIŞ BİR KRİZ
Yani tasarımı dışarıda, imalatı içeride gerçekleştirilen bir yerli ve milli krizle baş başa kaldık. Bu bir gecede olmadı. Lale devri sona erdi.
Bir yazarın deyimiyle “Türkiye’deki içe patlama hem yavaş yavaş, hem de aniden ortaya çıktı”. Ya da Hemingway’in dediği gibi: “İki biçimde batarsınız: Yavaş yavaş ve aniden!” (8).
Sonuç olarak, 16 yıl boyunca Türkiye ekonomisinde yaşananlar klasik sağ popülist paradigmanın neo liberal ve neo muhafazakâr giysilere bezenerek ve çok büyük ölçüde uluslararası finans kapitalin desteğiyle sergilenen gerçeklerdir.
Bu dönem, bizi sürdürülmesi zor, el parasına bağlı, sanal bir refah artışı görüntüsü altında yaşam biçimlerimizi, içinde yaşadığımız kentlerin görüntüsünü, daha da önemlisi düşüncelerimizi değiştirerek bir yere kadar getiren bir dönemin adıdır.
Ama artık tüm bunların bedeli, ödenecek faturalar, önümüze yeni yeni gelmeye başladı. Faturalar geldikçe de eski sağ popülizm hızla aşırılaştı, sertleşti, otoriterleşti ve daha da baskıcı hale geldi.
Özcesi, IMF’li ya da IMF’siz bir uluslararası mali destek, sadece ciddi bir yol kazasına uğrayan böyle bir servet ve sermaye biriktirme stratejisi ve bunu korumaya dönük siyasal paradigmanın tekrar ayağa kalkmasına yardımcı olabilir.
Bu programlarla insanımızın, toplumun bütününün nefes almasını sağlayacak, etkin ve adaletli bir ekonomiyi kurabilecek yeni bir Türkiye yaratılamaz. Aksini düşünenler birkaç gün önce IMF programı sona eren Yunanistan’ın geldiği duruma bakabilir.
Her 10-15 yılda IMF kapısına ya da başka kapılara gittiğimiz böyle bir kısır döngüden kurtulabilmek, ancak antikapitalist ve antiemperyalist bir paradigmaya geçişle ve bunu mümkün kılabilecek bir siyasal iradenin inşasıyla mümkün olabilir.
………………..

(1) Emre Tarım, “Turkey’s lira crisis: ‘economic war’ sees Erdoğan look east fornew allies”, 
https://theconversation.com (13 August 2018 ).
(2) NATO, Public Diplomacy Division, Press Release (10 July 2018) :Defence Expenditure of NATO Countries (2011-2018).
(3) Lambert Strether, “How Turkey’s Crisis Might Fracture NATO”,
https://www.nakedcapitalism.com (19 August 2018).
(4) Peter S. Goodman, “The West Hoped for Democracy in Turkey. Erdogan Had Other Ideas”, 
https://www.nytimes.com (18 August 2018).
(5) IMF programı altında uygulanacak kemer sıkma politikaları için daha önce bu konuda yazdığım yazıya bakınız: “24 Haziran sonrası: IMF’li ya da IMF’siz kemer sıkmaya hazır olun!”, 
http://sendika62.org (24 Haziran 2018).
(6) Dimitrios Syrrakos, “ Greece exits its third bailout – but eurozone still has much to learn from the crisis”, 
https://theconversation.com (20 August 2018).
(7) 
https://www.gazeteduvar.com.tr/…/kriz-soylesileri-1-komplo-….
(8) Strether, agm.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder