“THE
ECONOMİC COSTS OF ERDOĞAN” ÜZERİNE
Mustafa Durmuş
26 Ağustos 2016
Prof.Timur Kuran ve Prof. Dani Rodrik’in
aşağıdaki linkte yer alan ve iki gün önce yayımlanmış olan makalelerinde (1)
yazarlar, belki de ilk kez bu denli açık bir Erdoğan eleştirisi yapıyorlar.
Ayrıca kısa vadede alınacak tedbirlerle
paranın ve enflasyonun istikrara kavuşturulabilse dahi, bu önlemlerin ülkenin
gerçek ekonomik sorunlarını çözmeye yetmeyeceğini ve bunun önündeki en büyük
engelin Erdoğan’ın tekelleşen gücü olduğunun altını çiziyorlar.
Kuşkusuz ekonomi dünyasında çok iyi
bilinen ve çok takip edilen bu iki etkili yazarın bu makalesindeki tespitleri
çok önemli ve değerli.
Ancak makalenin içeriğine ilişkin bazı
eleştirilerim var ve bunları sizlerle paylaşmak isterim.
(1)Yazının girişinde “10 yılı aşkın süre uluslararası finansal piyasaların
Erdoğan’a güvenerek (“give the benefit of the doubt”) devasa miktarda kredi
verdiklerini, böyle yüksek borçlu bir büyüme stratejisinin de sürdürülemez
olduğunu ve bugünkü gelişmelerle sonuçlandığını ileri sürüyorlar.
Bu doğru ama Erdoğan’ın bu olumlu
konjonktürden faydalanması kadar, küresel kapitalizmin içinde bulunduğu durum
da bu fonların ülkeye akmasında son derece belirleyici oldu.
Bol para politikaları, bilinçli olarak
düşük tutulmuş faiz oranları ve miktarsal kolaylaştırmalarla Batılı Merkez
Bankalarının piyasalara sundukları trilyonlarca dolarlık likidite ABD, Japonya
ya da AB içinde emilemeyecek kadar büyüktü.
Bu nedenle de finansal getiri
oranlarının düşmesini önleyebilmek için bu paranın önemli bir kısmı, aralarında
Türkiye’nin de bulunduğu “yükselen ekonomilere” yöneldi.
Yani ihtiyaç daha çok emperyalist
merkezlerdeki aşırı finansal sermayenin ihraç edilerek kâr oranlarının
azalmasını önleme ihtiyacıydı (hatırlayalım sermaye ihracı tarihte öncelikle
kâr oranlarının düşmesini önlemek için yapılmıştır).
(2) Krizden çıkış için kısa vadede; standart faiz artırımı, piyasaların MB’ye
olan güveninin yeniden tesis edilmesi, mali disiplinin sağlanması, özel
sektörün borçlarının yapılandırması ve IMF ile görüşme gibi önlemler
öneriliyor.
Bu aslında ana akım burjuva iktisadının
hep yaptığı bir şey. Bu önlemleri, toplumun bütününün çıkarınaymış gibi
gösteren para ve maliye politikaları adı altında önerir. Bunun bölüşümsel
sonuçları hep ihmal edilir ve burada olduğu gibi kitlelerden fedakârlık
beklenir.
Oysa bunun bir alternatifini çok daha
derin bir kriz içindeki Venezuela hayata geçiriyor. Şöyle ki:
20 Ağustos’tan itibaren bir yandan para
birimi bolivardan 5 sıfır düşürürken, yeni bolivarı, petrol gelirlerine
sabitlenmiş olan yeni kripto parası “petro” ile ilişkilendirerek güçlendirmeye
çalışıyor. Böylece 1 petro 3,600 yeni bolivar olacak.
Ama asıl yaptığı hiperenflasyon
karşısında erimiş olan asgari ücreti yüzde 3,000 oranında artırmak, yeni bir
yoksulluk yardımı programı geliştirmek ve üretimde işçilerin fabrika yönetimine
katılımını daha güçlendirecek olan önlemler almak oldu.
Erdoğan’ın böyle bir vizyonu ve amacı olmadığı gibi, dayanacağı petrol geliri de yok. Açıkladığı 100 günlük program asıl olarak sermayeyi gözeten bir program.
Erdoğan’ın böyle bir vizyonu ve amacı olmadığı gibi, dayanacağı petrol geliri de yok. Açıkladığı 100 günlük program asıl olarak sermayeyi gözeten bir program.
Kısaca Kuran ve Rodrik bu yazılarında
kemer sıkma politikalarının emek üzerindeki tahrip edici etkilerinden söz
etmiyorlar.
(3) Makalede yeni rejimden “tek adam rejimi” olarak söz ediliyor ve “kısa
vadede alınacak yukarıdaki tedbirlerle ekonomide istikrar sağlansa da
Erdoğan’ın tek adam olma özelliği ve mutlakiyetçi yaklaşımının ekonominin uzun
vadede sorunlarının çözümünde engel olduğu” ileri sürülüyor.
Reel politikte “tek adam rejimi” sözcüğü
daha etkili olabilir. Ama öncelikle ülkedeki, devletteki ve ekonomideki bu
denli radikal değişiklikleri tek adam rejimi olarak tanımlamak doğru değil. Tek
adamın yerine “iktidar bloku” ya da “oligarşi” sözcükleri daha doğru sözcükler
olabilir.
Ayrıca ekonomik krizi tek adam krizine
indirgediğimizde sistemin kriz yaratan özelliğini görmezden gelmiş oluyoruz.
Oysa 2001 krizinde olduğu gibi, sistem sonrasında krizden çıksa da, ülke benzer
nedenlerle 15 yıl sonra tekrar krize girdi.
Zira geç ve azgelişmiş Türkiye
ekonomisinin kriz dinamikleri çok net ve belirleyici. Kaldı ki eğer mesele
liberal demokrasi meselesi olsaydı liberal demokrasiye sahip hiçbir Batılı
ekonominin 2008’deki gibi bir ekonomik krize girmemesi gerekirdi.
(4) Son olarak, son paragrafta yer alan, “ekonomi bilimi sadece başkanın
gücünü artırmak için kullanılan bir araç haline gelirse bedeli ödeyen asıl
olarak ekonomi olur” sözcüğü de sorunlu.
Bu kapitalizmde ekonomi biliminin (tıpkı
teknoloji gibi) sınıf mücadelesinden, devletten, sınıfsal güç dengelerinden
bağımsız bir bilim olduğu biçimindeki yanlış bir varsayıma dayanıyor.
Oysa biliyoruz ki
ekonomi bilimi, bir bilim olmaktan ziyade, hep mevcut durumdaki yöneten-egemen
sınıfların çıkarına ve statükonun korunmasına hizmet eden bir burjuva
ideolojisi olmuştur. Buna karşı çıkan az sayıda ekonomi politikçinin varlığı
onun bu asıl özelliğini ortadan kaldırmaz.
…….
(1) https://www.project-syndicate.org/…/how-erdogan-caused-turk… (24 August 2018).
…….
(1) https://www.project-syndicate.org/…/how-erdogan-caused-turk… (24 August 2018).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder