27 Ağustos 2018 Pazartesi

“THE ECONOMİC COSTS OF ERDOĞAN” ÜZERİNE



 “THE ECONOMİC COSTS OF ERDOĞAN” ÜZERİNE
Mustafa Durmuş
26 Ağustos 2016

Prof.Timur Kuran ve Prof. Dani Rodrik’in aşağıdaki linkte yer alan ve iki gün önce yayımlanmış olan makalelerinde (1) yazarlar, belki de ilk kez bu denli açık bir Erdoğan eleştirisi yapıyorlar.
Ayrıca kısa vadede alınacak tedbirlerle paranın ve enflasyonun istikrara kavuşturulabilse dahi, bu önlemlerin ülkenin gerçek ekonomik sorunlarını çözmeye yetmeyeceğini ve bunun önündeki en büyük engelin Erdoğan’ın tekelleşen gücü olduğunun altını çiziyorlar.
Kuşkusuz ekonomi dünyasında çok iyi bilinen ve çok takip edilen bu iki etkili yazarın bu makalesindeki tespitleri çok önemli ve değerli.
Ancak makalenin içeriğine ilişkin bazı eleştirilerim var ve bunları sizlerle paylaşmak isterim.
(1)Yazının girişinde “10 yılı aşkın süre uluslararası finansal piyasaların Erdoğan’a güvenerek (“give the benefit of the doubt”) devasa miktarda kredi verdiklerini, böyle yüksek borçlu bir büyüme stratejisinin de sürdürülemez olduğunu ve bugünkü gelişmelerle sonuçlandığını ileri sürüyorlar.
Bu doğru ama Erdoğan’ın bu olumlu konjonktürden faydalanması kadar, küresel kapitalizmin içinde bulunduğu durum da bu fonların ülkeye akmasında son derece belirleyici oldu.
Bol para politikaları, bilinçli olarak düşük tutulmuş faiz oranları ve miktarsal kolaylaştırmalarla Batılı Merkez Bankalarının piyasalara sundukları trilyonlarca dolarlık likidite ABD, Japonya ya da AB içinde emilemeyecek kadar büyüktü.
Bu nedenle de finansal getiri oranlarının düşmesini önleyebilmek için bu paranın önemli bir kısmı, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu “yükselen ekonomilere” yöneldi.
Yani ihtiyaç daha çok emperyalist merkezlerdeki aşırı finansal sermayenin ihraç edilerek kâr oranlarının azalmasını önleme ihtiyacıydı (hatırlayalım sermaye ihracı tarihte öncelikle kâr oranlarının düşmesini önlemek için yapılmıştır).
(2) Krizden çıkış için kısa vadede; standart faiz artırımı, piyasaların MB’ye olan güveninin yeniden tesis edilmesi, mali disiplinin sağlanması, özel sektörün borçlarının yapılandırması ve IMF ile görüşme gibi önlemler öneriliyor.
Bu aslında ana akım burjuva iktisadının hep yaptığı bir şey. Bu önlemleri, toplumun bütününün çıkarınaymış gibi gösteren para ve maliye politikaları adı altında önerir. Bunun bölüşümsel sonuçları hep ihmal edilir ve burada olduğu gibi kitlelerden fedakârlık beklenir.
Oysa bunun bir alternatifini çok daha derin bir kriz içindeki Venezuela hayata geçiriyor. Şöyle ki:
20 Ağustos’tan itibaren bir yandan para birimi bolivardan 5 sıfır düşürürken, yeni bolivarı, petrol gelirlerine sabitlenmiş olan yeni kripto parası “petro” ile ilişkilendirerek güçlendirmeye çalışıyor. Böylece 1 petro 3,600 yeni bolivar olacak.
Ama asıl yaptığı hiperenflasyon karşısında erimiş olan asgari ücreti yüzde 3,000 oranında artırmak, yeni bir yoksulluk yardımı programı geliştirmek ve üretimde işçilerin fabrika yönetimine katılımını daha güçlendirecek olan önlemler almak oldu.
Erdoğan’ın böyle bir vizyonu ve amacı olmadığı gibi, dayanacağı petrol geliri de yok. Açıkladığı 100 günlük program asıl olarak sermayeyi gözeten bir program.
Kısaca Kuran ve Rodrik bu yazılarında kemer sıkma politikalarının emek üzerindeki tahrip edici etkilerinden söz etmiyorlar.
(3) Makalede yeni rejimden “tek adam rejimi” olarak söz ediliyor ve “kısa vadede alınacak yukarıdaki tedbirlerle ekonomide istikrar sağlansa da Erdoğan’ın tek adam olma özelliği ve mutlakiyetçi yaklaşımının ekonominin uzun vadede sorunlarının çözümünde engel olduğu” ileri sürülüyor.
Reel politikte “tek adam rejimi” sözcüğü daha etkili olabilir. Ama öncelikle ülkedeki, devletteki ve ekonomideki bu denli radikal değişiklikleri tek adam rejimi olarak tanımlamak doğru değil. Tek adamın yerine “iktidar bloku” ya da “oligarşi” sözcükleri daha doğru sözcükler olabilir.
Ayrıca ekonomik krizi tek adam krizine indirgediğimizde sistemin kriz yaratan özelliğini görmezden gelmiş oluyoruz. Oysa 2001 krizinde olduğu gibi, sistem sonrasında krizden çıksa da, ülke benzer nedenlerle 15 yıl sonra tekrar krize girdi.
Zira geç ve azgelişmiş Türkiye ekonomisinin kriz dinamikleri çok net ve belirleyici. Kaldı ki eğer mesele liberal demokrasi meselesi olsaydı liberal demokrasiye sahip hiçbir Batılı ekonominin 2008’deki gibi bir ekonomik krize girmemesi gerekirdi.
(4) Son olarak, son paragrafta yer alan, “ekonomi bilimi sadece başkanın gücünü artırmak için kullanılan bir araç haline gelirse bedeli ödeyen asıl olarak ekonomi olur” sözcüğü de sorunlu.
Bu kapitalizmde ekonomi biliminin (tıpkı teknoloji gibi) sınıf mücadelesinden, devletten, sınıfsal güç dengelerinden bağımsız bir bilim olduğu biçimindeki yanlış bir varsayıma dayanıyor.
Oysa biliyoruz ki ekonomi bilimi, bir bilim olmaktan ziyade, hep mevcut durumdaki yöneten-egemen sınıfların çıkarına ve statükonun korunmasına hizmet eden bir burjuva ideolojisi olmuştur. Buna karşı çıkan az sayıda ekonomi politikçinin varlığı onun bu asıl özelliğini ortadan kaldırmaz.
…….
(1) 
https://www.project-syndicate.org/…/how-erdogan-caused-turk… (24 August 2018).


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder