Kredi kurumasına karşı menkul
kıymetleştirme çözüm olacak mı?
“İLKİNDE TRAJEDİ, İKİNCİSİNDE KOMEDİ OLUR…” (II)
Krediler azaldı
Kredi kapitalist üretim ve ticaretin
dişlilerini yağlayan bir yağ gibidir. Ancak kâr azalmaya başladığında, artık
kredinin adı ‘geri ödenemez hale gelmiş borç’tur. Yani artık borca dönüşen
kredi sistemin dişlilerini yağlamaz, üretim ve ticaretin durma noktasına
gelmesine ve iflaslara neden olur.
Türkiye’de Ağustos ayından bu yana
kredilerde bir düşüş yaşanıyor. Bunu piyasanın içinde olanlar zaten fiilen
biliyorlar. Kredi faizlerinin yüzde 30’ların üzerinde olması, bankaların kredi
verme koşullarını ağırlaştırmaları bu durumun bir kanıtı.
Merkez Bankası’nın para ve kredi
istatistikleri de bu gözlemi doğruluyor. Öyle ki 30 Kasım 2018 tarihi
itibariyle, önceki beş haftaya göre ortalama yüzde değişim olarak para arzı
(M3) yüzde - 0.46 daralarak 2 trilyon liranın altına gerilerken, kredi miktarında
düşüş yüzde -0,69 olmuş ve kredi hacmi 2,3 trilyon liraya düşmüş. Bu düşüş
başta konut ve diğer ihtiyaç kredileri olmak üzere tüm kredi türlerinde
yaşanıyor. Hazine kâğıtları ağırlıklı olmak üzere menkul kıymetlerdeki düşüş
ise yüzde - 6’ya yaklaşmış ve stok 417 milyar liraya gerilemiş (1).
Nitekim Merkez Bankası yayımladığı bir
belgede (2) yer alan : “TCMB 2018 yılında fiyatlama davranışındaki bozulma ve
enflasyon görünüme ilişkin risklere karşı fiyat istikrarını desteklemek
amacıyla güçlü bir parasal sıkılaştırma gerçekleştirmiştir” ifadesiyle parasal
sıkılaştırmaya başvurduğunu açıkladı.
Ancak kredilerdeki asıl düşüş aylar
itibariyle kredi değişikliğine bakıldığında daha net olarak görülebiliyor. BDDK
verilerine göre (3), Ağustos 2018- Ekim 2018 tarihleri arasında tüm
kredilerdeki ortalama azalma yüzde 9 civarında oldu (239 milyar lira). Bu arada
takipteki kredilerdeki artış yüzde 10,5’in üzerine çıkarak rakam 38,2 milyar
lirayı buldu. Kredilerdeki azalma, buna karşılık takipteki kredilerde artış başta
konut kredileri olmak üzere tüm kredi türlerinde görülüyor. Yani “kredi
kuruması” ile sonuçlanabilecek bir kredi azalması yaşanıyor.
TÜSİAD’dan kredi kuruması uyarısı
Bu tehlikeye dikkat çeken TÜSİAD Başkanı
Erol Bilecik, TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi toplantısında yaptığı konuşmada
(4): “Nakit sıkışıklığı her sektörde hissediliyor, kredi daralması tüm hızıyla
devam ediyor. Kredi daralması bitmeden bu krizin bitmeyeceğini hepimizin kabul
etmesi gerekir. Geri dönmeyen kredi alacaklarının temizlenmesi çalışmaları
yapılmalı” diyerek hükümeti uyardı.
Bu arada Merkez Bankası’nın para ve
kredi istatistikleri arasında yer alan menkul kıymet verisi siyasal iktidarın
kredi genişlemesi için ne yapabileceğinin işaretini veriyor.
Bu yılın Ekim ayında toplam 475 milyar
lira civarında olan menkul kıymet stokunun yüzde 70’ine yakını kamuya ait (yani
DİBS ). Bunun içinde varlığa dayalı menkul kıymet (VDMK) olarak bilinen menkul
kıymet stoku ise sadece 500 milyon liranın biraz üzerinde (yani toplam menkul
kıymetlerin yalnızca binde 1’inin biraz üzerinde).
İşte bu alan bundan sonra hükümetin
kredi genişlemesini yaratacağı alan olacaktır. Yani hükümet bundan böyle artan
bir biçimde menkul kıymetleştirmeyi teşvik edecek. Öncelikli olarak yüzde 40’a
yakın kısmı ipotekli konut kredilerinden oluşan ve 190 milyar lirayı aşan bir
tutardaki konut kredileri menkul kıymetleştirilecek. Bunun yolunun 40 milyar
doları bulan KOİ projesi kredilerine kadar gidebileceğinin altını çizelim.
Nitekim BDDK kararının ardından Hazine ve Maliye Bakanlığınca, Türkiye’nin en büyük VDMK ihracına 118 farklı yatırımcıdan toplam 2,43 kat talep geldiği ve toplam 3,150 milyar lira nominal değerli varlığa dayalı menkul kıymetin satılarak yatırımcıların hesabına aktarıldığı bildirildi (5).
İnşaat sektörüne can simidi
Bu karar kredi genişlemesi sağlayarak
durgunluktan çıkış için bir araç olarak görülebileceği gibi, inşaat sektörü ve
onu fonlayan bankacılık sektörünü kurtarma operasyonunun bir aracı olarak da
görülmeli.
Çünkü bu karar ile bir ucu Merkez
Bankası’nın banknot matbaasına, diğeri batık inşaatçılara uzanan bir kurtarma
mekanizma kuruluyor. Bu inşaat sektörü için banknot matbaası kurmak demek. Zira
Merkez Bankası batık inşaatlara ve onları finanse edenlere para aktarmak için
para basacak. Geri ödenemeyen ipotekli konut kredileri nihai olarak Merkez
Bankası’nca parasallaştırılmış olacak. Böylece beton millete mal edilecek (6).
O halde nedir bu finansallaşma ve menkul kıymetlendirme?
Finansallaşma olgusunu anlayabilmek için
finansın doğasını anlamak gerekiyor. Finans sanayi ve ticaret alanındaki
tarzdan farklı bir birikim (para kazanma) tarzını temsil ediyor.
Finansörler, para sermayelerini üretmek,
satmak ya da hizmet sunmak için değil, daha ziyade finansal
varlıklar/zenginlikler yaratmak için kullanıyorlar. Böyle varlıklar genelde,
gelecekteki belli bir anda bir sermayeyi, parayı geri ödeme sözü şeklinde
gerçekleşiyor. Örneğin, bir şirket hissesi, şirketin gelecekte elde edeceği
gelirlerinden pay almayı temsil ediyor. Dolayısıyla da finansal faaliyetlerin
önemli bir kısmı borç verme ve spekülasyon biçiminde oluyor ve bu ikisi
sıklıkla birbirinin içine geçiyor.
Örnek olarak, bankalar müşterilerine
konut kredisi verdiklerinde bu krediyi finans piyasalarında satılacak menkul
kıymete dönüştürüyorlar. Bu tür finansal faaliyetler başta bankalar olmak üzere
diğer kuruluşlarca da yürütülüyor. Finansallaşma finans mantığının geleneksel
finans dışı ekonomik faaliyet alanlarına doğru genişlemesini içeriyor.
Bu bağlamda, bugün haneler, şirketler ve
devlet geçmişe göre bu tür finansal faaliyetlerle daha fazla iç içe bir
durumda. Bazıları kreditör, bazıları borçlu olarak sahnede olsa da, hepsi içine
hapsoldukları borç ve alacak ağının içinde giderek artan bir biçimde hemhal
oluyorlar. Bu nedenle de finansallaşmayı bankaların ticaret ya da sanayiye,
dolayısıyla da kötülerin iyilere hâkimiyetinin bir sonucu olarak görmemek,
tersine onu tüm kapitalistlerin davranışlarının yeni ekonomik realiteye
uyarlandıkları bir mekanizma olarak ele almak gerekiyor (7).
Öyle ki Türkiye’de hanelerin ya da özel
sektörün borçlarındaki artışın yanı sıra kamudaki borç ya da finansallaşma
artışı çok çarpıcı bir hal almaya başladı. Özellikle Kamu-Özel İşbirliği (KOİ)
ile gerçekleştirilen çok büyük alt yapı projeleri aracılığıyla kamu kesimi ciddi
bir biçimde finansallaştı. Bu yatırımlar vergilerle finanse edilmek yerine,
ağırlıklı olarak dış borçlanmayla finanse ediliyor.
Böyle bir finansallaşmanın bütçeye yük
getirmediği için vergi mükellefleri için iyi bir şey olduğu söylense de,
yapılan araştırmalar bu tür finansmanla yapılan yatırımların hem diğerlerine
göre çok daha pahalı olduğunu, hem de koşullu yükümlülükler biçiminde bütçeyi
etkilediğini ortaya koyuyor (8).
Çürük elmaların da satılabilmesini sağlayan menkul kıymetleştirme
Menkul kıymetleştirme ise böyle bir
finansallaşmanın en yaygın biçimlerinden biri. Bu operasyonda farklı varlık
türleri, finansal kuruluşlar (örneğin bankalar ya da fonlar) tarafından bir
havuzda toplanıyor. Yani bu işlemle farklı risk düzeylerindeki varlıklar bir
havuzda toplanabiliyor, böylece yatırımcılara kolayca satılamayacak yüksek
riskli varlıklar düşük risk taşıyan varlıklar ile birlikte pazarlanabiliyor.
Burada amaç bu varlıkları nakde çevirebilmek.
Bu havuzdaki varlıkların gelirlerine
bağlı olarak menkul kıymet (tahvil, gelir ortaklığı senedi ve VDMK gibi
kıymetli kâğıtlar) ihraç ediliyor. Ya da bunlar, 2008 krizinde başat bir rol
oynayan “Teminatlı Borç Yükümlülükleri” (CDO), “Swap Sözleşmeleri” ve “Kredi
Risk Swapları” (CDS) gibi bizim finans sistemimize yeni yeni girmekte olan
türev araçlar olabiliyorlar (9).
İhraç edilen bu menkul kıymetlerin
geliri, varlıkların sahibi olan finansal kuruluşa veya şirkete (örneğin Varlık
Finansman Fonu’na ) ait olurken, havuzdaki varlıkların geliri menkul kıymet
yatırımcılarına gidiyor.
Böylece havuzdaki varlıkların değerine
göre çıkartılan kâğıtlar (türev araçlar) havuzun değeri arttıkça daha fazla,
düştükçe daha düşük gelir getiriyor. Bu süreçte bir menkul değerden birden
fazla menkul değer üretiliyor ve her bir finansal aracı kendi kârını ya da
komisyonunu ekleyerek bunu başkasına pazarlıyor. Bunun sonucunda finansal bir
balon oluşmaya başlıyor.
Kredi geri ödemesi zora girdiğinde
Ancak ipotekli konut kredisi geri
ödemelerinde sorun yaşanmaya başladığında bu varlık havuzunun ve bunun
üzerinden çıkartılan türev kâğıtların değeri düşmeye başlıyor. Yani finansal
balon patlıyor. Böylece kredi genişlemesi için yapıldığı ileri sürülen menkul
kıymetleştirme kredilerin kuruması ve beraberinde derin bir resesyonu getirecek
olan finansal krizi tetikliyor. Domino etkisiyle finansal sistem krize giriyor.
Nitekim 2008 Büyük Resesyonu bir
finansal kriz olarak finans sektöründe başladı ve bu krizi tetikleyen en önemli
faktör ipotekli konut kredileri üzerinden yapılan menkul kıymetleştirme oldu.
Kriz sonucunda da bu menkul kıymetleştirmede rol alan iki dev fon Fannie Mae ve
Freddie Mac devlet müdahalesi ile kurtarılabildi. Ama Lehman Brothers ve Bear
Stearns’a ait iki adet hedge fon batmaktan kurtulamadı. Kapitalizm tarihinin
bugüne kadar gördüğü ikinci derin kriz olan 2008 krizi patlak verdi. 6 milyon
Amerikalı ipotek kredisiyle (mortgage) satın aldıkları evlerini kaybetti, yüz
binlerce finans sektörü ve reel sektör çalışanı işçi işsiz kaldı, özel
emeklilik fonları battı, insanlar geleceklerini kaybetti (10).
Yaşanan deneyimler ekonomik durgunluk ya
da krizleri aşabilmek için sistemin egemenlerinin finansal balonlar şişirmekten
başka yollarının olmadığını ortaya koyuyor. Yani artık sistem her seferinde
yeni finansal balonlar şişirilerek ilerleyebiliyor. Bu gelişmeyi, üretim
ilişkilerinin üretici güçlerin gelişiminin önünde engel oluşturması ya da
uyumsuzluğu biçimindeki kapitalizmin temel ekonomi politik kanunu olarak da
ifade etmek mümkün.
ABD bunu 1999’da borsa ve 2002’den
itibaren mortgage balonları biçiminde denemişti. Balonlar patlayınca 2001 ve
2008 krizleri yaşandı. Ardından küresel kapitalizm içinden hala çıkılamayan çok
uzun süreli bir krizin içine girdi.
Amerika’yı yeniden keşfetmek
Türkiye ise 2008 finansal krizinden,
göreli olarak güçlendirilmiş bankacılık sistemi ve sözü edilen bu toksik menkul
kıymetlerle henüz yeterince tanışmadığından fazla bir hasar almadan
çıkabilmişti. Ama bugün gelinen nokta itibariyle, sistemin egemenleri
Amerika’yı yeniden keşfediyorlar ve menkul kıymetleştirmeye yükleniyorlar.
Oysa bu çözüm (!) kalbe giden damarları
büyük ölçüde tıkanmış olan bir hastanın tıkalı damarlarını ‘balon’ ile açmak
biçiminde geçici rahatlama sağlayan bir tedavi uygulamaya benziyor. Bunun en
büyük riski ise bu işlemin pıhtı atılması ve bu pıhtının beyin gibi zaruri bir
organa yerleşmesi sonucunda hastanın kaybedilmesi.
Kısaca Türkiye kapitalizmi geldiği nokta
itibariyle çok uzak olmayan bir sonraki krizinin tohumlarını ekmeye başlıyor ve
menkul kıymetleştirme balonlarıyla ekonomiyi, finansal kârları büyütmeye
yönelmiş bulunuyor.
Daha fazla finansallaşma (neden olacağı
yoksullaşma ve mülksüzleştirme bir yana) ekonomiyi krizden çıkartmaya yetecek
mi? Bu sorunun yanıtını verebilmek için 2008’de ABD’de patlak veren finansal
krizi neyin tetiklediğini bilmek yeterli.
Aynı şeyleri deneyip, farklı sonuçlar
almak mümkün değil. Marx’ın Hegel’e atıfla ironik bir biçimde kullandığı şu
sözleri hatırlatalım: “Hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: Bütün
tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel
eklemeyi unutmuş: Birinci kez trajedi olarak, ikinci kez komedi olarak” (11).
…………….
…………….
(1) TCMB, Haftalık Para ve Banka İstatistikleri,
6 Aralık 2018.
(2) TCMB, 2019 Yılı Para ve Kur Politikası (5 Aralık 2018), Ankara, s. 2.
(3) http://www.bddk.org.tr/BultenAylik( 7 Aralık 2018).
(4) http://www.paraanaliz.com/…/igneyi-kendimize-batiralim-gerc… (7 Aralık 2018).
(5) http://www.hurriyet.com.tr/…/son-dakika-hazine-ve-maliye-ba…
(6) https://ugurses.net/2018/11/28/insaata-banknot-matbaasi (28/11/2018).
(7) Grace Blakeley, “Market Meltdown”,https://www.redpepper.org.uk/market-meltdown (24 September 2018).
(8) R. Hakan Özyıldız, “KÖİ projelerinin bütçeye yükü belli olmuş”, http://www.hakanozyildiz.com/…/koi-projelerinin-butceye-yuk….
(9) Mustafa Durmuş, Kapitalizmin Krizi- 2008 Krizinin Eleştirel Bir Çözümlemesi,1. Baskı, Tan Kitabevi Yayınları, 2009, s. 215.
(10) Agk.s. 33-34.
(11) Karl Marx, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, İkinci Baskı (Çeviren Sevim Belli), Sol Yayınevi, 1990, s. 13.
(2) TCMB, 2019 Yılı Para ve Kur Politikası (5 Aralık 2018), Ankara, s. 2.
(3) http://www.bddk.org.tr/BultenAylik( 7 Aralık 2018).
(4) http://www.paraanaliz.com/…/igneyi-kendimize-batiralim-gerc… (7 Aralık 2018).
(5) http://www.hurriyet.com.tr/…/son-dakika-hazine-ve-maliye-ba…
(6) https://ugurses.net/2018/11/28/insaata-banknot-matbaasi (28/11/2018).
(7) Grace Blakeley, “Market Meltdown”,https://www.redpepper.org.uk/market-meltdown (24 September 2018).
(8) R. Hakan Özyıldız, “KÖİ projelerinin bütçeye yükü belli olmuş”, http://www.hakanozyildiz.com/…/koi-projelerinin-butceye-yuk….
(9) Mustafa Durmuş, Kapitalizmin Krizi- 2008 Krizinin Eleştirel Bir Çözümlemesi,1. Baskı, Tan Kitabevi Yayınları, 2009, s. 215.
(10) Agk.s. 33-34.
(11) Karl Marx, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, İkinci Baskı (Çeviren Sevim Belli), Sol Yayınevi, 1990, s. 13.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder