TÜRKİYE EKONOMİSİ KRİZİN İKİNCİ FAZINDA
(V)
Marksist Kriz Teorileri (Üretim Anarşisi, Eksik Tüketim, Kâr Realizasyonu)
Mustafa Durmuş
27 Aralık 2018
Önceki iki bölümde detaylı olarak ele
aldığımız ‘finansallaşma olgusu’ özellikle 1980 sonrası gelişmeleri anlamamıza
yarayan bir sözcük olabilir ama Marksist ekonomi politik açısından bu durum
ekonomik krizlerin temel nedeninin finansallaşma olduğu anlamına gelmemelidir.
Bu bağlamda da kriz sadece finansal
krizlere de indirgenmemelidir. Nitekim 2008 krizi sadece bir finansal kriz ya
da ‘Minsky Anı’ değil, tarihin en büyük resesyonlarından biriyle sonuçlanan bir
krizdir.
Krizlerin finansal krizlere indirgenerek
tanımlanmasının nedeni kapitalizmin çok büyük çapta parasallaşmış bir ekonomi
olması ve şu ana kadar krizlerin daima önce parasal panik ve finansal çöküş
biçiminde patlak vermesidir.
Diğer taraftan ulusal ya da küresel
hangi kapsamda olursa olsun, finansal ya da reel sektörde hangi alanda
gerçekleşirse gerçekleşsin, tüm krizlerin kökleri derin bir biçimde birbirine
sarılıdır. Yani her ne kadar ilk bakışta sanki kriz finansal sektörde ortaya
çıkıyormuş gibi görünse de krizin nihai nedeni üretken sektördeki yatırımların
belirgin bir biçimde azalması ve buna yol açan kârlılık sorunu, yani kâr
oranlarındaki düşüştür (1).
Finansal sektörde olanlar ise semptomik
niteliktedir ve semptomlarla derindeki nedenleri birbirine karıştırmamak
gerekir. Tarihsel maddeci yöntem bize yüzeydekilerden ziyade, derindeki
dönüştürücü büyük yapılara bakmamız gerektiğini öğretmiştir. Bu bağlamda
finansallaşma yaklaşımı özünde finansal krizlere yüzeysel bakan bir
yaklaşımdır.
Kapital’de kriz kavramları
Neo-Marksistlerin krizleri açıklarken
(finansallaşma yaklaşımlarında görüldüğü gibi) özünde Keynesyen görüşlere
yaslanmalarının bir nedeni Kapital’de yer alan kriz kavramlarının
çeşitliliğidir.
Öyle ki Kapital’de kriz artı-değer
teorilerinin içinde parça parça anlatılırken (2); ‘kârlılıktaki yetersizlik’
(kâr oranlarının azalma eğilimi), ‘yatırım –üretim ve tüketim dengesizliği’
(üretim anarşisi), ‘eksik tüketim’, ‘üretim ve artı değerin (kârın)
realizasyonu arasındaki gerilim/çatışma’ gibi değişik sözcükler yer alır.
Böylece şu sorulara verilen yanıtlar
Marksistleri kendi aralarında ayrıştırır:
“Kapitalist krizin nedeni üretimdeki
‘kâr oranlarındaki düşüş müdür (KOAEY)’, yoksa kriz sermayenin üretimde
yaratılan artı değerin piyasalardaki satışlar sırasında yeterince ‘realize
edilememesinden’ mi kaynaklanmaktadır?”
Ya da “krizler yetersiz artı değerden
mi, yoksa piyasalarda realize edilemeyen ‘çok fazla artı değer’den mi”,
‘orantısızlık’tan mı veya ‘aşırı üretim’den mi kaynaklanmaktadır?”
Bu çerçevede David Harvey’e göre,
ekonomik krizlerin birden çok nedeni mevcuttur. Sadece KOAEY değil, aşırı
üretim, aşırı sermaye birikimi, sermayenin aşırı üretimini de kriz nedenleri
arasında saymak gerekir. 19. Yüzyılda yaşamış olan Rus iktisatçı Tugan Baranovsky’e
göre, kapitalizmdeki üretim anarşisi nedeniyle üretimin genişlemesi ile
piyasanın sınırları arasındaki uyumsuzluk, yani birikim ve tüketim arasındaki
uyumsuzluklar krizlerin asıl nedenidir. Rosa Lukemburg’a göre bir kâr
realizasyonu sorunu mevcuttur. Baran ve Sweez’e göre ise çok fazla ekonomik
artık söz konusudur. Buna karşılık yeterince yeni kârlı yatırım alanı
olmadığından bu artık massedilememekte, bu da uzun süren bir durgunluğa neden
olmaktadır (3).
Her krizin ayrı bir nedeni mi var?
Bu karışıklığa bir de Harvey, Dumenil ve
Levy gibi Marksistlerin “genel bir kriz teorisinin olmadığı, kapitalizmde her
krizin ayrı bir nedeninin olduğu” biçimindeki tezleri eklendiğinde kendisini
solda ifade eden iktisatçıların önemli bir kısmı Post - Keynesyen ya da Neo-
Ricardian teorilere sığınmak durumunda kalırlar.
Yani Neo-Marksist iktisatçılar genelde
tarihte görülen her bir ekonomik krizin özgün nedenlerinin olduğunu benimserler
ve analizlerini bu genel kabul altında yaparlar.
Artan eşitsizlikler ve yığılan borç stokları
Örneğin Marksist ekonomistler Gerard
Dumenil ve Dominique Levy’e göre (4), 1880 krizi ve 1970’lerin krizi tipik kâr
oranlarının düşmesi krizleri (kârlılık) iken, 1929 Büyük Depresyonu ve 2008
Finansal Çöküşü artan eşitsizliklerin ve borçluluğun bir sonucuydu. Çünkü
giderek artan eşitsizlikler insanların giderek daha fazla borçlanmalarına, bu
borç stoklarının sürdürülemez düzeye yükselmesine, bu da spekülatif çöküşlere
neden oldu.
Bu yaklaşımlar çerçevesinden günümüzde
artan küresel eşitsizliklerle birlikte dünya borç stoklarındaki devasa artışın
yeni spekülatif çöküşleri tetikleyerek yeni krizlere neden olabileceğini
söyleyebilmek mümkündür.
Bu teorilerin ortak özelliği üretimden
ziyade bölüşüme odaklanmalarıdır. Böylece ücretlerin milli gelir içinde azalan
payından yola çıkarak bazı krizlerin “ücret sürümlü”, yani bölüşüm
adaletsizliği nedeniyle ortaya çıktığını, diğer bazılarınınsa “kâr sürümlü”,
yani kâr yetersizliği olduğunu ileri sürerler.
Kârın realize edilememesi ve aşırı üretim sorunları
‘Kâr realizasyonu’ sorunundan yola
çıkanlar krizin kaynağının ücretlerin yetersizliği ve tüketim eksikliği
olduğunu ileri sürerler. Buna dayanak olarak da, Kapital’de ileri sürüldüğü
gibi, kapitalistin artı değeri, dolayısıyla da kârı maksimize edebilmek için
ücretleri minimumda tutmaya çalıştığını, tüm kapitalistlerin aynı şeyi
yapmaları durumunda da, üretilen ürünlerin bir kısmının satın alınmaması gibi
bir sonucun doğmasını gösterirler.
Yani üretim-tüketim dengesi bozulmuş,
tüketim, ücret yetersizliğinden dolayı eksik kalmış, böylece de kârlar realize
edilememiştir. Böylece sermaye döngüsü tamamlanamamış olduğundan kriz ortaya
çıkmıştır.
Bu bağlamda örneğin Marksist sosyal
bilimci David Harvey’e göre, makroekonomik krizleri anlamak için artık değer
üretiminin çatışmalı durumlarından öteye gidip, dikkatimizi sermaye döngüsünün
diğer kısımlarına (yani aşırı sermaye birikimi ve aşırı meta üretimi, kâr ya da
artık değerin realizasyonu ve bölüşümüne) vermemiz gerekmektedir (5).
Roberts’a göre (6), aşırı üretim tezi
bir yanıyla eksik tüketim tezinin bir başka ifadesidir. Aşırı üretimin
kapitalizmin işleyişinin sonucu olduğunu söylemekle, krizin nedeninin aşırı
üretim olduğunu söylemek aynı şey değildir. Eğer aşırı üretim kriz nedeni
olsaydı kapitalizm her zaman kriz içinde olurdu. Çünkü işçiler hiçbir zaman bu
ürünleri satın alabilecek bir gelire sahip olmadılar.
Bir başka anlatımla, kâr oranlarının
azalması aşırı sermaye malı üretimine ve aşırı meta üretime neden olur, tersi
değil. Sadece kâr oranlarındaki düşüş, kâr kütlesinin azalmasına neden
olduğunda krizler doğar. Böylece hem sermayedeki aşırı birikim, hem de mal ve
hizmetlerdeki aşırı üretim kâr oranlarındaki düşüşün sonucudur ve kriz böyle
ortaya çıkar. Böylece realizasyon problemi üretimdeki problemin bir sonucu
olarak doğar. Azalan kâr oranları, düşen kâr kütlesi yatırımların, ücret
düzeylerinin ve istihdamın çöküşüne, bu da şirketlerin mallarını satamamalarına
(mevcut fiyatlardan) ve işçilerin de bunları satın alamamasına yol açar. Bu bir
aşırı üretim ve eksik tüketim krizi biçiminde kendini gösterir (7).
Sorunun nasıl tanımlandığı önerilen
çözümlerin de nasıl olacağını etkilediği için oldukça önemlidir. Nasıl ki
krizin nedeni finansallaşma olarak tanımlandığında çözümler finans
piyasalarının kontrolüne dönük önlemlerle sınırlı kalıyorsa, eğer kriz aşırı
üretim ya da eksik tüketimden kaynaklı bir kriz olarak tanımlanıyorsa krizden
çıkışın asıl yolu Keynesyen harcama ve vergi politikalarını (maliye
politikaları) hayata geçirmek olacaktır.
Nitekim kriz halinde burjuva hükümetler
devletleştirme biçimindeki kurtarma önlemlerinin yanı sıra sıklıkla bu
politikalara başvururlar.
Dolayısıyla da “orantısızlık”, “aşırı
üretim” veya “eksik tüketim”, “çok fazla artık teorileri”ni Marksist kriz
teorileri olarak değerlendirmekten ya da KOAEY’’e de alternatif olarak
düşünmekten ziyade onları Keynesyen iktisadın içinde ele almak daha doğrudur.
2008 Kriz öncesinde kâr oranları düşüyor muydu?
Bu iktisatçıların Marksist KOAEY’e karşı
olarak ileri sürdükleri temel kanıt Merkez Ekonomilerde 1980’lerden itibaren
kârlılığın belirgin bir biçimde artması ve kârlılığın restore
edilmesiydi.
Gerçekten de 1980’li yıllardan itibaren (her ne kadar 1960’ların ikinci yarısındaki zirvenin altında kalsa da) hem kâr oranları, hem de finansal kârların reel kârların içindeki payları ciddi bir yükseliş göstermişti (8).
Gerçekten de 1980’li yıllardan itibaren (her ne kadar 1960’ların ikinci yarısındaki zirvenin altında kalsa da) hem kâr oranları, hem de finansal kârların reel kârların içindeki payları ciddi bir yükseliş göstermişti (8).
Ancak bu gelişmeyi KOAEY’i esas alınarak
şöyle açıklamak mümkündür: Kârlılık düşüşü 1980’lerden itibaren Merkez
Ekonomilerde sona erdi ve kâr oranları tekrar yükselmeye başladı. Çünkü
sırasıyla ‘karşılayıcı/ telafi edici faktörler’ devreye girdi. Bunlardan biri
sermayenin üretken sektörden (ki buralarda toparlanma olmadı) finansal sektöre
ve bunun bağlantılı olduğu konut ve emlak gibi üretken olmayan, kurgusal
sektörlere (FIRE) kaymasıydı. Bunun sonucunda finansal kârlar patladı. Böylece
kâr oranlarındaki düşüşü telafi edici bir karşı faktör olarak finansal
yatırımlar devreye girdi.
Nitekim 1980 sonrası döneme bakıldığında
neo-liberal dönem olarak da adlandırılan bu dönemin temel özelliğinin;
küreselleşme, finansallaşma ve neo-liberal serbestleştirmeler (sermaye
hareketlerinin serbestleştirilmesi, özelleştirmeler, döviz kurlarının ve faiz
oranlarının serbest bırakılması gibi) olduğu görülür (9).
Bu dönemde Merkez Ekonomilerdeki sanayi
üretiminin önemli bir kısmının, hammadde fiyatlarının ve ücretlerin düşük,
dolayısıyla üretim maliyetlerinin belirgin bir biçimde düşük olduğu Çin,
Hindistan ve Brezilya gibi ülkelere kaydırılması biçimindeki sermaye ihracı ve
finansal serbesti ile para-sermayenin ihracı ve finansallaşma kâr oranlarındaki
düşüşü telafi eden temel karşılayıcı önlemler olarak devreye girdi.
Genel bir kriz teorisine olan ihtiyaç
Her krizin kendine özgü nedenleri olsa
da, kapitalizm altında krizler sürekli olarak tekrar ediyor. Yani krizler
tesadüfi olaylar ya da şoklar değiller. Bu da yüzeyde hangi neden olursa olsun,
krizlerin derinde genel nedenleri olması gerektiğine işaret ediyor.
Derindeki bu genel nedenlerin bulunup çıkartılması gerekiyor.
Derindeki bu genel nedenlerin bulunup çıkartılması gerekiyor.
Bilimsel yöntem, olay ve olguların nasıl
ve neden oluştuğunu açıklayan yasaları bulup ortaya çıkarma girişimidir.
Böylece (tam bir kesinlikte olmasa da) krizlerin hem nedenleri ortaya
çıkartılabilir, hem de bunların hangi koşullarda, ne zaman tekrarlanabileceği
anlaşılabilir.
Böylece genel bir kriz teorisi
kapitalizmin kusurlu bir üretim biçimi olduğunu, bu nedenle de küresel çapta
insan ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir uyumlulukta üretici güçleri kalıcı bir
biçimde geliştiremeyeceğini ortaya koyabilir.
Diğer taraftan Marksizm’i tamamlanmış,
bitmiş bir olgu olarak da ele almak bizi dogmatizme götürür. Çünkü Samir
Amin’in deyimiyle, “Marx modern zamanların radikal eleştirisinin sadece bir
başlangıcıdır. Marksist olmak Marx’la yetinmemektir. Onu başlangıç olarak
almaktır. Marx’ın yapıtı hala tamamlanmamıştır, sınırsızdır. Zira kendini
sınırsız olarak başlatır, her zaman eksiktir ve kendi eleştirisinin nesnesidir”
(10).
Bu bağlamda Marx’ın yazılarını bugünkü
krizleri anlamak için kullanmak belli ölçüde faydalıdır. Marx’ın konuya
katkıları kapitalizm altında etkin bir kriz teorisi oluşturabilmenin temeli
olarak kabul edilmelidir.
Diğer taraftan onun yaşadığı zamandan bu
yana çok şeyin değiştiği de açıktır. Öyle ki kapitalizm şimdi hiç olmadığı
kadar küreselleşti ve hiç olmadığı kadar finans kapital tarafından kontrol
ediliyor. Dünya ekonomisinde ortaya çıkan pek çok gelişme Kapital’in birinci
cildinde yer aldığı gibi, 19.Yüzyıldaki (özellikle de İngiltere’deki)
sermayenin artı değer sömürüsü üzerinden (üretimdeki) genişlemesi ile çok az
benzerlik taşıyor. Bu yüzden teori bu değişimi ve gelişimi dikkate almak
durumunda.
Ancak bu değişimden yola çıkarak Marx’ın
görüşlerinin yanlış olduğunu ileri süren tezlerin geçerliliği yoktur. Tersine
Marx’ın tezleri bugün de geçerliliğini korumaktadır. Örneğin Marx’ın
Kapital’de, Proudhon’un kapitalizmin üretim tarzına sadık kalınırken,
hastalıklı yönlerinin, yani parasal, değişim ve finans ilişkilerinin reforme
edilerek iyileştirilmesinin mümkün olabileceği tezine yaptığı eleştiri bugün de
son derece geçerli, güncelliğini koruyan bir eleştiridir.
Bu nedenle de yapılması gereken Marx’ın
omuzlarına basarak kapitalizm ve kriz konusundaki kavrayışı daha da
yükseltmektir. Marksist ekonomi politikçiler (bugün Marx’ın dönemine göre çok
daha fazla veriye ulaşabilmenin mümkün olduğunu bilerek) yapacakları ampirik
çalışmalarla bu teoriyi sıklıkla sınamalıdırlar (11).
…devam edecek: Kâr Oranlarının Azalma Eğilimi Yasası ve krizler
Dip notlar:
(1) Murray E.G. Smith
and Jonah Butovsky,”The roots of the global crisis: Marx’s law of falling
profitability and the US economy, 1950-2013”, World in Crisis (Editörs:
Guglielmo Carchedi and Michael Roberts), Haymarket Books, Chicago, İllinois,
2018, s. 329.
(2) Karl Marx, Capital Volume II; The Annual Rate of Surplus Value, Chapter 16: The Turnover of Variable Capital, Chapter 17: The Circulation of Surplus Value, https://www.marxists.org/archive/marx/works/1885-c2/ch16, ch17.htm; Karl Marx, Grundrisse: Notebook VII – The Chapter on Capital as Fructiferous. Transformation of Surplus Value into Profit,https://www.marxists.org/…/m…/works/1857/grundrisse/ch15.htm (26 December 2018).
(3) Michael Roberts, “Transformation and realisation – no problem”,https://thenextrecession.wordpress.com/…/transformation-and….
(4) Gérard Duménil and Dominique Lévy, “The Crisis of Neoliberalism”,www.cepremap.fr/membres/dlevy/dle2016d.pdf (24.12.2018).
(5) David Harvey, “Crisis theory and the falling rate of profit”, The Great Meltdown of 2008: Systemic, Conjunctural or Policy-created?, (Edits: Turan Subasat and John Weeks (SOAS, University of London); Edward Elgar Publ., 2015.
(6) Roberts, “Transformation and … agm.
(7) Agm.
(8) Guglielmo Carchedi,”The old is dying but the new can not be born: On the exhaustion of Western capitalism”, World in Crisis (Editörs: Guglielmo Carchedi and Michael Roberts), Haymarket Books, Chicago, İllinois, 2018, s. 54,57.
(9) Gerald Dumenil and Dominique Levy, “Costs and benefits of neoliberalism: A Class analysis”, Financialisation and the World economy (Edts. Gerald A. Epstein), Edward Elgar Publ., 2005, s. 17.
(10) Samir Amin,The Law of Worldwide Value, Monthly Review Press, 2010, s. 9-10.
(11) Michael Roberts, “Marxist or Keynesian macro?”,https://rupturemagazine.org/2018/11/19.
(2) Karl Marx, Capital Volume II; The Annual Rate of Surplus Value, Chapter 16: The Turnover of Variable Capital, Chapter 17: The Circulation of Surplus Value, https://www.marxists.org/archive/marx/works/1885-c2/ch16, ch17.htm; Karl Marx, Grundrisse: Notebook VII – The Chapter on Capital as Fructiferous. Transformation of Surplus Value into Profit,https://www.marxists.org/…/m…/works/1857/grundrisse/ch15.htm (26 December 2018).
(3) Michael Roberts, “Transformation and realisation – no problem”,https://thenextrecession.wordpress.com/…/transformation-and….
(4) Gérard Duménil and Dominique Lévy, “The Crisis of Neoliberalism”,www.cepremap.fr/membres/dlevy/dle2016d.pdf (24.12.2018).
(5) David Harvey, “Crisis theory and the falling rate of profit”, The Great Meltdown of 2008: Systemic, Conjunctural or Policy-created?, (Edits: Turan Subasat and John Weeks (SOAS, University of London); Edward Elgar Publ., 2015.
(6) Roberts, “Transformation and … agm.
(7) Agm.
(8) Guglielmo Carchedi,”The old is dying but the new can not be born: On the exhaustion of Western capitalism”, World in Crisis (Editörs: Guglielmo Carchedi and Michael Roberts), Haymarket Books, Chicago, İllinois, 2018, s. 54,57.
(9) Gerald Dumenil and Dominique Levy, “Costs and benefits of neoliberalism: A Class analysis”, Financialisation and the World economy (Edts. Gerald A. Epstein), Edward Elgar Publ., 2005, s. 17.
(10) Samir Amin,The Law of Worldwide Value, Monthly Review Press, 2010, s. 9-10.
(11) Michael Roberts, “Marxist or Keynesian macro?”,https://rupturemagazine.org/2018/11/19.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder