TÜRKİYE
EKONOMİSİ KRİZİN İKİNCİ FAZINDA (II)
İktisat
teorileri krizi nasıl açıklıyor?
Mustafa
Durmuş
16
Aralık 2018
Her ne kadar siyasal iktidarın sözcüleri ekonomik bir
krizin varlığını kabul etmeseler de, “yeni dengelenme süreci” gibi lastikli
sözcükler kullansalar ya da “helva yapma zamanı” gibi ekonomide zorlukların
aşıldığını ima eden tasvirler yapsalar da gerçek çok farklı.
Ülke ekonomisi zorda. Bu zorluk insanlarımıza,
emeğinden başta satacak ve geçimini sağlayabilecek bir şeyi olmayan işçi
sınıfına, işsizlere, yoksullara çok ağır bir biçimde yansımaya başladı bile.
İflas edip kapanan işyerlerinin işçileri işsiz kalıyor, enflasyon emekçilerin
alım gücünü fena halde düşürmüş durumda ve başta üniversiteli gençler olmak
üzere gençlerimiz geleceğe umutla bakamıyor.
‘YÜKSELEN EKONOMİLER’İN PARLAK ÇOCUĞUNA NE
OLDU?
Yükselen ekonomilerin en parlak çocuğu olarak göz kamaştırdığı
ileri sürülen bir ekonominin bu hale gelmesi, örneğin dış güçlerin oyunları ya
da sadece insan- yönetim hatası veya uygulanan ekonomi politikalarının
yanlışlığı ile açıklanabilir mi? Yoksa bu durum kapitalizmin işleyiş biçiminin
kaçınılmaz bir sonucu mu? Bu ve buna benzer soruları iktisat teorileri ya da
farklı iktisadi yaklaşımlar nasıl yanıtlıyor?
Bu sorulara verilen yanıtlar insanların sınıfsal
konumları, krizin onları nasıl etkilediği, dünya görüşleri, etkilendikleri,
benimsedikleri iktisat teorileri, destekledikleri siyasal partilerin
sözcülerinin açıklamaları, eğitim ya da eğitimsizlik durumları başta olmak üzere
çok sayıda faktöre göre değişiyor.
Bu faktörlerin hepsini burada masaya yatırarak bir
değerlendirme yapmak imkânsız. Bu nedenle de analizimi iktisat teorilerinin
açıklamalarıyla sınırlı tutacağım.
KRİZLERİ
ÖNGÖREMEYEN BİR AKADEMİ
Öncelikle dünyada iktisat alanındaki akademisyenlerin (Nobel
ödülü almış olanları da dahil olmak üzere) çok büyük bir kısmının ekonomik
krizleri öngörme konusunda son derece başarısız olduklarının altını çizmek
gerekiyor.
Örnek olarak 2008 krizinin hemen öncesinde ABD
ekonomisinin çok sağlam temeller üzerinde büyümekte olduğu ile övünen dönemin FED
Başkanı Greenspan, krizin ardından ABD Kongresi’ne bilgi verirken “şok
yaşadığını, ekonomi ile ilgili bilgisinden şüpheye düştüğünü itiraf etmişti (1).
Nobel ödülllü iktisatçı Eugene Fama’ya “2008 krizine
neyin neden olduğu” sorulduğunda ise, “bir iktisatçı olarak resesyonun
nedenlerini bilmediğini, kendisinin makro iktisatçı olmadığını, iktisat
biliminin bu iniş çıkışları açıklamada yetersiz kaldığını, krizi ön
göremeyeceğini, iş döngülerinin nedenleri konusunda daha fazla şey bilmesi
gerektiğini söylemişti” (2).
Yalnızca akademi dünyasındakiler değil, aynı zamanda
IMF, OECD ve DB gibi kuruluşlarda çalışan ve dünyanın en itibarlı
üniversitelerinin iktisat bölümlerinden mezun iktisatçılar ya da bunların
hocaları da, ne önceki krizleri, ne de 2008 krizini öngörememişlerdi. Hatta bu
uluslararası kuruluşların dünya ekonomisindeki büyümeye ilişkin her üç ayda bir
yaptıkları öngörüleri sıklıkla revize ettikleri biliniyor.
Peki, dünyanın bu en parlak iktisatçıları nasıl olur
da krizleri öngöremezler? Burada bir manipülasyon mu söz konusu? Yoksa
ekonomiye ilişkin olarak başvurdukları iktisadi modeller ve bunların dayandığı
teoriler mi hatalı? Yani dünyaya ve ekonomik olaylar ve olgulara bakış açıları
mı felsefi olarak sorunlu?
FELSEFİ
İDEALİZM ALTINDAKİ BİR İKTİSAT İDEOLOJİSİ
Günümüzde “ana akım iktisat” ya da “burjuva iktisadı”
olarak da adlandırılan “hâkim iktisat öğretisi” bir bilim olmaktan ziyade,
emperyalist-kapitalist sistemin işleyişini meşrulaştırmaya hizmet eden bir
ideoloji gibidir. Bu yönüyle özü itibariyle felsefi idealizm içinde yer alır. Çünkü
iktisadi olay ve olguları içinde cereyan ettikleri maddi üretim tarzının
belirleyici koşullarından, iç çatışmalarından, sürükleyici alt yapı ve üst yapı
dinamiklerinden ve sosyal sınıflar arasında süre giden açık ya da örtük
mücadelelerden ya da güç ilişkilerinden bağımsız olarak ele alır.
Bu öğretiyi benimsemiş olan akademisyenlerin çoğunluğu
ise toplumlardaki sınıfsal ayrışmayı ve sınıf mücadelelerini görmek ve nedenlerini
sorgulamak yerine, sınıfların olmadığı iktisadi modeller ve varsayımlarla bu
olguyu gizlerler. Bunlar içinde en eleştirelleri ise sorunu üretim tarzının
sorunları yerine, sadece yoksul-zengin ayrışması ve gelir bölüşümü adaletsizliğine
indirgerler.
İNDİRGEMECİ
YÖNTEMLERLE KURULAN SOYUT MODELLER
Bu iktisadın yöntemi ve modelleri sorunludur.
Varsayımları gerçeklere uygun değildir, teorisi ekonomik sorunları çözümlemede
ve aşmada yetersizdir. Ağırlıklı olarak tümden gelimci bir teori ve yöntem
kullanılır. Yani işe aksiyom ve önermelerle başlar ve indirgemeci bir mantık
kullanarak olayları açıklamaya çalışır. Buna uygun matematiksel modeller
kullanır.
Yani tıpkı kutsal sayılan metinleri tartışmasız bir
biçimde kabul ederek dünyayı açıklamaya çalışan dinsel öğretiler ve inançlar
gibi, ana akım iktisat da işin başında kutsal metin düzeyinde benimsediği ön
kabullerle işe başlayarak ekonomide olup bitenleri yukarıdan aşağıya,
indirgemeci bir biçimde açıklamaya çalışır. Gerçeklerden hareketle analiz
yaparak bilimsel sonuçlara ulaşmak yerine, gerçekleri inancına ya da teorisine
uydurmaya çalışır.
İndirgemeci düşünce biçimini iktisada uygularken bu iktisatçılar
soyut matematiksel modeller (sanki öyleymiş gibi yapan ) kullanırlar. Ancak hiçbir
ekonomi teorisi çok karmaşık bir gerçek ekonomiyi tam olarak taklit edebilen
bir ekonomik modeli sunamaz. Çünkü bu modellerin büyük bir çoğunluğu
gerçeklikleri son derece tartışmalı varsayımlara (örneğin tam rekabet
piyasasının varsayımları) dayalıdırlar.
DENGE
/ İSTİKRAR MİTİ
Bu bağlamda Neo klasik iktisadın ve kullandığı
modellerin en çok başvurduğu varsayım seti;” “rasyonalite”, “denge/ istikrar”
ve “etkinlik-verimlilik” setidir. Bu
varsayımlar ile bizleri piyasaların bir tür sihirli teknolojik makine olduğuna
ve bu makinenin otomatik olarak kaynakları matematiksel bir tamlık ve
kesinlikle tahsis ettiğine, çalkantılara karşı dirençli olduklarına ve
aşırılıkları bertaraf ettiklerine inandırma gayreti içine girerler (3).
Piyasa iktisatçıları da üniversitelerde, ekonominin
içgüdüsel olarak istikrarlı olduğu- fiyat değişikliklerinin küçük ve tesadüfi
olduğu, endişe verici durumların piyasa güçlerinin “görünmez eli” tarafından
kolayca bertaraf edilebileceği düşüncesiyle eğitilirler.
Piyasaların istikrarsız olabileceğini kabul eden bazı
iktisatçılarsa bu durumu, örneğin politik ve jeopolitik risklerle ya da
teknolojideki hızlı değişimlerle açıklarlar. Ama onlara göre, bu riskler
ortadan kalktığında ya da uyarlanma süreci tamamlandığında piyasalar
sakinleşecektir. Yani bu durum sadece geçici bir istikrarsızlık halidir, kriz
olarak tanımlanmamalıdır.
GELİP
GEÇİCİ DALGALANMALAR, ŞOKLAR
Özetle, ana akım burjuva iktisat teorileri
perspektifinden bakıldığında aslında ortada bir kriz durumu yoktur. Yaşananlar
ekonomik büyümeyi akamete uğratan gelip “geçici istikrarsızlıklar”,
“dalgalanmalar” ya da “şoklar” olarak tanımlanabilir. Bu nedenle de yeni bir “dengelenme
süreci” tamamlandığında bu sorunlar da bitecektir.
Diğer taraftan ana akım teoriler özünde aynı olsalar
da ekonomik büyümeyi etkileyen faktörlerin neler olduğu konusunda
farklılaşırlar.
ANA
AKIMIN EN SAĞINDAKİ NEO-KLASİKLER
Ana akımın en sağında yer alan ve görüşlerini özünde Say
Kanununa göre temellendiren Neo-klasik Okul olarak bilinen iktisat okuluna göre
ekonomik büyüme emek gücü miktarının ve verimlilik artışlarının bir sonucudur.
Bu nedenle de emek gücü arzı daralır ya da verimlilik artışı yavaşlarsa
ekonomik büyüme de yavaşlar (4).
Ancak bu ifade doğru bir ifade gibi gözükse de, emek
gücü verimliliğinin neden yavaşladığını açıklamaz.
AVUSTURYA
OKULU: TASARRUFLAR / YATIRIMLAR YETERSİZSE KRİZ OLUŞUR
Ana akımın merkez sağında yer alan Avusturya Okulu’nun
takipçisi iktisatçılara göre ekonomik büyüme yatırımlarla gerçekleşir. Yatırımlarsa
tasarrufların doğrudan sonucudur. Yani tasarruf asıl olandır, yatırım ve büyüme
bunu izler. Tasarruflar yetersiz kalırsa ekonomik büyüme de yavaşlar (5).
BIS’in (6) ağırlıklı olarak benimsediği bu görüşe
göre, örneğin Türkiye gibi ülkelerde yetersiz tasarruf sorunu çok belirgindir.
Bu nedenle de bu tasarruf açığı dışsal tasarruflarla (kaynaklarla) kapatılmak durumundadır. İşte bu kaynaklara
erişimde sıkıntı yaşandığında krizler ortaya çıkar. Bu süreci etkileyen en
önemli olgu ise uluslararası sermaye hareketlerindeki düzensizlikler ve bu
hareketleri etkileyen uluslararası faiz oranları (örneğin FED’in faiz artırımı
gibi) gibi faktörlerdir.
Avusturya Okulu’na mensup bir grup iktisatçı ise
(özellikle de Hayekçiler) finansal ve ekonomik krizlerin yanlış hükümet
politikalarından kaynaklandığını ileri sürerler.
KEYNESYENLER:
EKSİK TALEP KRİZ NEDENİDİR
Ana akımın merkez solunda yer alan Keynesyen
iktisatçılardan Ortodoks Keynesyenlere göre krizin nedeni özel tüketim
harcamalarının ciddi bir biçimde azalmasıdır (7). Post Keynesyenler için ise krizin
nedeni özel yatırım harcamalarındaki ciddi düşüşlerdir (8). Böylece
Keynesyenler ekonomik krizin nedeninin tüketim ve yatırım harcamalarının büyük
bir kısmını oluşturduğu efektif toplam talebin yetersizliği olduğunu ileri
sürerler.
Gerçekte, görgül araştırmalar özel tüketim harcamalarının
her ne kadar iktisadi çöküşlerle birlikte görülse de çöküşün temel nedeni olmadığını
ortaya koyuyor. Bu harcamalar krizin sadece bir parçasını oluşturuyorlar. Nitekim
büyük resesyonlarda (örneğin 2008 Büyük
Resesyonunda) özel tüketim harcamalarında aşırı bir düşüş yoktur. En fazla
azalan harcamalar yatırım harcamalarıdır (9).
Yani büyük krizlerin öncesinde yatırımlar, çöküşten ya
da tüketim ya da istihdam azalmasından önce azalmaya başlıyor. Bu nedenle de krize neden olan tüketimdeki
azalma değil, yatırımlardaki azalma
oluyor. Bu bağlamda yatırımların azalmasına neden olan faktörün ortaya
çıkartılması krizin nedenini anlamamızı kolaylaştıracaktır.
KEYNESYENLERİN
KRİZE YAKLAŞIMLARI METAFİZİKTİR
Tüketim eksikliğine vurgu yapanlar tüketicilerin
parayı harcama yapmak yerine gömüleme yapmaları (likidite tercihi) durumunda
tüketim harcamalarının eksik kaldığını ileri sürerler. Yatırımcıların yatırım
yapmamasını ise bu iktisatçılar, ekonomide artan belirsizlikler sonucunda
yatırımcının ekonomiye olan güvenlerini ve “yatırım iştahını, coşkusunu”
kaybetmelerine bağlarlar(10).
Böylece Keynesyen iktisatçılar kapitalist ekonominin işleyiş
yasaları (ekonomi politik) ile ekonomik olgular arasındaki bağları koparırlar,
olgular arasındaki zorunlu ve iç bağlantıları görmezden gelerek işsizlik ve
ekonomik kriz gibi yapısal sorunları “yatırımcı psikolojisi” gibi metafizik
kavramlarla açıklamaya çalışırlar.
KRİZLERİN
NEDENİ ÜCRETLERİN DÜŞÜKLÜĞÜ
Bir kısım Keynesyen iktisatçı ise (örneğin R. Reich)
krizlerin nedeninin gelir ve servet eşitsizliği (ücretlerin milli gelirden
aldığı payın azalması) olduğunu ileri sürerler (11).
Bu grup içinde yer alan Stockhammer’e göre (12) ücret
yetersizliği ve gelir bölüşümü eşitsizliği ve finansal de-regülasyonlar krizlerin nedenidir.
Gelir eşitsizliği nedeniyle gelirleri azalan ücretliler (ki bunların tüketim
eğilimleri çok yüksektir) tüketebilmek için borçlanırken, gelirin ve servetin
büyük bir kısmını elinde tutan zenginler bu servetlerini büyütmek için finansal
alanda spekülasyona başvururlar. Bankacılık sektörü de spekülatif faaliyetleri
ile kriz riskini artırır. Devlet finans alanını düzenlemekten vaz geçtiğinde
böyle faaliyetler finansal krizlerle sonuçlanır.
KRİZDEN
ÇIKIŞ STRATEJİLERİ
Böylece krizden çıkış stratejileri ana akımın en
sağından başlayarak şöyle sıralanır:
Ana akım Neo-Klasik Okul içinde yer alan Arz Yönlü
İktisatçılara ve Rasyonel Beklenticilere göre, ekonomideki sorunlar arz yönlüdür.
Bu sorunların çözülmesi halinde (Say Kanunu gereğince her arzın kendi talebini
yaratmasından ötürü) dengesizlikler ortadan kalkar ve büyüme yoluna devam eder,
yeni istihdam yaratılır.
Bunun için de emek gücü maliyetlerini düşüren,
verimliliğini artıran emek gücü piyasasına dönük, esnekleştirme ve
güvencesizleştirme gibi de-regülasyonların (devletin düzenleme yapmaktan vaz
geçmesi) sürdürülmesi, sosyal güvenlik gibi yapısal reformların yapılması ve
kıdem tazminatının kaldırılması gereklidir.
Ayrıca kamu bütçesindeki kaynaklar daha fazla bir
biçimde sermayeyi, dolayısıyla da üretimi desteklemek için kullanılmalı ve bu
kesimlerden alınan vergiler azaltılmalıdır. IMF ve OECD başta olmak üzere
uluslararası kuruluşların ve burjuva hükümetlerin çözümleri bu yöndedir.
Böylece ana akımın en sağında yer alanlar işçilerin
daha verimli çalıştırılması, böylece kârların artırılmasıyla sonuçlanacak
türden ekonomik ve sosyal politikaların uygulanmasını önerirken, işçi
ücretlerinin artırılmasına karşıdırlar. Bu yönüyle krizin faturasının işçi
sınıfınca ödettirilmesini savunurlar.
Keynesyen
Okul’a göre ise sorun talep yönlü olduğundan tüketim ve
yatırım artışını, dolayısıyla da talep artışını sağlayacak tedbirler
alınmalıdır. Bu bağlamda faiz oranları indirilirken, ücretlere artışlar
yapılmalı, böylece iç talep canlandırılmalıdır. Aynı zamanda düşük kur
politikası gibi ihracat artırıcı önlemlere başvurulmalıdır.
Ücret artışlarını ve göreli olarak daha adil bir gelir
bölüşümünü öngörse de, Keynesyen önlemlerin de işçi sınıfı için çözüm
olmayacağı açıktır. Zira böyle talep artırıcı politikalar kaçınılmaz olarak
enflasyonu artırdığından, yapılan ücret zamları artan enflasyonla geri
alınmakta ve sonuçta işçilerin yoksullaşması sürmektedir. Kaldı ki işçilerin
ekonomik kazanımlarının (siyasal kazanımlarla güçlendirilmediği sürece) her
zaman geri alındığı özellikle de son 30 yıldır kanıtlanmıştır.
Bir sonraki yazımızda ele alınacak olan krizi finansallaşma
olgusu ile açıklayan yaklaşımlara göre, bankacılık ve finans alanında yapılacak
yeni ve sıkı düzenlemelerle kriz aşılabilir.
Örneğin Lapavitsas’a göre (13), krize neden olan,
kapitalist üretim biçimine içkin çelişkiler değil, açgözlü bankaların işçileri
sömürmesidir (yüksek morgıç faizleri gibi yöntemlerle). Bu bağlamda, finansallaşma teorilerinin merkezinde krizin
nedeni olarak kapitalizm değil, finans vardır.
….bir sonraki yazı: Neo –Marksist Finansallaşma Teorisi,
Marksist Azalan Kâr Oranları Eğilimi Yasasına göre kriz değerlendirmesi ve
Türkiye ekonomisinin krizinin çözümlemesi.
Dipnotlar:
(1) Andrew
Clark and Jill Treanor “Greenspan - I
was wrong about the economy. Sort of”, https://www.theguardian.com/business/2008/oct/24/economics-creditcrunch-federal-reserve-greenspan.
(3) David Orrell, Economiths:
Ten Ways that Economics Get It Wrong , 2010.
(4) Richard
D. Wolff & Stephen A. Resnick, Çatışan
İktisadi Teorleri-Neoklasik, Keynesçi ve Marksçı (Çev. Can Evren), İletişim
yayınları, 1.Baskı, 2016, s. 108-109.
(5) Brian
J. Loasby, “The Austrian School”, A
Modern Guide to Economic Thought (Edt. Douglas Mair & Anne G. Miller),
1991, s. 56-60.
(6) Merkez
Bankalarının bankası olarak da tanımlanan Bank of International Settlements.
(7) James Love, “The
Ortodox Keynesian School”, A Modern
Guide to Economic Thought (Edt. Douglas Mair & Anne G. Miller), 1991,
s. 156.
(8) Sheila C. Dow,
“The Post-Keynesian School”, A Modern Guide to Economic Thought
(Edt. Douglas Mair & Anne G. Miller), 1991, s. 190-195.
(10)
Love,
agm. s. 160-162.
(11)
Robert
B. Reich, After-Shock, The Next Economy
and America’s Future, Alfred A. Knopf,
2010, s. 52-64.
(12)
Engelbert
Stockhammer, “Wage-led Growth”, http://www.socialeurope.eu/re-no-5-wage-led-growth
(15 April 2015).
(13)
Costas Lapavitsas, Profiting without producing; how finance exploits us all, Verso,
2013.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder