Bir
aylık bir “bütçe fazlası” hikâyesi: kemer sık, daha fazla vergi öde!
Mustafa
Durmuş
20
Eylül 2020
Hazine ve Maliye Bakanlığı bu yılın Ağustos ayı Merkezi Yönetim Bütçe gerçekleşme rakamlarını açıkladı. Buna göre; Temmuz ayında – 29,7 milyar lira açık veren bütçe Ağustos ayında 28,2 milyar lira fazla verdi.(1)
Böylece; 1 ayda sadece açık kapanmayıp, neredeyse
aynı büyüklükte bir fazla gerçekleşti. Böyle olunca da bu gelişme Bakan
Albayrak tarafından başarılı bir bütçe performansı olarak sunuldu.
Aylık
değil, dönemsel veriler önemli
Kamu maliyesi ve bütçe konularıyla ile ilgisi
olanlar, aylık bütçe fazlası ya da bütçe açığı rakamlarındansa, dönemsel rakamlara
bakılması gerektiğini iyi bilirler.
Bir başka deyişle 1 aylık bir “bütçe açığı” kötü bir
bütçe performansının göstergesi olamayacağı gibi, 1 aylık bir “bütçe fazlası” da
iyi bir performans göstergesi olamaz. Gerçekçi
bir değerlendirme yapılabilmesi açısından dönemlere ya da yılın bütününe
bakılması daha doğrudur.
Bu bağlamda biz de bu yılın (Ocak-Ağustos) olmak
üzere 8 aylık dönemine baktık: Bu yılın başından bu yana ortaya çıkan bütçe
açığı toplamda yaklaşık 111 milyar lira. Diğer taraftan siyasal iktidarın 2020
yılının bütününe ait bütçe açığı öngörüsü ise yaklaşık 139 milyar lira.
8
ayda açığın yüzde 80’i gerçekleşti
Bu da daha yılın ilk 8 ayında, öngörülen bütçe
açığının yüzde 80’i gerçekleşmiş demek oluyor. Yani Hükümetin hedefini
tutturabilmesi için yılın geriye kalan 4 ayında en fazla 28 milyar lira bütçe
açığı verme lüksü var.
Özellikle de Salgının yeniden tırmanışa geçmekte
olduğu bu aylarda vergi gelirlerinin düşeceği, buna karşılık başta Salgınla
ilgili olmak üzere, kamu harcamalarının artacağı gerçeği dikkate alındığında
böyle bir hedefin tutturulabilmesinin imkânsızlığı ortaya çıkıyor.
Kısaca, ne tür önlem alınırsa alınsın bütçe açığı
hedeflenenin üstünde olacak. Bu da Hükümetin bütçe performansı ile ilgili
olarak anlatılan başarı hikâyesinin altının pek de dolu olmadığını gösteriyor.
Açık
ya da fazla, neye ve kime göre iyi ya da kötü?
Ayrıca bütçenin açık ya da fazla vermesi,
nedenlerinden bağımsız olarak ele alınabilecek bir konu değil.
Örneğin, neo-liberalizmin simgelerinden Washington
Uzlaşması’nın temel ilkelerinden biri olan “mali disiplin ilkesi”ne uygun olarak halka
dönük sosyal harcamalardan ciddi kısıtlamalar yapılıyor, buna karşılık başta
dolaylı vergiler olmak üzere halktan çok daha fazla vergi toplanıyorsa,
elektrik, su, doğal gaz gibi temel mal ve hizmetlere sürekli zamlar yapılıyorsa,
harçlar ve cezalar sürekli artırılıyorsa; kısacası kemer sıktırılıyorsa, bu
şekilde elde edilecek bir bütçe fazlasının halk için iyi bir şey olmayacağı
açıktır.
Buna karşılık, halka dönük sosyal harcamaları artıran,
kamusal hizmetlerin miktarını ve kapsamını genişleten, özellikle de (Salgın
zamanlarında olması gerektiği gibi), toplumun sağlık sorunlarını daha adil ve
etkin bir biçimde çözmeyi hedefleyen kamu harcamalarındaki artışlar ve halktan
alınan vergilerin düşürülmesi yüzünden ortaya çıkan bütçe açığı halk için iyi
bir şeydir. Üstelik böyle bir açık ekonomiyi canlandırmaya da yardımcı
olabilir.
Kaldı ki özel şirketlerin devletten birikmiş 250
milyar liralık bir devreden KDV alacağı olduğu ileri sürülüyor.(2) Maliyenin bunu aylık düzenli taksitler
biçiminde ödemesi durumunda bir bütçe fazlasının ortaya çıkması mümkün değil.
Bütçe
fazlasının 2 kaynağı
Böyle bir bakış açısı altında Ağustos ayındaki 28,2
milyar liralık fazlanın nereden geldiğine bakalım. Bu fazlanın kabaca iki
kaynağı var: Devlet harcamalarındaki kesintiler ve vergi gelirlerindeki
artışlar. Bunların dışında, örneğin her hangi bir özelleştirme geliri söz
konusu değil.
İlki asıl olarak adına “cari transfer harcamaları” da
denilen kamu harcamalarındaki kesintilerden kaynaklanıyor. Öyle ki bu ay bu
harcamalar 13,6 milyar lira azalmış.
Halka
dönük kamu harcamaları azaltıldı
Yani sosyal güvenlik kurumlarına, belediyelere,
tarımsal destekleme için köylülere, küçük üreticilere, yoksullukla mücadele adı
altında yoksul ailelere verilen destekler ciddi biçimde azaltılmış. Bu arada
rantiyeye yapılan faiz ödemeleri 1 milyar lira civarında artmış.
Bir başka anlatımla; kamu harcamalarında bir
tasarrufa gidilmiş ama azaltılan harcamalar güvenlik harcamaları, devletin
tüketim harcamaları ya da sermayeye verilen destekler gibi kalemlerde olmamış, daha
ziyade halkın refahını doğrudan ya da dolaylı bir biçimde olumlu olarak etkileyen
transfer harcamalarında olmuş.
Dolaylı
vergiler arttı
İkincisi ise vergilerdeki artışlar. Ancak burada da kamu
harcamalarındakine benzer bir çarpıklık söz konusu. Öyle ki göreli olarak daha
adil olduğuna inanılan Gelir Vergisi sadece 600 milyon lira artarken (yüzde
5,3), asıl artış Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) ve Katma Değer Vergisi (KDV)
biçiminde ve halk tarafından ödenen dolaylı vergilerde olmuş.
ÖTV 9,3 milyar lira ve KDV 6,7 milyar lira olmak
üzere bu vergiler toplam 16 milyar lira artmış. ÖTV artışının özellikle de
ithal otomobil talebindeki artıştan kaynaklandığı düşünülebilir.
Bu vergilerin ne denli adaletsiz vergiler olduğu biliniyor.
Halkın bunları ödemekten kaçınabilmesi ise neredeyse imkânsız. Çünkü bu
vergiler ÖTV biçiminde, petrol ve sigara gibi fiyat esnekliği sıfıra yakın
mallar üzerinden; KDV biçiminde ise, ekmek, et ya da buzdolabı ve otomobil gibi
binlerce mal ve hizmet üzerinden alınıyor. Otomobil de ise hem ÖTV, hem de KDV
alınıyor.
Kurumlar
vergisi arttı ancak…
Bir diğer vergi artışı Kurumlar Vergisinden
sağlanmış: 10, 9 milyar lira. Ancak Salgın nedeniyle yapılan ertelemelerden
dolayı tahsilatının bu Ağustos ayına kaldığını tahmin ettiğimiz 2019 yılına ait
Kurumlar Vergisinden bundan sonraki aylarda böyle artışlar beklenmemeli.
Diğer yandan Kurumlar Vergisindeki bu artış “nihayet
şirket sahibi sermayedarlar da ellerini ceplerine attılar” duygusunu yaratsa da,
durum pek öyle değil.
Bir kere Salgın sürecinde devletçe verilen mali
desteklerin yüzde 90’ına yakınından bu kesimler faydalandı. Ayrıca Korona Salgını
öncesinde dahi aralarında bu şirketlerin de olduğu sermaye kesiminden yaklaşık
196 milyar liralık bir verginin alınmayacağı hükmü 2020 Yılı Bütçe Kanununa
“vergi harcaması” kalemi adı altında konuldu. Yani bu kesim devlete verdiğinden
çok daha fazlasını devletten geri alıyor.
Kurumlar
vergisinin neredeyse tamamını 6,000 şirket ödüyor
Ancak daha da önemlisi sözü edilen bu Kurumlar Vergisi
tüm kurumlar tarafından da ödenmiyor. Geçen yıla ait bir araştırmaya göre (3); Aralarında
en büyük vergi mükellefleri konumundaki: Merkez Bankası, BOTAŞ ve kamu
bankalarının da bulunduğu devlete ve özel sektöre ait 6,000 şirket bu verginin
neredeyse tamamını ödüyor. Oysa toplamda Türkiye’de 818,500 Kurumlar Vergisi
mükellefi var. Bu yıl ise küçük ve orta ölçekli şirketlerin Salgın nedeniyle
vergi ödemeleri çok zor görünüyor.
Özetle, Ağustos ayındaki bütçe fazlası bir yandan
halka dönük sosyal harcamaların budanmasından, diğer yandan da, asıl olarak
halktan alınan ÖTV ve KDV gibi vergilerdeki artışlardan kaynaklandı.
Bugünkü gibi bir politik ortamda, şeffaf olmayan bir
bütçe politikası ve adaletsiz bir vergi sistemi altında elde edilen bir bütçe fazlası
‘başarı’dan ziyade, kamu harcamalarındaki ve vergilerdeki yıllardır var olan adaletsiz
dağılımın devam etmekte olduğunun bir göstergesinden başka bir şey değil.
Dip notlar:
(1) https://www.hmb.gov.tr/duyuru/2020-agustos-merkezi-yonetim-butce-gerceklesmeleri-raporu
(15 Eylül 2020).
(2) https://ogunhaber.com/yazarlar/abdullah-tolu/devreden-kdv-250-milyar-tlye-yaklasti-reel-sektore-iadesi-icin-tam-zamani
(22 Temmuz 2020).
(3) Nedim
Türkmen, “Şirketlerin yüzde 99’u
kurumlar vergisi ödemiyor”, https://www.sozcu.com.tr
(9 Haziran 2019).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder