Sağlıkta
ve ekonomide çöküş: “cinayeti kör bir kayıkçı gördü”
Mustafa
Durmuş
15
Eylül 2020
Bugün itibariyle bizleri ciddi olarak endişelendiren birçok şey var ama bunlardan ikisi hayatımızı zehir etmeyi sürdürüyor: Korona Salgınının artık kontrolden çıkmış olması ve işsizlik ve enflasyon başta olmak üzere ekonomik sorunların artık dayanılmaz boyutlara erişmesi.
İşin kötüsü ülkeyi yönetenlerin, sorunları çözmekle
ilgili birinci derecede sorumlu olanların, her iki sorunla da nasıl baş edileceği
konusunda elle tutulur bir çözümleri de, bu çözümlere dönük gerçekçi bir vizyonu
da yok.
Öyle ki siyasal iktidarın Salgın ile ilgili vizyonu
gece 12’den sonra müziği yasaklamak, yatsı namazından sonra Korona duası
okutmak, olmadı halkı önlem almamakla suçlamakla; krizle ilgili vizyonu ise Bireysel
Emeklilik Sigortası’nda biriken 150 milyar liraya göz dikmekle sınırlı.
Daha da kötüsü, siyasal iktidarı doğru önlemleri
almaya zorlayacak, olmadı kendi doğru çözüm ve seçenekleriyle toplumun
karşısında çıkacak; böylece hem Salgını geriletecek, hem de ülkenin asıl
ihtiyacı olan radikal sosyal, ekonomik ve politik değişimi gerçekleştirecek demokratik
mücadeleyi örgütleyebilecek ve buna önderlik edebilecek niteliklere sahip, örgütlü
ve diri bir muhalefet de yok.
Acil
çözüm gerektiren iki sorun:
Hatırlayalım, Korona Salgını ile birlikte siyasal iktidarın
önünde kabaca çözmesi gereken iki sorun oluşmuştu. İlki, Salgının yayılma
hızını yavaşlatmaktı. Bunun için de (yanlış bir yönelimle) Haziran’dan itibaren
başlatılan erken açılma ile sürü bağışıklığı stratejisi uygulanmaya başladı.
Buradaki amaç insanların bu yolla virüse karşı sözde bağışıklığını artırmaktı.
İkincisi ise, erken açılmayla; üretim, dağıtım ve
ticari faaliyetleri serbest bırakarak, ekonomide çarkların yeniden dönmesini
sağlamak, böylece hızlı bir toparlanmayı gerçekleştirmekti.
İkisi de olmadı, dahası işler çok daha kötüleşti,
sorunlar içinden çıkılamaz bir hal aldı.
Günlük
resmi vaka sayısı: 1,716
İlkinden başlayalım. Resmi verilere göre 14 Eylül’de
günlük vaka sayısı en yüksek sayıya ulaşarak 1,716 oldu ve o gün 63 insanımızı
kaybettik. Yoğun bakımdaki kritik hastaların sayısı ise 1,301’e yükseldi.
Kısaca Salgının en etkili olduğu Nisan ayındaki
durumdan çok daha kötü bir durumla karşı karşıya kaldık. Bazı yorumcular
ülkenin bugünlerdeki halini (özellikle de Ankara’nın durumunu) İtalya’nın Mart
ayında karşı karşıya kaldığı feci duruma benzetiyor.
Sahadaki sayı: sadece Ankara’da günlük 4,000
Daha önceki yazılarımızda sıklıkla paylaştığımız endişelerimiz,
artık başta tabip odaları yetkilileri olmak üzere, sağlık örgütleri ve bilim
insanları tarafından çok daha yüksek sesle dile getiriliyor. Çünkü resmi veriler
sadece açıklanan vaka sayılarından ibaret. Sahadaki vaka sayılarının
açıklananların birkaç katı düzeyinde olduğu artık kabul ediliyor. Örneğin, tüm
ülkedeki resmi günlük vaka sayısının 1,761 olarak açıklandığı günlerde sadece
Ankara’daki günlük vaka sayısının 4,000 civarında ileri sürüldü.(1)
100
bin test kimlere yapılıyor?
Hastalık belirtileri gösteren hastaların çok kötü
durumda olmadıkları sürece, bu hastalara test yapılmazken, hastanelerden geri
çevrilerek evlerinde kendilerini karantinaya almaları isteniyor.
Ankara Tabip Odası Başkanı Dr. A. Karakoç’un açıklaması
ise, hastalık belirtileri gösteren sıradan insanların devlet hastanelerinde
test yaptırma imkânının neredeyse ortadan kalktığını gösteriyor:
“Biz çalıştığımız kurumlarda günde 500 hastanın
başvurduğu orta ölçekli bir yerde 30-40 test yapabiliyoruz, kit yok. Ya da 1,000-
1,500 arası başvurunun yapıldığı şehir hastanelerinin yüzlerle ifade edilen
kitleri var”. (2) Aynı tabip odasının hekimler arasında yaptırdığı bir ankete
göre ise, sahadaki hekimlerin dahi üçte ikisine test yapılmamış.(3) Oysa günlük
test sayısı nadiren 100 binin altına iniyor.
Öte yandan, iktidar partisi mensuplarının,
yakınlarının, üst düzey bürokratların, futbol kulüplerinin yöneticilerinin,
futbolcuların birden fazla test yaptırabilmeleri, bazı zenginlerin keyfine test
yaptırdıkları iddiaları(4), özel hastanelerde ve özel laboratuvarlarda
güvenirliği tartışmalı testlerin 250 liraya yaptırılması bir gerçeği gözler
önüne seriyor:
Salgının olduğu kadar, bu Salgınla mücadele politikaları
da, bunun araçları da “zengin-yoksul” ya da “yandaş-yandaş olmayan” ayırımı yapıyor.
Böylece Korona Salgını aracılığıyla, kapitalist düzende kralın çıplak olduğu
gerçeği bir kez daha kanıtlanıyor.
Sağlık
alt yapısı sağlam değil
Türkiye genelinde 500 hastanenin 17 milyar lira civarındaki
tıbbi cihaz borçları nedeniyle icralık olması ve bu hastanelerin pandemi
koşullarında enjektör dahi alamayacak durumda olması(5), ülkenin çok övünülen
sağlık alt yapısının da gerçekte ne durumda olduğu konusunda fikir veriyor.
Yani 5 yıldızlı otel görünümündeki ve önümüzdeki 25
yıl boyunca devlet bütçesinden 81,2 milyar dolar (609 milyar lira) para
ödeyeceğimiz şehir hastanelerinin (6) varlığı ülkede yeterli bir sağlık alt
yapısı olmadığı gerçeğinin üzerini örtemiyor.
Zor
koşullar altında Salgınla mücadele eden sağlık emekçileri
Türk Tabipler Birliği tarafından
yapılmış olan ve 53 ilden 410 Aile Sağlığı Merkezi’nde (ASM) yürütülmüş bir
anket çalışması (7) ise sağlık emekçilerinin ne kadar zor koşullarda
çalıştıklarını gösteriyor.
Bu çalışmaya göre; ASM’lerin yüzde 71’i kişisel
koruyucu ekipmanları yetersiz bulduklarını, yüzde 82’si ise bunları kendi
imkânları ile temin ettiklerini söylüyor. Aynı araştırma söz konusu ASM’lerin yüzde
81’inde sağlık çalışanlarına bu zamana kadar kontrol amaçlı PCR, yüzde 84’ünde
ise kontrol amaçlı antikor testi uygulanmadığını, her 100 ASM’nin 11’inde ise
bir veya daha fazla sağlık emekçisinin enfekte olduğunu ortaya koyuyor.
Ankara Tabip Odası’nın yaptığı bir anket ise;
Pandemi döneminde sağlık çalışanlarının yüzde 79,9’unun haftalık ortalama 45
saat ve altı, yüzde 15,3’ünün 46-55 saat, yüzde 2,4’ünün 56-65 saat ve yüzde 2,4’ünün
66 saat ve üzeri çalıştıklarını gösteriyor.(8)
Özel sağlık kuruluşlarında çalışan sağlık emekçilerininse
yüzde 48’i Pandemi sürecinde ücret ve hakediş ödemeleriyle ilgili sorun
yaşadıklarını, yüzde7,6’sı ücretlerinin yüzde 30’unu; yüzde 6,4’ü ücretlerinin
yüzde 40’ını ve yüzde 22’si ücretlerinin yüzde 50’si ve daha fazlasını kaybettiğini
ileri sürüyor. (9)
Salgının görünür kıldığı emekçi sınıfların başında
gelen sağlıkçı emekçileri, bir yandan kendilerine sözü verilen özlük haklarına
ilişkin iyileştirmeleri yapılmazken, diğer yandan Salgınla yüz yüze çalıştıklarından
hayatlarını kaybediyorlar.
Öyle ki Salgın süresince 32’i hekim, 1’i tıp öğrencisi
olmak üzere toplam 51 sağlık çalışanı Salgın yüzünden hayatını kaybetti.(10)
Sadece 15 Ağustos-1 Eylül arasında hayatını kaybeden sağlık çalışanı sayısı 12.
(11) Hastanelerdeki bu riskli çalışma koşulları yüzünden birçok sağlık
çalışanının emekliye ayrıldığı ya da işini bırakmak durumunda kaldığı
biliniyor. Bu arada çok ciddi yeni sağlıkçı ihtiyacı doğmuş olmasına rağmen
binlerce sağlık yüksekokulu mezunu ya da diğer ilgili okullardan mezun
olanların ataması yapılmıyor.
Böyle bir felaket durum karşısında siyasal iktidar (yıllardır
izlenen neo-liberal ekolojik yıkım politikalarının bir sonucu olarak ortaya
çıkan son sel ve su baskınlarının sonrasında olduğu gibi), çözüm üretemez
duruma geldi. Bu nedenle Salgındaki kötüleşmeden kendi önlemini almayan, maske
takmayan, fiziki mesafe koşullarına uymayan halkı sorumlu tutuyor. Havuz
medyası bu yöndeki algıyı güçlendirecek yayınlar yapıyor.
Öte yandan bizi yönetenler, böyle bir ortamda dahi, yurttaşlarla
adeta miting yapar gibi ve fiziksel mesafenin tamamen ihmal edildiği toplantılar
yapabiliyor ya da halka yasaklanmış olan düğün ve nikâhlar (bir iktidar partisi
milletvekilinin oğlunun düğününde olduğu gibi), 1,500 kişi ile yapılabiliyor.
(12)
Yani bir kez daha, “Korona Salgınının “zengin-yoksul”
ya da “yandaş – yandaş olmayan” ayrımı gözetmeksizin herkesi vurduğu”
biçimindeki yanlış algı çöküyor. Daha da acısı, bundan böyle evinde karantinaya
alınmış yaşlı kimsesizlerin ölüm haberi (13) benzeri haberleri daha çok
alacağız gibi görünüyor.
Ekonomi
çöktü
Ülkenin diğer temel sorunu olan ekonomi tarafında ise,
(Nisan-Mayıs-Haziran) dönemi demek olan ikinci çeyrekte yüzde 9,9 oranında
küçüldüğümüz resmi olarak açıklandı. Resmi verilerin inandırıcılığı kalmasa
dahi, bu haliyle bile ekonominin çakıldığı görülüyor. Zira büyümenin
sürükleyici unsurları olan sanayi ve hizmetler sektöründeki daralma yüzde 17-
yüzde 25 arasında gerçekleşti.
Dahası bundan birkaç yıl öncesine kadar ekonomiyi hormonlu
da olsa büyütebilen kredi hacmindeki genişleme de işe yaramıyor.
Kredi
büyümesi artık işe yaramıyor
Öyle ki bu yılın ikinci çeyreğinde yurtiçi kredi
hacminin 13 haftalık ortalaması bir yıl öncesine göre yüzde 22,8 artmasına
karşın, cari fiyatlarla GSYH sadece yüzde 1,3 arttı. Cari fiyatlarla
yatırımlardaki artış da yüzde 9,6 ile, kredi hacmindeki artış oranının
yarısından bile düşük kaldı. Kredi kartı ve tüketici kredisi hacmindeki yüzde 26,1’lik
artışa karşın, hane halkı tüketimi ise cari fiyatlarla sadece yüzde 1,9 arttı.
(14)
Kısaca devlet zoruyla kredi hacmini büyütmek bir
yere kadar işe yarıyor, daha fazlası ise enflasyonu ve başta haneler ve
şirketler olmak üzere tüm ülkenin borcunu daha da artırıyor.
Buna rağmen siyasal iktidar bizleri “başka ülkelerde
daha fazla daralma olduğunu” söyleyerek teselli etmeye çalışıyor. Ancak bu
bırakın sıradan insanları, işsizleri, yoksulları, küçük üretici ve esnafı,
büyük işletmelerin sahiplerini de, finans piyasalarını da, uluslararası rating
kuruluşlarını da tatmin etmeye yetmiyor.
Ülkenin
kredi notu sürekli düşüyor
Nitekim bu gelişmeler ülkenin kredi notuna da yansıdı.
Daha önce Standart & Poor’s ülkenin kredi notunu (B+) , Fitch ise (BB-)’ye
düşürmüştü. Son olarak Moody’s, ülkenin dış kırılganlıklarının yanında mali
tamponlardaki aşınma ve kurumsal zorlukları gerekçe göstererek, (B1)’den (B2)’ye
düşürdü ve not görünümünü "negatif" olarak belirledi. (15)
Salgından bu yana Hükümetin “230 milyar lira
civarındaki destek paketini nereye harcadığı” sorusu kaçınılmaz olarak akla
geliyor. Çünkü ortada sermayeye verilen destekler dışında pek bir şey yok. Oysa
sadece 1 ayda (Haziran) 7,200’in
üzerinde işyeri kapandı, özellikle de küçük esnaf (deyim yerindeyse) kan
ağlıyor. Geniş tanımlı işsiz sayısı ve iş kaybı Haziran’da 14,2 milyona
yükseldi. Giderek boşalan Hazine’ye yeni vergi geliri sağlamak amacıyla otomobile
getirilen görülmemiş ÖTV artışları ise bu sektörü de krize sokuyor ve yeni işten
çıkartmalara neden oluyor.
Enflasyon
oranı en yüksek ülkeler arasındayız
Bu arada Türkiye 196 ülke arasında en yüksek
enflasyona sahip 18’inci ülke konumunda. Bizden daha yüksek enflasyona;
Venezuela, Zimbabwe, Sudan, Lübnan, Arjantin, Surinam, Kongo, İran, Haiti,
Angola, Liberya, Etopya, Zambiya, Sierra Leone, Türkmenistan, Suriye ve Nijerya
gibi azgelişmiş ülkeler sahip. Bu ülkelerin tamamı politik ya da ekonomik
olarak ciddi sorunları olan ülkeler. Kimi uluslararası yaptırımlara tabii,
kiminde iç savaş var, kiminin ise ekonomisi çökmüş durumda. (16)
İşçi
sınıfı katmerli sömürüye uğruyor
Ücretsiz izin uygulamasıyla emekçiler ayda 1,168
lira ile yaşamaya zorlanırken, süresi 2 ay daha uzatılan, ancak işçiler için
başvurma koşullarının bir türlü yumuşatılmadığı, dolayısıyla da çoğunluğun
fiilen kullanamadığı Kısa Çalışma Ödeneği giderek artan bir biçimde patronlar
tarafından suiistimal edilen ve kamu zararına yol açan bir uygulamaya dönüşmeye
başladı.
Çanakkale Dardanel ve Vestel fabrikalarında olduğu
gibi, fabrikalarda işçiler arasında Koronavirüs yaygınlaşıyor, buna rağmen bu
işçiler işyerlerine kapatılarak çalıştırılmaya devam ediliyor.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, Korona
Salgınından dolayı şu ana kadar en az 224 işçinin çalışırken virüs kaparak
öldüğünü, ancak iş cinayetleri yüzünden ortaya çıkan işçi ölümlerinin çok daha
yüksek olduğunu açıkladı. Buna göre bu yılın ilk 8 ayında işyerlerinde elektrik
çarpması, zehirlenme, düşme ve diğer iş cinayetleri yüzünden en az 1,306 ve
sadece Ağustos ayında en az 208 işçi hayatını kaybetti. (17)
Kısacası siyasal iktidarın ve patron sınıfının
Korona Salgını sırasında da işçilere bakışında bir değişiklik yok: “Her şeye
rağmen çalıştır, daha fazla artı değer çıkart, daha fazla kâr et”.
Dolar
da, faizler de tırmanıyor
Artık büyük ve yandaş şirketleri kurtarmak ya da
zengin etmek anlamına geldiği iyice ortaya çıkan sermaye desteklerinin yanı
sıra, siyasal iktidar düşük faiz politikası ile fonlama maliyetlerini düşük
tutmayı sürdüremeyince, dolaylı bir biçimde (likidite kısıtlaması yoluyla)
faizleri artırmak zorunda kaldı.
Böylece fonlama maliyetleri ilk kez uzunca bir
aradan sonra yüzde 10’a yaklaştı. Piyasalardaki faiz oranları ise kuşkusuz
bunun çok üzerinde. Dövizin ateşini söndürmeye bu da yetmedi ve dolar kuru
7.50’ye yaklaştı.
Ağustos ayı itibariyle ticari kredide faiz oranı
yüzde 12,9 ile yılın zirvesine çıktı. İhtiyaç kredisi faizi oranı yüzde 16,5'e,
taşıt kredi faizleri yüzde 14,4'e, konut kredisi faizleri yüzde 11,1'e
yükseldi. Tüketici kredileri ortalama faiz oranı ise yüzde 14,4’e çıktı. (18)
Faizdeki bu tersine dönüş iktidarın ekonomiyi
canlandırma konusunda para politikası alanında artık manevra yapacak alanının
kalmadığının bir işareti.
Devlet
mali kriz içine girdi
Maliye politikasını bir süredir, Korona Salgını
nedeniyle sağlık harcamalarını artırmanın yanı sıra, sermayeye ilave mali
destekler vermek, iç ve dış güvenlik harcamalarını fonlamak, böylece otoriter
rejimi sürdürmek amacıyla kullanan (bu yönde bütçe gelirleri de gerileyen
hükümet), devasa bir bütçe açığı ve Hazine nakit açığı ile karşılaştı.
Bu açığı kapatabilmek için yaptığı emisyonların yanı
sıra TL, altın ve özellikle de döviz cinsinden iç borçlanmaya da yüklenen
siyasal iktidar kaçınılmaz olarak bu sürecin sonucunda bir mali kriz ile karşı
karşıya kaldı. (19)
Kriz
derinleştikçe, talan artıyor, baskı yoğunlaşıyor
Tarihsel olarak daha önce görülmemiş bir işsizlik,
artan yoksulluk ve açlık tehlikesine köklü çözümler üretmek, bu yönde kamu
kaynaklarını ve başta maliye politikaları olmak üzere kamu politikalarını
harekete geçirmek yerine siyasal iktidar, özgürlükleri daha da kısmak, sosyal
medya değişiklikleri, baro düzenlemeleri, idam cezası tartışmaları gibi ancak
despotik rejimlerde görülebilecek uygulamalarla muhalefetin sesini iyice
kısmaya çalışıyor.
BES’te biriken fonların sermayeye ucuz kredi olarak
verileceğinin açıklanmasının yanı sıra (20), Heybeliada’daki tarihsel değeri
çok yüksek bir pandemi hastanesinin arazisi ile birlikte Diyanet İşleri
Başkanlığı’na devredildiği ortaya çıkıyor.
Tarım arazilerini iyice küçültecek, su kaynaklarını
daha da azaltacak, deprem riskini iyice artıracak olan, küçük bir yerli ve
yabancı seçkin kitlesine sağlayacağı çok büyük rantlar dışında topluma hiçbir faydası
olamayacak, ekolojiyi de tahrip edecek Kanal İstanbul Projesi böyle bir Salgın
ve ekonomik kriz, Akdeniz’de artan jeopolitik riskler ortamında dahi hayata
geçirilmeye çalışılıyor.
Muhalefet
iktidar kadar çaresiz, yetersiz
Sorunun sadece siyasal iktidarla sınırlı kalmadığının
altını da çizmek gerekiyor. Kendini, işlevini iyice kaybetmiş olan parlamentodaki
muhalefet ile sınırlandırmış ve demokrasiyi de 4 yılda bir yapılan seçimler
olarak algılayan resmi muhalefet de talihsiz bir biçimde, çözüm odağı olmaktan uzak, ne yapacağını,
nasıl bir araya gelebileceği bilmeyen bir görüntü sergiliyor.
Bu nedenle de nesnel koşulların radikal bir dönüşüm
için en uygun olduğu bir zamanda dahi topluma güven veremiyor, onu
yönlendiremiyor. İktidarın belirlediği oyunu oynamaktan bir türlü kurtulamıyor,
umutsuz kitlelerin, yoksul halkların, emekçilerin, işsiz gençlerin, kadınların
kısaca bu toplumda ekonomik ve politik, sosyal olarak ezilen büyük çoğunluğun
umudu olamıyor.
Sorunların kapitalist sistem ve onun yürütücüsü
konumundaki iktidar bloku ile zorunlu bağlantılarını görmezden gelerek, iktidarı,
ekonomiden sorumlu bakan üzerinden eleştiriyor. Damat- kayınpeder ilişkisi
üzerinden yaptığı eleştirilerle muhalefet yaptığını sanıyor. Maalesef bu
yaklaşım muhalefette yer alan parlamentodaki mevcut partiler de dâhil tüm
siyasal partiler için geçerli.
Sonuç:
öncelikle muhalefetin krizine çözüm üretmek gerekiyor
O halde gerçekçi ve bir o kadar da radikal bir
ekonomik ve politik değişimi hedefleyen bir alternatif programa, stratejiye,
iradeye, söyleme ve örgütlü demokratik mücadeleye her zamankinden çok daha
fazla ihtiyacımız olduğu ortada.
Siyasal iktidarın krizindense, muhalefetin krizine odaklanmak, bunun nasıl
aşılacağı ve kitleler için nasıl gerçekçi bir umut haline gelebileceğini
tartışmak gerekiyor. Aksi takdirde yazının başlığındaki gibi, yıllar sonra yeni
kuşaklar bizleri Atilla İlhan’ın bu anlamlı şiirinde yer alan o dizelerle yargılayacak:
“
“cinayeti
kör bir kayıkçı gördü
ben
gördüm kulaklarım gördü
vapur
kudurdu kuduz gibi böğürdü
hiç
biriniz orada yoktunuz.."
Covid-19, Koronavirüs ölümleri, Ekonomik kriz, Sağlık krizi, Devlet
mali krizi, Sağlık emekçileri, Muhalefet krizi, Emek sömürüsü, İş cinayetleri,
A. İlhan.
Dip
notlar:
(1) “Ankara
Tabip Odası Başkanı Dr. Karakoç: Ankara’da 4,000 pozitif Koronavirüs vakası
var”, tele1.com.tr (9 Eylül 2020).
(2) “ATO Başkanı Karakoç: 500 kişi başvuruyor,
kit yok”, http://mezopotamyaajansi22.com
(8 Eylül 2020).
(3) Ankara Tabip Odası, Yeniden açılma
(“Normalleşme” ) Süreci Değerlendirme Analizi (Haziran-Temmuz 2020), https://ato.org.tr (9 Eylül 2020).
(4) Armağan Tulun, “Kodamanlar keyfine test
yaptırıyor, işçiler ölümüne çalışıyor”, https://gercekgazetesi.net
(5 Eylül 2020).
(5) https://www.dunya.com/ekonomi/500-hastane-icralik-oldu-haberi
(3 Eylül 2020).
(6) https://www.karar.com/prof-dr-ugur-emek-sehir-hastanelerinin-isletmecilerine-81-milyar-dolar-odenecek
(8 Eylül 2020).
(7) Tulun, agm.
(8) Ankara Tabip Odası, ada.
(9) Ankara Tabip Odası Özel Sağlık Kuruluşunda
Çalışanlar için Covid-19 Anket Analizi, https://ato.org.tr
(18 Nisan 2020).
(10)
https://medyascope.tv/2020/09/02/turk-tabipleri-birligi-acikladi-8-gunde-8-hekim-ve-1-hemsire-koronavirus-nedeniyle-hayatini-kaybetti
(2 Eylül 2020). ATO bu sayının 81
olduğunu ileri sürüyor.
(11)
https://www.sozcu.com.tr/2020/saglik/corona-sebebiyle-hayatini-kaybeden-saglik-calisani-sayisi-artiyor
(1 Eylül 2020).
(12)
https://www.kocaeligazetesi.com.tr/makale/5334860/mtanzer-unal/1500-kisilik-dugun-skandali
(7 Eylül 2020).
(13)
https://t24.com.tr/haber/evinde-karantinada-bulunan-75-yasindaki-kadin-olu-bulundu
(2 Eylül 2020).
(14)
https://www.dunya.com/kose-yazisi/bu-grafikler-care-kredi-pompalamak-degil-diyor
(8 Eylül 2020).
(15)
https://tr.euronews.com/2020/09/12/moody-s-turkiye-nin-kredi-notunu-b2-ye-dusurdu-gorunumu-negatifte-b-rakt
(12 Eylül 2020).
(16)
Servet yıldırım, “Enflasyonda “en kötüler”
arasındayız”, https://www.dunya.com
(8 Eylül 2020).
(17)
http://isigmeclisi.org/20518-yilin-ilk-sekiz-ayinda-en-az-1306-agustos-ayinda-ise-en-az-208-isci-haya
(8 Eylül 2020).
(18)
https://www.dunya.com/finans/haberler/kredi-faizinde-artis-hizlaniyor-haberi
(6 Eylül 2020).
(19)
Mustafa Durmuş, "Devlet mali krizi"nin
eşiğindeyiz”, https://t24.com.tr/yazarlar/mustafa-durmus/devlet-mali-krizi-nin-esigindeyiz (27
Ağustos); Mustafa Durmuş, “Devlet mali krizinde ikinci perde: Borçlanmadaki
hızlı artış”, https://t24.com.tr/yazarlar/mustafa-durmus/devlet-mali-krizinde-ikinci-perde-borclanmadaki-hizli-artis (7
Eylül 2020).
(20)
https://www.dw.com/tr/bireysel-emeklilik-bilmecesi (9
Eylül 2020).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder