Korona
sonrası kapitalizm?
Mustafa
Durmuş
18
Eylül 2020
Ülkede gündem o kadar hızlı değişiyor ki 10 gün önce yapılan çok önemli bir açıklama dahi unutulup gidiyor.
Hatırlayalım 8 Eylül’de Cumhurbaşkanı Erdoğan bireysel
emeklilik fonları (BES) ile ilgili önemli bir açıklama yapmış ve burada biriken
154 milyar liranın Korona Salgını yüzünden zor duruma düşen özel şirketlere
kredi olarak dağıtılmasından söz etmişti.
Komşunun
tavuğu…
Ekonominin çok zorda olduğu, devlet hazinesinin de
giderek boşaldığı böyle dönemlerde, bir de bu kaynaklar öncelikli-imtiyazlı
sayılan (başta savunma sanayi ve inşaat sektörü olmak üzere) belli sektörleri
desteklemek amacıyla kullanılıyorsa, yeni kaynak da yaratılmıyorsa, yönetenler
açısından geriye (devlet bütçesi dışında da olsa), diğer kaynaklara yönelmekten
başka çare kalmıyor. Hele bunu yapmaya imkân veren bir de baskıcı ortam
mevcutsa bu iş daha da kolay oluyor.
Yine hatırlayalım uzunca bir süredir bütçe
açıklarının kapatılmasında, ulaştırma projelerinin fonlanmasında ve belli
sermaye gruplarına kaynak aktarılmasında kullanılan İşsizlik Sigortası Fonu bu
kez Korona sonrasında işçi çıkartma yasağı altında ücretli izinli sayılan
işçilere yapılan çok sınırlı ücret ödemelerinde ama asıl olarak da patronlara
destek amacıyla kullanılıyor. Ne de olsa “komşunun tavuğu komşuya kaz gibi
görünüyor”.
Bu ve benzeri uygulamalara artık alıştık desek
yeridir. Ancak böyle uygulamaların bize ait yerli ve milli uygulamalar olduğunu
düşünürken, bir haber Şili’de bireysel emeklilik fonları ile ilgili benzer bir
önerinin bundan iki ay öncesinde gündeme geldiğini ortaya çıkardı.
Özel
emeklilik fonlarıyla meşhur bir ülke Şili
Şili neo-liberalizmin ve “Şikago Oğlanları” olarak
da adlandırılan gerici iktisat ekolü ideolojisinin hayata geçirildiği ilk ülke.
Ülke (11 Eylül 1973 yılında), Başkan
Allende öncülüğünde yürütülen demokratik sosyalist dönüşüm çabalarını durdurmayı
amaçlayan CIA tarafından organize edilen bir askeri darbe ile bu yola sokuldu.
Benzer bir biçimde, ondan 7 yıl sonra aynı model ve doktrin yine CIA tezgâhlı
bir askeri darbe ile 12 Eylül 1980’de Türkiye’de gündeme getirildi.
Her iki ülke de, bu darbeler ve neo-liberal ideoloji
ve uygulamaların altında, uluslararası finans kapitalin arzusuna uygun olarak
dönüştürüldü. Demokratik hak ve özgürlükler rafa kaldırılırken, yoğun bir
özelleştirme, metalaştırma ve piyasalaştırma furyası hayata geçirildi.
Bunlardan fazlasıyla zarar görenler ise başta sosyal güvenlik ve kamusal
emeklilik hakları ortadan kaldırılan ya da tehlikeye giren emekçiler oldu.
Şili bu süreçte özel bireysel emeklilik fonlarını en
kapsamlı olarak kurup işleten ülkelerden biri oldu. Öyle ki bu fonlar şu anda 200 milyar dolarlık bir varlığı
yönetiyor. Korona Salgını sonrasında,
kamusal finansman sıkıntısı yaşayan bu ülkede siyasal iktidar ülkedeki bu bireysel
emeklilik fonlarındaki tasarruflara gözünü dikti.
İşçilerin
fonlarda biriken paralarının yüzde 10’u kullanılacak
Bu amaçla Şili’nin sağcı Devlet Başkanı bir öneride
bulundu. Buna göre; bireysel emeklilik fonlarında tasarrufu olan işçiler kendi
hesaplarında biriken paranın yüzde 10’unu çekebilecekler (normalde çekilemiyor).
Bir başka anlatımla bu işçiler, gelirleri en az üçte
bir oranında düşmüşse, istihdam durumlarına bakılmaksızın tasarruflarının yüzde
10’unu çekebilecekler ve tüketim amaçlı olarak kullanabilecekler. Şili’de bu
öneriden iki hafta önce de, düşük faizli kredi, ipotekli konut kredisi faizi
geri ödemesi ertelemesi, kira sübvansiyonu ve yükseköğrenim finansman desteği
gibi destekler açıklanmıştı.(1)
Bu önlemlerin, Salgın nedeniyle gelir kaybına
uğrayan işçilerin bu kayıplarını telafi etmelerine yardımcı olmak amacıyla
alındığı ileri sürülürken, Şili Hükümeti bu öneriyi şu gerekçelerle de savunuyor:
Kaynağın sadece yüzde 10’u alınacağı için, bu çekişler uzun vadede bu fonların
gelişimini olumsuz etkilemeyecek. Bunun sadece gelir desteği olarak yoksullaşmayı
önlemeye değil, aynı zamanda tüketim harcamalarını da artırarak, ekonominin
toparlanmasına da katkısı olacak. (2)
Kısaca, 200 milyar dolarlık birikimin 20 milyar
doları ekonomiyi talep yönlü olarak büyütmek amacıyla kullanılacak.
Askeri
diktatörlükler yok ama neo-liberal dayatmalar el koymalarla sürüyor
Görüldüğü gibi Şili Hükümeti darbeden bu yana geçen
47 yıl sonra dahi neo-liberalizmin dayatmalarını devam ettiriyor. Küresel bir
Salgın nedeniyle gelirleri azalan, yoksullaşan emekçilere kendi birikimlerinin
bir kısmını kullanma lütfunda bulunuyor. Ne devlet bütçesinden bir kaynak
aktarmayı düşünüyor ne de servet vergisi gibi (bu amaçla kullanılabilecek) bir
yeni kaynak yaratmayı düşünüyor. Oysa gelir ve servet bölüşümü eşitsizliğinin
en fazla olduğu ülkelerin başında gelen bu ülkede, büyük servetlerin sahibi
zenginlerden alınacak bir servet vergisi ile gerekli finansman kaynağı rahatça
sağlanabilir.
Böyle durumlarda bizimkilerin de aklına; halka ait
olan hazır kaynaklara el koymak geliyor. Üstelik BES’teki birikimlere el koyma
önerisinde olduğu gibi, bu kaynakları özel şirketlere kredi olarak vererek, böylece
amacının da dışında kullanmak fikri, cazip bir fikir olarak benimseniyor.
Ekonomiyi ise, dünyanın birçok ülkesinin hali
hazırda yaptığı gibi, işçi ücretlerini artırarak ya da halka gerçekten gelir
desteği vermek yerine, onlara sözde ucuz ve bol kredi vererek, ama gerçekte halkı daha da borçlandırarak
toparlamayı düşünüyor.
Kısaca daha önce Kredi Garanti Fonu aracılığıyla
yapılan bu kredi-borç pompalama işi artık sürdürülemez bir noktaya gelince (bu
uygulamada gerçekten ihtiyacı olanların bir kısmı kredi alamazken, bazı
uyanıklar bu kredileri alarak borsada, döviz alımında kullandılar, bankalara
mevduat olarak yatırdılar, lüks otomobil ve konut aldılar), artık son çare
olarak BES’te biriken tasarruflara yöneliniyor.
Üstelik BES ile ilgili bu öneri, bizzat
Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından daha önce gündeme getirilen Tamamlayıcı
Emeklilik Sigortası önerisini rafa kaldırmak anlamına geldiği gibi, bireysel
emeklilik sektörünü bir daha asla toparlanamayacak bir duruma sokma
potansiyeline de sahip. Çünkü zaten kendine çok az bir yönelimin olduğu bilinen
bu sektöre bir daha asla güven oluşmaz.
İktidarı
pragmatizm yönetiyor
Ancak siyasal iktidarı artık pragmatizm yönetiyor. O
nedenle de kısa aralıklarla yapılan açıklamaların ya da atılan adımların
birbiriyle çelişmesi artık çok doğal karşılanmalı.
İşin bir diğer boyutu kuşkusuz kamusal emeklilik hakları
ile ilgili. Bir süredir 657 Sayılı Kanuna tabi devlet memurları kapsamındakiler
de dâhil olmak üzere, kamusal emeklilik haklarının ciddi risk altında olduğu
biliniyor. Zira siyasal iktidar bunun kendi için büyük bir yük oluşturduğuna inanıyor
ve tıpkı sivil istihdam yaratmaktan vazgeçtiği gibi (üniformalı istihdam
dışında), emekçilere kamusal emeklilik sunmak yaratmak görevinden de çekilmek
istiyor.
Özcesi, hem Şili’de, hem de Türkiye’de yapılmış olan
askeri darbelerin sonrasında kurulan düzenin aynen devam etmekte olduğu,
emekçilerin haklarına, tasarruflarına el konulmak istenmesinden de apaçık
anlaşılıyor.
İşin daha da kötüsü 2019 sonunda ortaya çıkan Korona
Salgını ile birlikte kapitalizm giderek hiç de “hayırlı” olmayan, çok daha kötü
bir yola girmiş bulunuyor. Egemenler ise hem ideolojik olarak, hem de uygulamalarıyla
bizleri bu yeni sürece alıştırmaya çalışıyor.
‘Düzenlenmiş
Kapitalizm’den ‘Nekro Kapitalizm’e
Bir başka deyişle; nasıl ki İkinci Dünya Savaşı
sonrası kapitalizm “Düzenlenmiş Kapitalizm”, 1980’lerden itibaren ortaya çıkan kapitalizm
(daha da gericileşen ve piyasacı hale gelen kapitalizm anlamında) “Neo-liberalizm” ya da “Vahşi Kapitalizm” ve
2000’li yıllardan bu yana görülen kapitalizm “Felaket Kapitalizmi”, “Rantçı
Kapitalizm”, “Ahbap-Çavuş-Akraba Kapitalizmi” ya da “Zombi Kapitalizm” gibi
adlarla tanımlanıyorsa, Korona Salgını sonrasındaki kapitalizme de yeni bir ad
bulmanın zamanı geliyor.
Bu bağlamda, Korona Salgını sonrası kapitalizmin içine
girdiği yönelim dikkate alınarak, buna gidişata uygun tanımlardan biri “Nekro Kapitalizm”
olabilir.
Achille Mbembe’nin “hayatı ölümün gücüne boyun
eğdirme” olarak tanımladığı ‘nekro politika’dan türetilen bu kavram, tarihsel olarak, 18.Yüzyılda Britanya
kolonyalizminin ticaret ve sanayideki sermaye birikimini, doğrudan ya da
dolaylı olarak, ölüm ya da ölümden türetilen kârlardan oluştuğu bir kapitalizmi
anlatıyor. Günümüzde ise ırkçı (beyaz ırkın üstünlüğü), askeri özel sanayi
karması biçimindeki savaş sanayi yanı başta olmak üzere, mevcut kapitalizmin
diğer pek çok uygulamasını da kapsayacak şekilde genişletilen bir kavram.(3)
Askeri
sanayi karması sektör nekro kapitalizmin çağdaş örneği
Bir örnek
vermek gerekirse; 2020 yılında ABD’de Pentagon’un (Savunma Bakanlığı) bütçesi
738 milyar dolar olarak belirlendi. Bu bir tarihsel zirve demek. Bu haliyle,
dünyanın en büyük savaş makinası konumundaki ABD’nin savaş harcamaları 144
ülkeninkinden daha fazla. Bu kaynağın yarısı doğrudan kâr için üretimde bulunan
ve 150 civarında olduğu tahmin edilen askeri taşeron şirketlerden
(askeri-sanayi karması) yapılacak alımlarda kullanılacak. Lockheed Martins’in
F-35 savaş uçaklarının tanesi 100 milyon dolar civarında bir fiyatla satılıyor
(4) olması sektörün kârlılığının bir göstergesi.
Türkiye de (özellikle de son dönemde) böyle bir
yönelime girmiş bulunuyor. Öyle ki 2020 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi
ödeneklerinin yüzde 13,2’si (145 milyar lira) iç ve dış güvenlik ve yargılama
hizmetleri için ayrılmış durumda.(5)
Ancak buna sermayelerinin tamamına yakını devlete
ait olan Aselsan, Roketsan, Savunma ve Hava Sanayi, TAİ, STM gibi ‘Askeri
Sanayi Karması’nın ulusal örneklerini oluşturan şirketlerin güvenlik hizmetine
dönük üretimleri için kullandıkları kaynak olan 98,5 milyar lira ve Savunma
Sanayi Destekleme Fonu’nun (SSDF) 23,9
milyar liralık harcaması dâhil edildiğinde bu rakam yaklaşık 273 milyar liraya
ve oran yüzde 25’e yükseliyor.
Ayrıca Türkiye Savunma Sanayi Başkanlığı’nca
yayınlanan 2019-2023 dönemi için stratejik planda; Türk savunma sektörünün
gelirlerinin 26,9 milyar dolara, ihracatının ise 10,2 milyar dolara
çıkartılması hedefleniyor. Türkiye Savunma ve Havacılık Sanayi Üreticileri
Birliği tarafından Nisan ayında açıklanan 2019 sanayi verilerine göre ise;
sektörün ihracatı 2019 yılında yüzde 40,2 artarak 3,1 milyar dolara yükseldi.
Toplam satışları ise yüzde 24,2 artarak
10,9 milyar dolara yükseldi.(6)
Böyle bir kapitalizmin, genetik kodunda yazılı
bulunan ırksal ve ekonomik eşitsizliklerle yeniden yapılandırılmaya başlayan; daha
önce eşi benzeri görülmemiş bir biçimde ırkçı, mafya vari, yolsuzluklara
bulaşmış, hak hukuk tanımayan, militarize olmuş, savaşçı, rövanşist, mutlak
otoriter yönleri artık belirleyici oluyor. Dünyanın birçok ülkesinde ortaya
çıkan bazı politik liderler ise bu kapitalizmin politik figürlerini oluşturuyor.(7)
Güncel bir örnekten hareketle; Korona Salgını ile
mücadele sırasında, imtiyazlı,
ayrıcalıklı, siyasal iktidarın çevresindeki insanlar açıkça korunup kollanıyor, buna
karşılık toplum sürü bağışıklığı stratejisi altında, piyasaların insafında virüsle
ve ölümle yüz yüze bırakılıyor. Piyasalar kimin ölüp, kimin yaşayacağına karar
verirken, devletler buna koşulsuz uydukları gibi, bunun hayata geçirilmesini
sağlıyorlar.
Mutlak
otoriter, militarist, mafyatik, tekçi, cinsiyetçi, ayrımcı kapitalizm
Yani devletlerde; mutlak otoriter, büyük sermaye
dostu, emek ve doğa karşıtı, militarist, tekçi, ırkçı, cinsiyetçi (erkek
egemen) , farklı uluslara ve kimliklere karşı ayrımcı ve ötekileştirici eğilimler
iyice belirginleşiyor. Ekonomik alt yapıda ise, her türlü kararın ve
uygulamanın mutlak bir biçimde özel piyasalara ve büyük sermayeye, uluslararası
finans kapitale bırakıldığı, askeri-sanayi karması sektörün giderek başat bir
hale gelmeye başladığı bir süreç yaşanıyor
Bu da bizim önümüze çok önemli görev koyuyor: Böyle
bir kapitalizmle mücadele edecek olan toplumsal sınıf, kitle ya da kimliklerin,
toplumsal hareketlerin ve örgütlenmelerin çok daha geniş bir ittifak yelpazesi
altında bir araya getirilmesini ve böyle bir mücadelenin araçlarının da döneme
uygun olarak çeşitlendirilip geliştirilmesini sağlamak gerekiyor.
Çare
“post kapitalizm” değil, sosyalizm!
Nekro kapitalizmin alternatifi, ne Düzenlenmiş
Kapitalizm ne de “Post Kapitalizm”
(kapitalizm sonrası toplum) olamaz.
Post kapitalizm kavramının içi boş. Çünkü ileri
teknolojik gelişmeler aracılığıyla kapitalizmin kendiliğinden, sınıf mücadelesi
gerektirmeksizin kendini aşan bir topluma dönüşeceğine inanan bir yaklaşımdan
türetilmiş bir kavram. Teknolojinin sınıfsal karakterini ihmal ettiğinden,
ileri teknolojilerin insanlığı ve doğayı kurtarabileceğine inanan bir yaklaşım.
Oysa sermayenin işleyiş ve kendini büyütme mantığını
kavrayarak, her türlü sömürüye sadece (başta sınıf mücadelesi olmak üzere)
onunla mücadele edilerek son verilebilir. Sömürü kendiliğinden ortadan kalkmaz.
Kapitalizm ancak, işçi sınıfının ve onun müttefikleri
konumundaki yoksul köylülerin, küçük üreticilerin, ezilen kimliklerin,
gençlerin, kadınların, doğa savunucularının içinde yer aldığı en geniş
toplumsal kesimlerin kolektif örgütlü mücadelesiyle sonlandırılabilir. Bu
gerçekleştiğinde ise bunun adı “kapitalizm sonrası toplum” değil, “sosyalizm” olur.
Dip notlar:
(1) Aislinn
Laing, Fabian Cambero, “Chilean
president offers middle classes cash to head off pensions withdrawal”, https://www.reuters.com (14 July 2020).
(2) “Considerations
on social security, income security, pensions and the withdrawal of 10 per cent
of workers’ private pension fund savings during the COVID-19 pandemic in Chile”,
https://www.ilo.org (16 September
2020).
(3) Subhabrata
Bobby Banerjee, Necrocapitalism,
Organization Studies, 29(12), 2008, pp. 1541-1563,
s. 4.
(4) Mandy
Smithberger, TomDispatch, “The Military-Industrial Complex Gets Away With
Murder in Contract After Contract”,
https://truthout.org (21 January 2020.
(5) T.C.
Hazine ve Maliye Bakanlığı, 2020 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ve Bağlı Cetveller.
(6) Ali
Bakeer, “Turkey’s Defense Industry in
the Covid Age”, https://cgpolicy.org
(10 July 2020).
(7) Mark
LeVine, “From neoliberalism to necrocapitalism in 20 years”, https://www.aljazeera.com (15 Temmuz
2020).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder