Devlet
mali krizinde ikinci perde: devlet borçlanmasındaki hızlı artış
Mustafa
Durmuş
6
Eylül 2020
Devlet mali krizini ele aldığımız yazı dizisinin ilk bölümünde “bütçe açığı” ve “faiz dışı açık” kavramları üzerinden bir tartışma başlatmış ve Türkiye’nin, bütçe açığındaki hızlı artışlardan yola çıkarak, ciddi bir mali kriz sürecine girdiğini vurgulamıştık.
Bu iddiamızın doğruluğunu ortaya koyabilmek için sadece
bütçe açığı ile yetinmemek, bunun yanı sıra “Hazine nakit açığına” ve sonuçta
bu açıklar devletin borçlanma ihtiyacını artırdığından, devlet borçlanmasının
ne durumda olduğuna da bakmak gerekiyor. Çünkü sonuçta devletin mali krizinin
son noktası devlet borçlarının geri ödenemez bir düzeye erişmesidir.
Hazine
nakit açığı 2 kattan fazla arttı
Öncelikle “Hazine Nakit Açığını” tanımlayarak
başlayalım. Bu açık Hazine’nin anlık olarak ihtiyaç duyduğu nakdi, dolayısıyla
da borçlanma gereğini gösteriyor. Bu açık son üç yıldır (özellikle de son bir
yıldır) çok ciddi bir biçimde artış gösteriyor.
Nitekim bu yılın ilk 7 ayında Hazine nakit dengesi -
141 milyar lira oldu (sadece Temmuz ayında 31 milyar liraya yakın).(1) Bu 2019 yılının aynı döneminde -68,7 milyar
lira idi. (2) Yıllık ortalama yüzde 12 enflasyon
hesabından bu açığın en fazla 77 milyar lira dolayına çıkması gerekirken, bu açıkta 2 kattan fazla bir artış
gerçekleşti.
Hazine
Nakit Dengesi
(Milyar
TL)
2019
(Ocak-Temmuz) |
2020
(Ocak-Temmuz) |
Artış
hızı (%) |
-
68,7 |
-141,0 |
205,0 |
Aylık olarak baktığımızda ise; bu yılın Ocak ayında
30,2 milyar lira fazla veren “Faiz Dışı Nakit Dengesi”, Temmuz ayına
gelindiğinde - 71,9 milyar lira açık
verdi. Bu da faiz ödemelerini aşan bir sorunla karşı karşıya olduğumuz
gösteriyor.
Aslında Hazine geçen yıl Merkez Bankasının yedek
akçe hesabında biriken 46 milyar lirayı, bütçe açığını kapatmak için almıştı.
Eğer bu para olmasaydı nakit açığı geçen yıl 114,7 milyar lira (68,7 + 46 )
olacaktı. Kısaca, Hazinenin içinde bulunduğu bu kötü durum Korona Salgınından
önce başladı.
Sondan
önceki durak: devlet borçlanması
Bütçe ve Hazine Nakit Açığındaki hızlı artış
devletin daha fazla borçlanmasına yol açıyor. Çünkü Korona Salgınının ekonomide
neden olduğu ciddi daralma yüzünden bu açık vergilerle kapatılamıyor ve sonuçta
Hazine bunu daha fazla borçlanarak kapatmaya çalışıyor.
Bu çerçevede Hazine, bu yılın ilk 7 ayında net 316,4
milyar liralık iç borçlanma ve 23,9 milyar liralık dış borçlanma olmak üzere
toplamda 340,3 milyar liralık bir borç gerçekleştirdi (sadece Temmuz ayında
64,2 milyar lira borçlandı). (3) Geçen yıl aynı dönemde 126,6 milyar liralık iç
ve 48,6 milyar liralık dış borç olmak üzere toplam 175,2 milyar liralık bir devlet
borçlanması yapılmıştı. Böylece geçen yıldan bu yana net iç borçlanma yüzde 181
oranında arttı. (4)
Devlet
Borçlanması
(Milyar
TL)
2019
(Ocak-Temmuz) |
2020
(Ocak-Temmuz) |
Artış
hızı (%) |
175,2 |
340,3 |
181,0 |
Bu kötü gidişatı ‘borç çevirme oranları’nın
gelişiminden de görebilmek mümkün.
Borç
çevirme oranı yüzde 310
Bu yılın Ocak ayında yüzde 96,6 olan toplam iç borç
çevirme oranı Mayıs ayında rekor kırarak yüzde 390,3’e çıktı. Temmuz ayında ise
yüzde 309,6 oldu (bu ayda TL cinsinden iç borç çevirme oranı yüzde 102,8 oldu).
Yani Hazine, 100 liralık borç anapara ve faizini ödeyebilmek için Temmuz ayında
yaklaşık 310 lira borçlanmak zorunda kaldı.(5)
Pahalı
borçlan, ucuza borç ver
Diğer yandan devlet iç borçlanması faiz oranının bu
ayın ortasına kadar ortalama yüzde 10’un üzerinde olması (6), buna karşılık
Merkez Bankası’nın piyasa yapıcı bankaları yüzde 7,34’ten fonlaması (Ağustos’ta
likidite sıkılaştırması ile bu yüzde 9,37’ye yükseldi) finans kapitale nasıl
bir kaynak aktarıldığının da somut bir göstergesi.
Çünkü bu, Merkez Bankası’nın bankalardan yüzde 10’un
üzerinde bir faizle para borçlanırken, aynı bankalara bunun 3 puana yakın
altında bir orandan para kullandırdığı anlamına geliyor.
Ancak bu uygulamanın sadece AKP Hükümetleri dönemine
ait bir uygulama olmadığının da altını çizelim. Yani kapitalist sistem içinde
devletin Hazinesi finans kapitale böyle bir kaynak aktarmasını hep yapıyor.
Türkiye
en yüksek faizi ödüyor
Bu gerçeklik bir şekilde uluslararası kuruluşların
raporlarına da yansımış durumda. Öyle ki IMF’ye göre Türkiye, Hazinenin temel
borçlanma biçimi olan devlet tahvili biçimindeki borçlanması için ödediği
faizlerin en yüksek olduğu ülkeler arasında listenin başlarında yer alıyor.(7)
OECD ise Türkiye’nin dünyanın 10 yıllık devlet tahvili faizi en hızlı artan
ülkesi olduğunun altını çiziyor. (8)
Kısaca, en yüksek ve en hızlı artan faiz oranından
borçlanırken, finans kapitale bunun 3 puan aşağısından faizle borç vererek bu
kesime net kaynak aktaran ülkelerin başında geliyoruz. Bu aradaki farkın da
vergi mükelleflerinden, dolayısıyla da son tahlilde ekonomide artı değer yaratan
işçi sınıfından karşılandığının bilincinde olmak gerekiyor.
Devlet
borç stoku son 4 yılda 2 kattan fazla arttı
Devlet borcuna bir de birikmiş borç, yani stok borç
açısından bakalım. Brüt devlet borç stoku; 2003 yılının birinci çeyreğinde 275,8
milyar lira iken, darbe girişimi ile politik krizin belirginleştiği 2016
yılının ikinci çeyreğinde bu rakam 742,8 milyar liraya ve 2019 yılının dördüncü
çeyreğinde 1.442.1 milyar liraya yükseldi. 2020 yılının ilk çeyreğinde ise
1.574.8 milyar lira oldu. Yani brüt borç stoku son 18 yılda neredeyse 6 kat;
2016 yılından bu yana ise 2 kattan fazla ve bu yılın ilk üç ayında (önceki üç
aya göre) yüzde 9’dan fazla arttı.(9)
Devlet
Borç Stoku
(Milyar
TL)
2003 |
2016/2Q |
2019/4Q |
2020/1Q |
275,8 |
742,8 |
1,442.1 |
1,574.8 |
Borçlanma
limiti aşılmış, kimin umurunda?
Bu noktada altının (özellikle de bütçe hakkı
açısından) çizilmesi gereken bir husus var: Siyasal iktidarın geçen yıl yaptığı
gibi, borçlanmada yasal limitleri aşması. Yani siyasal iktidarın borçlanma
limitleri ilgili yasaya uymadığı gerçeği. Yasaları, Anayasayı görmezden gelmek
maalesef içinde yaşadığımız rejimin temel karakteristiği haline gelmiş durumda.
Şöyle ki siyasal iktidar geçen yıl böyle bir limit
aşımını, geriye dönük düzenlemelerle borçlanma sınırını yükselterek (ilave 70
milyar lira borçlanma imkânı verildi) yapmıştı.
Bu yılın Temmuz ayı itibariyle bu limit aşıldı.
Şöyle ki; devletin bütçe tanımlı net borçlanması 166 milyar 59 milyon liraya ulaştı.
Oysa ilgili yasa gereğince (10); Hazine; merkezi yönetim bütçe gelir-gider
farkı kadar “net” borçlanma yapabiliyor. Eğer bu limit aşılırsa, toplam limitin
yüzde 5’i kadar otomatik, bu da aşılırsa yine yüzde 5’i kadar Cumhurbaşkanı
kararıyla ilave borçlanma yapılabiliyor. 2020 bütçesine göre net borçlanma limiti
140,8 milyar lira düzeyinde. Yüzde 5’lik iki artış uygulandığında limit 154,8
milyar lira düzeyine geliyor. Yani Temmuz ayı itibariyle bu limit aşılmış
durumda. Bu durumda ya ek bütçe yapılarak yeni bir borçlanma imkânı sağlanacak
ya da ilgili kanunda limit artışını öngören (geriye dönük) bir düzenleme
yapılması gerekecek.(11)
Ek bütçeye
(şimdilik) yanaşmayan iktidar bir kez daha meşruiyeti tartışılır bir şey
yaparak ikinci çözüme yönelecektir. Bunun Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile
iyice kısıtlanan bütçe hakkını bir kez daha ihlal edilmesi demek olacağı ise
açık.
Bu da; siyasal iktidarın; sadece yüzlerce kalem
gümrüklü maldan ilave Gümrük Vergisi almak ya da otomobiller üzerinden alınan
Özel Tüketim Vergisi oranlarında yaptığı çok yüksek orandaki (yüzde 60’a varan)
artışlar gibi ağır dolaylı vergiler ve temel mal ve hizmetlerin fiyatlarına
yapılan zamlarla değil, giderek artan borçlanmayla sürekli olarak artan bütçe
açıklarını kapatmak için halktan kaynak transfer etmeye devam edeceğini ortaya koyuyor.
Devlet
borçlanmasının diğer yüzü: servet büyütme
Bu durum bir yandan devlet mali krizi riskinin
artmakta olduğunu gösterirken, diğer yandan da devlet borçlanması aracılığıyla
nasıl bir sömürünün gerçekleştiğini gözle önüne seriyor.
Karl Marx, “Fransa’da
Sınıf Mücadeleleri” adlı eserinde, devlet borçlanmasının nasıl mali
aristokrasinin sömürme biçimine dönüştüğünü ve bu sınıfın sermayesinin ve servetinin
büyütülmesinin bir aracı olduğunu şu sözlerle anlatır (12):
“…Burjuvazinin iktidarı almış olan fraksiyonu
devletin borçlandırılmasından büyük çıkar sağlıyordu. Kamu açıkları (bütçe
açığı kastediliyor M.D.) onun
spekülasyonunun ve zenginleşmesinin temel objesiydi. Her yıl yeni açıklar
olmalı ve her dört ya da beş yılda bir yeni borçlanma gerçekleşmeliydi. Ve her
yeni borçlanma finans aristokrasisine iflasın eşiğinde tutulan devleti
dolandırmak için yeni fırsatlar yaratıyordu. Devlet en kötü şartlara razı
olarak bankerlerden borçlanıyordu. Kamu kredisinin (devlet borcu kastediliyor
M.D.) istikrarsızlığı bankaların ani spekülasyonlar yaratmasını sağlıyordu…”
Kısaca kapitalizmin kanunları 19.Yüzyılda olduğu
gibi 21.Yüzyılda da, Fransa’da olduğu gibi, Türkiye’de de aynen işliyor.
Kamu
zararı
Devlet borçlanması, ödenen yüksek faizler yüzünde
finans kapitalin daha da zenginleşmesine ve servetin belli ellerde birikerek servet
ve gelir bölüşüm eşitsizliğinin daha da artmasına neden olurken, aynı zamanda çok
ciddi kamu zararına yol açıyor.
Örnek olarak; Hazine son 2 yılda altın ve döviz
cinsinden tahvil satarak borçlanmaya yöneldi. Öyle ki bu 2 yılda 17 milyar
dolarlık altın ve döviz tahvili çıkardı ve bunu bankalara sattı. Bu
operasyonların sonucunda kamu bankaları piyasaya döviz sattı. Böylece oluşan 12
milyar dolarlık döviz açığının ortalama maliyeti kabaca 1 dolar = 6.55 liradan
hesaplandığında bugünkü kurlardan 8,9 milyar lira kur zararı ve altın
borçlanmasının da bugünkü altın fiyatları üzerinden zararı da 12,7 milyar lira
olmak üzere, sadece bu iki kalemden toplam 21,6 milyar liralık bir Hazine ya da
kamu zararı ortaya çıktı.(13)
Bir başka anlatımla; Hazine'nin son bir ayda yurt
içinde döviz cinsi borçlanması 9 milyar dolara yükseldi. Sadece 1 günde 3
milyar dolarlık iç borçlanma yapıldı. Böylece, kamu bankalarının döviz açık
pozisyonları, yani kamu bankaları ve Merkez Bankası’nın döviz açığı riski, bu
işlemlerle (dolaylı olarak) Hazine'ye aktarıldı. (14)
Bir diğer örnek ise Kamu Özel İşbirliği modeliyle
özel sektöre yaptırılan şehir hastanelerinde ortaya çıkan kamu zararıdır.
Çünkü bu yılın sadece son 7 ayında (geçen yılın aynı
dönemine göre) devletin şehir hastanelerinin yapımcısı firmalarla döviz
cinsinden yaptığı kiralama ve hizmet alım sözleşmeleri gereğince, döviz
kurundaki artışlar yüzünden kira ödemesi (TL cinsinden) yüzde 62, hizmet alımı
için yapılan ödeme ise yüzde 47 oranında arttı. (15)
Bu verilerden yola çıkarak, Hazinenin borçlanma
ihtiyacını artıracak ve toplum için faydalı olmayan, sadece siyasal
iktidarların lüks tüketimlerini fonlayan ya da onların bekasına hizmet eden
devlet harcamalarından kaçınmak, böyle açıklar
ortaya çıktığında da, bunları Merkez Bankası’ndan borçlanma yoluyla (enflasyonu
körüklediği için) ya da bankalardan
borçlanma yoluyla kapatılmasına da karşı çıkmak gerekiyor.
O halde Korona Salgını nedeniyle ortaya çıkan bütçe
açıklarını nasıl kapatılmalı?
Bu konuda halktan yana, aynı zamanda da hem iktisadi
olarak etkin, hem de adil çözüm; böyle bütçe açıklarının çok zenginlerden
servet vergisi alınması, sermayenin, kârların daha yüksek artan oranlılıkta
vergilenmesi ve sadece sermayeye sunulan vergi muafiyet ve istisnalarına son
verilmesidir.(16)
Nitekim bugün IMF dahi buna benzer görüşleri
dillendirebiliyor. Eski IMF Başkanlarından Anne O. Krueger, Korona Salgını ile
mücadele sırasında devasa kamu harcaması yapmak haklı görülebilirse de, Salgın sona
erdiğinde ortaya çıkacak olan borç dağlarına da çözüm bulunması gerektiğini, hükümetlerin
bu yönde olmak üzere faiz oranlarına bir üst sınır getirebileceklerini (finansal
baskılama), Karbon Vergisi ve Ek Gelir Vergisi gibi yeni vergilere de başvurabileceklerini
ileri sürüyor.(17)
Servet Vergisi, Karbon Vergisi ve Yeşil Alt Yapı Yatırımları
gibi önerilerin bugün başta ABD olmak üzere neredeyse tüm Avrupa ülkelerinde
artık yüksek sesle dillendirildiğinin ve giderek de bu taleplerin uluslararası
çapta destek kazandığının altını çizelim.
Moratoryum,
monetizasyon, takas
Ülkenin karşı karşıya bulunduğu çoklu kriz
hallerinden biri ve doğrudan devleti etkileyeni devlet mali krizidir. Devlet
bütçesini etkileyen sistemik-yapısal sorunlar çözüme kavuşturulmadığı sürece
devletin borçlanma ihtiyacı, böylece anapara ve faiz ödemeleri artacak ve borç
stokları daha da büyüyecektir.
Nitekim 2003 yılında 130 milyar dolar civarında olan
toplam dış borçların (o yıldan bu yana yüzlerce milyar dolarlık dış borç
servisi yapılmasına rağmen), bugün 431 milyar doları aşmış (mili gelirin yüzde
57’sine denk) (18) olması bunun en somut kanıtıdır.
Devlet borcunun bir krize dönüşmesi riskini artıran
faktörler arasında; borçların içinde döviz cinsinden olan borçların oranının yüksekliği,
spot döviz kurunun yüksekliği ve oynaklığı, faiz (sabit/değişken) ve vade yapısı gibi
faktörler sayılabilir.
Ancak bunların içinde spot döviz kurundaki artışlar şok
etkisi yaratan en önemli faktör olarak kabul ediliyor. Çünkü spot döviz kuru artışı;
hem reel sektör, hem de bankacılık sektörü için liranın değer kaybetmesiyle,
sermayenin dolar cinsinden değerinin düşmesiyle, oynaklığın artmasıyla, risk
priminin artmasıyla, kısaca risk göstergelerinin kötüleşmesiyle sonuçlanıyor.(19)
Bu göstergeler açısından bakıldığında borç krizi
riskinin sadece özel sektör ve bankalar için değil, devlet için de giderek arttığını
görmemiz gerekiyor. Dolar kurunun 7,50’ye doğru yükselmesi bunun bir
göstergesi. Böylece hem devletin, hem de özel sektörün durdukları yerde lira
karşılığı olarak döviz borçları artıyor. Üstelik bu Merkez Bankası döviz
rezervlerinin sadece son 7 ayda yüzde 42 oranında azalmış olduğu (20) bir
dönemde gerçekleşiyor.
Kısa vadede ödenmesi gereken toplam 171 milyar
dolarlık dış borç geri ödenemeyecek bir noktaya geldiğinde, hükümetin moratoryum
(dış borçların tamamını ya da bir kısmını ödeyemeyeceğini resmen açıklaması) ilan etmekten, iç borçlar için de bu borçların
reel değerini düşürecek olan monetizasyona (Merkez Bankası’nın karşılıksız para
basması başvurmaktan başka bir çaresi kalmayabilir.
Nitekim Blanchard ve Ferry gibi iktisatçılar, Korona
Salgını sonrasında öngörülemez bir biçimde artan devlet borçları için çarenin
monetizasyon olduğunu, bununla hem devlet borç stokunun aşırı büyümesinin
önlenebileceğini, hem de büyümeyi önleyen kemer sıkma gibi önlemlere başvurmaya
gerek kalmayacağını ileri sürüyorlar.(21)
Böyle bir durumla karşılaşma ihtimali yüksek olan siyasal
iktidarların politik gücü konsolide etmelerinin ve Merkez Bankasını doğrudan kendi
kontrolleri altına almalarının ana nedeni de budur.
Bir başka bir yol ise devletin bu borçları, devletin
elindeki varlıklarla (gerçek değerlerinin altında) takas etmek olabilir. Yani borca
karşılık olarak alacaklılara şirket hisseleri, binalar, arsalar, değerli
İstanbul gayrimenkulleri sunulması gündeme gelebilir. T. Varlık Fonu’nun
varlığı olan Türk Hava Yolları ve İstanbul Finans Merkezi gibi varlıklar bu
şekilde takasa konu edilebilir.(22)
Çözüm:
demokratik, laik, sosyal cumhuriyet
Öyleyse bu korku tünelinden hızla çıkabilmek için,
öncelikle; bu denli borçlanmaya neden olan gereksiz, verimsiz, toplum için
hiçbir fayda sağlamayan, gerçekte hiçbir toplumsal ihtiyacı karşılamayan devlet
harcamalarını radikal bir biçimde azaltmak gerekiyor.
Gereksiz devlet harcamalarındaki böyle bir küçülmeye
paralel olarak da, çalışma saatlerini düşürmekten başlayarak, kitlesel işsizliği
ve yoksulluğu azaltmaya dönük nitelikli ve kalıcı istihdam ve yaşam ücreti
sunan, doğa ile uyumlu sosyal yatırım
harcamalarını artırmamız lazım.
Kuşkusuz böyle ekonomik taleplerin, sınıfsal çıkarları karşı karşıya getirmekle
sonuçlanacağından, buna uygun bir demokratik- politik mücadeleyle desteklenmesi
şart.
Bu yüzden de Demokratik, Laik ve Sosyal bir
Cumhuriyetin kurulmasını savunan siyasal partiler, emek ve kadın örgütleri,
çevreci ve toplumsal hareketler bu ülkenin demokratikleştirilmesini, hak ve
özgürlüklerin savunulmasını ve barışın tesis edilmesini öncelikle hedef olarak
önlerine koymalı ve ekonomik mücadeleyi bunun bir parçası olarak en geniş
demokrasi cephesi altında yürütmelidirler.
(sonraki yazı: “Devlet mali krizinden bankacılık krizine giden yol”).
Dip
notlar:
(1)
T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı,
Hazine Nakit Gerçekleşmeleri (Ağustos 2020), https://www.hmb.gov.tr/kamu-finansmani-istatistikleri.
(2) T.C.
Hazine ve Maliye Bakanlığı, Kamu Borç
Yönetimi Raporu, No.169, Ağustos 2019,s. 2.
(3) T,C,
Hazine ve Maliye Bakanlığı, Hazine Nakit Gerçekleşmeleri, agr.
(4) T.C,
Hazine ve Maliye Bakanlığı, Kamu Borç Yönetimi, agr. S.4.
(5) T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı, 2003-2020 İç
borç çevirme oranları, https://www.hmb.gov.tr/kamu-finansmani-istatistikleri
(22 Ağustos 2020).
(6) T.C.
Hazine ve Maliye Bakanlığı, İç borçlanma
ortalama maliyeti, https://www.hmb.gov.tr/kamu-finansmani-istatistikleri
(22 Ağustos 2020); Borçlanma faiz oranının düşük olmasının bir nedeni de İşsizlik
Sigortası Fonunda biriken paranın piyasa faiz oranının altından bir faiz
oranından Hazine’ye borç vermede kullanılması. Yani işçilerin parası Hazine
tarafından kullanılarak bankalara çok daha düşük oranda borç olarak veriliyor.
(7) IMF, Fiscal
Monitor, Curbing Corruption, April 2019, s. 13.
(8) OECD, Economic
Outlook, Trade uncertainty dragging down global growth (21 May 2019).
(9) T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı, Kamu net
borç stoku istatistikleri, https://www.hmb.gov.tr/kamu-finansmani-istatistikleri
(4
Eylül 2020).
(10)
Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin
Düzenlenmesi Hakkında Kanun.
(11) https://www.dunya.com/ekonomi/borclanmada-da-limitler-asildi
(19 Ağustos 2020).
(12) Karl Marx, “The Class Struggles in France,
1848–1850 “, Marx/Engels Internet Archive, www.marxists.org;
Devlet borcu ilk kez 12. Yüzyılda İtalyan şehir devletlerinde ortaya çıktı. Daha
önce Yunan şehir devletleri de borç kullandı, ancak bu daha ziyade geri
iadesiz, katkılar biçimindeydi.
(13)
https://ugurses.net/2020/08/17/hazne-yerl-dovz-nasl-basyor.
(14) https://artigercek.com/haberler/bir-ayda-9-milyar-dolara-cikti-hazine-den-bir-gunde-3-milyar-dolarlik-rekor-ic-borclanma
(27 Ağustos 2020).
(15) Erdoğan Süzer, “Döviz devleti kiradan vurdu”,
https://www.sozcu.com.tr (3 Eylül
2020).
(16) Prabhat Patnaik, “ What could be wrong with
a Fiscal Deficit”, https://www.networkideas.org
(27 July 2020).
(17) Anne O. Krueger, “Financial Repression
Revisited?”, https://www.project-syndicate.org
(20 August 2020).
(18) T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı, Türkiye Brüt
Dış Borç Stoku (30.6.2020), https://www.hmb.gov.tr/kamu-finansmani-istatistikleri
(4 Eylül 2020).
(19)
Christian Keller, Peter Kunzel and Marcos
Souto, “Measuring Sovereign Risk in Turkey: An Application of the Contingent
Claims Approach”, IMF Working Paper
WP/07/233, 2007.
(20) https://www.birgun.net/haber/rezervler-brunson-krizinden-kotu
(28 Ağustos 2020).
(21) Olivier Blanchard, Jean Pisani-Ferry,
“Monetisation: Do not panic”, https://voxeu.org
(10 April 2020).
(22) Mustafa
Sönmez, “Sıra, borca karşılık varlık
satmada”, https://www.al-monitor.com
(24 Ağustos 2020).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder