“Dünyada ve Türkiye’de
emeğin halleri” yazı dizisi (2):
DÜNYA EKONOMİSİ
TOPARLANIYOR AMA EŞİTSİZLİKLER DAHA DA ARTIYOR
Mustafa Durmuş
24 Temmuz 2018
Dünya ekonomisi 2017’den bu yana toparlanıyor ama dünyada gelir ve servet
eşitsizliği, adaletsizliği artmaya devam ediyor. Verimlilikler cılız da olsa
artışını sürdürürken, reel ücret artışları ya bunun gerisinde kalıyor ya da
düşüyor. Buna karşılık kârlar hızlı artışını sürdürüyor.
Nitekim OECD tarafından yayımlanan son istihdam raporu (1) bu toparlanmanın
sınıfsal sonuçlarını ortaya koyuyor. Öyle ki 2008 krizinden bu yana ilk kez
OECD ülkelerinde kriz öncesine göre daha fazla istihdam var, işsizlik oranları
kriz öncesine yakın bir düzeye geriledi. Ama bunun ağır bir bedeli oldu:
Artmayan işçi ücretleri. Çünkü 2008 krizinin ardından geçen 10 yılda ücretler
hala durgun seyrediyor. Nominal ücret artışları kesinlikle kriz öncesi
dönemdeki artışların gerisinde kaldı.
REEL ÜCRETLER DURGUN SEYREDİYOR
Hatta ücret durgunluğu ücretlilerin kendi aralarında dahi aynı değil. Öyle
ki ABD’de bir ceo (üst düzey şirket yöneticisi) ortalama bir işçiden 339 kat
fazla ücret alıyor. 500 en büyük şirkette ise bu fark 500 kata kadar çıkıyor.
Yani böyle bir yöneticiye 1 aylık ücret olarak 3101 işçinin 1 yıllık ücreti
kadar ücret ödeniyor (2).
Ortalama işçi ücretlerindeki bu durgunluk ya da reel azalma, hem gelir
bölüşümü adaletsizliğini artırıyor ve emeğin ulusal gelirden aldığı payı
azaltıyor, hem de bunlara bağlı olarak yoksulluğu artırıyor.
Gelir eşitsizliğindeki artışın özellikle 1980 sonrası neo liberal dönemde
zirveye çıktığı görülüyor. Öyle ki küresel çapta en zengin yüzde 1’in geliri bu
dönemde (1980-2016) en alttaki yüzde 50’nin gelirinin 2 katı oranında büyümüş.
Yani ilk grup toplam gelir artışından yüzde 27 pay alırken, en alttaki yüzde 50
sadece yüzde 12 pay alabilmiş (3).
Yine bir IMF çalışmasına göre, ortanca gelir elde eden hanelerin (hanelerin
yüzde 51’inin geliri) elde ettiği gelirin yarısından az gelir elde eden
hanelerin oranı, krizden çıkmaya çalışan Yunanistan ve İspanya’da yüzde 16,
üçüncü sıradaki ABD’de yüzde 15 ve 10.sırada yer alan Türkiye’de yüzde 13,5
olmuş (4).
Ortalama ücretlerdeki bu durgunluğun sonucunda 36 OECD ülkesinin 24’ünde
emeğin payı yüzde 68’e düşmüş (yüzde 3,5 puan). Bu düşüş oranı ABD’de yüzde 8
olmuş (ilk sırada) (5).
İşsizlik, düşük ücret ve yarı zamanlı çalışmanın kaçınılmaz sonucu ise
yoksulluğun artması. Rapor, kriz sonrasında yoksulluk oranının arttığını ortaya
koyuyor. Kriz öncesinde medyan hane gelirinin yarısından az gelir elde
edenlerin oranı yüzde 9,6 iken bugün bu oran yüzde 10,6’ye çıkmış (6).
ÜCRET DURGUNLUĞUNUN NEDENİ VERİMLİLİK ARTIŞININ YAVAŞLAMASI DEĞİL
Verimlilik ve ücret artışı ilişkisi emek ve sermaye arasındaki bölüşüm
ilişkilerinde temel bir konu. Bu bağlamda işçi örgütleri (doğal olarak),
nominal ücret artışının, enflasyon artışının etkilerini giderici ve verimlilik
artışını yansıtıcı olması gerektiğini savunurlar.
Bu açıdan ele alındığında Washington Uzlaşması sonrasında emeğin ulusal
gelirden aldığı payın küresel çapta olmak üzere son 30 yılda gerilediği göze
çarpıyor. Ayrıca iç talep azaldı, dış talebe olan bağımlılık arttı. G20
ülkelerinin tümünde emeğin payındaki gerileme iç talepte bir düşüşle
sonuçlandı. Bu düşüş örneğin Türkiye’de ihracat artışıyla telafi edilemedi.
Dahası emeği koruyan yasal düzenlemelerden giderek vazgeçilmesi sonucunda
aralarında Türkiye’nin de aralarında bulunduğu birçok ülkede gelir bölüşümü
adaletsizliği daha da arttı (7).
Bu konuda Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) son raporunun bulguları (8)
kapitalizmin nasıl bir eşitsizlikler ve adaletsizlikler düzeni olduğunun resmi
ağızdan bir itirafı niteliğinde.
Bu rapora göre, küresel düzeyde reel ücret artışları 2008 krizinden bu yana
giderek yavaşladı. Özellikle 2013’ten bu yana bu yavaşlama belirginleşti. Artış
oranları kriz önceki seviyeleri hala yakalayamadı. Öyle ki 2007 yılında küresel
çapta yüzde 3,1 olan reel ücret artışları 2013’ te yüzde 1,1’de kaldı.
Oysa emek gücü verimliliği bu dönemde artmaya devam etti. Öyle ki 1999 yılı
baz alındığında Merkez ekonomilerde 100 olan emek gücü verimliliği endeksi,
2015 yılında 118 olurken, yine 1999’da 100 olan az gelişmiş ülkeler reel ücret
endeksi sadece 108’e çıkabildi (9).
Bunun sonucunda emek gelirlerinin milli gelir içindeki payı hızla
azalırken, gelir bölüşümü adaletsizliği de görülmemiş ölçüde arttı. 1990’lardan
bu yana ücret gelirlerinin milli gelir içindeki payı yaklaşık 13 puan
gerileyerek yüzde 66’lardan yüzde 53’e geriledi (10).
Türkiye’de ise durum daha vahim: Ücret gelirlerinin milli gelir içindeki
payı 1999’da yüzde 50 civarındayken yüzde 32’ lere kadar düştü (11).
Yukarıda sözü edilen OECD raporu, üye ülkelerde reel ücret artışının son 20
yılın verimlilik artışının gerisinde kaldığını kabul ediyor. Rapora göre
örneğin eğer reel ücretler verimlilikler kadar artsaydı yüzde 13 daha yüksek
düzeyde olacaktı (12).
Benzer bir biçimde bir başka çalışma (13) AB dâhil tüm merkez ekonomilerde
son 10 yıldır ücret artışlarının verimlilik artışının gerisinde kaldığını
ortaya koyuyor.
Bu durum da emeğin milli gelir içindeki payının ve ortanca gelirin ortalama
gelir içindeki payının azalmasıyla sonuçlanıyor. Bunlardan ilki emek-sermaye
bölüşüm adaletsizliğinin, ikincisi ücretliler arasındaki adaletsizliğin
arttığının bir göstergesi.
Buna göre, 28 AB ülkesinde (çalışan işçilerin sağladığı reel GSYH artışı
olarak) verimlilik 2016 yılında 2000’e göre yüzde 10,5 daha fazla arttı.
İşçilere yapılan ödemeler ise sadece yüzde 2,45 arttı. Yani aradaki fark 4
kattı. Kısaca işçiler her yılın 3 çeyreğinde sağladıkları verimlilik artışından
her hangi bir pay alamadılar.
ASIL SORUN BÖLÜŞÜM İLİŞKİLERİNDE
Bu veriler asıl sorunun emek gücü verimlilik artışının zayıflığından
ziyade, bölüşüm ilişkilerinde olduğunu ortaya koyuyor. Yani mevcut
eşitsiz-adaletsiz bölüşüm ilişkisi (kapitalist sistemin işleyiş mantığı içinde)
yeterli bir efektif talebin yaratılmasını, bu da ekonominin yüksek hızda
büyümesini önlüyor.
Kısaca eğer yaratılan hâsıla bunu yaratanların ücretlerinden daha hızlı
büyüyorsa, bu ürünler yeterli alıcı bulamayınca, yani satılamayınca, sistemin
ana sürükleyicisi olan kâr realize edilemiyor, bu da yeni yatırımların
yapılmasını anlamsız kılıyor ve büyümeyi yavaşlatarak ekonominin durgunluğa
girmesine neden oluyor.
Bir başka anlatımla, emeğin payındaki azalma biçimindeki eşitsiz bölüşüm
sadece adaletsiz bir durum değil, aynı zamanda ekonomik olarak da çok sakıncalı
bir durum.
Çünkü böyle bir eşitsizlik söz konusun olduğunda ekonomik büyüme,
potansiyelinin gerisinde kalıyor. Bunun nedeni artık tüketim sürümlü olduğu
bilinen kapitalist ekonomilerde emek gelirlerinin toplam tüketimin ve toplam
talebin belirleyici unsurunu oluşturması. Tüketim yeterince artmadığında
yatırımları baskılıyor, bu da daha fazla verimlilik artışının olmayacağı
anlamına geliyor.
Neo liberal dönemdeki gibi bol kredilerle ve yaygın finansallaşma ve
küreselleşmeyle bu sorunun aşılması çabaları bir süre sonra (2008 krizinde
yaşandığı gibi) kapitalizmi bu kez finansal krizlerle baş başa bırakıyor.
Finansallaşmanın, kredi-borç stoklarının görülmemiş ölçüde arttığı,
borsaların yanı sıra kripto paraların da yeni balonlara neden olduğu günümüzde
böyle bir eşitsizlik Branko Milanoviç’in küresel eşitsizliğin geldiği noktayı
tarif ederken çizdiği fil eğrisindeki (14) fil gibi her şeyi dümdüz edebilir.
PEMBE YALAN: VERİMLİLİK ARTTIĞINDA ÜCRETLER DE ARTAR !
Böylece artan verimliliğin çoğunluğa değil, çok büyük ölçüde küçük bir
azınlığa fayda sağladığı görülüyor. Bu durum kapitalizmde “verimlilikler
artarsa işçilerin yaşam standartları da artar “sözünün bir yalandan ibaret
olduğunu gösteriyor.
Diğer yandan üniversitelerde okutulan ana akım iktisat ders kitapları
farklı şeyler anlatıyor. Bu kitaplara göre, örneğin (sadece bir varsayımdan
ibaret olan) tam rekabet modelinde gelirin nasıl bölüşüleceğini belirleyen şey,
üretim faktörlerinin fiyatları ve bu faktörlerin kullanım miktarlarıdır
(örneğin çalışılan saatler), yani faktör donanımıdır.
Yani bir işçi ne kadar donanımlı ve bu anlamda da emeği ne denli verimliyse
o denli yüksek ücretle ödüllendirilir. Yani verimlilik ücret düzeyinin
belirlenmesinde temel ölçüttür.
Gerçekten öyle mi?
.......devam edecek: “Gelirden alınan pay verimliliğe göre belirlenmiyor!”
……………….
(1) OECD Employment Outlook (Wageless Growth) 2018.
(2) Pete Dolack,World Bank Solution for Lack of Jobs: Cut Worker
Protections, www.counterpunch.org (6 July 2018).
(3) Facundo Alvaredo, Lucas Chancel, Thomas Piketty, Emmanuel Saez and
Gabriel Zucman, World Inequality Report, 2018.
(4) Yasser Abdih, An Answer to the U.S. Wage Puzzle,
https://blogs.imf.org/2018/07/10/chart-of-the-week-an-answer-to-the-u-s-wage-puzzle/?utm_medium=email&utm_source=govdelivery
(10 July 2018).
(5) Patrick Martin, A global economic “recovery” without wage increases,
https://www.wsws.org/en/articles/2018/07/06/oecd-j06.html.
(6) Agm.
(7) Servaas Storm and Jeronim Capaldo, “Labor Institutions and Development
Under Globalization”, Institute for New Economic Thinking Working Paper No. 76
(30 May 2018), s. 12-13.
(8) ILO, Global Wage Report 2016/17: Wage inequality in the
workplace,www.ilo.org, 2016, şekil 11.
(9) Agr.
(10)Agr.
(11) TÜİK, Dönemsel Gayrisafi Yurt İçi Hasıla, III. Çeyrek: Temmuz - Eylül,
2017 (11 Aralık 2017).
(12) Patrick Martin, A global economic “recovery” without wage increases,
https://www.wsws.org/en/articles/2018/07/06/oecd-j06.html.
(13) Bela Galgoczi, The gap between wages and productivity,
http://blogs.lse.ac.uk/europpblog/2018/06/23/the-gap-between-wages-and-productivity/.
(14) http://wir2018.wid.world/executive-summary.html.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder