“Dünyada ve Türkiye’de emeğin halleri” yazı dizisi (4):
ADİL BİR TOPLUMDA
ÜCRETLENDİRME NASIL OLMALI?
Mustafa Durmuş
29 Temmuz 2018
Kendini toplumun gözünde meşrulaştırmanın öneminin farkında olarak burjuva
iktisadı, kapitalizm altında çağlardır yürütülen ücretlendirme politikalarının,
dolayısıyla da gelir ve servet bölüşümünün ne denli adaletli olduğunu
anlatmaktan da vazgeçmedi. Bu bağlamda çok sayıda teori ya da yaklaşım ortaya
atıldı.
Bunlardan, “Geleneksel ya da Muhafazakâr Yaklaşım” olarak da anılan bir
yaklaşıma göre, bir kişinin sahip olduğu üretken kapasitesine (örneğin miras
yoluyla da olsa edindiği sermayeye) dolayısıyla da üretime olan katkısının
büyüklüğüne göre, ona daha fazla ödemede bulunmak en adaletli yoldur.
Bu yaklaşıma göre; “yemek kazanına kim daha fazlasını koyuyorsa, kazandan o
kişi daha fazlasını yeme hakkına sahip olmalıdır”.
Böylece, örneğin Vehbi Koç ya da Sabancı’nın torunlarının ya da son dönem
zenginlerinin veliahtlarının, aileden gelen üretken kapasiteleri (para,
sermaye, fabrika, bilgi, deneyim, ilişki gibi) çok daha fazla olduğundan
sıradan bir işçi çocuğuna göre bin kat daha fazla gelir elde etmeleri (eşit
olmasa da) son derece adildir.
Bu bağlamda verimli olmanın bir yolu hem para, sermaye, hem iyi eğitim ve güçlü
ilişki ağı anlamında yüklü bir mirasa konmak, yani şanslı doğmak ya da şans
yakalamaktır.
Diğer taraftan ne miras, ne şans, ne de güçlü politik ve ekonomik ilişkiler
sayesinde elde edilen avantajlar emek sarf edilerek elde edilen şeyler
değildir. Buradan hareketle bu imkânlara sahip olanların daha verimli
çalıştıkları kabul edilerek elde edilen gelir ya da servet haklı ve adil
gösterilemez.
VERİMLİLİK Mİ, YÜRÜ YA KULUM MU?
Örneğin son yıllarda sıklıkla rastlandığı gibi, belediye yetkililerinin yönlendirmeleriyle
köylülerden ucuza satın alınan ve birkaç yıl sonra imar geçirilerek çok katlı
inşaat yapılmasına izin verilen arsalar üzerine yapılan binlerce konut ve AVM
ya da rezidanstan sağlanan servet bu arsa sahibinin emeğinin yüksek verimliliği
ile mi, yoksa sahip olduğu politik ilişkiler ve dağıttığı rüşvetlerle mi
ilişkilendirilecektir?
Ya da cemaat ilişkileri sayesinde yaptığı isabetli (!) bir evlilik
sayesinde henüz 20’li yaşlarda iken ülkenin büyük holdinglerinden birini başına
getirilip, hatta bununla da kalmayıp ülkenin en önemli para kaynağının başına
getirilen birinin bu başarısı onun emeğinin yüksek verimliliğin mi ya da çok
uzun saatler çalışmasının mı bir ürünüdür?
Eğer çok zengin olmak için iyi donanım anlamında çok iyi eğitimli, çok zeki
ve çok çalışkan olmak yeterli olsaydı, ülkenin en iyi üniversitelerinden mezun
olanların, üniversite mezunu bile olmayan, yabancı dil bilmeyen çok sayıda
patronun yanında ücretli olarak çalışmalarına gerek kalmazdı.
Ya da kriter çok çalışmak ve çok üretmek olsaydı, ülkenin en zenginleri, en
ağır koşullarda ve en uzun saatler çalışan madenciler, inşaat işçileri ya da
çöpçüler olurdu.
ALINTERİNDEN EĞİTİME AYRILAN KAYNAK
Kuşkusuz bu çıkarımlar, emek gelirinin bir kısmının tasarruf edilerek ve
bunun da eğitim gibi amaçlarla kullanılarak iyi eğitimin sonucunda daha yüksek
ücretli meslekler edinmesinin sağladığı gelirlerin adil olduğu gerçeğini
ortadan kaldırmaz.
Ancak günümüzde böyle alın terinden yapılan tasarrufla edinilen eğitimin
sağladığı göreli yüksek ücretler gibi örnekler son derece sınırlıdır (bu daha
ziyade 1990’a kadar mümkün olabilen bir şeydi).
Emek gelirleri dışında, kâr gelirleri ya da faiz gelirleriyle elde edilen
nitelikli eğitim becerilerinin getirdiği yüksek ücretler ise gelirin ilk
kaynağının adaletsizliği, etik dışı olması bağlamında ne kadar adil olabilir?
Özetle, verimlilik eşitsizliği ile ortaya çıkan gelir-ücret eşitsizliği
eğer adilce kazanılmış emek gelirlerinin yöneldiği erdemli işlerin sonucunda
gerçekleşiyorsa bunu sömürü olarak değerlendirmek haksızlıktır. Buna karşılık
bu verimlilik ve ücret farkı, miras, şans, haksız avantaj ya da başlangıçtaki
adaletsiz gelirle sağlanıyorsa ortaya çıkan bölüşüm adaletsiz bir bölüşümdür
(1).
FARKLI KATKI FARKLI ÜCRETLENDİRMEYİ HER ZAMAN HAKLI ÇIKARTIR MI?
Verimlilik farklılığına dayalı ücretlendirmeyi bir diğer burjuva iktisadi
yaklaşımı olan “liberal yaklaşım” “katkı farklılığı” ve bunun neden olduğu
farklı ücretlendirme olarak ele alır. Buna göre (2) kişi, bireysel katkısına
göre pay almalıdır.
Bu görüşü savunanlar servet gelirlerinin büyük bir kısmını adaletsiz bulurken,
insanın kendi emeğinin meyvesini yiyebilmesinin gerektiğini ileri sürerler.
Böylece onlara göre birisi toplumsal üretime daha fazla katkı sağlıyorsa daha
fazla pay almalıdır. Bu başkasının emeğini sömürmek demek değildir. Tam tersine
bu başkaları tarafından da sömürülmeye izin vermemek anlamına gelir.
Ancak bu noktada bireysel katkının nasıl ölçüleceği sorunu ortaya çıkar.
Daha önce de vurgulandığı gibi, ana akım iktisatçılar bir girdinin katkı
değerini onun marjinal verimliliği ile ölçerler. Yani kullanılan girdi,
çıktının değerini ne kadar artırdı ise o kadar katkı sağlamıştır.
Ancak ülkeden çarpıcı örnekler vermek gerekiyorsa, emekli olduğunda Meclis
fedailiğinden başka bir iş yapmayan bir futbolcu eskisine, sanatı yalakalık
zanneden bir pop yıldızına ya da 20’li yaşlarda paraşütle büyük bir holdingin
başına getirilen bir şirket üst düzey yöneticisine ödenen ücret, ayda sadece
1603 lira net ücret alabilen (o da iş bulabilecek kadar şanslıysa), bu haliyle
de açlık sınırının dahi altında kalan bir asgari ücretlinin ya da bir kamu
emekçisinin yüzlerce katı olduğunun vurgulanması gerekir.
Böyle bir ücretlendirme haklıysa SOMA madenlerinde aşırı kâr için
katledilen 301 maden işçisinin, onlarca katlı rezidans, AVM ya da havalimanı
yaparken ölen inşaat işçilerinin ya da sabahın köründe sokaktaki çöpleri
toplamak durumundaki taşeron işçisi çöpçülerin toplumsal üretime, yaşama,
ülkenin gelişmesine, büyümesine (diğerleriyle kıyaslandığında) neredeyse hiç
bir katkısının olmaması gerekir.
FEDAKÂRLIĞA YA DA ÇABAYA GÖRE FARKLI ÖDEME ADİL MİDİR?
Ödeme yapılan fedakârlığın büyüklüğüne göre de yapılabilir. Bu ölçüte göre
(3), ilave bir ödemeyi sadece ilave çaba sahibi hak eder. Çabadan kasıt
toplumsal üretim ve donanım için yapılan kişisel fedakârlıktır. Çaba değişik
biçimler alabilir. Bu daha uzun saatler çalışmak, daha yoğun, daha tehlikeli,
daha sağlıksız işlerde çalışmak biçiminde olabilir.
Böylece bir kişi yemeğin pişmesi için gösterdiği çabanın büyüklüğüne göre
yemekten pay almalıdır. Yani yapılan fedakârlıktaki farklılık ancak bir insanın
diğerinden daha fazla pay almasını haklı çıkartabilir.
Burada da tedavisi çok masraflı hastaların durumları ile ilgili bir sorun
ortaya çıkar. Öyle ki (bu ölçüte göre) sadece 10 yıl çalışabilmiş ama
sonrasında tedavisi çok masraflı (maliyeti milyonlarca lirayı bulan) bir
hastalığa yakalanmış birinin ya da hayatı boyunca hiç çalışması mümkün olmayan
ama doğuştan ya da sonradan yine tedavisi çok pahalı hastalıklara yakalanmış
bir bebek ya da çocuğun tedavi masrafları toplumca karşılanmamalıdır. Çünkü
onlar bunu hak edecek yeterli bir katkıda bulunmamışlardır. Bu gerekçelerle
bunların tedavisini reddetmek (iktisadi olarak adil olsa da) ne derece adildir?
Bu noktada yeni bir ilke ile karşı karşıya kalırız: İnsani ilke. Yani
ihtiyaca göre ödeme (4). Bu diğerlerinden ayrı bir kategoridir ve bu övgüye
değer bir öneme sahiptir.
Bu ilkeye göre ücretlendirme ekonomik adaletin ötesinde bir şeydir. Yani
ekonominin eşit ve adaletli olması başka şeydir. Adalet, insanların yaptıkları
fedakârlıklara göre ödeme yapılmasını gerektirir ama insanlık da ihtiyaç içinde
olana ihtiyacını vermemizi gerektirir. Bu nedenle de adaletli bir ekonomi etik
olarak arzu edilen ekonomide son nokta değildir.
Bu bağlamda tedavisi çok masraflı bir hastaya tedavi imkânı vermeyen bir
ekonomi adaletli olabilir ama insani olmadığı için etik yönden sorunludur. Bu
nedenle de ekonomik adalet için mücadele ederken, insani bir ekonomi için de
mücadele edilmesi gerekiyor demektir ki, bu da “ihtiyaçla güçlendirilmiş çaba
ya da fedakârlığa göre bölüşüm” en adaletli bölüşüm anlamına gelir.
İŞÇİ KOOPERATİFLERİ VE ADİL ÜCRETLENDİRME
Özetle, ücret ya da toplumsal üretimden alınan pay politik güç, miras,
şans, servet ya da kişisel katkının yüksekliği (hasılaya katkısı anlamında) ile
belirlenmemelidir.
Öncelikle bir bireyin alacağı pay kısmen onun ihtiyaçlarını yansıtmalıdır.
Bu bağlamda örneğin çalışamayacak durumda olanların da düzenli gelirleri
olmalıdır. Ciddi sağlık sorunu olanların ise (tedavinin masrafının yüksekliği
ne olursa olsun) doğru tedaviye ücretsiz erişebilmeleri gerekir.
Bölüşümde böyle bir asgari adaletin sağlanmasının ardından, daha fazla
ücret, ne kadar uzun çalışıldığına, ne kadar sıkı ve verimli çalışıldığına,
çalışma koşullarının ağırlığının neden olduğu külfetin büyüklüğüne göre
belirlenebilir.
Daha fazla tüketmek ya da tüketimini çeşitlendirmek insanların hakkıdır.
Gelir (dolayısıyla servet) birikimi ise sadece daha fazla, daha sıkı ve daha
zor koşullarda çalışmanın bir sonucunda gerçekleşiyorsa ve başkalarını ezmeye
yol açmayacak bir sınırın altında kalıyorsa adil kabul edilebilir (5).
Diğer yandan daha çok boş zamanı olsun isteyenler için buna uygun, adil,
tazminat pratikleri olmalıdır. Böylece bazı insanlar toplumsal üretimden daha
az pay almak pahasına daha az çalışıp, diğer faaliyetler için daha çok zaman
ayırabilmelidirler.
Böyle bir ücretlendirmeyi sağlayabilecek örgütlenmelerin başında işçi
kooperatifleri gelir. Bazı Latin Amerika ülkelerinde görüldüğü gibi, bu
kooperatiflerin tek bir sahibi yoktur ve servete, güce ya da çıktıya göre bir
ödüllendirme yapılmamaktadır. Daha ziyade ücretleri eşitlemek eğilimine
sahiptirler ve ücretlendirme dâhil olmak üzere bölüşüm ve üretime dair temel
kararlarını kendi işçi meclislerinde alırlar.
Dolayısıyla sosyalizmin temeli olan sosyalist demokrasinin mikro düzeyde
hayata geçirilebileceği mekanlar asıl olarak işçi kooperatifleri ve işçi
meclisleridir. Bunlar, bölüşüm konusunda şu ana kadar en adaletli çözümleri
önermiş ve kısmen de hayata geçirebilmiş olan sosyalist topluma geçişte
bugünden inşa edilmesi gereken temel örgütlenmelerdir.
……………………….
(1) Robin Hahnel, The ABCs of Political Economy, A Modern Approach, Pluto
Press, 2002, s. 20-31.
(2) Agk.
(3) Agk.
(4) Agk.
(5) Michael Albert, Parecon: Life After Capitalism, Verso Books, 2004.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder