KRİZDEKİ ÜÇ ÜLKE: ARJANTİN, TÜRKİYE,
VENEZÜELLA (2)
(EKONOMİK SAVAŞ MI, SINIF SAVAŞI MI?)
Mustafa Durmuş
2 Eylül 2018
…devam ediyor
KRİZDEN İKİ FARKLI ÇIKIŞ YOLU
Bu üç ülkenin krizden çıkış için
uyguladıkları politikalar da onları ayrıştırıyor. İlk ikisi yani Arjantin ve
Türkiye benzer politikalar uyguluyor. Arjantin, IMF ile yapmış olduğu anlaşma
nedeniyle kaçınılmaz olarak IMF politikaları uyguluyor ve halkına kemer
sıktırıyor.
Türkiye ise henüz IMF ile anlaşmadı ama
IMF’siz kemer sıkma politikalarını bir süredir uyguluyor. Özellikle de son iki
yıldır krizden çıkış gerekçesiyle halka kemer sıktırılırken (yüksek elektrik,
doğal gaz zamları, yüksek dolaylı vergiler, düşük tutulan asgari ücret ve ücret
ve maaşlarda yapılan düşük artışlar, kamuda işten çıkartmalar gibi), sermaye
sınıfı (özellikle de son dönem büyüme stratejisine eklemlenmiş kesimleri) kamu
kaynaklarından yararlanmaya devam ediyor.
Çıkartılan vergi affı yasalarıyla
sermaye kesiminin vergileri yeniden yapılandırılarak erteleniyor, uzlaşma komisyonları
aracılığıyla milyonlarca lira tutarındaki vergi alacağının aslı, cezaları,
gecikme faizleri siliniyor, varlık barışı altında bu kesimlerin yurt dışında
tuttukları kaynağı belirsiz milyarlarca dolarlık servetlerini vergisiz ve
incelemesiz ülkeye getirerek meşrulaştırılmalarının önü açılıyor.
Aynı zamanda da büyük çaptaki kamu
harcaması pastasından bu kesimlere cömert ihaleler veriliyor, kamu
bankalarından düşük faizli krediler sağlanıyor ve milyar dolarlık dış kredili
projelerine Hazine garantileri veriliyor.
Bu gelişmeler ekonomik kriz içindeki
ülkede aslında, bir ‘ekonomik savaş’ tan ziyade, bir sınıf savaşının
yürütüldüğünü ortaya koyuyor.
Bu yönde atılan adımları uzun uzun
anlatmaya gerek yok. Merak edenler benim daha önceki yazılarım da dâhil olmak
üzere bu alanda yazılanlara bakabilirler.
Benim burada asıl odaklanacağım konu,
iki gün önce yapılan bir düzenlemeyle lira cinsinden elde edilen faiz
gelirlerinden alınan gelir vergisinin oranı azaltılırken, döviz cinsindekilerin
artırılmasıydı. Çünkü bu düzenlemenin doların yükselişini ya da liranın
düşüşünü önlemek için alındığı ileri sürülüyor.
RANTİYENİN VERGİSİ AZALTILIYOR
22.7. 2006 Tarihli ve 2006/10731 Sayılı
Bakanlar Kurulu Kararının Eki Kararda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Karar
(Karar Sayısı: 53) (1) ile 3 ay geçerli olmak üzere;
Lira cinsinden tutulan banka
mevduatlarından elde edilen faiz gelirinden alınan gelir vergisi: 6 aya kadar
vadeli mevduatlarda yüzde 15’ten yüzde 5’e; 6 ay-1 yıl vadeli olanlarda yüzde
12’den yüzde 3’e ve 1 yıldan uzun vadeli olanlardan yüzde 10’dan yüzde 0’a
düşürüldü.
Buna karşılık yabancı para (döviz, avro
gibi) cinsinden tutulan banka mevduatlarından elde edilen faiz gelirinden
alınan gelir vergisi: 6 aya kadar vadeli mevduatlarda yüzde 18’den yüzde 20’ye;
6 ay-1 yıl vadeli olanlarda yüzde 15’ten yüzde 16’ya yükseltilirken, 1 yıldan
uzun vadeli olanlardan yüzde 13’te sabit tutuldu.
Kısaca lira cinsinden vadeli
mevduatlardaki gelir vergisi (stopaj) oranları düşürülürken, döviz cinsinden
olanlarda yükseltildi.
Peki, ne kadarlık bir mevduat
büyüklüğünden söz ediyoruz? 20 Ağustos 2018 tarihi itibariyle (2) bankalarda
2,2 trilyon lira tutarında bir toplam mevduat var. Bunun kabaca yüzde 51’i lira
ve yüzde 49’u yabancı para cinsinden tutuluyor.
Bu düzenleme sadece vadeli mevduatları
içeriyor. Bu bağlamda lira cinsinden mevduatın yüzde 70’i (yani 791 milyarı)
lira cinsinden vadelide tutuluyor. Çeşitli vadeler bağlanmış bu tasarrufların
faiz gelirinden alınan vergi azaltılacak ya da sıfırlanacak.
Türkiye’de döviz cinsinden tutulan
mevduatın tutarı kabaca 153 milyar dolar ve bunun da yüzde 71’i vadeli
hesaplarda tutuluyor. Vergisi artırılacak ya da sabit tutulacak hesaplar da
bunlar.
Bu arada bu mevduatların nasıl dağıldığı
ya da sahiplerinin kimler olduğu da önemli. Resmi verilere göre ülkede kişi
başına 20-24 bin liralık mevduat düşüyor. Ama bu tıpkı kişi başı milli gelir
hesabı gibi bu rakam son derece yanıltıcı zira herkesin bankada hesabı olmadığı
gibi, herkesin hesabındaki tutar da aynı değil.
YOĞURDUN KAYMAĞINI 150 BİN KİŞİ YİYECEK
BDDK verilerine göre ülkedeki toplam
149,719 kişinin (kabaca 150 bin diyebiliriz) mevduatı 995 milyar lirayı buluyor
(3). Yani toplam mevduatın yüzde 45’i, bu kendilerine “milyoner” denilen servet
zenginlerine ait. Bunların ortalama hesaplarında 6,6 milyon liraları var.
Dolayısıyla da sağlanacak vergi indirimlerinden asıl olarak bu 150 bin zengin
faydalanacak.
Döviz mevduatlarının sadece yüzde 13’ü
yurtdışında yerleşiklerde, yani yabancılarda. Hükümet bu düzenlemeyle büyük
çoğunluğu T.C. vatandaşlarına ya da yerli şirketlere ait bu dövizlerin
(bunların düşürülmüş vergili lira mevduatlarına kaydırılmasını teşvik ederek)
bozdurularak, liradaki sert düşüşü önlemeye çalışıyor. Bu mümkün mü?
Öncelikle, bu düzenlemenin
açıklanmasının ardından doların kuru 6,78’lerden 6,39’a kadar gerilese de,
bir-iki saat içinde 6,55’lere kadar tekrar yükseldi ve borsadaki swap
işlemleriyle ilgili olarak açıklanan yeni düzenlemelerle buradan itibaren kur
yatay seyretmeye başladı. Yani düzenlemenin ilk etkisi çok cılız oldu.
Çünkü kurdaki artıştaki ilk görünür
neden güven yitimi. Güven yitiminin kuşkusuz siyasi boyutu olduğu kadar
ekonomik boyutu da var.
Şöyle ki, bankalarda mevduatları olanlar
gelişmelerle ilgili olarak öncelikle enflasyona bakıp karar veriyorlar.
Enflasyon yükseliyorsa paralarının değerini kaybetmesini (servet kaybına
uğramamak için) önlemek için dolar, avro gibi sağlam-rezerv paralara ya da
altına yöneliyorlar.
Ülkede 3 Eylül’de yeni enflasyon
oranları açıklanacak ve daha şimdiden enflasyonun daha yüksek çıkacağı
beklentisi yaygın. Bu nedenle de sadece vergi politikası ile enflasyonun neden
olduğu kaybı azaltmanın mümkün olmadığını bilen yatırımcı dolardan çıkıp liraya
yönelmiyor.
Kaldı ki bu ay FED’in faizleri
yükseltmesinin neredeyse kesin olması, 1 Kasım’da İran’a karşı ABD
yaptırımlarının uygulanmaya başlanacak olması ve bunun İran-Türkiye ilişkileri
bağlamında yaratacağı olumsuzluklar gibi etkiler nedeniyle doların daha da
yükselmesi beklenmeli.
YA OYUNU KURALLARINA GÖRE OYNARSINIZ YA DA OYUN DIŞI KALIRSINIZ
Neo liberalizmin en belirgin özelliğinin
tam serbestleştirme olduğunu biliyoruz. Bu demokratik hak ve özgürlükler
anlamında bir serbestleştirme değil, uluslararası finans sermayenin önünde her
türlü engelin kaldırılması anlamında bir serbestleştirmedir.
Türkiye 2001 sonrasında kabul edilen K.
Derviş Programı’nın sonraki AKP yıllarında daha da derinleştirilerek
sürdürülmesi sonucunda dövizi, sermaye hareketlerini serbest bıraktı. Yani
dövizin kuru bu serbestleşmiş piyasalarda belirleniyor.
Buna karşılık diğer önemli bir finansal
değişken ve para politikasının temel aracı olan faiz oranları bir süredir
serbestçe belirlenmiyor. Çünkü bunu yapacak olan Merkez Bankası’nın eli serbest
değil.
Yani faizin serbest bırakılması da
oyunun bir kuralı iken, buna en üstten müdahale ediliyor ve örneğin dövizin
yükselmeye başladığı dönemlerde faizin de artmasına izin verilerek dövizdeki
tırmanışın durdurulmasına izin verilmiyor.
İNŞAAT SEKTÖRÜNÜN KRİZİ
Başka bir anlatımla bir süredir, birikim
stratejisinin en önemli ayağı olan inşaat sektörü kriz içinde. Milyonları bulan
emlak ve konut stoku var. Yarım kalmış inşaatların sayısı hızla artıyor. İnşaat
maliyetleri hızla yükseliyor. Faiz oranları da yüksek olunca konut kredili
satışlar da dâhil satışlar düşüyor.
Diğer taraftan bu sektör mevcut iktidar
blokunun en önemli mali ve siyasal ayağını oluşturuyor. Bu yüzden de bu sektörü
daha da zora sokacak bir faiz artışına izin verilmiyor. Faiz artırılmadığında
ise dolarizasyon artıyor, sermaye çıkışları artıyor, bu da kuru yükseltiyor.
Bu durumu telafi edebilmek için lira
cinsinden mevduat faizinden alınan vergiler düşürülüyor, döviz cinsinden
alınanlar yükseltiliyor. Yani vergi politikası faiz politikasının ikamesi
olarak kullanılıyor.
Ancak dövizli mevduatların caydırılması,
yüzde 13 gibi bir paya sahip olan yabancı yatırımcıların mevduatlarının en
azından bir kısmını ülkeden götürmeleriyle, bu da doların kurunun yükselmesiyle
sonuçlanabilir.
VERGİ GELİRİ KAYBI
Bu operasyonun ciddi anlamda bir vergi
geliri kaybına, bunun da bütçe açığını artıracağına kuşku yok. Bütçe açığı
sadece ekonomik nedenlerden dolayı değil, iktidar bloku güvenlik meselesini hep
birinci planda tutup buna dönük kamu harcamaları ciddi olarak artırdığı için de
artıyor.
MONETİZASYONA GİDEN YOL
Böyle bir durumda bir süre sonra
karşılıksız para basma kaçınılmaz olacaktır (ki geçen hafta yapılan 30 milyar
lirayı bulan emisyon ile ilgili olarak MB’nin açıklaması tatmin edici olmadı).
Yani bunun sonu senaryonun sonu anlamına gelen” monetizasyon” olabilir ki bu da
artık her şeyin kontrol çıkması demektir.
SINIF SAVAŞININ ÖRTÜSÜ KALKIYOR
Yapılan düzenlemenin sınıfsal boyutunu
anlayabilmek için bu düzenlemeden kimlerin yararlanacağına bakmak yeterli. 150
bin milyoner mevduat sahibinin toplam mevduatın yüzde 45’ine sahip bulunması ve
bunların faiz gelirlerinin vergisinin yüzde 3’e kadar düşürülmesi, hatta
sıfırlanması bu düzenleme ile bunların daha da zenginleşeceği anlamına gelir.
Yani niyet ne olursa olsun, kapitalizmde
uygulanan ekonomi politikaları sınıflar üstü, ya da tarafsız değildir, çok
büyük ölçüde sermaye sahiplerinden yana sonuçlar üretir. Bu nedenle de
‘ekonomik savaş’ gibi sözcükler gerçekte bir sınıf savaşının perdelenmiş
halidir.
VENEZÜELLA HALKTAN YANA BİR KRİZDEN ÇIKIŞ PROGRAMI UYGULAMAYA ÇALIŞIYOR
Gerçek anlamda ekonomik ve politik
kuşatma altındaki Venezüella’nın bu krizden çıkabilmek için hazırladığı
ekonomik toparlanma plan ve programı krizden çıkışta öncelikli olarak halkı
gözeten bir alternatif program örneği oluşturuyor.
Bu programın üçayağı var. Ulusal para
bolivarı istikrara kavuşturabilmek ve kara borsa döviz piyasasını ortadan
kaldırabilmek için öncelikli olarak yapılacak yüzde 95 oranında bir
devalüasyona ilave olarak bolivardan 5 sıfır atılacak. İkinci olarak bu para
petrol gelirlerine sabitlenmiş ve bu yılın Mart ayında piyasaya sunulmuş yeni
dijital para olan “petro” ile ilişkilendirilecek (4).
YENİ BİR DİJİTAL PARA: "PETRO"
Dünyanın en büyük petrol rezervlerine
sahip bulunan Venezüella’da Başkan Maduro yönetiminin dijital bir para
yaratarak ve bunu petrol gelirine bağlayarak (1 petro bir varil petrol gelirine
eşitleniyor ve şu anda bir varil petrol 60 dolar) ve kamulaştırılmış petrol
şirketinin (PDSVA / Veneüella Ulusal Petrol Şirketi) üretimini merkez
bankasının emrine vererek Venezüella bu sorunu aşmayı planlıyor. Bu çerçevede
PDSVA 30,000 milyon varil petrolün gelirini merkez bankasına devredecek (5).
Petronun sağladığı gelirler ise
kurulacak bir Devlet Varlık Fonu’nda değerlendirecek. Amaç bolivarı istikrara
kavuşturmak, sermaye çıkışlarını durdurmak, üretimi artırmak, ekonomiye olan
güveni artırmak ve uluslararası yatırımları teşvik ederek ekonomik toparlanmayı
sağlamak.
Bunun Venezüella için en iyi çıkış planı
olduğu ileri sürülüyor. Yani ekonomiyi IMF gibi kuruluşların boyunduruğu
altında sil baştan yeniden yapılandırmaktansa, ülke parasını dolara
endekslemektense, bir dijital para yaratarak kamuyu fonlamak son derece akılcı
bir yol (6).
EMEĞİ KORUYAN BİR SOSYAL PROGRAM
Programın üçüncü ayağı emeğin ve halkın
korunmasıyla ilgili. Bu amaçla yüksek enflasyon karşısında eriyen maaş ve
ücretleri toparlamak için Venezüella hükümeti asgari ücreti yüzde 3,000
artırırken, ülkeye dönük yaptırımlar nedeniyle iyice kıtlaşan ilaç fiyatlarına
üst sınır getiriyor. İlaçta yerli üretimi teşvik ediyor.
Yoksulluğun artmasını önlemek için ise
Chavez döneminden beri uyguladığı “Tarjeta Misiones Socialista Program” adı
verilen programı genişletiyor. Buna göre yoksulların yüksek indirimlerle
sağladıkları zorunlu gıda maddelerinin kapsamı genişletilecek aradaki fark
devletçe sübvanse edilecek.
Bu sübvansiyon ise ya milli gelirin
yüzde 13’üne denk düşen enerji ve petrol destekleri azaltılarak ya da
Kolombiya’dakine benzer bir servet vergisi ve finansal işlem vergisi ile finanse
edilecek.
Venezüella Hükümeti’nin ekonomik krizden
çıkışta uygulamayı planladığı, uygulamaya başladığı politikalar da meselenin
aslında bir sınıf savaşı olduğunu ortaya koyuyor.
Hükümet bu savaşta, kapitalizmi aşmaya
çalışan bir modeli hayata geçirirken küresel sermayenin saldırıları nedeniyle
karşı karşıya kaldığı ekonomik çöküşü önlemek kadar, emekçi sınıfları korumaya,
krizin faturasını onlara ödetmemeye çalışıyor ve bu yönde önlemler alıyor.
Sonuç olarak, üç
ülkenin siyasal iktidarlarının ve onların ekonomik politikalarının sınıfsal
dayanakları ve sonuçları da, tıpkı krize girme nedenlerinin farklılığı gibi
farklılaşıyor.
…………
(1) http://www.alomaliye.com/…/08/31/2006-10731-kararda-degisik….
(2) TCMB, Haftalık Para ve Banka İstatistikleri (31 Ağustos 2018), Tablo 2,http://www.tcmb.gov.tr/…/haftalik+para+ve+banka+istatistikl….
(3) http://www.hurriyet.com.tr/…/milyoner-sayisi-150-bine-dayan….
(4) Monica de Bolle (PIIE), “Maduro's Economic Plan for Venezuela: Back to the 1980s?”, https://piie.com (23 August 2018).
(5) Les Blough, “Venezuela, President Nicolas Maduro And The People”,https://www.telesurtv.net (17 August 2018).
(6) Daniele Bianchi, “Don’t be fooled – Venezuela’s Petro is not really a cryptocurrency”, https://theconversation.com (23 February 2018).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder