ORMANLAR
ÖZELLEŞTİRİLİRKEN ‘GENÇ KARL MARX’IN HATIRLATTIKLARI
Mustafa
Durmuş
5
Eylül 2018
2017 yılında vizyona giren “Genç Karl Marx” adlı R.
Peck’in yönettiği filmi izleyenler filmdeki, pis ve yırtık, pırtık kıyafetler
içindeki kadın, erkek, çocuk köylü-proleterlerin ormanda, kurumuş ağaç, çalı
çırpı, kuru yaprak toplarken atlı polislerin saldırısına uğrayıp bazılarının
kılıçtan geçirilip öldürüldükleri, diğerlerinin ise yakalanarak götürüldükleri
ilk sahneyi hatırlarlar.
1830’lu yıllarda Almanya’da köylülerin ormanları
kullanması suç sayılmaktadır. Öyle ki 1836 yılında sadece Prusya’da 150 bin
civarında köylü bu nedenle tutuklanarak muhtelif cezalara çarptırılırlar.
Sadece kuru dal, kurumuş ağaç, çalı, çırpı ya da yaprak değil, yere dökülen
meyvelerin dahi toplanması hırsızlık sayılmaktadır (1).
Böyle bir gelişmenin nedeni ise para kazanma derdinde
olan küçük tüccarların ormanlara el koymaları ve adeta bir tür “çitleme”
yaparak bu hakkı kendi tekelleri altına almalarıydı. Marx daha sonra bu
gelişmeyi, Kapital’de ilkel sermaye birikiminin bir örneği olarak sunar.
BENZER
OLAYLAR BENZER SONUÇLARA YOL AÇAR
Tarih kuşkusuz ki tekerrürden ibaret değildir. Diğer
taraftan tarihin değişik dönemlerinde bir birine benzer olaylar ortaya
çıktığında, farklı bir zaman diliminde de olsa birbirine benzer sonuçlar ortaya
çıkabilir.
Nitekim son 15 yıllık AKP iktidarları döneminde
siyasal iktidarın ve onun yol verdiği sermayenin hem emek, hem de doğa ile
kurduğu ilişki onları sonsuz bir kâr hırsı için tahrip etme yönünde oldu.
Bu gelişme aslında, özellikle de düzenlemelerin,
denetimlerin neredeyse tamamen ortadan kaldırılıp sermayenin önündeki tüm
engellerin kaldırılması anlamında tam serbestlik demek olan neo liberal
kapitalizmin tipik bir özelliği.
Türkiye’deki sermaye de kâr çıkarım alanı olarak gördüğü
doğaya ait ne varsa talana varırcasına onu tahrip etmekte sakınca görmedi.
Özelleştirmeler adı altında bu talan meşrulaştırıldı. Halka ait, kamuya ait ne
varsa adım adım adeta yeni bir çitleme hareketiyle büyük sermayeye devredildi.
Bunun özellikle de 20 Temmuz 2016’dan sonra OHAL
altında ve sonrasında artık kurumlaşmış bir otoriter rejim altında daha da
hızlanarak yapılması ise tesadüf değildi.
ORMANLARIN,
SU VARLIKLARININ VE TOPRAKLARIN BÜYÜK SERMAYE TARAFINDAN GASPI KOLAYLAŞIYOR
Böyle bir çitleme ya da modern ilkel sermaye
birikimine izin veren bir kanun bu yılın Nisan ayında yayımlandı (2). Kısaca
söylemek istersek, bu kanun ile tüm su varlıklarının Devlet Su İşleri Gn. Md.’ nün
(DSİ) kontrolüne verilerek, ardından da özelleştirilmesi, ormanların imara
açılması, arazi toplulaştırma işlemlerinin yine DSİ’ye verilerek köylülerin
arazilerine el konulması yasalaştırılıyor.
Sırasıyla:
-Doğadaki su kaynakları ve su havzalarından yapılan tarımsal
sulamanın işletme ve bakımı, yani suyun dağıtımı özelleştirilecek.
-DSİ tarafından zorunlu arazi toplulaştırma ve tarla
içi geliştirme hizmetleri yapılacak. Böylece köylülere ait arazilere önce
devlet tarafından el konulacak, ardından hektarlar düzeyinde toplulaştırılan bu
arazileri yoksul köylüler ve küçük toprak sahipleri satın alamayacağı için (küçük
köylünün satın alamayacağı kadar yüksek fiyatlar nedeniyle) bunlar DSİ
tarafından özel şirketlere satılacak. Böylece küçük köylülüğün tasfiyesi hızlandırılmış
olacak.
-Hazine arazileri (tarıma uygun olsalar dahi) enerji,
maden, imar rantı gibi amaçlarla özel şirketlere devredilecek.
ORMANLAR
KÖYLÜLERE KAPATILACAK
Ama asıl düzenleme ormanların kullanımıyla ilgili. Öncelikle
orman alanları Hazineye takas yoluyla devredilip her türlü imara açılacak. Böylece
hali hazırda orman içinde gördüğümüz lüks villalara ve malikânelere yenilere
eklenecek.
Dahası kanunun 18. Maddesinde:
“Devlet
ormanlarında, odun kömürü, terebentin, katran, sakız gibi işletilmesinde ağaç
kullanılan ocakların açılmasına, balık üretmek üzere tesis kurulmasına ve göl,
baraj ve deniz yüzeyinde yapılan balık üretimi için karada yapılması mecburi
tesislere ve yeraltında depolama alanı kurulmasına Orman Genel Müdürlüğünce
bedeli alınarak yirmi dokuz yıla kadar izin verilebilir”.
Ve 30. Maddesinde:
“Devlet
ormanlarından elde edilen dikili ağaç da dâhil, orman ürünlerinin piyasa
satışlarında açık artırma esastır.”
Hükümleri yer alıyor. Böylece orman içlerine, göl ve
baraj göletlerine balık üretme çiftlikleri, ormanlarla deniz ve göl kıyılarına
balık tesisleri kurulabilecek. Ormanlardaki ağaçların altı metrelerce oyulup
sebze ve meyve ya da tehlikeli kimyasal atık saklamak üzere depo haline dönüştürülebilecek
(3).
Ayrıca, ormanlardaki dikili ağaçlar özel sektöre satılacak
ve ormanlar dikili ağaçları satın alacak şirketlere 29 yıllığına kiraya verilecek.
Tıpkı T. Özal sonrasında kıyıların Yap-İşlet-Devret Modeli altında 29 yıllığına
kiraya verilip sonra mülkiyetlerinin özel sektöre devredilmesi gibi, ormanlar
da 29 yılın sonunda özel sektörün malı olacak.
Şimdi bu gelişmenin neden olacağı felaketleri
sıralamaya çalışalım.
Öncelikle bu, ormanları doğrudan tahrip edecek ve
zarar verecek bir yıkımın artık yasalaştırılması demektir.
Bir bölgenin, kentin akciğerleri anlamına gelen
ormanların metalaştırmaya ve ticarileştirmeye konu edilmesi ya da satılması
iklim değişikliklerinin, aşırı ısınmanın ve ardından gelebilecek ekolojik
felaketlerin nedeni olacaktır.
Tüm topluma ve bu ormanların içinde yaşayan hayvanlara
ait olması gereken bu müşterek kullanım alanlarının sermayenin kâr hırsına terk
edilmesi ve bunlar üzerinden bir haksız servet birikimi demektir.
YENİ
TÜR BİR ÇİTLEME
Orman köylüleri açısından ise daha vahim bir durum söz
konusudur. Kışın yakacağını kurumuş ağaç, dal, yaprak, ya da yere dökülmüş
meyve veya toplanabilecek meyve gibi (örneğin kuşburnu) gibi toplayarak doğa
ile ücretsiz bir alış veriş içinde olan (en azından böyle olmasını beklediğimiz)
yoksul köylüler artık bundan mahrum edilecekler ve yakacak odunlarını satın
almak zorunda kalacaklar. Bu da onların yoksulluğunu daha da artıracaktır.
Çünkü özelleştirme yoluyla çitlenmiş orman alanlarına
artık hiç giremeyecekler. Buralarda sadece bu şirket ucuz işçi aradığında
çalışmak için birbirleriyle yarışacaklar (nitekim bu durum 13. Madde ile
düzenlenmiş).
Tarihin “tekerrür” kısmı burada da devreye giriyor.
Çünkü daha önce çıkartılan Büyükşehir Belediyeleri Kanunu ile köylülerin
müşterek alanları (su kaynakları, otlak, yaylak ve meralar) imara açıldıktan
sonra köylüler bu hizmetler için para ödemek zorunda kalmışlardı.
İmar geçirilen tarım arazilerini satıp, üç-beş yıl
içinde parasını tüketen köylülerin çoğu bu arazilerde yükselen konut inşaatlarına
bekçilik yaparak hayatlarını kazanmaya çalışmışlardı. Bu arada azalan tarım
arazisi nedeniyle artan tarımsal ürün fiyatları yüzünden iyiden iyiye
yoksullaşıp, yoksulluk yardımlarına sığınmışlardı.
DOĞA
İLE KURULAN ÜCRETSİZ FAYDALANMA İLİŞKİSİ TOK EDİLİYOR
Oysa binlerce yıldır insanların ilk üretim ve
dönüştürme faaliyetinin doğa ile kurduğu ücretsiz ilişkinin (karşılıksız olarak
doğadan alma faaliyeti) üzerinde temellendiği biliniyor.
Bu da onlara su kaynaklarını, toprağı, ormanları ve
daha birçok yer altı ve yer üstü varlığını ücret ödemeden kullanmak gibi
geleneksel bir hak veriyor. Bu hak doğadaki diğer canlılar için de olmalıdır.
İşte bu kanun ile su varlıklarını, ormanları
özelleştirerek ve arazileri kapitalist bir zihniyetle toplulaştırarak ve
binlerce yıldır gelenek haline gelen kullanma haklarını yok ederek insanların
doğa ile kurdukları doğal ilişkisi artık yok ediliyor.
Yani köylüler artık ormanın içindeki kuru odun, çalı
çırpı, kuru yaprak ya da meyve toplanması gibi geleneksel olarak yüzlerce
yıldır sahip oldukları haklarından faydalanamayacaklar.
‘Genç Karl Marx’ ile bitirelim. Filmde, dönemin meşhur
ideoloğu Proudhon’un “mülkiyeti hırsızlık olarak ilan ettiği” bir sahne var.
Dinleyiciler arasındaki Marx söz alır ve “hangi tür mülkiyet hırsızlıktır?
Burjuva mülkiyeti mi?” diye sorar. Proudhon “bütün mülkiyet türlerinin
hırsızlık” olduğunu söylediğinde, bunun çok soyut bir yanıt olduğunu söyleyerek
itiraz eder.
Marx, kullanım/faydalanma hakkı (appropriation) ile
istimlak (expropriation) arasında fark olduğunu ve orman köylülerinin sadece kullanım
haklarını kullandıklarını ileri sürer (4).
Yani Marx’a göre, köylülerin ormanda kuru ağaç, dal,
yaprak ya da meyve toplamaları hırsızlık değildir. Özellikle de yere dökülen
meyvelerin toplanması çocuklar açısından geleneksel bir haktır (bizde de
aslında buna benzer ve daldaki meyveler için dahi geçerli bir geleneksel hak
vardır: “Göz Hakkı”).
Bunlar yoksulların geleneksel olarak sahip olduğu
haklardır ve ellerinden alınamazlar. Ona göre yoksulların ölü orman ürünlerine
erişim hakkı onların genel yoksulluklarının bir yansımasıdır ve onların doğa
ile olan geleneksel ilişkilerini bir sonucudur.
Bu yüzden de filmin başlarında, gazetedeki odasında
arkadaşlarıyla konuyu tartışırken köylülerin Prusya devletine ve onun liberal
sanayici destekçilerine karşı mücadele etmekten başka çarelerinin olmadığını
hararetle savunur. Çünkü köylü proleterler hırsızlık yapmamakta, geleneksel
haklarını kullanmaktadırlar.
………………
(1) John
Bellamy Foster, “Marx, Value, and Nature”,
https://monthlyreview.org/2018/07/01/marx-value-and-nature (1 July 2018).
(2) 28
Nisan 2018 Tarihli Resmî Gazetede yayımlanan 19 Nisan 2018 Tarih, 7139 Numaralı ve 30405 Sayılı
Kanun.
(3) http://politeknik.org.tr/madde-madde-dsi-yasasi-orman-su-varliklari-ve-topraklar-sirket-istilasina-ugrayacak
(14 Nisan 2018).
(4) Foster,
agm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder