BREZİLYA: POPÜLİST PRAGMATİZMİN ÇÖKÜŞÜ VE FAŞİZMİN YÜKSELİŞİ (1)
Mustafa Durmuş
20 Ekim 2018
Pele ya da Alex’i pek çoğumuz duymuş olsak da Bolsonaro’yu neredeyse hiç
birimiz daha önce hiç duymamıştır. Ancak son günlerde dünyadaki emek ve
demokrasi güçleri bu isimle ilgili olarak Brezilya’daki gelişmeleri endişe ile
izliyor.
Çünkü iki hafta önce yapılan başkanlık seçimlerinin ilk turunda Sosyal
Liberal Parti’nin adayı olan Bolsonaro yüzde 46 oy ile birinci çıktı. İktidar
bloğunda yer alan sol popülist İşçi Partisi’nin (İP) adayı olan Haddad ise
sadece yüzde 29 oy alabildi.
BOLSONARO: FAŞİZMİN DİRİLİŞİNİN
SEMBOLÜ
Eski bir asker olan Bolsonaro tıpkı Trump ve dünyadaki diğer benzerleri
gibi ırkçı, homofobik, kadın ve LGBTİ düşmanı ve demokrasi karşıtı aşırı sağcı
bir politikacı.
Öyle ki ülkesinde 1985 yılına kadar hüküm süren askeri diktatörlüğe ve bu
dönemde yapılmış olan işkencelere methiyeler düzebiliyor. Kadınların
erkeklerden daha düşük ücret alması gerektiğini, gay bir çocuğu olsaydı onu
reddedeceğini, kürtaja, göçmenlere, mültecilere karşı olduğunu açıkça söylüyor.
Aynı zamanda da İP’nin başkan yardımcısı olan bir kadın siyasetçiye “tecavüz
etmeye bile değmez” diyebilecek kadar kadın düşmanı, tecavüzcü bir provokatör
olarak anılıyor ülkesinde.
Bolsonaro faşist politik gelenekteki dirilişi temsil ediyor. Brezilya
halklarının ekonomik ve sosyal kazanımlarını ortadan kaldırmak isteyen, büyük
özelleştirmeler yapılmasını talep eden neo-liberal ideoloji ile uyumlu hareket
ediyor. Bu nedenle de, ülkedeki zengin seçkinlerin eski Başkan Lula’nın içeri
atılmasını sağlayarak onun başkanlığının önünü açtığı ileri sürülüyor (1).
28 Ekim tarihinde yapılacak olan ikinci tur seçimlerinde eğer demokrasi
güçleri güç birliği yapıp Bolsonaro’nun seçilmesini önleyemezse bu durum sadece
Brezilya ve Latin Amerika’yı etkilemeyecek. Aynı zamanda dünyada finans
kapitalin doğrudan emrinde olan faşist iktidarlardan biri daha kurulmuş olacak
ki bu dünyadaki demokrasi güçleri için çok kötü bir haber.
BOLSONARO’NUN GENİŞ BİR KİTLE
DESTEĞİ VAR!
Bolsonaro’nun yükselişi gelip geçici bir durum olmadığı gibi, hafife
alınacak bir olgu da değil. Çünkü gücü, etkileyebildiği ve ağırlığını
yoksulların, orta sınıfların oluşturduğu seçmen tabanının ve burjuvazinin
(özellikle de küreselleşmeye entegre olmuş kanadının), 15 yıllık sol popülist
koalisyondan ekonomik ve siyasal olarak umudunu kesmeye başlamış olan bir kısım
burjuvazinin, müesses nizamın diğer unsurları olan bürokrasinin, asker ve
polisin, Neo Nazi sivil faşist güçlerin, çeteleşmiş yaygın suç örgütlerinin
verdikleri destekten kaynaklanıyor.
Keza 52 sandalye ile, Kongre’de 55 sandalyeli birinci parti konumunda olan
İşçi Partisi’nin ardından ülkenin en büyük ikinci partisi durumunda. Yani
Kongre’de de ciddi bir desteğe sahip.
TEK ÖRNEK DEĞİL, DÜNYADA AŞIRI SAĞCI
POPÜLİZM YÜKSELİYOR!
Küreselleşmenin gerilemeye ve ulusal pazarlarda korumacılığın artmaya
başladığı bir dönemde, artık dünyanın birçok ülkesinde iktidara ırkçı, aşırı
sağcı, faşist partiler gelmeye başladılar. Üstelik bu iktidarlar kısa vadeli
olmuyor, en az 10-15 yıl sürebiliyorlar.
Nasıl ki 16.Yüz yılda Martin Luther, Katolik Kilisesinin bir keşişi
olmasına rağmen, Kilisenin sahteciliğine ve yolsuzluklarına ve Tanrı ile insan
arasında aracılık rolüne karşı çıkarak Hristiyanlıkta reformizm anlamına da
gelen Protestanlığı ortaya atarak kitleleri arkasına alabildiyse, emekçilerin
kapitalizme olan tepkisini sömüren günümüzün sağcı popülist hareketleri ve
liderleri de Luther’in yaptığına benzer bir şey yapıyorlar.
Söylemlerinde zengin seçkinleri hedef tahtasına koyuyorlar, eşitsizliklere
ve yoksulluğa karşı çıkıyorlar, yolsuzlukları eleştiriyorlar. Yani halkın
siyasal rejime, seçim sistemine olan kızgınlığından yararlanıyorlar. Özellikle
de yolsuzlukları ve skandalları kullanıyorlar.
İktidara geldiklerinde uyguladıkları programlar ise çok somut değil. Bazen
bir tür refah devletini savunabiliyorlar ya da Brezilya’da açıkladıkları gibi
neo-liberal çözümlere yönelebiliyorlar. Ancak bu popülist liderlerin ortak
noktası devleti ele geçirerek, hem kendilerini, hem de çevresini
zenginleştirmek, bir tür “ahbap-çavuş kapitalizmini” yaygınlaştırmak oluyor
(2).
Bu hareketlerin merkezi Doğu Avrupa (özellikle de Polonya, Macaristan, Çek
Cumhuriyeti, Bulgaristan ve Bosna) olsa da, Merkez Avrupa içinde Avusturya’da,
İtalya’da, Almanya, hatta İsveç’te bile ciddi taban oluşturmaya başladılar.
Türkiye’de son 15 yıldır sağcı popülist, otoriter Erdoğan iktidarını
pekiştirerek sürdürüyor. Putin ise Rusya’da çok güçlü bir konumda. Asya’da;
Japonya’dan, Tayland’a ve Kamboçya’ya kadar benzer gelişmeler söz konusu.
Hindistan’da Modi iktidarı sağcı otoriterliğin tipik bir örneğini oluşturuyor
(bu gidişata sadece Malezya uymadı). Latin Amerika’da, Kolombiya’da yenilerde
başkan seçilen Duque neo liberal ekonomik politikaları ve askeri güvenlikçi
politikaları hızla hayata geçirirken, Nikaragua’da Ortega yönetimi militarizme
kaymaya başladı. Kısaca Bolsonaro dünyada tek örnek değil (3).
NEO-LİBERAL POPÜLİST OTORİTERLİĞİN
KAYNAKLARI
Dünyadaki bu gelişmenin nedenlerinin başında yıllardır bu ülkelerde
iktidarda olan merkez partilerin neo-liberal küreselleşmeyi benimsemeleri ve
buna uygun ekonomi politikaları uygulayarak, ekonomik sorunların ve
eşitsizliklerin artmasına, halklarının yoksullaşmasına neden olmaları olgusu
geliyor.
Bu durum bu partilerin taban kaybetmeleri ile sonuçlanırken, hızla değişen
dünya koşullarında kapitalizmin geleceğine ait belirsizlikler nedeniyle korkuya
kapılan halklar, bu korkularını çok iyi kullanan aşırı sağcı partiler ve
hareketlerin eline düşmeye başlıyorlar.
Bu bağlamda örneğin, şu ana kadar sosyal refah toplumunun en parlak örneği
olarak sayılan Kuzey Avrupa ülkelerinden biri olan İsveç’teki son gelişmeler
hem korkutucu, hem de öğretici nitelikte.
Çünkü dünyada tüm zamanların, yurttaşlarına en yüksek refahı sunan
ülkelerinin başında gelen ve mültecilere hep kucak açtığı için “dünyanın
vicdanı” olarak da anılan İsveç’te aşırı sağ giderek güçleniyor. Eylül
başlarında yapılan seçimlerde iktidarın ana ortağı olan Sosyal Demokrat Parti
son yüzyılın en kötü sonucunu alırken (yüzde 28), ırkçı, homofobik, mülteci
karşıtı, aşırı sağcı popülist parti “İsveç Demokratları” yüzde 20’ye yakın bir
oy alarak parlamentoda üçüncü parti konumuna geldi (4).
BREZİLYA BU DURUMA NASIL GELDİ?
Aslında soruyu “dünya bu duruma nasıl geldi” diye sormak daha doğru
olacaktır. Zira böyle hareketleri, partileri iktidara taşıyan faktörler
birbirine çok benziyor: Neo liberalizmin daha da artırdığı bölüşüm eşitsizliği,
derin yoksulluk, yolsuzluklar, müesses nizamın ve merkez partilerin ekonomik ve
siyasal sorunlara çözüm üretememesi, küreselleşmenin hızlandırdığı göçler ve
mültecilik sorunları ve tüm bu sorunların halkta liberal demokrasiden umudunu
kesmesine yol açması gibi birçok faktör söz konusu.
Yani neo liberalizmin egemen olmaya başladığı 1980’li ve 1990’lı yıllarda
küreselleşme ve serbest ticaretle sorunu olmayan sosyal demokrat ya da merkez
sol iktidarlar neo-liberal strateji ve politikalara karşı çıkmadılar, sadece
onun daha yumuşak versiyonunu (bir tür sosyal neo liberalizm) hayata
geçirdiler. Bu durum onları bir süreliğine iktidarda tutarken, bu politikaların
daha da derinleştirdiği ekonomik sorunlar tabanda aşırı sağcı fikir ve
örgütlenmelerin güçlenmesi ile sonuçlandı.
Brezilya da bu gelişmelerden nasibini aldı. Son 15 yıldır iktidarda olan
sol popülist ağırlıklı koalisyon pragmatik bir yaklaşımla halka dönük küçük
iyileştirmeler yaparken, asıl olarak neo liberal politikalar uyguladı.
Özellikle de 2011 yılından itibaren uluslararası konjonktür tersine dönmeye
başlayıp ekonomik sıkıntılar artınca, bunun sınıfsal ittifaklar üzerinde
yarattığı çözücü etkilerin sonucunda hızla taban kaybetti ve bu taban giderek
aşırı sağ, ırkçı, faşist hareketlere yöneldi.
HALKA İÇİRİLEN ZEHİRLİ İKSİR
Brezilya’daki bu hızlı sağa kayma konusunda kuşkusuz farklı görüşler
mevcut. Bazı yazarlar ülkedeki bu gelişmeleri halkın zengin seçkinler
tarafından bir tür zehirlenmesi olarak açıklıyor. Örneğin ünlü ekonomist Thomas
Palley bu görüşü savunanlardan birisi.
Palley’e göre (5), “Brezilya halkı şeytanca bir politik büyüye kapıldı.
Halk uykusunda geziyor, demokrasiyi yok eden bir felakete doğru adım adım
yaklaşıyor. Bu seçmenler zehirli bir politik iksir içmiş gibiler. Hem hafıza
kaybı (amnezya) yaşıyor, hem de giderek biçim değiştiriyorlar. Bu iksiri
bunlara ülkenin zengin seçkinleri içirdiler. Bunu da parlamentoda yaptıkları
darbe ve satın alınmış medyaları aracılığıyla gerçekleştirdiler. Hafıza kaybı
yaşıyorlar çünkü haksız bir şekilde yolsuzlukla suçlanıp içeri atılan Başkan
Lula döneminde ücretlerinin nasıl arttığını ve eşitsizliklerin nasıl azaldığını
unuttular. Ayrıca İP’in yolsuzluğa ortak olduğu iddiasına inandırılarak
seçkinlere destek vermeye başladılar. Oysa İP zenginlerin beslendiği hortumu
kesmeye çalışıyordu”.
NEOLİBERAL SOSYAL POLİTİKALAR VE
KOALİSYONLARIN AÇMAZLARI
Dünyada yoksullukla mücadelede çok yaygın bir sosyal politika aracı olarak
kullanılan “şartlı nakit destekleri” (Bolsa Familia) gibi popülist destekler
söz konusu.
Bunlar toplumdaki bazı seçilmiş kesimlere sunulan ve vergilerle finanse
edilen küçük çaplı, ama şarta bağlı nakit ödemelerini içeriyor. Bu destekler de
bir yandan eşitsizliğin azaltılmasını ve yoksulluğun yönetilmesini sağlarken,
bir yandan da sisteme olan itirazın ve radikal muhalefetin önlenmesine hizmet
ediyor.
Bazı yazarlar Brezilya’daki siyasal gelişmeleri İP’in tek başına iktidar
olamamasına, bu nedenle de koalisyon hükümetleri sırasında böyle sosyal
politikalarını tam olarak uygulayamamasına bağlıyorlar.
Örneğin siyaset bilimci Cavalcanti’ye göre (6), Brezilya’da irili ufaklı 25
siyasal parti var. Bu nedenle de sol popülist İP hiçbir zaman yüzde 25’tan
fazla oy alamıyor. Böylece de İP genelde aralarında küçük sağcı partilerin de
bulunduğu partilerle koalisyon yapmak durumunda kalıyor.
Yani İP, bir yandan “Bolsa Familia” gibi sosyal güvenlik ve nakit transferi
politikası ile yoksulluğu azaltıcı politikalar uygulayıp, asgari ücreti
yükseltip, üniversite eğitimini kitleselleştirmeye çalışmak gibi ilerici
politikalar uygulamaya, diğer yandan çok kötü durumdaki kamusal hizmetleri
adaletsiz bir vergi sistemi ile finanse etmeye çalıştı. Koalisyondaki diğer
partilerin servet zenginlerini vergileyerek buradan sağlanacak finansman ile
nitelikli kamu hizmeti verilmesine sıcak bakmaması İP’in yaptığı birçok iyi
işin görünür olmasını önledi. Böylece halkın hoşnutsuzluğu giderek arttı. Öyle
ki 2013 yılında olduğu gibi, toplu taşım ücretlerinin artırılması sonucunda
ülkede yaygın protestolar ve kitle gösterileri patlak verdi.
Böyle sosyal politikalar (bazı araştırmacılara göre) Bolsonaro’nun
yükselişinin asıl nedenini oluşturuyor. Çünkü bunlar yoksulların durumunu kısa
dönemde iyileştiriyor, düşük ücretlileri sübvanse ediyor ama yoksulluğun
yeniden üretimini de, kalıcı bir hale gelmesini de sağlıyor.
Bu bağlamda bu politikalar en iyisinden neo-liberalizm ile uyumlu, ancak
yaşam koşullarında iyileştirmek, yurttaşlık haklarını genişletilmek ve
neo-liberalizm altında yoksulluk ve adaletsiz yeniden bölüşümün yeniden
üretimini önlemek gibi konularında son derece yetersiz kalan politikalardı (7).
Kısaca sağlanan şartlı nakit yardımları, halkın üzerindeki ağır vergilerin
ve yüksek ücretli ve kalitesi düşük kamu hizmetlerinin neden olduğu
hoşnutsuzluğu ortadan kaldırmaya yetmedi. Bu da halkın tepkisinin artmasına ve
giderek yaygın toplu protestoların ortaya çıkmasına neden oldu.
.....devam
edecek: Brasilia’dan Ankara’ya Ortak Yönler
……………..
(1) Thomas Palley, “Brazil is Falling Under an Evil Political Spell”,http://www.thomaspalley.com (16 October 2018).
(2) John Feffer, “Why Is the Radical Right Still Winning?”,commondreams.org/…/20…/10/11/why-radical-right-still-winning (11 October 2018).
(3) Agm.
(4) https://www.npr.org/…/sweden-election-ruling-party-scrapes-….
(5) Palley, agm.
(6) Roxana Pessoa Cavalcanti, “How Brazil’s far right became a dominant political force”, https://theconversation .com (January 25, 2017).
(7) Alfredo Saad-Filho, Social Policy Beyond Neoliberalism: From Conditional Cash Transfers to Pro-Poor Growth, http://dx.doi.org (July 2016).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder