MCKINSEY, ‘YENİ REJİM’ VE EKONOMİK KRİZ
(3)
(Borçlandırma emperyalizmin tarihsel sömürgeleştirme yöntemlerinden
biridir)
Mustafa Durmuş
3 Ekim 2018
Kreditörler (alacaklılar) açısından
Türkiye’nin Mc Kinsey ile yaptığı anlaşmanın öneminin altını çizmek gerekir.
Çünkü faizi hariç 457 milyar dolarlık bir kredi alacağından söz ediyoruz.
Batılı bankalar ve diğer uluslararası kreditörler doğal olarak, bu kredilerin
(borçların) geri ödenmesini garantilemek istiyorlar.
Tarihe baktığımızda emperyalist finans
kapitalin, borçlu ülkeler ödeme zorluğuna girip borçlarını ödeyemediklerinde,
değişik yollarla bu alacaklarını tahsil edebildiğini görürüz.
MCKINSEY ‘YENİ OSMANLI’NIN YENİ DUYUN-U UMUMİYE'Sİ
19. Yüzyılda bu tahsilat üç yöntemle
yapılırdı: Yüksek faiz oranlarından ödeme yapılabilmesini sağlayacak “Mali
Kontrol Komisyonları” gibi araçları devreye sokmak, borçlu ülkeyi fiilen işgal
etmek ve borçlu ülkenin denizlerine savaş gemilerini göndererek onu anlaşmaya
zorlamak (1).
Bunlardan ilk yöntemin en somut örneği
Osmanlı’da kurulan Duyun-u Umumiye Ofisi’dir. Bu uygulama ile toplanan vergi
gelirlerinin en az üçte birine Osmanlı’nın dış borçlarına karşılık olarak
imtiyaz sahibi alacaklı ülkelerin memurlarınca el konuluyordu (Rosa Lüksemburg,
Sermaye Birikimi adlı eserinde bu duruma değinir).
20.Yüzyıldaki mali kontrol yönteminin en
güzel örneği ise Versay Anlaşması’dır (2). 1919 yılında Birinci Dünya
Savaşı’nın ardından gündeme getirilen Versay Anlaşması ile Almanya’nın, savaş
tazminatı olarak 32 milyar dolar (bugünün parasıyla 442 milyar dolar) borç
ödemesi kararlaştırılmıştı. 1921-1922 yıllarında bu borçları ödeyebilmek için
Almanya para basmaya başlayınca hiperenflasyon ortaya çıktı ulusal parası ciddi
olarak değersizleşti. 1924’te ABD, İngiltere ve diğer Avrupalı devletler
Almanya’ya yeni bir para birimi oluşturabilmesi için borç vermeyi kabul ettiler
ama bunun karşılığında Alman Merkez Bankası’nda ciddi bir kontrol sağladılar.
1953’te ise ABD ve İngiltere Hükümetleri Almanya’nın borçlarının yarısını
sildiklerini, kalanının ise Almanya’nın dış ticaret fazlasıyla tahsil
edileceğini açıkladılar.
FİİLİ İŞGAL BORÇ TAHSİL YÖNTEMİDİR
İkinci yöntemde borcunu ödemeyen ülkenin
ya ekonomisine el konulurdu (1869 yılında Fransa’nın, sömürgesi Tunus’a yaptığı
gibi) ya da ülke fiilen işgal edilirdi (1882' de Mısır'ın İngiltere tarafından
işgal edilmesi gibi). Üçüncü yöntem ise 1900’lerin hemen başlarında dış
borçlarını ödeyemeyen Venezüella açıklarına Batılı devletlerin savaş gemilerini
göndermek biçimindeki gibi bir tehditti (3).
20. Yüzyılda yavaş yavaş bu yöntemlerden
vazgeçildi. Bu borçların tahsili için IMF gibi kuruluşlar görevlendirildi. Buna
rağmen fiili işgal bir kez daha yaşandı. Borçlarını hammadde ile ödemek zorunda
bırakılan Almanya birkaç kez bu borcu ödemede güçlüğe düşünce 1923 yılında
alacaklarına karşılık olarak kömüre el koymak için Fransız ve Belçika
devletleri Ruhr Bölgesi’ne asker göndererek bölgeyi işgal ettiler (4).
MCKINSEY “ULUSLARARASI KRİZ YÖNETİMİNİN” BİR ARACIDIR
IMF’li süreç asıl olarak 1982 yılında
Meksika’nın, sonrasında 1989’a kadar onlarca diğer geri bıraktırılmış ülkenin
borçlarını ödeyemeyeceğini ilan etmesinin ardından başladı. Bu ülkelerin bir
kısım borçları sözde silinirken, yüksek faiz oranlarıyla borçları yeniden
yapılandırılırdı. Dahası bu ülkelere Washington Uzlaşması’nın koşulları olan
“mali disiplin”, “özelleştirmeler”, “deregülasyon” ve “uluslararası sermayenin
serbestçe dolaşımı” gibi düzenlemeler dayatılarak neo-liberal program hayata
geçirildi.
Böylece neo-liberal dönemde bu yöntemler
daha yumuşak gibi gözüken, ama özünde eski yöntemlerden sömürgeci,
yoksullaştırıcı, mülksüzleştirici yanlarıyla temelde bir farklılığı bulunmayan
‘uluslararası kriz yönetimi’ adı altında gerçekleştirilmeye başladı (5).
İşte Türkiye bugünlerde, bir yandan
tarihte alacak tahsilinde ilk yöntem olarak karşımıza çıkan adeta yeni bir
Duyun-u Umumiye koşullarını yaşarken, diğer yandan IMF üvertürü olarak
McKinsey’in sahne alışı gerçeğiyle karşı karşıya kalıyor.
2015 yılında Yunanistan’a borçlarını
yeni kredilerle ödeyebilmesi için dayatılan programın ardında Troyka olarak
adlandırılan ve IMF, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Merkez Bankası’ndan oluşan bir
üçlü çete vardı. Türkiye’deki programın yürütücüsü ise bütünüyle özel sektöre,
uluslararası sermayeye ait bir şirket olan McKinsey olacak.
MCKINSEY SIRADAN BİR DANIŞMANLIK ŞİRKETİ DEĞİLDİR
Kısaca emperyalist sermaye açısından
McKinsey bir yönüyle, alacaklarının tahsilinde kullandığı bir aracıdır. Bu
yüzden de bu şirketin işlevini sıradan bir yönetim danışmanlığına indirgemek
büyük hata olur.
Nitekim şirketin işlevinin bunun ötesine
gittiği de görülüyor. Öyle ki dünyadaki en şiddetli borç krizi yaşayan
ülkelerin başında gelen Porto Riko’nun borç krizini atlatmak, mali disiplin
sağlamak ve devlet tahvilleriyle yeni borçlanma yapmak konusunda 50 milyon
dolar karşılığında anlaşma yaptığı McKinsey’in grup şirketlerinden birinin
(CSS) bu ülkenin borçlanma tahvillerinin önemli bir kısmına sahip olduğu ortaya
çıkmıştır (6).
Özetle, Türkiye’yi yöneten iktidar
blokunun acil ihtiyacı dış borçları çevirerek bir finansal krizin patlamasını
önlemek, emperyalist sermayenin hedefi ise verdiği borçları yüksek faiz
oranlarıyla uzun vadeye yayarak geri tahsil etmek. McKinsey tam da bu ikili
ihtiyacı karşılayan bir model olarak, IMF’nin sahne almasından önce sahneye
çıktı.
TÜRKİYE KAPİTALİZMİNİN KRİZİ SADECE İKTİSADİ DEĞİL
Diğer yandan bu anlaşmanın Türkiye
açısından işe yarayıp yaramayacağı tartışmalıdır. Çünkü öncelikle Türkiye'nin
krizi sadece iktisadi değil. Türkiye’de politik, sosyal ve ekolojik krizler
anlamında çoklu krizler yaşanıyor. Bu önlem olsa olsa ekonomik krizin öncülü
olan finansal krize çare olabilir.
Yani ülkede sadece bir borç krizi
anlamında finansal kriz riski yok. Aynı zamanda ülke ekonomisi bu yılın ikinci
yarısından itibaren resesyona girdi, yani ekonomi küçülmeye, işsizlik artmaya
başladı.
McKinsey’in IMF’ye vekâleten
uygulatacağı politikalar ise kemer sıkma politikaları. Bu politikalar tarihte
tüm örneklerinde görüldüğü gibi belki kur, dış borçların çevrilmesi gibi
sorunları hafifletse de ekonomiyi resesyondan çıkartamıyor. Tam tersine
resesyonu daha da derinleştirip, işsizliği ve yoksulluğu daha da artırıyor.
Bunun en son iki örneği Arjantin ve
Yunanistan’ın son 15 yılda uyguladıkları kemer sıkma politikaları. İlki onca
yıldan sonra tekrar bir finansal krize girerken, 2060 yılına kadar borç ödemek
zorunda olan Yunanistan hala ekonomik daralma, işsizlik gibi sorunları yaşamaya
devam ediyor.
MC KINSEY’İN BAŞARI ŞANSI COCU’LU FENERBAHÇE’NİNKİ KADAR OLABİLİR
Fenerbahçe’ye büyük ümitlerle getirilen
Hollandalı teknik direktör P. Cocu nasıl 7 haftada 5 maç kaybettirip takımı
neredeyse tarihindeki en kötü durumuna düşürdüyse (14. sıraya), polit büronun
lideri konumundaki McKinsey de ülke ekonomisinde benzer sonuçlara yol açabilir.
Çünkü Cocu’nun Fenerbahçe takımının
yapısal sorunlarını görmezden gelerek ithal ettiği ve nasıl oynatacağını da tam
olarak bilemediği üç-beş futbolcu ile sonuç almaya çalışması gibi, McKinsey de
konumu gereği ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarını görmek ve bunları
çözmeyi hedeflemek gibi bir vizyona ve amaca sahip değil. Bildiği şey kemer
sıkma politikaları tasarlamak.
Yani tıpkı IMF gibi, McKinsey’in
önerdiği strateji ya da çıkış yolları kapitalizmin yapısal sorunlarını
görmezden geliyor. Doğası gereği kapitalizm karşıtı değiller. Oysa sorunlu olan
kapitalist sistemin kendi.
Yani ülkenin sorunları sistemik. Alınan
önlemlerle, yapılan düzenlemeler ve iyileştirmelerle ekonomi kısmen
toparlanabilse de, söz konusu yapısal sorunlar devam ettiğinden, ekonomi bir
süre sonra yeniden krize giriyor. 2001 krizinden 16 yıl sonra Türkiye’nin
yeniden daha derin bir krizin içine girmesi bu durumun en somut örneğidir.
Bu yapısal sorunlardan kurtuluşumuzu
sağlayabilecek nitelikte radikal ekonomik ve demokratik çözümlere yönelmedikçe,
ne Türkiye ekonomisinin, halkının ve emekçilerinin sorunları çözülebilecek, ne
de insanımız özgürleşebilecektir.
Doğru tedavi öncelikle doğru tanıyı
gerektirir. Konulan tanı yanlış olduğu için McKinsey de doğru tedavi yolu
değildir.
……..
(1) Jerome Roos, “The
New Debt Colonies”,https://www.viewpointmag.com/2018/02/01/new-debt-colonies (30 September
2018).
(2) https://jubileedebt.org.uk/history-of-debt (30 September 2018).
(3) Roos,Agm.
(4) Jubileedebt, Agm.
(5) Ross, agm.
(6) Mary Williams Walsh, “McKinsey Advises Puerto Rico on Debt. It May Profit on the Outcome”, https://www.nytimes.com (26 September 2018).
(2) https://jubileedebt.org.uk/history-of-debt (30 September 2018).
(3) Roos,Agm.
(4) Jubileedebt, Agm.
(5) Ross, agm.
(6) Mary Williams Walsh, “McKinsey Advises Puerto Rico on Debt. It May Profit on the Outcome”, https://www.nytimes.com (26 September 2018).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder