MCKINSEY, ‘YENİ REJİM’ VE EKONOMİK KRİZ (1)
Mustafa Durmuş
1 Ekim 2018
Kısa bir süre önce “Yeni Ekonomi Programı” açıklandı. Bu programın bir
parçası olarak “Maliyet ve Dönüşüm Ofisi” adında bir yeni bir ofis kuruldu.
Bu ofis, sayısı yeni rejimde 16 olarak belirlenen bakanlıkların
yetkililerinin bir araya gelerek ülkede uygulanacak ekonomi politikalarının
belirledikleri bir tür polit büro gibi çalıştırılacak. Bakanlıkların bütçeleri,
yatırım kararları, izlenecek maliye ve para politikaları gibi son derece önemli
ekonomi-politik kararların bu ofis bünyesinde alınması bekleniyor.
Devletin tepesinde böyle bir ofisin kurulması, yeni rejim altında sadece
siyasi kararların değil, ekonomik kararların da tek elden alınacağı, temsili
demokrasi altındaki kararlara katılım mekanizmalarının dahi dışarda tutulacağı
anlamına geliyor.
Bu ofisin kurulmasının hemen ardından McKinsey ile yapılan anlaşma ile
taşlar yerine oturmaya başladı. Çünkü bu ofiste liderlik, kontrol-denetim
görevi bu uluslararası kuruluşa bırakıldı.
Bu işleve uygun olarak McKinsey kendi raporlama, izleme, denetleme
sistemlerini uygulamaya geçirecek. Böylece ülke ekonomisine ait tüm veriyi,
bilgiyi toplayıp, işleyecek ve buradan hareketle bu 16 Bakanlık için
(muhtemelen diğer kurumlar için de geçerli olacak) yeni stratejiler geliştirip,
yol haritaları hazırlayacak.
Yani McKinsey’in işi sıradan bir yönetici danışmanlığını fazlasıyla aşan
bir iş olacak. Ofisin, dolayısıyla da ekonominin kontrolü bu kurumun elinde
olacak.
Böyle bir anlaşmanın bir takım siyasal ve ekonomik sonuçları olacaktır.
Öncelikle oligarşik yönetim biçimi güçlü bir biçimde ortaya çıkıyor. Yani
iktidarın biçimlendirilmesi işi artık parlamentonun, bakanlıkların ya da bir
zamanlar ileri sürüldüğü gibi (asla hayata geçmeyen) “yönetişim” anlayışına
uygun olarak sivil toplum örgütlerinin de geniş katılımıyla değil, dar bir
grubun inisiyatifine bırakılıyor. Bırakın kararlara en geniş demokratik
katılımı, bakanlıkların dahi artık söz sahibi olamayacağı anlaşılıyor.
McKinsey’in bu yapıya dâhil edilmesiyle (bizim gibi ülkelerde emperyalizmin
içsel bir olgu olduğu gerçeği dikkate alındığında) ‘yeni rejim’de oligarşinin
bu ayağı sağlamlaştırılmış oluyor. Böylece McKinsey’in yönlendiriciliği altında
bu yapılanma ekonomik anlamda (dolayısıyla da siyasal anlamda) hayatımızda
belirleyici olacak.
MCKINSEY YABANCI YATIRIMCI İÇİN
GÜVEN SAĞLAMA ARACI
İktidarın McKinsey ile anlaşarak, istikrar arayan ama yüksek getirisinden
de vazgeçmeyen uluslararası finans kapitale güven vermek istediği anlaşılıyor.
Zira böyle bir oligarşik yapılanma altında bu kesimlerin talepleri çok daha
kolay ve çok daha hızlı gerçekleştirilebilecektir.
Aslına bakılırsa, gelinen nokta itibariyle ciddi düzeyde dış borç stoku ve
kısa vadeli dış borç ödemesi olan, dolayısıyla bir borç krizinin içinde olan,
döviz kuru sürekli yükselen, bu arada enflasyonu hızla yükselirken, ekonomisi
resesyona giren, CDS’leri rekor düzeye çıkarken, kredi notu sürekli olarak
düşürülen ülkeye yabancı yatırımcıların gelmekte tereddüt etmeleri, tersine
çıkışlarının hızlanması son derece normal. İşte böyle bir momentte siyasal
iktidarın dışarıyla güven tazeleyici işler yapmaktan başka çaresi yok.
Bu çerçevede uluslararası finans çevrelerine “bakın sizin tanıdığınız,
sizin işbirliği yaptığınız ve milyarlarca dolarlık cirosu olan, alanında uzman
bir firma ile çalışacağız, bize güvenebilirsiniz” mesajı verilmeye çalışılıyor.
“DIŞ GÜÇLER” İDDİASI BOŞA DÜŞTÜ
Diğer taraftan bu kararın siyasal iktidar açısından ortaya çıkartacağı bazı
sorunlar da söz konusu. İlk olarak, şu ana kadar Türkiye ekonomisinde ortaya
döviz kuru krizi başta olmak üzere tüm olumsuzlukların sebebi olarak sürekli
bir biçimde “dış güçler” gösterildi. Özellikle de ABD kastedilerek, Batının döviz
kurlarını manipüle ettiği, Türkiye’ye karşı bir ekonomik bir savaş açtığından
söz edildi.
McKinsey kararı ile bu dış güçlerin merkezinde olan, onların akıl
babalığını yapan bir kuruluş ile anlaşma yapılması öncelikle bu dış güçler
iddiasını çürüten bir gelişme. Çünkü bu suçlamayı yapanlar, dış güçlerin en
önemli temsilcilerinden biri ile muhtemelen en az üç yıllığına bir anlaşma
yaptılar.
Hatta ekonominin yönetiminden sorumlu bakanlıkların tüm planlamaları ve
denetimleri de artık “dış güçlerin” en önemli temsilcisine bırakılmış oldu.
Üstelik devlete ait en gizli bilgilerin de bu dış güçlerin ellerine bu şirket
aracılığıyla geçmesi tehlikesi söz konusu. Nitekim bir politikacı bunun
ekonominin kozmik odasının ele geçirilmesi olarak nitelendirdi (1). Bu gelişme
aslında devlet yönetiminin özelleştirilmesinin de uç örneklerinden birini
oluşturuyor.
Sayıştay’a dahi verilmeyen böyle bir yetkinin ya da böyle bir makro
planlama ve izleme, denetleme işinin ülkedeki üniversitelerin ekonomi
bölümlerinde yüzlerce ekonomist öğretim üyesi varken yabancılara verilmesi de
“yerli ve milli” olma iddiasını çürütüyor.
İşin bazı siyasal İslamcı yazarları dahi rahatsız eden bir de ticari boyutu
da var. Çünkü bu tür şirketler çok yüksek paralar karşılığında hizmet verirler,
yani bunlara danışmanlık hizmeti karşılığında on milyonlarca dolar ödenir.
McKinsey Türkiye'de yeni bir şirket de değil aslında. Yıllardır
özelleştirme idaresinin danışmanlığını yaptı. 2001 krizinde banka batışları
sonrasında bu bankaların özelleştirilmesinde danışmanlık yaptı, hali hazırda
çok sayıda özel şirkete danışmanlık hizmeti veriyor. Çok ciddi bir cirosu var.
Şimdi bu ciro daha da büyütülecek. Ve bu şirketin Türkiye’de iki ofisi var ve
bunlardan birinin başında eski bir AKP’li bakanın damadı olduğu ileri sürülüyor
(2). Yani beklendiği gibi böyle şirketler bu tür siyasal destekler olmadan
böyle büyük işleri alamazlar.
Ayrıca “hepimiz aynı gemideyiz” diyerek her kesimden kemerleri sıkarak
fedakârlık yapılmasının istendiği, ülkenin bu denli büyük ekonomik zorluklar
içerisinde olduğu bir dönemde böyle yüksek bedeller ödemeyi göze alarak bir
anlaşma yapmanın adaleti nerede?
MCKINSEY’E NEDEN İHTİYAÇ DUYULDU?
Gerçi geçmişte istifa ettirilen dört bakanın Zarrab ile kurduğu yakın
ilişkilerden “bal kavanozu tutanın bal yaladığını” bir kez daha görmüş olsak
da, bu anlaşmayı sadece siyasal iktidara yakın birilerinin yüksek düzeyde
havadan kazanç sağlamak için yapılmasına indirgemek doğru olmaz.
Bu anlaşmanın asıl olarak ülkenin “madendeki kanarya” konumundaki dış borç
krizi ile ilgisi var. Hatırlanacağı gibi, Yeni Ekonomi Programı’nda sıralanan
üç amaçtan birinin mali disiplininin sağlanması olduğu belirtilmişti (3).
“Mali disiplin” kamu maliyesi alanında disiplin sağlamak demektir. Yani
kamusal alanda bir “ekonomik fazlanın/artığın ya da “net tasarrufun”
yaratılması demektir.
RESESYON ORTAMINDA MALİ DİSİPLİN
GEREKLİ Mİ?
Peki, şu anda ekonomide acilen sağlanacak bir mali disipline ihtiyaç var
mı? Bunun yanıtını bütçe açığına bakarak verebilmek mümkün. Türkiye'de bütçe
açığı (geçen yıllara göre giderek artmakta olsa da) hala Maastrich Kriteri olan
yüzde 3’ün altında seyrediyor. Yani ciddi bir bütçe açığı yok.
O halde ekonomi resesyona girmişken, bütçe açığı yönetilebilir bir
durumdayken neden böyle bir bütçe disiplini/mali disiplin üzerinden bu
disiplini örgütleyecek, denetleyecek olan bir ofis kuruluyor ve bu kurulacak
ofisin de yönetimi, denetimi böyle bir uluslararası kuruluşa veriliyor?
McKinsey’in bazı raporlarına göre (4), örgüt mali disiplini sağlamak için
kamu kesiminde verimlilikleri arttıran çalışmalar öneriyor. Bu bağlamda yüksek
mali açığın (harcama-vergi açığı) varlığından hareketle kamu harcamalarını
kısacak, vergi gelirlerini arttıracak düzenlemelerle, açığın kapatılacağını,
böylece de kamuda verimliliğin artırılacağını ileri sürüyor.
Türkiye'de ise bu tanıma uyacak (en azından şimdilik) böyle bir tablo yok.
Türkiye'deki bütçe açığı diğer ülkelerle kıyaslandığında hala çok düşük. O
halde mali disipline, bunu da denetleyecek bir uluslararası kuruma neden
ihtiyaç var?
Kaldı ki böyle bir açık varsa bunu yerli ve milli unsurlarla yapamayacak
kadar geri kalmış mıyız? Ülkenin buna uygun bürokratı, akademisyeni mi kalmadı
artık?
…Devam edecek: "Dış borç krizi iktidarı zorluyor"
……………
(1) http://www.cumhuriyet.com.tr/…/Faik_Oztrak__Yeni_kozmik_oda… (1 Ekim 2018).
(2) https://odatv.com/ekonomi-mckinsey-sirketine-emanet (27 Eylül 2018).
(3) T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı, Yeni Ekonomi Programı, Dengelenme-Disiplin-Değişim 2019-2021.
(4) McKinsey Center for Government, Government Productivity, Discussion Paper, (April 2017).
(1) http://www.cumhuriyet.com.tr/…/Faik_Oztrak__Yeni_kozmik_oda… (1 Ekim 2018).
(2) https://odatv.com/ekonomi-mckinsey-sirketine-emanet (27 Eylül 2018).
(3) T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı, Yeni Ekonomi Programı, Dengelenme-Disiplin-Değişim 2019-2021.
(4) McKinsey Center for Government, Government Productivity, Discussion Paper, (April 2017).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder