WASHİNGTON’DAN BAKILDIĞINDA TÜRKİYE
EKONOMİSİNİN GÖRÜNÜMÜ
Mustafa Durmuş
28 Ekim 2018
Verilere göre, küresel ekonomi 2011
yılından bu yana büyümesini sürdürüyor. Diğer yandan hem küresel borsalarda son
bir haftadır yaşanan düşüşler, hem de uluslararası örgütlerin raporları işlerin
göründüğü kadar iyi olmadığını da ortaya koyuyor.
KÜRESEL BORSA BALONU SÖNÜYOR MU?
Öncelikle, bu hafta Avrupa ve Asya
borsalarındaki düşüşün ardından ABD borsalarında ciddi düşüşler, dolayısıyla da
ciddi düzeyde zarar yaşandı. Bu düşüşün birçok açıklaması olabilir, ama asıl
nedenin küresel ekonominin yavaşlaması olduğu ileri sürülüyor (1).
Detaylandırırsak, New York Borsası’nda
kote 176 şirketin hisseleri son 52 haftanın en yüksek düzeyinin en az yüzde
50’si oranında düşüş gösterdi. Facebook, Amazon, Netflix, Google’s ana şirketi
Alphabet, Microsoft, Apple ve NVIDIA’nın hisseleri Ağustos’tan bu yana ortalama
yüzde 7,8 düştü. Yedi şirketten üçünde düşüş yüzde 20 ve ikisinde yüzde 13 -14
civarında oldu (2).
Böylece, Trump’ın zenginlerin vergi
oranlarını düşürmesinin ardından coşan ABD borsalarında bir yılda sağlanan
kazançlar bir haftada erirken, küresel çapta borsalar 2012 avro borç krizinden
bu yana en kötü performanslarını sergilemiş oldular.
Bir kısım iktisatçı bu gelişmeyi sadece
bir “düzeltme” olarak nitelendirse de durum o kadar basit görünmüyor. Daha
ziyade bu düşüşler, FED faiz oranlarını yükseltmeyi sürdürürken (dolayısıyla
borçlanma maliyetleri artarken), Trump’ın yaptığı cömert vergi indirimlerinin
neden olduğu kâr patlamasının kısa süre içinde sona ereceği ile ilgili olarak
korkuya kapılmalarının ardından satışa yönelmelerinin bir sonucu gibi
görünüyor.
Kısaca borsalar her zaman ve tam olarak
reel ekonomide neler olduğunu göstermeseler de sanki bu kez bu işlevi yerine getiriyorlar
(3).
KÜRESEL EKONOMİK BÜYÜME HIZI YAVAŞLIYOR
Küresel ekonominin finansal tarafında
bunlar olurken, reel tarafında da işlerin iyi gitmediğini uluslararası
örgütlerin raporları ortaya koydu.
Örneğin IMF, bu ay kamuoyu ile
paylaştığı iki raporunda (4), 2016 yılında yaşanan mini resesyonun ardından ilk
kez küresel büyüme beklentisini, hem bu yıl hem de gelecek yıl için üç ay
önceki tahmini olan 3,9’dan yüzde 3,7’ye düşürdü. Buna neden olarak da başta
Brezilya ve Türkiye olmak üzere bazı yükselen ekonomilerde artan ekonomik ve
siyasal gerilim ve stresi ve böylece ortaya çıkan kırılganlıkları gösteriyor.
Aynı tahmini OECD Eylül ayında
yayımladığı ara raporunda (5) yapmış ve bu yıl ve gelecek yıl için küresel
ekonomik büyümenin yüzde 3,7 olarak gerçekleşeceğini ileri sürmüştü. Rapora
göre bu iki yıl için sadece Hindistan ve S. Arabistan’ın büyümesi yukarı yönlü
olacak.
KAPİTALİST BÜYÜME SINIRLARINA ULAŞIYOR
Diğer yandan, 2017 ve 2018 yıllarındaki
göreli olarak yüksek büyüme hızlarının dünya ekonomisinin 1987-2007 arasına
elde ettiği yıllık ortalama yüzde 3,9 - 4,0 gibi büyüme hızlarının hala altında
kaldığını vurgulamak gerekiyor. Yani kapitalist dünya artık eski hızında
büyüyemiyor.
2008 krizi sonrasında dünya ekonomisinde
görülen cılız toparlanma kapitalizmin kendi dinamiklerini harekete geçirerek,
yani, kârlılık, üretkenlik ve üretim artışlarıyla değil, daha ziyade devlet
müdahaleleriyle gerçekleşiyor.
Öyle ki sadece dünyadaki ekonomik
büyümenin ana motorlarından olan ABD’de değil, neredeyse bütün Merkez
Ekonomilerde reel yatırım düzeyleri hala 2008 Büyük Resesyonu’ndaki düzeyin
altında kaldı. Bunun nedeni ise hem kârlılığın düşük (hala 2007’nin altında),
hem de özel sektörün borç stoklarının çok yüksek olması.
Böylece küresel kapitalizm giderek büyüme
sınırlarına ulaşıyor ve giderek daha fazla, hem ekonomik, hem de politik olarak
devlet desteğine ihtiyaç duyuyor, emeği ve doğayı çok daha fazla sömürüp tahrip
ediyor ve çok daha fazla otoriterleşiyor.
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE ÇAKILMA
İki örgütün raporlarına göre ekonomik
büyüme açısından aşağı doğru en büyük düzeltmeyi Türkiye ekonomisi yaşayacak.
Öyle ki OECD’ye göre Türkiye bu sene sadece yüzde 3,2 ve 2019 yılında ise
sadece binde 5 büyüyebilecek.
IMF’ye göre (6) ise 2017 yılında ve 2018
başında Türkiye’de ekonomik büyüme çok güçlüydü ama bu keskin bir biçimde,
örneğin 2018’de yüzde 3,5’e ve 2019 yılında binde 4’e kadar düşecek.
Bu düşüşün nedenleri arasında; parasal
koşulların kötüleşmesi (uluslararası likiditenin daralıp, daha pahalı hale
gelmesi), liranın dünya paraları karşısında daha da zayıflaması, yükselen
petrol fiyatları, artan faizler ve riskler nedeniyle yükselen borçlanma
maliyetleri, yatırımcı ve tüketici talebi üzerinde çok etkili olan yüksek
düzeydeki belirsizlikler akla ilk gelenleri.
Büyümenin yavaşlaması demek şirketlerin
daha az kâr etmesi, kârlılıklarının azalması ve gelirlerinin düşmesi, hatta
zarar etmesi demek. Bu da, böyle yüksek faiz ve döviz kurlarından borçlarını
geriye ödemekte çok zorlanacakları, iflasların, toplu işçi çıkarımlarının
yapılacağı (hali hazırda yapıldığı) anlamına geliyor.
Nitekim 3 bin civarında şirketin
konkordato ilan etmesi ve bunların arasında Türkiye’nin ilk 500 şirketlerinden
bazılarının da bulunması, resmi işsiz sayısının 3,5 milyonu, gerçek işsiz sayısının
ise 6,5 milyonu bulması (7) durumun ciddiyetini gösteriyor.
DEĞİRMENİN SUYU KESİLDİ
Ayrıca Türkiye ekonomisi uluslararası
sermaye hareketlerinin ani yer değiştirmesine ve jeopolitik risklere karşı
duyarlı kalmaya devam edecek gibi görünüyor.
Bu tespiti doğrular bir biçimde,
uluslararası sermaye hareketlerini izleyen bir kuruluş olan IIF’e göre
Türkiye’den önümüzdeki yıl ciddi bir sermaye çıkışı beklenmiyor, ama ülkeye
gelecek olan yabancı kaynak 5,1 milyar dolar ile sınırlı kalacak.
Bu geçen yılki girişlerin yaklaşık 35
milyar dolar ve bu yılki girişlerin 17 milyar dolar altında demek oluyor (8).
Böylece ülkeye son 17 yıl süresince ilk kez bu kadar az miktarda yabancı kaynak
girmiş olacak (çünkü 2002 yılında dahi giriş miktarı 7 milyar dolara yakındı).
İKTİDARIN İYİMSERLİĞİ SÜRÜYOR
Buna rağmen hem bu ay açıklanan Yeni
Ekonomi Programı, hem de 2019 Yılı Bütçe Sunuş Konuşmasında Türkiye
ekonomisinin büyümesinin, bu yıl yüzde 3,8, 2019’da yüzde 2,3, 2020’de yüzde
3,5 ve 2021’de yüzde 5 olmak üzere süreceği ifade edildi.
FİNANSAL KRİZİN GÖSTERGELERİ
IMF, raporlarında ekonomik durgunluk ya
da resesyon tehlikesine dikkat çekerken, yeni bir finansal kriz riskinin de
altını çiziyor. Özellikle de bu riskin çok yüksek düzeydeki küresel borç
stoklarından, bu borçların yüksek artış hızından, borsa, tahvil ve türev
piyasalarda şişmekte olan balonlardan ve bütün bunları harekete geçirecek olan
faiz oranı artışlarından kaynaklandığını belirtiyor.
Finansal risk bağlamında IMF, aralarında
Türkiye’nin de bulunduğu bazı ekonomilere özellikle dikkat çekiyor. Örneğin
Küresel Finansal İstikrar Raporu’nda (9) finansal göstergeler açısından
Arjantin, Brezilya ve Türkiye gibi ülkelerin kırmızı bölge içinde yer aldığını
belirtiyor.
Sırasıyla; döviz rezervlerinin
yeterliliği ve nakit döviz ihtiyacı açısından yapılan değerlendirmeye göre,
Türkiye’nin dış borçları ihracat gelirlerinin iki katından fazla iken döviz
rezervleri bunun yarısını bile karşılamaktan uzak.
Döviz gelirlerindeki hızlı erime
açısından Türkiye diğer ülkelerden belirgin bir biçimde ayrışıyor. Öyle ki
potansiyel döviz erime riskinin dörtte üçünü koşullu yükümlülükler adı verilen
kamu-özel ortaklığı (KOÖ) projelerinden gelen riskler oluşturuyor. Bu risklerin
ülkenin toplam döviz gelirlerinin yüzde 80’ini oluşturduğu tahmin ediliyor.
Yabancı sermaye çıkışları ve borcu
borçla çevirme (roll over) oranı en yüksek ülkelerin başında Güney Afrika,
Arjantin ve Türkiye geliyor. Ayrıca bu grup içinde Türkiye’nin ihracatı da en
yüksek düzeyde olduğundan, korumacılık nedeniyle ortaya çıkabilecek dış talep
şokları açısından da Türkiye riskli ülkeler arasında sayılıyor.
Dış borçlarının GSYH’sinin yüzdesi
olarak yüksekliğinin ötesinde bu borçların vade yapısı açısından en riskli
ülkeler arasında ilk sırayı ilk sırada Türkiye ve Arjantin yer alıyor. Bu
borçların içinde dövizli olanların payı en yüksek olan ülke ise Türkiye.
FATURA YİNE EMEKÇİLERE KESİLDİ
Kuşkusuz Washington, Türkiye’ye (kuruluş
amacına uygun bir biçimde), krizden çıkış önerilerinde de bulunuyor.
Örgüt öncelikli olarak hükümete yeni bir
mali imkân sağlayacağı için acil bir sosyal güvenlik reformu (!) yapmasını
öneriyor. Bu arada orta ve uzun vadeli hedeflerin tutturulabilmesi için kamu
maliyesi dengelerini etkileyen kamu özel ortaklığı projelerinin dikkatlice yönetilmesi
ve devletin özel sektöre verdiği garantilerin azaltılması gerektiğinin altı
çiziliyor (10).
İşsizliğin azaltılabilmesi, enflasyonu
düşürme (dezenflasyon) sürecinin neden olacağı hasıla kayıplarının
hafifletilmesi, dış kaynak bileşiminin iyileştirilebilmesi ve ülkenin nakit
akışkanlığının sağlanabilmesini için örgüt, yatırımcı iklimini
iyileştirebilmesini, dolayısıyla da işgücü piyasalarının daha da
esnekleştirilmesi gerektiğini savunuyor (11). Yani yatırımcıların gönlünün hoş
tutulması gerektiğini vurguluyor.
Dikkat edilirse bu öneriler açıklanan
Yeni Ekonomi Programı’nda yer alan öneriler. Böylece ülkenin ekonomik krize
girmesinde (toplumsal sorunlara olan ilgisizliği dışında) hiçbir sorumluluğu
olmayan başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçilerin, halkın krizden
çıkabilmek için bir kez daha bedel ödemesi, ekonomik fedakârlıklara katlanması
kadar, kıdem tazminatı, iş güvencesi gibi kazanımlarından tamamen vazgeçmesi
bekleniyor.
Son olarak, 2019 yılında vergi
gelirlerinin en az yüzde 20 oranında artırılması öngörülürken, vergi
gelirlerinin büyüklüğü sıralamasında KDV (237 milyar lira), Gelir Vergisi (172
milyar lira), ÖTV (163 milyar lira) ve Kurumlar Vergisi (74 milyar lira) ilk
dörtte yer alıyor (12).
Böylece halktan daha fazla KDV ve ÖTV
adı altında vergi toplanırken ve ücretlilerden daha fazla Gelir Vergisi
alınırken, sermayeden alınacak Kurumlar Vergisinin sınırlı tutulacağı
anlaşılıyor.
Yani sadece sosyal politikalar
aracılığıyla değil, vergi politikaları aracılığıyla da krizin bedeli emekçilere
ödettirilecek gibi görünüyor.
Krizin bedelini ödememenin ve bu bedeli
gerçek sorumlularına ödetmenin yolu bilinçli ve örgütlü bir ekonomik-demokratik
mücadeleden geçiyor.
………
(1) Edward Harrison,
“European Selloff Highlights Resumption Of US Treasury Bear Flattening”, https://pro.creditwritedowns.com (Oct 23, 2018).
(2) Wolf Richter, “This Stock Market Is “Gradually” Rotting Under the Covers”, https://wolfstreet.com (Oct 23, 2018).
(3) https://thenextrecession.wordpress.com/2018/10/25/correction.
(4) IMF, World Economic Outlook October 2018, s. 32 ve IMF, The Global Financial Stability Report (GFSR) October 2018.
(5) OECD, Interim Economic Outlook September 2018.
(6) IMF, World Economic Outlook, AGR. s. 41.
(7) TÜİK ve DİSK-AR’ın Ekim ayında yayımladığı işsizlik verileri.
(8) http://www.hakanozyildiz.com/…/turkiyeye-scak-para-girisler… (19 Ekim 2018).
(9) IMF, The Global Financial Stability Report (GFSR) October 2018, s. 21-24.
(10) IMF, World Economic Outlook, AGR.,s. 28.
(11) Agr., s. 29.
(12) Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın 2019 Yılı Bütçe Sunuş Konuşması, s. 27.
(2) Wolf Richter, “This Stock Market Is “Gradually” Rotting Under the Covers”, https://wolfstreet.com (Oct 23, 2018).
(3) https://thenextrecession.wordpress.com/2018/10/25/correction.
(4) IMF, World Economic Outlook October 2018, s. 32 ve IMF, The Global Financial Stability Report (GFSR) October 2018.
(5) OECD, Interim Economic Outlook September 2018.
(6) IMF, World Economic Outlook, AGR. s. 41.
(7) TÜİK ve DİSK-AR’ın Ekim ayında yayımladığı işsizlik verileri.
(8) http://www.hakanozyildiz.com/…/turkiyeye-scak-para-girisler… (19 Ekim 2018).
(9) IMF, The Global Financial Stability Report (GFSR) October 2018, s. 21-24.
(10) IMF, World Economic Outlook, AGR.,s. 28.
(11) Agr., s. 29.
(12) Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın 2019 Yılı Bütçe Sunuş Konuşması, s. 27.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder