2020
BÜTÇESİ ÜZERİNE BAZI NOTLAR (3)
Katılımcı
- demokratik bütçeler için mücadele zamanı
Mustafa
Durmuş
9 Aralık 2019
Bütçeler çok önemli siyasal, hukuki, iktisadi ve yönetsel belgeler. Çünkü:
Hükümetlere harcamaları ve gelirleri açısından meşruiyet kazandırıyorlar. Ayrıca
bütçeler egemen - yöneten sınıfların en önemli ekonomi ve maliye politikası
araçları, sermaye ve servetin yeniden üretimine yardımcı olan araçlar. Bu
bağlamda sosyal sınıflar arasındaki mücadelenin en önemli alanları arasında yer
alıyorlar. Kuşkusuz siyasal iktidarların demokratik ve sosyal hak ve
özgürlükler konusundaki duruşlarının en önemli göstergelerinden biri
konumundalar.
1
TRİLYON TL’NİN ÜZERİNDE BİR BÜTÇE TOPLUMSAL RIZA OLMADAN YAPILABİLİR Mİ?
2020 yılında 1,1 Trilyon TL’lik bir ödeneğe sahip
olacak Merkezi Yönetim Bütçesinin nasıl kullanılacağına ilişkin olarak toplumun
bütününün rızasının alınması ve bu kaynağın her aşamada sıkı bir biçimde
denetlenmesi beklenirdi ama (daha öncekiler gibi) bu bütçede de bu
gerçekleşmedi.
Oysa üretenlerin, değeri yaratanların, yani işçilerin,
emekçilerin, halkın, vergi mükelleflerinin, özcesi ülkede yaşayan herkesin,
doğrudan ya da dolaylı mekanizmalar aracılığıyla ödedikleri vergilerin nerelere
harcandığını ya da harcanmadığını denetleyebilmeleri gerekir. Bu denetim
bütçenin hazırlanması, uygulanması ve sonuçlandırılması sırasında yani bütün
bir bütçe sürecinde yapılabilmeli.
Tam da bu ihtiyaçtan dolayı, bir ülkede halkın ne
için, ne kadar vergi ödediğinden, bu vergilerin hangi kamu harcamalarına nasıl
harcandığından, ne için ve ne kadar borç alındığından haberdar olması ve bu
araçları denetleyip yönlendirebilmesine “Bütçe Hakkı” adı veriliyor.
1215 yılında Britanya’da, Magna Carta ile ilk kez
kralın vergi toplama yetkilerinin kısıtlanması ve kamunun kontrolüne
bırakılması ile başlayan süreç günümüze kadar kurumlaştı ve burjuva
demokrasilerinin olmazsa olmazı haline geldi .(1)
DEMOKRATİK
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER OLMADAN BÜTÇE HAKKI YERİNE GETİRİLEMEZ
Ancak günümüzde bütçe hakkını konuşurken iki önemli
konunun altını özellikle çizmek gerekiyor:
(i)
Ekonomik ve sosyal haklar kadar, düşünce ve ifade özgürlüğünü, basın ve
örgütlenme hakkını ve özgürlüğünü temel bir bütçe hakkı olarak görmek gerekiyor.
Çünkü bütçe hakkının olabilmesi ve ekonomik hakların hayata geçebilmesi için
öncelikle insanların düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne ve özgür bir
basına sahip olmaları lazım.
(ii)
Karşılıksız para basarak hükümetlerin örtülü bir biçimde vergi almalarının
önlenmesi de bütçe hakkının zorunlu bir parçasıdır. Çünkü monetizasyonla ve
ardından gelen yüksek enflasyonla sonuçlanabilecek bir finansman gizli bir
vergilendirme demek.
Ülkede olduğundan düşük gösterilse de enflasyon; paranın değerini düşürerek yoksul halkın
gelirinin bir kısmına daha el konulmasıyla, aynı zamanda da değer üzerinden
alınan KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerin halkı daha da yoksullaştırmasıyla
sonuçlanıyor.
BÜTÇE
HAKKINDAN “SIFIR” ALDIK
Türkiye uluslararası bir örgüt tarafından düzenlenen
ve bütçe hakkını gösteren ankette 100 üzerinden sıfır puan alan (bütçe kararlarına halkın katılımı anlamında)
bir ülke olarak tarihe geçti. (2)
Yani yönetsel düzeyde, yasa/mevzuat hazırlama
düzeyinde ve etkin denetleme düzeyinde halkın doğrudan ya da etkin dolaylı
katılımından söz edilemiyor. Yukarıdan aşağıya aşırı merkeziyetçi ve bürokratik
bir biçimde örgütlenmiş olan bütçe süreci söz konusu olduğundan halk kararlara
katılamıyor.
Raporda, Türkiye’de 2012 yılından bu yana bütçe öncesi
hazırlanması/paylaşılması gereken belge ya da dokümanların ya hiç
hazırlanmadığı ya da geç hazırlandığı bilgisi de mevcut.
BÜTÇE
HAKKINI ORTADAN KALDIRAN UYGULAMALAR
1 Ocak’tan 2020’den itibaren yürürlüğe girecek olan
2020 Bütçesi’ndeki bütçe hakkını ortadan kaldıran bazı önemli hususlar şunlar:
Öncelikle, bütçenin hazırlanması aşamasında; (5018
Sayılı Kanun gereğince merkeziyetçi bir bütçe yapım süreci öngörüldüğünden) ne
kadar ve nasıl vergi toplanacağı ve bunların hangi biçimlerde harcanacağı
konusunda halka ya da onun örgütlerine danışılmadı. Ayrıca normalde Haziran’da
başlayan süreç bir-iki aya kadar düşürüldü.
Bunun alternatifi aşağıdan, yani sokak, mahalle, halk,
iş yeri meclislerinden kısaca toplumun en altta, en yereldeki
örgütlenmelerinden başlayarak çoğulcu bir bütçenin yapılması. Buna uygulamada “katılımcı
bütçe”, “demokratik bütçe” ya da “halk bütçesi” deniliyor ve bu bütçeler bazı
Latin Amerika ülkelerinde başarılı bir biçimde uygulanıyor.
İkinci olarak, halkın bütçe süreçlerinden dışlanması
yapılan harcamaların ve toplanan vergilerin denetlenmesi sırasında da ortaya
çıkıyor ve ülkede gerçek bir bütçe denetimini önleyen uygulamalar şu biçimlerde
kendini gösteriyor:
(i) Cumhurbaşkanlığı yetkili
Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nde TBMM’nin bütçeyi yapma
hakkı ortadan kalktı 2018 Bütçesiyle birlikte bütçeyi artık Cumhurbaşkanlığı hazırlıyor.
(ii) Sayıştay etkisiz
T.B.M.M. adına bütçeyi denetlemekle görevli kılınan Sayıştay
tam bir dış denetim yapmıyor, Sayıştay raporlarına göre merkezi yönetim
altındaki idareler Sayıştay’a gerekli bilgi ve belgeleri sunmuyor ya da eksik
sunuyorlar. Sayıştay da sorunlu olduğuna inandığı tespitlerini Meclis’e havale
ederek işin içinden sıyrılıyor.
(iii)
“Yedek Ödenekler” yasalara aykırı bir biçimde aşılıyor
2018 yılında
kullanılan yedek ödenek tutarı 56,630, 396,892 TL. (3) Bu tutar genel bütçeli
idareler yılsonu toplam ödeneğinin yüzde 7,21’ine tekabül ediyor. Oysa 5018
Sayılı Kanunun 23. Maddesine göre; “yedek ödenek tutarı genel bütçe
ödeneklerinin yüzde 2’sini aşmamalı”. Yani yedek ödenek kullanımı yasaya aykırı
bir biçimde üç kattan fazla gerçekleşti.
Bu Genel Bütçe ödeneğinden aktarma yapmaya da Cumhurbaşkanı yetkili
kılındı. Bu ödeneklerin yüzde 43’ünü Hazine ve Maliye Bakanlığı, yüzde 22 ‘sini
ise Karayolları Genel Md. Kullandı.
(iv)Yasal
olmayan bir biçimde “Ödenek Üstü Harcama” yapılıyor
“ Genel veya
kısmi seferberlik, savaş ilanı veya Bakanlar Kurulu kararıyla zorunlu askeri
hazırlıkların yapıldığı olağanüstü hallerde ve Millî Savunma Bakanlığı,
Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçeleriyle sınırlı
olmak üzere getirilen istisna” hükmü dışında ödenek üstü gider yapılmasına
cevaz veren bir düzenleme bulunmuyor. Ayrıca gerektiğinde ek bütçe yapılabiliyor.
Kaldı ki yasal sınırları içinde (% 2) yedek ödenek kullanma imkanı da mevcut.
Buna rağmen ödenek üstü harcama yapma norm haline
dönüştü ve örneğin 2018 yılında 63.245.103.174 TL oldu. (4) Bu 63 milyar TL’lik
ödenek aşımının: 21 milyar TL’si iç ve
dış güvenlik hizmetlerinden sorumlu Emniyet, Jandarma, Milli Savunma Bakanlığı
gibi kuruluşlarca, 3,2 milyar TL’lik
kısmı Diyanet İşleri Başkanlığı’nca, 32
milyar TL’si Milli Eğitim Bakanlığı’nca ve 9 milyar TL’si ise Sağlık
Bakanlığı’nca kullanıldı.
(v)
Önemli bir miktarda gelir ve harcama “Bütçe Dışı Fonlarda” tutuluyor
Böylece bazı faaliyetlerin Meclis’in denetiminden kaçırılması
sağlanıyor. Bu fonlar; Başbakanlık Tanıtma Fonu, Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma
ve Dayanışmayı Teşvik Fonu, Özelleştirme Fonu, Destekleme ve Fiyat İstikrar
Fonu ve Savunma Sanayini Destekleme Fonu’dur (SSDF). Ayrıca İşsizlik Sigortası
Fonu adlı büyük bir fon Sosyal Güvenlik Kurumu altında yer alıyor.
Bu fonların gelirleri:
Gelir Vergisi, ÖTV, Kurumlar Vergisi, trafik cezaları, milli piyango
gelirleri ve asıl olarak da genel bütçeden yapılan aktarmalardan oluşuyor. Gelirleri
ve giderleri Meclis onayına bağlı olmadığından siyasal iktidarlara büyük
kolaylık sağlayan bu fonların denetimleri ise ciddi bir sorun oluşturuyor. Zira
2010 yılından bu yana Sayıştay’ın denetimine tabi olsalar da, bütçe dışı fon
niteliğinde olduklarından diğerleri gibi ödeneklerinin tahsisi konusunda
TBMM’nin bir denetimi söz konusu değil.
Bu fonlardan en önemlisi olan Savunma Sanayi
Destekleme Fonu’nun toplam askeri harcamaların azımsanamayacak bir
gerçekleştirdiği ve geçen yılki varlıklarının toplamının 23,4 milyar TL olduğu
dikkate alındığında bu fonun gerçek anlamda denetlenmesi gereği de ortaya
çıkıyor.
(vi)
“İşsizlik Sigortası Fonu” gelirlerinin önemli bir kısmı amaç dışı kullanılıyor
Ayrıca 130,4 milyar TL’lik büyüklüğü olan bu İşsizlik
Sigortası Fonu ile bütçe açığı olduğundan daha küçük gösteriliyor. Bu Fon’un
harcama tarafında “Diğer Giderler” dikkat çekiyor. Ancak 2011 yılına kadar Diğer
Giderler diye bir harcama kalemi mevcut değil. Hükümet o yıl bu harcama
kalemini devreye soktu (2011’de genel seçimler yapıldı). Bu oran 2011 yılında yüzde
13 kadardı. 2018’de yüzde 97’e yaklaştı Yani devlet, katkı ve Hazine faizi
olarak Fona verdiğinin hepsini geri almış durumda. (5)
Bu Fondan işverenlere yapılan teşviklerse Fonun mali dengesini
bozuyor. Nitekim İşsizlik Fonu 2019 yılı Nisan ayında 390 milyon lira açık
verdi. (6) Yani Fon tarihinde ilk kez gelirler, giderlerin gerisinde kaldı.
(vii)
Bütçe dışında tutulan harcamalar (“doğrudan yükümlülükler”, “koşullu
yükümlülükler” ve “borç üstlenimleri”) bütçeye çok önemli yükler getiriyor
Geçen yıldan itibaren devletin bütçesinde ve kamu
finansmanı hesaplarında ciddi düzeyde açıklara neden olan bazı projelerin
sözleşmeden doğan ödemeleri nedeniyle kamu açığı artıyor. Bu da kamu borçlanma
gereğini ve kamu borç stokunu artırıyor.
Bu, önümüzdeki 25 yıl boyunca yerli ve yabancı büyük
sermaye gruplarına kamu kaynaklarının aktarılacağı ve bunun bedelinin de yüksek
faiz ödemeleri, vergiler, zamlar ve sosyal harcamalardan kısmak biçiminde tüm
toplumca ödeneceği anlamına geliyor.
Böylece Kamu-Özel İşbirliği projelerinin: Kârı
sermayeye aktarmanın, zararı kamuya yıkmanın yolu olduğu ortaya çıkıyor. Öyle ki CHP’nin bir raporuna göre, (7) şehir
hastanelerinin 25 yılda kamuya getireceği toplam yük 142,4 milyar doları (870 milyar
TL) bulacak. Bir şehir hastanesinin 25 yıllık maliyetiyle 1,200 yatak
kapasiteli yaklaşık 29 hastane yapılabiliyor.
Toplam 20 şehir hastanesi için önümüzdeki üç yıl için,
devlet kasasından özel sektöre 31 milyar TL kira parası, 26 milyar TL hizmet bedeli
olmak üzere 57 milyar 483 milyon TL aktarılacak. 2020 yılı bütçesine 10 milyar 414 milyon TL
başlangıç ödeneği konuldu. Bu hastanelere yapılacak yıllık ödemeler 2021'de 16
milyar 808 milyon TL’ye, 2022'de ise 21 milyar 910 milyon TL’ye yükselecek. Devlet
kasasından yapılacak bu ödeme 20-25 yıl boyunca artarak devam edecek. Bu rakam
Sağlık Bakanlığı’nın bütçesinin yüzde 27,8’ine denk geliyor. (8)
Bu hastaneler için özel sektöre Hazine tarafından dış
borç üstlenim garantisi (kredi garantisi) verildi. Bu krediler ödenmediğinde
ciddi bir kamu zararı doğacak. Sayıştay bunu usulsüz buluyor.
Bu hastaneler 2017 yılından itibaren faaliyete
alındığından ve yine ulaştırma yatırımlarında koşullu yükümlülükler de 2017
yılından itibaren ortaya çıktığından; 2018 yılı bütçesine ulaştırma
projelerinin koşullu yükümlülükleri için yapılacak ödemeler de dâhil olmak
üzere toplam 6,2 milyar TL tutarında ödenek konuldu. Yeni şehir hastaneleri
faaliyete alındıkça, gelecek yıllar bütçelerinde bu ödenek kat ve kat artacak.
Ulaştırma projeleri ise ikinci grup olan koşullu
yükümlülüklerin somut örnekleri. Bu projelerle ilgili olarak devlet, ulaştırma
sektöründe gerçekleştirilen projelerde talep/kullanım garantisi (otoyollarda
araç geçiş garantisi, ya da yolcu geçiş garantisi gibi) sağlıyor.
Önümüzdeki yıl için her iki tür ödeme için 18 milyar
TL’nin üzerinde bir ödenek bütçeye konuldu.
Bu iki yükümlülük dışında, KÖİ bünyesindeki projelerle
ilgili olarak Hazine’nin 13,2 milyar dolarlık borç üstlenim garantisi söz
konusu. Devletin cömert bir biçimde
gelir garantisi verdiği KÖİ sözleşmeleri uluslararası piyasalardan kredi
bulmakta zorlandığından bu projelere kredi bulunmasını kolaylaştırmak amacıyla
Hazine Müsteşarlığı’na borç üstlenim taahhüdü sağlama görevi verildi.
KÖİ projeleri ile önümüzdeki 25 yıl için hem toplum,
hem de Hazine ciddi borç altına giriyor. Bu sözleşmelerin hem bütçe açığını,
hem de kamu borçlarının yüksekliğini gizlemenin bir aracı olarak kullanıldığı
da ortada. Çünkü KÖİ sözleşmeleri özel finansman olarak görülerek devletin
yükümlülükleri yok sayıldı. Bu nedenle Türkiye’nin kamu borcu olduğundan düşük
gösterildi. Oysa şehir hastanelerinden kaynaklanan doğrudan yükümlülükler ilave
edildiğinde genel devlet borcunun GSYH’ye oranı yüzde 42,2’ye; ulaştırmadaki
koşullu yükümlülükler de ilave edildiğinde bu oran yüzde 45,9’a çıkıyor. (9)
(viii) T. Varlık Fonu
15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi’nin ardından 1
Ağustos’ta kurulan T. Varlık Fonu’nun bugün itibariyle 200 milyar ABD dolara
yakın bir varlığı olduğu, yani 2018 Merkezi Yönetim Bütçesinden daha fazla bir büyüklüğüne
sahip bir varlığının olduğu ileri sürülüyor.
İçinde: Özelleştirme Fonu, TMSF, TCZB, Halk Bank, BİST
de dâhil olmak üzere toplumun bütününe ait tüm varlıkları barındıran bu Fon,
Sayıştay denetimi de dâhil hiçbir kamusal denetime (Meclis, Hükümet ya da
Bakanlıklar) tabi değil. Torba Yasa’ya
eklenen bir madde ile T. Varlık Fonu’na Hazine’den kaynak aktarılması mümkün
olabilecek.
Fon’un iki icraatı fonun hangi kısmen amaçla
kurulduğunu da açıklıyor: Sırasıyla Demirören Grubuna Doğan Medyanın satın
alınmasında kullanılmak üzere T. C. Ziraat Bankası’ndan 675 Milyon dolarlık 10
yıl vadeli düşük faizli kredi verildi (10).
İkinci olarak Ali Ağaoğlu’nun Ataşehir Finans Merkezi’ndeki arsası ‘T.
Varlık Fonu' tarafından 1 milyar 400 milyon TL’ye alındığı iddia edildi. (11)
(ix)
“Diğer Giderler” genel uygulamaya dönüşüyor
Diğer Bütçe Giderleri gibi tanımlanmayan hesaplara
kaydedilen tutarlar yükseldikçe mali raporlardan yararlanmak mümkün olmadığı
gibi, saydamlık ve hesap verilebilirliğin sağlanması de gerçekleşmez.
2016 yılı bütçe giderlerinin toplam 55,1 milyar TL’si
ve 2017 yılında 65 milyar TL’si “diğer giderler” kaleminden yapıldı. Bu kadar
büyük bir kamu kaynağının nereye harcandığı ise bilinmiyor. (12)
Özcesi, bu ülkede hiçbir zaman Bütçe Hakkının tam
olarak kullanıldığı ileri sürülemese de, bu hakkın kullanımı ilk kez son
yıllarda bu denli imkânsız hale geldi.
BÜTÇE
HAKKI HEM EMEĞİN, HEM DE FARKLI KİMLİKLERİN HAKKININ KORUNMASINI GEREKTİRİYOR
Kaldı ki bütçeler sadece sınıfsal perspektiften ele
alınmamalı. Zira içinde yaşadığımız toplumda sadece sınıfsal eşitsizlikler ve
bunlardan kaynaklı sömürü ve adaletsizlik yok. Ayrıca yaygın bir toplumsal
cinsiyet eşitsizliği, farklı etnisitelere, inançlara ve cinsel kimliklere karşı
ciddi bir ayrımcılık uygulanıyor. Doğa ise talan ölçüsünde bir sömürüye tabi
tutuluyor.
2020 Bütçesinde bırakın bu haksızlıkları,
adaletsizlikleri ortadan kaldırmaya dönük önlemlerin yer almasını, ödeneklerin
tahsis ediliş biçimlerinden hareketle bunların daha da derinleştirildiğine
tanık oluyoruz.
SONUÇ
Sonuç olarak nasıl bir toplumda yaşamak istiyorsak ona
uygun bir devlet bütçesi yapmak durumundayız. Yani emek dostu, sosyal refahı etkin
bir biçimde büyütüp eşit ve adil paylaştıran, tüm kimlikleri eşit gören,
onların haklarına saygılı, halklar arasında eşitlik temelinde kardeşliği
önceleyen, toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan, kadını güçlendiren ve
özgürleştiren ve doğa dostu bir toplumun yönetsel bütçesi demokratik, katılımcı
bir halk bütçesi olmak durumundadır.
Böyle bir bütçenin hazırlanma, uygulanma ve denetleme
hakkı ise (en az 100 yıllık bir deneyimden hareketle) asıl olarak yerinden demokrasi pratikleriyle
hayata geçirilebilecektir.
DİP
NOTLAR:
(1) Richard
Murphy, The Joy of Tax, Corgi Books,
2015, s. 21-22.
(3) T.C.
Sayıştay Başkanlığı, 2018 Yılı Genel
Uygunluk Bildirimi (Eylül 2019), s.
13.
(4) Agr.
(5) R.
Hakan Özyıldız, “Devlet İşsizlik Sigortası Fonuna verdiğini geri alıyor”, http://www.hakanozyildiz.com/2018/11.
(6) “İşsizlik
Fonu alarm veriyor: Nisan ayında 390 milyon lira açık verildi”, https://t24.com.tr/haber (7 Haziran
2019).
(7) “CHP
raporu: Şehir hastanelerinin 25 yılda kamuya getireceği yük 142 milyar dolar”, https://t24.com.tr (14 Kasım 2019).
(8) Agr.
(9) http://uemek.blogspot.com.tr/…/kamu-ozel-isbirligi-koi.html
(3 Kasım 2019).
(10)
“675.000.000 dolar! Devletin Doğan Medya
Grubu'nu satın alan Demirören'e verdiği kredi”, https://t24.com.tr (7 Nisan 2018).
(11)
“Varlık Fonu'ndan tepki çekecek adım!
Ağaoğlu büyük bedelle arsa satmış”, https://www.milligazete.com.tr
(25 Eylül 2019).
(12)
KOÇ,
EAF, TÜSİAD, Merkezi Yönetim Bütçesi Takip Raporu III- 2018/I Bütçe Uygulama
Sonuçları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder