YURTTAŞLIK TEMEL GELİRİ (4)- İşsizlik ve
yoksulluk sadece ekonomik değil, sosyal ve siyasal bir sorundur!
Mustafa Durmuş
1 Aralık 2019
Yurttaşlık Temel Geliri önerisinin (YTG)
toplumsal fayda ve maliyetlerini ülkelerdeki hali hazırdaki sosyal refah devleti
uygulamalarının, sosyal transferlerin niteliğine, yaygınlığına ve büyüklüğüne
göre değerlendirmek gerekiyor.
Çünkü bu destekleri dikkate aldığımızda
gelişkin Avrupa ülkeleri ile azgelişmiş ülkelerde programın fayda ve
maliyetleri farklılaşabilir.
YTG’NİN YAPILABİLİRLİĞİ NEDİR?
Şu ana kadar çok kısıtlı bir
uygulamasının olması ve bu konudaki teorik çalışmaların daha ziyade Kuzey
Amerika ve Avrupa ülkeleri gibi ülkelerle sınırlı kalması nedeniyle
yapılabilirlik tartışmaları da bu ülkelere dönük olarak yapılıyor.
Bu çerçevede genel olarak gelişkin Avrupa ülkelerinde programın toplumsal fayda ve maliyetleri bir arada değerlendirildiğinde, YTG programlarının yapılabilirliği zorlaşıyor.
İngiltere’deki düşünce kuruluşu
Compass’ın yapmış olduğu bir çalışmanın bulgularına göre (1), finansal olarak
karşılanabilir bir YTG’nin sağladığı toplumsal fayda yetersiz kalırken, yeterli
fayda sağlayan bir YTG karşılanabilir düzeyde olmuyor.
ASTARI YÜZÜNDEN PAHALI BİR PROGRAM MI?
Çünkü eğer örneğin İngiltere’de mevcut
yoksulluk yardımları kaldırılıp yerine aylık 292 poundluk bir YTG verilirse;
çocuk yoksulluğu yüzde 10, emeklilerin yoksulluğu yüzde 4 ve çalışanların
yoksulluğu yüzde 3 artıyor. Mevcut sosyal yardımları koruyup, ilave destek
olarak çalışanlara 284 pound aylık YTG (diğerlerine daha düşük miktarlarda)
verildiğinde ise bu GSYH’nin yüzde 6,5’i büyüklüğünde (170 milyar pound) bir
ilave vergi alınmasını gerektiriyor.
Bu programın önde gelen
teorisyenlerinden P. Van Parijs’in önerisi olan yılda 600 avroluk bir gelirin
Belçika ekonomisinin kabaca yüzde 6’sına ve en cömert haliyle aylık 1,100
avroluk bir gelirin Fransız ekonomisinin yüzde 35’ine (871 milyar avroya) denk
düşen bir mali yük getireceğini öngörmek gerekiyor. (2)
Bunca maliyete rağmen sonuçlar da iç
açıcı değil: Çocuk yoksulluğu ancak yüzde 16’dan yüzde 9’a; çalışan yoksulluğu
yüzde 13,9’dan yüzde 12’ye ve emeklilerin yoksulluğu yüzde 14,9’dan yüzde
14,1’e düşürülebiliyor. Böylece, bu büyüklükteki bir kaynağın olumlu etkisi çok
sınırlı kalıyor ve özellikle de çok ihtiyacı olanlar bundan yeterince
faydalanamıyorlar. Yani YTG aslında yeni bir vergi gibi işlev görüyor. (3)
Ayrıca hali hazırdaki kamu
harcamalarının ülke ekonomisinin yüzde 50’si civarında olduğu kapitalist bir
ekonomide (bu oranı yüzde 70’lerin üzerine çıkartacağı için), ekonomiyi
tamamıyla sosyalleştirmeden bunu yapabilmek mümkün değil. Kuşkusuz siyasal
iktidarda köklü bir değişim gerçekleşmeden de bu politik olarak yapılabilir
değil.
PETROL, ARAZİ YA DA DİĞER MÜŞTEREKLERİN GELİRLERİNDEN FONLAMA
Böyle bir programın finansmanı ya
Alaska’da ve Norveç’te önerildiği gibi petrol (veya arazi) gelirleri gibi
gelirlerle ya da vergilerle karşılanacaktır. Aksi taktirde faydası çok
tartışmalı minimalist versiyon seçilecek ve birçok sosyal harcamadan
vazgeçilecektir.
Nitekim Hickel fonlamanın petrol, arazi,
orman ve balıkçılık gibi doğal müştereklerin gelirlerinden karşılanmasını
öneriyor. Ona göre, Alaska’da olduğu gibi petrol gelirlerinin bir kısmı
doğrudan dağıtılabileceği gibi, bu finansman Toprak Değerlenme Vergisi,
Entelektüel Mülkiyet Gelirleri Vergisi, Finansal Spekülasyon Vergisi ve Karbon
Vergisinden sağlanabilir. Hickel bu kaynaklardan yılda ortalama 3 trilyon
dolarlık (dünyada herkese günde 1 dolarlık ek gelir) gelir elde
edilebileceğini, bunun bir hayırseverlik olmadığını, gezegende herkese ait olan
müştereklerden herkesin yararlanması gerektiğini ileri sürüyor. (4)
Diğer yandan yukarıda sözü edilen
müşterekler küreseldir, sınırları çizilemez. Bu nedenle de böyle bir fonlamanın
küresel düzeyde planlanması ve hayata geçirilmesi gerekir. Mevcut kapitalist
küreselleşmenin buna izin vermeyeceği ise açık.
FİNANSAL İŞLEM VERGİSİ GİBİ VERGİLERLE FONLAMA
Compass araştırmacıları ise yüzde 5’lik
bir Finansal İşlem Vergisi (Tobin Vergisi benzeri) konulmasını öneriyorlar.
Diğer yandan finansallaşmanın bu denli büyük boyutlarda olduğu bir dünyada bu
çapta bir vergi gelirinin kendi üzerinden alınmasına uluslararası finans
kapital izin vermeyecektir.
Devlet Varlık Fonu üzerinden yatırım
fonu, borsa, tahvil-bono, emlak gibi finansal piyasalarında sağlanacak
getirinin YTG aracılığıyla yoksulluğun azaltılmasında kullanılması önerisi ise
etik bir öneri değil.
Çünkü bu piyasaların kendileri
spekülatiftir, asalaktır, bunların aktörleri ise yoksulları ya da toplumları
değil, kârlarını maksimize eden aktörler olarak insanların hayatlarını
karartırlar. Bu yüzden de böyle bir finansallaşmaya güvenmek, yaslanmak yerine
mega şirketlere ve fon yöneticilerine olan bağımlılığı azaltmak gerekir.
FONLAMANIN EKOLOJİK ETKİLERİ NE OLACAK?
Ayrıca petrole dayalı Devlet Servet
Fonları servetlerini fosil petrol kaynaklarının çıkarımı gibi iklim
değişikliğinin temel nedeni olan bir faaliyetten sağlıyorlar.
Kısaca doğayı ya da finansal
spekülasyonlarla ekonomileri tahrip eden, yoksulları daha da yoksullaştıran
faaliyetlerden sağlanacak gelirlerin bir kısmının YTG geliri biçiminde yeniden
dağıtılması ekolojik ve toplumsal maliyetleri çok yüksek olan bir finansman
şeklidir. Bu tür fonların gelirleri ile finanse edilen bir YTG kapitalist
üretim tarzına meydan okuyamaz ya da onun neden olduğu sorunlara çözüm
oluşturamaz.
VERGİLEME YOLUYLA FİNANSMAN
Geriye vergileme yoluyla finansman
kalıyor. Mevcut, verginin yükünü asıl olarak emekçinin omuzlarına yükleyen
vergi sistemlerini aynen koruyarak, YTG’yi buradan elde edilecek vergilerle
finanse etmek emekçinin bir cebinden alıp diğerine koymaktan farklı bir sonuç
doğurmayacaktır.
Bu nedenle bu finansmanın; dik artan
oranlı, verginin yükünü en üst gelirlilere doğru yıkan, düşük gelirlileri
vergilendirmeyen ve sistemin ağırlıklı olarak gelir ve servet vergilerinden
oluştuğu bir vergi sistemine dayalı bir finansman hem etkinlik, hem de
bölüşümde adalet açısından ideal olan finansman biçimidir. Ancak böyle bir
vergi sisteminin kurulması radikal politik değişiklikleri gerektirir.
ÖNCE GÜVENCELİ BİR İŞ…
Bu nedenle de böyle bir programı toplumu
radikal bir biçimde dönüştürecek esas program olarak görmemek gerekiyor. Bu program
yoksulluğu azaltmak için bir seçenek olarak düşünülürken, asıl olarak mali
olarak karşılanabilir sosyal konut sahibi olmayı, nitelikli ve ücretsiz kamusal
sağlığa ve eğitime erişimi, kamusal ulaştırmayı, aile ve engelli destekleri
gibi kamusal hizmetlerin daha da genişletilmesini savunmak ve bunlar için
mücadele etmek gerekiyor.
İlave olarak YTG gibi programlar, yerel
demokrasiyi de güçlendirebilmesi için, daha ziyade yerel yönetimler tarafından
kontrol edilen ve yürütülen, finansmanı kamuca sağlanan Kamu Garantili İstihdam
Yaratma Programlarının bir tamamlayıcısı olarak hayata geçirilmelidir.
DİP NOTLAR:
(1) Howard Reed and Stewart Lansley,
Universal Basic Income: An idea whose time has come?, A publication by Compass, 2016, s. 27-30.
(2) Daniel Zamora, “The Case Against a Basic Income”, https://www.jacobinmag.com/…/universal-basic-income-inequal… (28 December 2017).
(3) Reed and Lansley, agm.
(4) Jason Hickel, The Divide –A Brief Guide to Global Inequality and its Solutions, Windmill Books, 2017, s. 269-270.
(2) Daniel Zamora, “The Case Against a Basic Income”, https://www.jacobinmag.com/…/universal-basic-income-inequal… (28 December 2017).
(3) Reed and Lansley, agm.
(4) Jason Hickel, The Divide –A Brief Guide to Global Inequality and its Solutions, Windmill Books, 2017, s. 269-270.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder