Servet
vergisi neden ve nasıl alınmalı ?(5)
– Servet vergisinin felsefi ve politik arka planı
Mustafa
Durmuş
21
Ocak 2021
Neredeyse tüm dünya Covid-19 ile birlikte iyice artan sağlık sorunları, derinleşen ekonomik kriz, gelir ve servet eşitsizlikleri nedeniyle önümüzdeki süreçte yeni vergilerin gündeme getirilmesinin kaçınılmaz olduğu yönünde hem fikir.
Bu bağlamda servet zenginlerinden alınacak bir servet
vergisinin hem kalıcı bir kamusal sağlık harcaması ve sosyal koruma programı
fonlaması için, hem de gelir ve servet eşitsizliklerinin azaltılması için ideal
vergi olduğu görüşü giderek yaygınlaşıyor.
Nitekim Dünya Bankası’nın resmi bloğunda yer alan
bir makalede adil ve etkin bir servet vergisinin, bu yıl iyice ayyuka çıkan
gelir eşitsizliklerini azaltabileceği, Covid-19 nedeniyle oluşan mali kara
deliği tıkayabileceği ve vergi mükelleflerinin yitip giden güvenini geri
getirebileceği ileri sürülüyor.(1)
Servete
vergi yoluyla müdahale tarihte ilk kez yapılmıyor
Aslında sisteme yönelik böyle müdahaleler ilk değil.
Kapitalizm tarihinde savaşlar, büyük ekonomik krizler ve salgınlar gibi olağanüstü
dönemlerde bu tür vergilerin konulduğu biliniyor.
Örnek olarak (1944-1964) döneminde ABD’de yıllık 400
bin doların üzerindeki gelirlere yüzde 90 oranında gelir vergisi uygulandı.(2)
Başta Almanya olmak üzere (1945-1948 yılları arasında), Fransa ve diğer bazı
Avrupa ülkeleri borçlarını uyguladıkları artan oranlı bir servet vergisinden
sağladıkları gelirlerle ödeyebildiler. Almanya’da bu vergi, borçlar düşüldükten
sonraki net servetlere uygulandı, zamanla sınırlıydı ve İkinci Dünya Savaşı
sonrasında ülkenin hızlı büyümesine yardımcı olan faktörlerden biriydi.(3)
Servet
vergisinin ardındaki felsefe
Olağanüstü dönemlerin neden olduğu somut gelir
yaratma ihtiyacının ötesinde, servet vergisi felsefi olarak da savunuluyor. Öyle
ki 17. yüzyılda Fransız politikacı J. B. Colbert: “vergileme kazları
bağırtmadan yolma sanatıdır” dediğinde
dönemin maliyecileri bundan en az üç
temel vergi ilkesi çıkarttılar:
(i)
Vergi tabanı olabildiğince geniş olmalı ki uygulanacak vergi oranı en düşük
tutulabilsin, böylece vergiye tepki asgaride tutulabilsin (ii) vergi katı esnekliğe sahip ekonomik faaliyetlere uygulanmalı
ki ekonomik olarak saptırıcı etkiler ortaya çıkmasın (iii) en fazla vergi vermesi gerekenler sadece büyük servetlerin
sahipleridir çünkü bu kesimler en rahat fedakârlıkta bulunabilecek insanlardır.(4)
Bu ilkelerin ışığında büyük servet sahiplerinin en
geniş vergi tabanını ve en rahat fedakârlık yapabilecek kesimi oluşturdukları açık.
Bu nedenle de (teknik olarak) etkin ve adil bir vergi sisteminin mutlaka ciddi bir
servet vergisini içermesi gerekiyor.
Servet
vergisi “toplumsal faydayı büyütme aracı”
18. ve 19. yüzyıllarda ise servet vergisinin
gerekçeleri liberal faydacı felsefeciler tarafından ortaya atıldı. Bu
felsefenin kurucularından J. Bentham (1748-1832) tüm kamu politikalarının
olduğu gibi, vergi politikasının da ana amacının toplumsal faydayı maksimize etmek
olduğunu ileri sürdü.
Ona göre, elinde kendi ihtiyaçlarının çok ötesinde
gelir ya da servet bulunduranların, bu servetlerinin bireysel refahları
üzerindeki olumlu etkisi (azalan marjinal fayda kanunu yüzünden) sınırlıdır. Bu
nedenle de gelir ve servetin bu fazlası vergileme yoluyla bunlardan alınarak
yoksullara dağıtılmalı, böylece onların bu fazlayı tüketerek elde ettikleri
fayda ile tüm toplumun faydası artırılmalıdır.(5)
J. Bentham’ın çağdaşı, Marx ve Engels tarafından “küçük
burjuva sosyalisti” olarak nitelenen ve asgari ücretin (ödeme gücünün altında
kaldığı için), vergi dışı bırakılması
gerektiğini ilk kez ortaya atan Fransız maliyeci J. C. L. Simonde De Sismondi’ye
göre (1773-1842) herkes sahip olduğu servete
göre vergi ödemelidir çünkü servet ödeme gücünün en önemli göstergesidir. Ayrıca
servetin bir avuç insanda toplanması toplum açısından zararlı, bunu önlemeye
dönük artan oranlı bir gelir vergisi ise yararlı ve gereklidir. (6)
Geçen yüzyılda bir başka maliyeci A. Pigou (1877-1959),
Bentham’ın yaklaşımını geliştirerek gelir ya da servetin artan oranlı bir
vergileme ile yeniden bölüştürülebileceğini, böylece de gelir bölüşümünde
adaletin sağlanabileceğini, yoksulluğun ortadan kaldırılabileceğini ileri sürdü.
(7)
Ancak artan oranlı vergileme konusundan öncelikli
olarak Sismondi ve Komünist Manifesto’da Marx ve Engels’in (1848) söz ettiğinin
altını bilhassa çizmek gerekiyor.
İsrafı
önlemede servet vergisi
Bu tarihsel felsefi özet bize, günümüzde artan
oranlı olarak düzenlenecek bir servet vergisinin gelir dağılımını iyileştirici
ve yoksulluğu azaltıcı bir işlev görebileceğini gösteriyor.
Bir de konunun israf boyutu var. Zengine ihtiyacının
ötesindeki aktarılan her ilave gelir ya da servet iktisadi olarak anlamsız bir
israftır. Çünkü bu kesimlere dişe dokunur bir fayda sağlamaz. Üstelik zenginler daha da zenginleştikçe bu
anlamsız ve haksız durum daha da kötüleşir. Oysa aynı servet ya da gelir
yoksullara dağıtılsa onların hayatlarında olumlu gelişmelere yol açabilir. Bu yüzden de soruna yoksullar açısından
bakıldığında ilave servetin azalan getirisinden ziyade, artan israfa odaklanmak
daha doğru olur.(8)
Vergilemede
adalet yaklaşımlarıyla uyumlu bir vergi
Ana akım maliye teorisi altında vergilemede adalet Ödeme
Gücü ve Faydalanma Yaklaşımlarına göre tanımlanıyor. Her iki yaklaşım açısından
da vergilemede adaletin sağlanabilmesi için servet vergisine ihtiyaç var.
Örneğin Ödeme Gücü Yaklaşımı bağlamında, bir bireyin
vergi ödeme kapasitesinin büyüklüğü; hem gelirinin düzeyi, hem de stok gelir
anlamında net servetinin büyüklüğü ile doğru orantılı. Bu yüzden de bireyin
ödeme gücüne göre vergilendirilmesinde sadece gelirinin değil, servetinin de
dikkate alınması ve böylece iki verginin de birlikte ve artan oranlı olarak uygulanması
gerekiyor.
Faydalanma Yaklaşımı bağlamında da bu ilişki açık.
Çünkü öncelikle özel servetler, başta özel mülkiyeti korumaya dönük yasalar,
yargı ve kolluk hizmetleri olmak üzere devlet tarafından sağlanan çeşitli koruma
ve kollama hizmetleri ve devletten alınan ticari işlerle, ihalelerle büyüyor.
Yani devlet hizmetlerinden en çok yararlananlar büyük sermaye ve servet
sahipleri.
Nitekim Sismondi, kamu harcamalarının büyük bir
kısmının zengini yoksula karşı koruma sırasında ortaya çıktığını zira bu koruma
işi taraflara bırakılsaydı muhtemelen zenginlerin bu işten zararlı çıkacağının
altını çizer. Dolayısıyla zenginler sadece servetleriyle orantılı olarak değil,
bunun ötesinde kendilerinin avantajına olan sistemi desteklemek için daha fazla
vergi ödemelidirler. (9)
Bugün de, Covid-19 Salgını sırasında olduğu gibi,
Salgının neden olduğu işyeri kapanmalarına rağmen (bazı sektörlerde işçiler
ölüm riskine rağmen işe gönderilmeye devam ederken) bu küçük işletmelerin
sahiplerine ya da çalışanlarına yeterince mali destek verilmezken, büyük servet
sahipleri devletin para, maliye politikalarıyla ve doğrudan müdahaleleriyle öncelikli
olarak kurtarılıyor. Bu nedenle en çok fayda sağlayandan bunun karşılığını
servet vergisi olarak ödemesinin beklenmesi adil bir tutum.
Küresel
servet vergisi önerisinin ‘değerli yalnızlığı’
Çağdaş iktisatçılardan Thomas Piketty 2014 yılında
yazdığı kitabı (10) ile bir yandan kapitalizmin son 200 yıllık tarihinde
giderek artan eşitsizliklere, bir yandan da buna bir çözüm olarak küresel bir
servet vergisinin gerekliliğine dikkatleri çekmişti.
Piketty’nin analizinin özünde şu formül var: (r >
g). Burada ‘r’ sermayenin (servet) getirisini, ‘g’ ise ekonomideki büyümeyi
(milli gelir artışını) temsil ediyor. Yazara göre kapitalizm altında servet
birikimi (Piketty sermayeyi servet olarak tanımlıyor) ekonominin büyümesinden
hızlı olduğundan eşitsizlikler giderek artıyor. Öyle ki bu gidişat durdurulmazsa
kapitalizmin çöküşü kaçınılmaz. Böylece kapitalist sistemin devamı ancak servet
ve gelir eşitsizliklerinin azaltılmasıyla mümkün olabilir.
Buradan hareketle Piketty kapitalizmi
kurtarmaya yönelik politikalar öneriyor. Bunların başında da küresel bir artan
oranlı servet vergisi ve üst gelir gruplarının vergi oranını yükselten artan
oranlı bir gelir vergisini kapsayan yeniden bölüştürücü vergi politikaları geliyor.
Bu çerçevede kitapta, en zenginlerden alınacak olan
gelir vergisi oranının yüzde 80’e kadar çıkartılmasının (bu daha çok şirket üst
düzey yöneticilerinin fahiş düzeyde yüksek ücretlerini vergilemek için öneriliyor)
yanı sıra, milli gelirin yüzde 2’si oranında gelir yaratacak bir küresel artan oranlı
servet vergisi uygulamasının gerekliliği anlatılıyor. Diğer yandan da servet
vergisinin girişimciliğin yok edilmesine yol açmayacak bir biçimde ayarlanması
gerektiği vurgulanıyor.
Piketty hem analiz yöntemi, hem de önerdiği servet
vergisi anlamında yoğun eleştirilere tabi tutuluyor. Bu eleştirilerin önemli
bir kısmı da Marksistlerden geliyor.
Servet
ve sermaye birebir aynı değil
Öncelikle Piketty sermaye birikim sürecini, araya
her hangi bir şey koymaksızın paranın
daha fazla paraya dönüşmesi olarak (M….M’ / Para…. Daha fazla para) olarak,
yani servet artışı olarak tanımlıyor. Bu da sermaye birikiminde kuşkusuz emek
sömürüsü gibi önemli bir aşamanın görmezden gelinmesi demek. Yani yazar için
sermaye sadece bir bölüşüm konsepti olarak algılanıyor.
Marksist ekonomi politikte ise sermaye birikim
süreci şu şekilde ele alınıyor: (M------C------ P------ C’------ M’/ Para---
Meta--- Üretim---Daha fazla meta--- Daha fazla para). Yani para üretim
sürecinde yaratılan kârla büyür ve sermayeye dönüşür. Kârın kaynağı ise emek sömürüsü ile sonuçlanan
artı değerdir.
Ayrıca Marx için sermaye sadece bir iktisadi kavram
değil, sosyal, siyasal ve yönetsel bir kategori, egemen sınıfın üretim
araçlarını denetleme aracıdır. Para veya makine biçiminde, sabit veya değişken
olabilir. Özü itibariyle ne fizikseldir ne de finansaldır. Sermayenin özü
güçtür. Yani kapitalistlere karar alma ve işçilerden artı değer çıkartma
yetkisi veren bir güçtür.
Piketty ise, neo- klasik iktisada sadık kalarak sermayeyi
servet olarak tanımladığından, kapitalizmin/sermayenin hareket kanunlarını tam
olarak anlayamıyor. Bu nedenle de (çözüm olarak) artan oranlı gelir vergisi ve
küresel çapta bir servet vergisine yöneliyor. Böylece önerileri kapitalizmi daha etkin
çalıştırmayı ve yüksek düzeydeki eşitsizlikleri azaltmaya dönük kalıyor. Kısaca,
19.yüzyıldaki Ricardo’nun çağdaş versiyonu gibi işlev görüyor. Zira o da toprak
sahiplerinin politik gücünü (kapitalist sınıfın güvenli geleceği için)
azaltmaya dönük bir toprak vergisi alınması gerektiğini savunmuştu.(11)
Piketty (bırakın özel mülkiyet kurumuna ya da
piyasalara karşı çıkmayı) bunların milyonlarca insanın eylemlerinin
koordinasyonunda çok faydalı kurumlar olduğuna inandığından, kapitalizmin
sürdürülebilmesi için “uzak görüşlü kapitalistleri” vergileme konusunda ikna edebilmek
için adeta yalvarır.
Bu da ılımlı bir sosyal demokrat olarak Piketty’nin en zayıf noktasını oluşturuyor. Kapitalist
üretim tarzına dokunulmaksızın, sadece yüksek bir servet vergisiyle adaletsiz bölüşüme
müdahale etmenin yeterli olabileceğine inanıyor. Diğer taraftan, işçi sınıfını,
onun sisteme karşı politik örgütlü mücadelesi ile neler yapabileceğini görmüyor,
sınıfın gücüne inanmıyor. Oysa açlığa da, açgözlülüğe de tahammülün bir sınırı
var. İşçi sınıfı hala, doğru örgütlenme biçimleri ve doğru bir dünya görüşüne
dayalı politik bir irade ile bu eşitsizlikleri ortadan kaldırabilecek tek
sosyal sınıf.
Zizek ise, Piketty’nin bir ütopist olduğunu ve
servet vergisi önerisinin de tam bir ütopya olduğunu ileri sürer. Ona göre: “Hegel’in
‘soyut düşünce’ ile kastettiği tam da budur. Yani sadece bir önlem almakla
yetinip, diğerlerinin sabit kalacağını varsaymak. Oysa gerçek hayatta gelir ve
servet bölüşümünde yapılan radikal bir değişiklik üretim tarzını ve kapitalist
ekonominin kendini etkiler”.(12)
Sonuç olarak Piketty servetin ve üst gelir
gruplarının vergilendirilmesine ilişkin olarak cesur önerilerde bulunsa da
bunlar yeterli olmayacaktır. Sermayeye verilen teşviklerin ciddi biçimde
azaltılması, yaşanabilir bir ücret düzeyinde çalışma saatlerinin azaltılması, adil
ücretlendirme, kamu garantili istihdam programları, temel gelir güvencesi, kamusal
mal ve hizmetlerin genişletilmesi ve bunların ücretsiz sunumu, güçlü sosyal
güvenlik koruma ağlarının kurulması, sendikaların güçlendirilmesi gibi diğer
reformlara ihtiyaç var.
Politik
tercih olarak servet vergisi
Servetin gelirden çok daha adaletsiz dağıldığı ve
çok daha hızlı temerküz ettiği konusunda Piketty ile hemfikir olan iki diğer
Fransız maliyeci E. Saez ve G. Zucman’a göre (13); süper zenginleri
vergilendirebilmek için üç vergisel araç gerekiyor: Artan oranlı gelir vergisi,
artan oranlı kurumlar vergisi ve artan oranlı servet vergisi. İlk ikisinden
kaçırılan vergi üçüncüsü aracılığıyla alınabilir. Ancak ne gelir vergisi ne de
kurumlar vergisi süper zenginleri vergilendirmede yeterli değildir. Çünkü böyle
zenginlerin çoğunluğu ciddi servetlere sahip iken vergilendirilebilir gelirleri
düşüktür.
Yazarlara göre, uygulanacak bir servet vergisi ile ciddi
düzeyde vergi geliri sağlanabileceği gibi, servet bölüşümünde adalet de tesis
edilebilir. Keza böyle bir vergi ile servet yığılmasının demokrasi için tehdit
oluşturması ve artan karbon emisyonlarının ekolojiyi daha fazla tahrip etmesi
önlenebilir. Ayrıca böyle bir verginin uygulanması politik bir tercihtir. Yani
uygulanmasının önünde teknik olarak her hangi bir engel yoktur.
Emek
sömürüsüne karşı servet vergisi
Son olarak Marksist Emek-Değer Teorisi ve bunun
üzerinden temellenen sosyalist yaklaşım açısından durum çok daha nettir. Çünkü bu
yaklaşıma göre, servet işçilerin bugünkü ve geçmişteki atalarının ödenmemiş toplam
emekleri olan artı değerlerinin bir birikimidir.
Yani servet emek sömürüsünden kaynaklanan, onunla
büyütülen, bir emek hırsızlığıdır. Bu yüzden de meşru olmayan bir servetin en
azından bir kısmının onun gerçek sahiplerine vergileme yoluyla iadesi son
derece etik ve meşrudur. Bu açıdan kısa-orta vadeli bir emekçi iktidarının
programında artan oranlı servet vergisi mutlaka yer almalıdır.
Böylece (kapitalist toplumlarda ilerici karakterde
de olsa vergilemenin kısıtlarının bilincinde de olarak) artan oranlı bir servet
vergisi ile ekonomik durgunluk ve işsizlik gibi sıkıntıları hafifletebilmek,
halkın yoksulluğunu, sosyal adaletsizlikleri ve doğaya verilen zararı azaltmak
mümkündür.
… devam edecek
Dip
notlar:
(1) Jim
Brumby, “A wealth tax to address five
global disruptions”, https://blogs.worldbank.org
(6 January 2021).
(2) Sam
Pizzigati, “Do We Need a Maximum Wage?”,
http://inequality.org (25 September
2015).
(3) Camille Landais, Emmanuel Saez, Gabriel
Zucman, “ A progressive European wealth tax to fund the European COVID
response”, https://voxeu.org/article/progressive-european-wealth-tax-fund-european-covid-response
(3 April 2020).
(4) J. Bradford DeLong , “Isn’t a wealth tax
common sense?”, https://www.socialeurope.eu/isnt-a-wealth-tax-common-sense
(3 February 2020).
(5) Richard A. Musgrave and Peggy B. Musgrave, Public Finance in Theory and Practice,
McGraw-Hill Kogakuha Ltd., 1980, s.93-95.
(6) http://www.marxists.org/reference/subject/economics/sismondi/ch06.htm
(15 Ocak 2021).
(7) A.G.Pigou, A Study in Public Finance, 3rd edt, London Macmillan, 1951, part 2.
(8) Jason Hickel,
“How not to measure inequality”, https://mronline.org
(23 May 2019).
(9) http://www.marxists.org/reference/subject/economics/sismondi/ch06.htm
(15 Ocak 2021).
(10)
Thomas Piketty, Capital in the Twenty-First Century (translated by Arthur
Goldhammer), The Belknap Press of Harvard University Press, 2014, s. 493-540.
(11)
Tomáš Tengely-Evans, “Piketty and Marx”, http://isj.org.uk/piketty-and-marx (28
June 2014).
(12)
Slavoj Žižek comments on Thomas Piketty’s ‘Le
Capital au XXIe siècle’, https://www.criticatac.ro/slavoj-zizek-comments-thomas-pikettys-le-capital-au-xxie-siecle (30 May 2014).
(13)
Emmanuel Saez, Gabriel Zucman, “Progressive
Wealth Taxation”, BPEA Conference Drafts, September 5–6, 2019): Forum “Taxing
the superrich”, http://bostonreview.net/forum/emmanuel-saez-gabriel-zucman-taxing-superrich
(9 April 2020).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder