Serveti
neden ve nasıl vergilendirmeliyiz ?(6)
– Zenginleri
vergilendirmek için somut nedenler
Mustafa
Durmuş
24
Ocak 2021
Felsefi olarak savunulmasının yanı sıra, aşağıdaki somut gerekçelerden hareketle büyük servet sahiplerinin artan oranlı bir servet vergisiyle vergilendirilmesi talep edilebilir:
(i)
Büyük servet sahipleri sadece el koydukları artı değerle değil, aynı zamanda yeterince ödemedikleri gelir
vergisi, kurumlar vergisi gibi vergilerle büyüttükleri parasal servetlerini
bütçe açığı veren hükümetlere borç olarak veriyorlar.
Böylece elde ettikleri yüksek faiz gelirleriyle
servetlerini daha da büyütüyorlar. Bu borçlarla yapılan devlet harcamaları
servetlerinin daha da artmasına yardımcı oluyor. Halk ise bu devlet borçlarının
hem anaparalarını, hem de faizlerini daha fazla vergi ödeyerek karşılamak
zorunda kalıyor.
Türev
piyasalar ve küresel borsalar servet büyütme araçları
(ii)
Süper zenginlerin bir kısmı servetlerini daha da büyütebilmek için bu servetlerini
vadeli işlem piyasaları gibi spekülatif finansal yatırım piyasalarına yatırıyorlar.
Bu da petrol ve temel gıda (buğday, mısır gibi) gibi malların fiyatlarının
spekülatif bir biçimde artmasıyla sonuçlanıyor. Bunların fiyatları artıp,
ekonomiler daralırken, küresel çapta işsizlik, yoksulluk ve açlık da artıyor.(1)
(iii)
Bu servetlerin büyütüldüğü bir diğer alan küresel menkul kıymet borsaları.
Servetler buralara yatırıldığında borsalar yükseliyor. Borsadaki hisselerin çok büyük kısmı bu
zenginlere ait olduğundan zenginler daha da zenginleşiyor. Yani servetler bir
tür “kumarhane kapitalizmi” altında daha da büyütülüyor.
Bir başka anlatımla, süper zenginlerin büyük çapta tasarruf
fazlaları var. Ancak bu fazlaları reel yatırımlara dönüştürmüyorlar. Bunun bir nedeni
kapitalizmin yenilikçi/ buluşçu yanının (inovasyon) ve bunun sonucunda
verimliliklerin giderek azalması. Böyle olunca da büyük şirketler kâr
sıkışıklığını kendi hisselerinin geri satın alımını /buyback) yaparak aşmaya
çalışıyorlar.
Hisse
geri satın alımları serveti artırıyor
Buna bir örnek vermek gerekirse, 2019 yılında ABD’de
800 milyar dolarlık, Japonya, Birleşik
Krallık, Fransa, Kanada ve Çin’de 130 milyar dolarlık olmak üzere 1 trilyon
dolara yakın şirket hissesi geri satın alımı yapıldı. 2010-2109 yılları arasında
ise ABD’li şirketler her yıl borsaların değerlerinin yüzde 1,5’i oranında
şirket hissesi geri satın alımı gerçekleştirdiler. (2)
Bu yolla bu şirketlerin borsalardaki hisselerinin
değeri hızla artıyor, şirketlerin üst düzey yöneticilerinin maaşları ve
tazminatları büyüyor, böylece şirketlerin sahiplerinin servetleri durduğu yerde
çoğalıyor.
Borsaların hızlı yükselişinin bir nedeni böyle bol
nakitle gerçekleştirilen hisse geri satın alımı operasyonları. Çünkü hem 2008
küresel finansal krizi, hem de Covid-19 sonrasında Salgın ve krizle mücadele
adı altında çok düşük faizli para-kredi ve miktarsal kolaylaştırma
operasyonlarıyla sağlanan trilyonlarca dolarlık nakit bu borsaların coşmasına
neden oldu.
Türkiye’de de 2017 yılından bu yılın başına kadar
izlenen düşük reel faizli banka kredilerinin önemli bir kısmının reel
yatırımlardan ziyade döviz, borsa, konut gibi spekülatif finans piyasalarına
aktığı biliniyor. Böyle, zengini daha da zenginleştiren politikaların gerçek ve
sürdürülebilir bir ekonomik büyüme ile ilgisinin olmadığı ise çok açık.
Büyük
servetler finansal krizleri tetikliyor
(iv)
Büyük servetler borsa, emlak-konut ya da menkul kıymetler gibi spekülatif
finansal yatırımlarda kullanıldığında finansal balon/köpük oluşuyor ve bu balon
2008 krizinde olduğu gibi patladığında küresel ekonomi krize giriyor.
Yani büyük servetler finansal krizleri tetikliyor. Böyle
krizler ortaya çıktığında ise devlet maliyesi bozuluyor, bütçe açık veriyor ve
bu açık krizi tetikleyen bu servet sahiplerinden borçlanılarak kapatılıyor.
Bunun sonucunda, devlet borçlanması aracılığıyla, büyük finansal servet
sahiplerinin servetleri daha da büyüyor.
Buradan hareketle, servet vergisinin (zenginlerden
daha fazla vergi alarak salgın ve yoksullukla mücadele gibi kamusal programları
fonlamak dışında), finansal ve finansal olmayan rantlar sağlamaya dönük faaliyetleri
caydırmak, böylece ekonomik krizi
önlemek için de kullanılabileceği de açık.
(v)
Büyük
servetler ve bunların belli ellerde yığılması ekolojik tahribata neden oluyor.
Bu tahribat sadece süper zenginlerin çok fazla tüketmelerinden değil, aynı
zamanda tükettiklerinin çok fazla enerji yoğun olmasından kaynaklanıyor. Öyle
ki bu süper zenginlerin devasa büyüklükte evleri, malikâneleri, lüks
otomobilleri, özel jetleri, yatları, lüks yazlıkları ve dağ evleri, lüks
ithalatları vs var.
Bu zenginlerin sadece tüketimleri değil, yatırımları
da ekolojiyi tahrip ediyor. Çünkü harcayabileceklerinden çok daha fazla parasal
servetleri olduğundan bu servetlerini maden, petrol çıkarımı gibi ekolojiyi
tahrip eden sektörlerdeki yatırımlarda kullanıyorlar ya da kredi, borç, patent,
mülk biçiminde başkalarına satıyor veya kiralıyorlar. Oysa diğer insanlar
çalışmak, üretmek, kiralarını ve bu zenginlere olan borçlarını ödeyebilmek için
yoğun bir mücadele içindeler. Bu durum da ekoloji üzerinde ilave bir baskı
oluşturuyor. (3)
Böyle bir gerekçeden yola çıkan Saez ve Zucman gibi
maliyeciler, yüksek vergilemenin vergiden kaçınmaya ve vergi kaçırmaya neden
olacağı görüşünü benimsemiş olan geleneksel vergileme anlayışının aksine, çok
yüksek düzeydeki gelir ve servetlerin neredeyse tamamına el koymak anlamına
gelen yükseklikte vergi oranları uygulamanın ‘optimal vergileme’nin bir gereği
olduğunu ileri sürüyorlar. (4)
Servet
sadece ekonomik değil, sosyal ve politik bir güç aracı
(vi) Son olarak büyük sermaye ve servet
sahipleri, sadece kendilerine hizmet edecek politikacıları seçtirerek ya da
günümüzde olduğu gibi otoriter rejimler altında üst düzey yönetsel görevlere
atanmalarını sağlayarak değil, aynı zamanda büyük rüşvetler de dağıtarak
siyasal alanı kontrol ediyorlar. Alınacak bir servet vergisi (diğer önlemlerin
yanı sıra) böyle bir yozlaşmayı (tamamen ortadan kaldırmasa da) azaltabilir,
yavaşlatabilir.
Özetle, servet gerçekte bir sosyal ilişkiyi yansıtıyor,
yani sahiplerine sosyal ve politik güç sağlıyor. Böylece onların düzeninin
pekiştirilip sürdürülmesine yarıyor, içinde yaşadığımız sınıflı toplumda
yöneten sınıfların yönetilenler üzerindeki hegemonyasının en önemli
araçlarından biri haline geliyor. Öyle
ki yüksek düzeyde serveti olanlar sadece ekonomik ve sosyal alanda yoksullarla
arayı açmıyorlar, yasama, yargı ve yürütmeyi de kontrol altına alıyorlar.
Yani servet zenginleri, sadece otoriter rejimlerdeki
değil, parlamenter demokrasi olarak adlandırılan rejimlerdeki devlet aygıtını
da iktidarlarını pekiştirmede bir araç olarak kullanıyorlar.
Politik
gücün en etkili olduğu alanlardan biri vergileme
Bu etkinin en fazla görüldüğü alanlardan biri
vergileme ve izlenen vergi politikaları. Çünkü servet zenginleri oldukça yüksek
vergi ödeme güçlerinin varlığına rağmen, yeterince vergi ödemiyorlar.
“Yatırım yaptıkları, istihdam yarattıkları” gibi
geçerliliği son derece tartışmalı bazı gerekçelerle, onlardan vergi alınmasının
yanlış olacağı fikri topluma aşılanıyor. Üniversiteler bu fikrin teorisini
oluştururken, devlet kurumları ve politikacılar da hiç sorgulamadan bu fikri
benimsiyorlar.
Böyle olunca da, örneğin yüksek düzeydeki askeri
harcamalar, faiz ödemeleri ve sermayeye dönük mali destekler yüzünden giderek
artan bütçe açıkları KDV ve ÖTV gibi halktan alınan vergilerle veya elektrik,
doğal gaz ve ulaştırma gibi temel hizmetlere yapılan zamlarla ya da borçlanma
ile kapatılıyor.
Zenginden
daha az vergi alındığında yatırımlar ve istihdam artmıyor
Oysa “zenginlerden daha fazla yatırım yapmaları ve
istihdam yaratmaları için daha az vergi alınması ya da hiç alınmaması
gerektiği” iddiasının temelsiz olduğu bilimsel araştırmalarla da kanıtlanmış
durumda.
Örnek olarak, geçen yıl 18 gelişkin Merkez
Ekonomideki veriler esas alınarak yapılan bir bilimsel araştırma (5) son 50 yılda zenginler için yapılan vergi
indirimlerinin ekonomik büyümeyi hızlandırma ve işsizliği azaltma konusunda
kayda değer bir etki yaratmazken, mevcut gelir eşitsizliklerini daha da artırdığını
ortaya çıkardı.
Öyle ki vergi indirimi yapılan ülkelerde en zengin yüzde
1’in gelirden aldığı pay indirimlerden sonraki beş yılda binde 8 arttı. Vergi indirimlerinin ekonomik büyüme ve
işsizlik üzerinde kayda değer bir olumlu etkisi ise görülmedi. Beş yıl sonra
kişi başı milli gelir ve işsizlik oranları hem indirim yapılan, hem de
yapılmayan ülkelerde değişmedi.
İstihdamı
teşvik mi?
Bu konuda en çarpıcı örneklerden bir diğeri ABD’de
Başkan Bush döneminde (2001-2004) ‘istihdamı teşvik’ adı altında zenginlerin
vergisinin indirilmesi. Bu dönemde öyle ilave vergi indirimleri yapıldı ki
bunların tutarı 3,4 trilyon dolara ulaştı. Uygulanan her vergi indiriminin gerekçesi
sözde istihdam yaratmaktı.
Sonuçta bu indirimlerin yüzde 80’ i en zengin yüzde
20’ ye, bunun da çok büyük bir kısmı en zengin yüzde 1’e ya da kabaca 100 bin
zengin birey ve şirkete fayda sağladı.
Buna karşılık bu dönemde dişe dokunur bir istihdam
yaratılamadığı gibi bunu ciddi bir ekonomik durgunluk izledi. 2008 yılında ikinci
Bush Yönetimi sırasında ‘yeniden istihdam yaratma kampanyası’ adı altında
zenginlere 90 milyar doları bulan bir vergi indirimi daha sağlandı. Ancak yine istihdam
yaratılamadı. 2008’in ikinci yarısında istihdam piyasası çöktü ve altı ayda
yeni bir milyon işsiz ortaya çıktı. Tarihte buna benzer bir çöküş 1929-1930’da
yaşanmıştı. (6)
Türkiye’de de son 18 yıldır sermayeden alınan
kurumlar vergisi ve gelir vergisi oranlarında ciddi indirimlere gidildi. Yüzde
45 olan en zenginin gelir vergisi oranı yüzde 35’e kadar düşürüldü (geçen yıl
tekrar yüzde 40’a çıkartıldı). Yüzde 33
olan kurumlar vergisi oranı ise yüzde 20’ye indirildi (2018’de tekrar yüzde 22’ye yükseltildi). Bu arada sermayeye
tanınan muafiyet, istisna ve indirimlerin boyutu yıllık olarak tahsil edilen
toplam vergi gelirlerinin beşte birine ulaştı. Buna karşılık ülkedeki istihdam
oranı yükselmediği gibi, son yıllarda yüzde 50’nin 4-5 puan altına kadar düştü.
Yani bu vergi indirimleri zengini daha da zengin yaparken istihdamı artırmadı.
Bu deneyimlerden hareketle, zenginlerden daha az
vergi almanın ekonomiye ve topluma olan faydasının ihmal edilebilecek kadar az
olduğunu ve bu bulgunun Covid-19 Salgını ile daha da kötüleşen kamu maliyesini
düzeltmek için zenginlerden daha fazla vergi alınmasının haklı bir iktisadi
gerekçesini oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Sermayeden
alınan vergilerin indirilmesi zengini daha da zengin yapıyor
Bir başka çalışma ise neo-liberal (sözde) vergi
reformlarının hayata geçirilmeye başladığı 1980’li yıllardan itibaren
(yukarıdaki çalışmanın bulgularına benzer bir biçimde) gelir dağılımı
adaletsizliğinin iyice arttığını ortaya koyuyor.
Buna göre (7); 1970’li yılların sonuna değin, ABD’de
en zenginlerin ödediği federal gelir vergisinin oranı yüzde 70 ve kurumlar vergisi
oranı yüzde 46, en zengin yüzde 1’in milli gelirden aldığı pay ise yüzde 10’du.
2017 yılına gelindiğinde ise zenginlerin ödediği gelir vergisi oranı yüzde
39,6’ya (2021’de yüzde 37,0) ve kurumlar vergisi oranı yüzde 34’e (2021’de
yüzde 21,0) kadar düştü. Bu arada en zengin yüzde 1’in milli gelirden aldığı
pay yüzde 20’ye (iki katına) çıktı. Yani zenginlerin vergi oranları
düşürüldüğünde gelir dağılımı daha da eşitsiz ve adaletsiz bir hale dönüştü.
Kısaca, böyle vergi indirimlerini zorlayan ideolojik-politik
dayatmalar gerçekte yeni yatırım ya da yeni istihdam yaratılmasını sağlamadığı
gibi, zenginlerin mevcut servetlerini büyük ölçüde finans piyasalarında büyütmesine
hizmet ediyor. Toplumsal bir fayda sağlamadığı gibi, toplumun refahının
azalmasına, sınıfsal eşitsizliklerin ve yoksulluğun daha da artmasına neden
oluyor.
Bu bakış açısından hareketle, büyük servetlerin
vergilendirilmesi emekten yana olduğunu ileri süren iktidarların vergi
politikalarının temel araçlarından biri olmak zorunda. Bu tür iktidarların gelir
dağılımı eşitsizliklerini azaltmak, halka dönük ve doğa dostu kamusal yatırım
harcamalarını finanse etmek, ekonomik sıkıntıları aşabilmek için servet
vergisine başvurmaları kaçınılmaz.
…devam edecek
Dip
notlar:
(1) Richard
D. Wolff, “Why Taxing the Rich Makes Sense?”, http://mrzine.monthlyreview.org (2 March 2011).
(2) Sirio
Aramonte, “Mind the buybacks, beware of the leverage”, BIS Quarterly Review (September
2020), https://www.bis.org (14 September 2020).
(3) Jason
Hickel, “We can’t have billionaires and stop climate change”, https://thecorrespondent.com (9 October
2020).
(4) William G. Gale, “Saez and Zucman Say
Everything You Thought You Knew About Tax Policy Is Wrong”, https://www.taxpolicycenter.org/taxvox
(23 October 2019).
(5) Hope, David and Limberg, Julian, “The
economic consequences of major tax cuts for the rich”, International Inequalities Institute Working Papers (55) LSE,
London, UK, 2020.
(6) Jack Rasmus, “Why tax cuts don’t and won’t
create jobs?”, Working In These Times, http://brechtforum.org
(6 December 2010).
(7) Eduardo Porter, “Tax Cuts, Sold as Fuel for
Growth, Widen Gap Between Rich and Poor”, https://www.nytimes.com
(3 October 2017).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder