Serveti
neden ve nasıl vergilendirmeliyiz?(2)
– Covid-19 ve kamu
geliri ihtiyacı
Mustafa
Durmuş
10
Ocak 2021
Son bir yıldır Covid-19 Salgını ve beraberinde derinleşen ekonomik krizle baş edebilmek için hükümetler, ucuz kredi ve kredi garantisi gibi önlemlerin yanı sıra, büyük çaplı mali destek paketleri uyguluyorlar.
Daha fazla kamu harcaması yapılmasını, buna karşılık
toplanan bir kısım vergiden vazgeçilmesini ya da bu vergilerin ertelenmesini içeren
bu paketler devlet bütçesinin çok büyük açıklar vermesiyle ve bunun sonucunda devlet
borçlarının görülmemiş bir biçimde artmasıyla sonuçlanıyor.
Öyle ki, Covid-19
ile birlikte çok düşük gelirli ülkelerin neredeyse yarısı ciddi düzeyde borç
temerrüdü riski altında. Yükselen Ekonomiler olarak adlandırılan ülkelerde devlet
borçlarının milli hâsıla içindeki payı ortalama yüzde 40’tan yüzde 60’a
yükseldi. Geçmişte faiz dışı fazlası olan onlarca ekonomi Salgınla birlikte
faiz dışı açık vermeye başladı. Üstelik 2020 ve 2021 yılları bu ülkelerin dış borç
vadelerinin dolacağı yıllar. Bu ülkeler 2021 yılında 280 milyar dolar, 2022
yılında 330 milyar dolar borç geri ödemesi yapmak zorunda.(1)
Türkiye’de devlet genel açığı iki kat arttı
Türkiye’de de benzer bir gelişim söz konusu. Toplam
kamu gelirleri 2020 yılında (önceki yıla göre) milli hasılanın binde 6 puanı
oranında azaldı ve yüzde 32,5’e geriledi. Buna karşılık toplam vergi
gelirlerinin 2020 yılında binde 7 artması, sosyal fon gelirlerinin ise binde 5 oranında
azalması bekleniyor. Genel devlet harcamalarının 2020 yılında (milli hasılanın içindeki
pay cinsinden) yüzde 2,4 oranında artış göstererek yüzde 38,6 olması
bekleniyor. Böylece 2019 yılında milli hasılanın yüzde 3’üne denk düşen devlet
genel açığı 2020 yılında yüzde 6,1’e; binde 5’ine denk düşen faiz dışı
borçlanma gereği ise yüzde 3’e çıkacak (6 kat artış).(2)
Bu veriler Türkiye’de Salgının ilk yılında bütçe
açığının ciddi bir biçimde arttığını gösteriyor. Ancak bu artışın nedeni
siyasal iktidarın ileri sürdüğü gibi sadece “Salgınla mücadelede sunulan mali
destek paketleri midir”, bunu yazının ilerleyen kısımlarında göreceğiz.
Salgın sağlıktaki ticarileşme ve metalaşmayı
ortaya çıkardı
Başta ABD olmak üzere tüm kapitalist ülkelerin Covid-19
Salgını karşısında çaresiz kalması, dünyada toplamda 2 milyona yakın Salgından ölümün
gerçekleşmesi, kapitalist sistemin sağlık alt yapısının ne denli yetersiz ve bir
o kadar da eşitsiz olduğunu ve kapitalist devletlerin de toplum sağlığı
konusunda ne denli duyarsız oldukları gerçeğini ortaya çıkardı.
Oxfam, son raporunda (3) bu duruma dikkat
çekiyor. Çünkü her altı ülkeden sadece biri
sağlık için yeterince harcama yapıyor. 158 ülkeden sadece 26’sı bütçelerinin yüzde
15’ini Salgınla ilgili sağlık harcamalarına ayırıyor. 103 ülkede her üç işçiden
biri ücretli hastalık ödemesi gibi bir emek koruma programından yararlanamıyor.
Sadece 53 ülkede işsizlik ve hastalığa karşı sosyal koruma sistemi mevcut ki bu
küresel işgücünün sadece yüzde 22’sine karşılık geliyor. Bunun neticesinde işçiler
hastalıklarla, ölümle ve yoksunluk ile burun buruna geliyor.
Sağlık
bütçesi toplum sağlığına değil şehir hastanesi müteahhitlerine hizmet ediyor
Türkiye’de de durum pek parlak değil. Öncelikle Covid-19
hala bir meslek hastalığı olarak kabul edilmiyor. 2021 yılı merkezi yönetim
bütçesinden Sağlık Bakanlığı’na ayrılan ödenek sadece 77,6 milyar lira. Bu da
sağlığa bütçeden yalnızca yüzde 5,7’lik bir pay ayrıldığı anlamına geliyor. Bu rakamın
54,6 milyar liralık kısmının (yüzde 69)
tedavi edici hizmetlere, buna karşılık 19 milyar lirasının (yüzde 25) koruyucu
hizmetlere ayrılmış olması, ayrıca bu ödeneklerin 16 milyar liradan fazlasının
(yüzde 21) şehir hastanelerinin kira bedeli ödemeleri ile müteahhitlerden
yapılan mal ve hizmet alım bedellerine ayrılmış olması ülkede sağlık
hizmetlerinin ne denli ticarileştiği ve metalaştığının somut göstergesi. (4)
Kaldı ki toplum sağlığı konusu sadece Sağlık
Bakanlığı’na ayrılan kaynakların büyüklüğü üzerinden tartışılabilecek bir konu
değil. Ülkede başta işçiler olmak üzere, birçok emekçi son derece sağlıksız
koşullarda, uzun saatler, yoksulluk ücretinin de altında bir ücret düzeyinde
çalışmak zorunda bırakılıyorsa, bu kesimlerin yüksek enflasyon ve güvenli olmayan
gıdalar yüzünden yanlış ve eksik beslenme sorunları varsa, hastalanmaları ya da
salgınlardan öncelikli olarak etkilenmeleri kaçınılmaz.
Salgın sadece sağlık harcamalarında değil, aynı zamanda
derinleştirdiği ekonomik krizle mücadelede devlet bütçelerinden daha fazla
kaynak ayrılmasına neden oluyor. Küresel çapta, devletler hazırladıkları mali
destek paketleriyle ekonomik krizle, işyeri kapanmaları sonucu ortaya çıkan işsizlik
ve yoksullukla baş etmeye çalışıyorlar.
McKinsey’e göre, Salgın sonrası verilen mali
destekler 2008 finansal krizi sırasında verilen desteklerin 10 katına kadar
çıktı. Örneğin ABD 2008 krizi sırasında milli hasılasının yüzde 4,9’u
büyüklüğünde bir mali destek paketi sunmuşken Covid-19 sırasında bu oran yüzde 12,1’e
çıktı. Almanya’da ilk krizde yüzde 3,5 büyüklüğünde olan destek Covid-19 ile
birlikte yüzde 33’e fırladı. Birleşik Krallık ’ta ise bu oran; ilkinde yüzde
1,5 iken, ikincisinde yüzde 14,5 oldu.(5)
Bu desteklerin büyüklüğü ve içerikleri konusundaki
farklılıklar ülkelerin sahip oldukları kaynakların/imkânların niceliğinden ve siyasal
iktidarların niteliğinden kaynaklanıyor. Sosyal devlet uygulamalarının daha
ağırlıklı olduğu ülkelerde mali yardımlar önemli ölçüde yoksul hanelere yönelik
nakit desteği, işçilere yönelik ücret desteği gibi doğrudan gelir destekleri
biçiminde oldu (bu ülkelerde nüfusun yüzde 90’ından fazlasının sosyal koruma
altında olduğu tahmin ediliyor).
Mali destekler hem bütçe içi, hem de bütçe dışı
destekleri içeriyor. Bütçe içi kalemler sağlık
malzemesi alımına yönelik kamu harcamaları, istihdamı koruma desteği adı
altında işletmelere verilen nakit destekleri ve yoksul hanelere yapılan gelir transferleri,
ücret ve işsizlik sübvansiyonları ve vergi indirimi ve sosyal güvenlik katkı
primi vb ertelemelerinden; bütçe dışı kalemlerse, ucuz kredi biçiminde (özellikle
de KOBİ’lere) fonlama ve devlet
bankalarınca verilen kredi garantilerinden (zordaki havayolu şirketlerine) oluşuyor.
Bu mali desteklerin bütçe üzerinden sunulanlarının
büyük çapta bütçe açıklarına neden olması kaçınılmaz. Zira nitelikleri gereği vergiler
biçimindeki kamu gelirlerini azaltırken, kamu harcamalarını artırıyorlar.
Acil
mali destekler: en az yüzde 1,4 ve en çok yüzde 9,1.
Şu ana kadar ekonomilere verilen mali devlet desteklerinin
boyutları konusunda birçok araştırma yapıldı, rapor yayınlandı. Bunlardan
Bruegel Üniversitesi’nce yapılan bir çalışmaya göre (6); sağlık malzemesi yardımı,
istihdamı koruma ve gelir desteği, KOBİ sübvansiyonları gibi doğrudan kamu
harcaması biçimindeki “acil mali desteklerinin” milli hâsıla içindeki payı en az
yüzde 1,4 ile (Belçika), en fazla yüzde 9,1 oranında (ABD) olmak üzere ülkeden
ülkeye değişiyor. Bunlara ikinci grup olan vergi ve diğer borç ertelemeleri de dâhil
edildiğinde bu oranlar Fransa’da yüzde 13,8’e ve İtalya’da yüzde 16,6’ya kadar
çıkabiliyor.
BIS bünyesinde yapılan bir çalışmaya göre ise; G20
ülkelerinde bütçeden verilen mali destekler milli hasılanın ortalama yüzde
4,6’sı kadar. Fonlama ve kredi garanti desteği de sırasıyla; yüzde 1,7 ve yüzde
3,4. Ancak bu destekler G20’nin kendi içinde gelişmişlik derecesine göre
farklılaşıyor. Örneğin bütçeden verilen destekler gelişkin ekonomilerde milli
hasılanın ortalama yüzde 8,3’ü büyüklüğünde iken, Yükselen Ekonomilerde ortalama
sadece yüzde 2. (7)
Türkiye’de
verilen mali destek: sadece yüzde 1.
Türkiye’de ise ( 31 Aralık
2020 tarihi itibariyle), Salgından bu yana devlet bütçesinden yapılan ve
yapılması planlanan doğrudan gelir, ücret ve kira yardımı destekleri
biçimindeki desteklerin toplamı ancak 52,6 milyar lirayı buluyor. (8)
|
|
Birey ya da hane sayısı |
Yardım tutarı (TL) |
Sosyal destek programı (hanelere) |
Aşama 1-3 |
6.377.049 |
6.377.049.000 |
“Biz Bize Yeteriz Türkiyem” Kampanyası |
Haneler |
2.053.282 |
2.053.282.000 |
Kısa çalışma ödeneği |
İşçiler |
3.582.455 |
23.371.396.994 |
Nakdi ücret desteği |
İşçiler |
2.216.622 |
6.478.346.870 |
İşsizlik ödeneği |
İşçiler |
913.818 |
4.527.867.466 |
Normalleşme Desteği |
İşçiler |
3.183.435 |
2.461.543.960 |
Ara
Toplam (2020) |
|
|
45.269.486.290 |
Esnafa hibe desteği (Ocak-Şubat-Mart 2021) |
Esnaf |
2.006.000 |
7.330.500.000 |
Toplam |
(Milli Hasılanın % 1’i) |
|
52.599.986.290 |
İşçinin parasından ve vatandaşın bağışından verilen destek
Bu verilerle ile ilgili dikkati çeken ilk şey ödeneklerin
neredeyse tamamına yakın bir kısmının işçilerden yapılan kesintilerle oluşturulan
İşsizlik Sigortası Fonu’ndan yapılıyor olması. İkincisi ise Salgının başında vatandaştan
(IBAN numarası verilerek) toplanan 2 milyar liralık bir bağışın vatandaşa gelir
desteği olarak takdim edilmesi.
Kaldı ki hanelere yapılan yardımın dışında, “istihdama
destek” adı altında işçilere veriliyormuş gibi yapılan bu desteğin asıl olarak
patronlara verildiği açık. Üstelik
bu destek büyük sermaye ve servet sahiplerinden daha fazla ya da yeni vergi
alınarak, yani genel vergi havuzundan fonlanmıyor.
Bu destek işçilerin
ödedikleri primlerden oluşan İşsizlik Sigortası Fonu’ndan yapılıyor. Bu da
işsizlik dönemlerinde işçilere ücret/gelir desteği amacıyla kurulmuş olan bu Fon’un
içinin boşaltılmasıyla sonuçlanıyor. Öyle ki Fon’un ilk kez geçen yıl milli
hasılanın binde 8’i oranında zarar ettiği açıklandı.(9)
Ancak bu verilerin bize
söylediği asıl şey; yurttaşa dönük doğrudan mali desteklerin (siyasal iktidarın
ileri sürdüğünün aksine) milli hasılanın ancak yüzde 1’ine denk düşen bir
büyüklükte kalması. Böyle bir destek (gelişkin ekonomilerde ortalama yüzde
6-9’lar civarında olan destekleri göz ardı etsek bile), bazı yükselen
ekonomilerdeki mali desteklerin dahi çok gerisinde bir destek.
Kaldı ki uygulamada
bu destekle ilgili çok sorun var. Birçok işçi ve küçük esnaf fiilen bu
destekten faydalanamadığı gibi, esnaf kendine verilen gelir desteğinden vergi
ödemek zorunda kalacak.
Bütçe açığının asıl nedeni Covid-19 destek
paketleri değil
2020 yılı Merkezi Yönetim
Bütçesi açığının 239,2 milyar lira olması bekleniyor. Salgın nedeniyle bütçeden
ekonomiye verilen doğrudan desteğin 52,6 milyar lira olduğunu hatırlarsak, bu
desteğin sözü edilen bütçe açığının sadece yüzde 21’inden sorumlu olduğu ortaya
çıkar.
Kısaca bütçe
açığındaki patlamanın asıl nedeni (siyasal iktidarın iddia ettiğinin aksine)
Covid-19 Salgını değil. Salgın öncesinde de var olan yapısal bütçe sorunları
(özellikle de faiz harcaması, sermaye destekleri, lüks tüketim harcamaları ve
güvenlik harcamaları biçiminde) bütçe açığının asıl nedenini oluşturuyor.
Servet vergisi hem acil, hem adil
Özetle, Salgının ortaya çıkardığı sağlıkla ilgili
sorunların giderilmesi kadar, neden olduğu derin ekonomik krizden ekonomileri
çıkartabilmek için devletler daha fazla harcama yapmak için bir kez daha
sahneye çağrıldığında, farklı oranlarda ve içeriklerde olsa da, dünyanın her
yanında yeni kamu geliri kaynaklarına ihtiyaç duyuluyor.
Bu durum neo-liberal dönemde sermayenin vergi kaçırmasına
ya da vergiden kaçınmasına müsamaha gösteren hükümetler için de sıkıntılı bir
dönemin başladığını gösteriyor. Çünkü vergilerin asıl yükünü çeken emekçiler Salgından
çok daha fazla etkilendiklerinden, siyasal iktidarlar normalde bu kesimlerin vergi
yükünü daha da artıracak yeni vergilere yönelemezler. Böyle bir yönelim ayrıca tersine
çoğaltan etkisiyle ekonomik toparlanmayı aksatır.
Bu yüzden de ihtiyaç duyulan kamu gelirlerinin, lüks
tüketim ve gerekli olmayan mal ve hizmetlerin vergilerinin ağırlaştırılmasının
yanı sıra, servet sahiplerinden ve zenginlerden karşılanması, sistemin
sürdürülebilirliği açısından elzem oluyor. Bu durum servet zenginlerinin
tepkisine neden olsa da, mevcut cendereden kurtulabilmek için başka bir yol yok.
(10)
Bir başka anlatımla, emekçiler üzerindeki hem KDV ve
ÖTV biçimindeki dolaylı vergiler, hem gelir vergisi, hem de sosyal güvenlik
katkı payları çok yüksek. Bu vergiler ekonominin canlanmasını önlüyor. Eğer
ekonomik bir canlanma, toparlanma isteniyorsa emekçilerin ödediği böyle vergilerin
azaltılması gerekiyor. Ancak bu kaçınılmaz olarak mevcut vergi açığını
artıracaktır. Bu nedenle de bu açıkları kapatmaya dönük bir servet vergisi
kaçınılmaz.
Ayrıca Covid-19 ile birlikte zenginlerin tasarrufa
yönelimlerinin arttığı da bir gerçek. Ancak tasarruf arttığında tüketim
azalıyor, bu da toplam talebi azaltıyor. Öte yandan tasarruf yapabilenler
ağırlıklı olarak servet zenginleri. Devlete bu kesimler borç verdiklerinden
Salgın sırasında bu kesimlerin servetleri (elde ettikleri yüksek faiz
gelirleriyle sayesinde) daha da arttı.
Bu yüzden yeniden bölüştürücü bir servet vergisiyle
bu işlevsiz tasarrufların bir kısmının yoksullara gelir olarak aktarılması, böylece
toplam tüketimin ve efektif talebin artırılması mümkün. Bu da hedeflenen
ekonomik canlanmaya yardımcı olabilir.
“Bankayı
soydum çünkü para oradaydı!”
Kısaca, bir banka soyguncusuna “bankayı neden
soyduğu” sorusu sorulsa, muhtemelen “ çünkü para oradaydı” yanıtı alınır. Bu
yanıt aynı zamanda, Salgın sonrasında servet vergisi çağrılarının neden
arttığının da yanıtıdır.
Çünkü Salgınla mücadele edebilmek, gelirleri azalan,
yoksullaşan halkı rahatlatabilmek, bütçe açıklarını kapatabilmek, borçlardan
kurtulabilmek, ekonomik toparlanmayı sağlayabilmek için yeni bir finansal
kaynağa ihtiyaç var. Bu kaynağın adresinin de büyük servet sahipleri olduğu
açık.
Servet istatistikleri bu tespitimizi doğruluyor,
önerimizi haklı çıkartıyor. Zira geçen yıl dünyanın en zengin 500 yetişkininin
serveti 7,6 trilyon dolara yükseldi. Oysa bu servet 2016 yılında 4,4 trilyon
dolar ve 2019 yılında 5,9 trilyon dolardı (11) (Türkiye’de de milyonerlerin
toplam mevduatları Salgın döneminde neredeyse yarı yarıya artış gösterdi).
Tek başına bu veri dahi Salgın sonrası ihtiyaç
duyulan kamu gelirinin nereden sağlanabileceğini göstermeye yetiyor. Ayrıca Salgın
sayesinde servetlerini yüzde 29 oranında artıran bu süper zenginlerden Salgınla
ve ekonomik krizle mücadeleye katkıda bulunmalarını istemek hem son derece rasyonel,
hem de adil bir davranış olur.
Sonuç: servet vergisine olan destek giderek artıyor
Böylece, servet vergisi talebi ya da önerileri
giderek geniş kitleler arasında benimsenmeye başladığı gibi, fiilen birçok ülke
servet vergisi ya da başka adlar altında bu vergiyi uygulamaya başladı ya da
uygulamayı planlıyor.
Rusya, Bolivya ve Arjantin’deki servet vergisi
uygulama kararlarının ardından, servet vergisi Kaliforniya’dan Almanya’ya,
Şili’den Birleşik Krallık’a ve ABD’ye kadar dünyanın birçok yerinde, sol
partiler, politikacılar, hukukçular, aktivistler ve bilim insanları tarafından
gündeme getirildi.
Bu kesimler başta Salgın sonrasında artan kamu
geliri ihtiyacını karşılayabilmek ve gelir dağılımı eşitsizliklerini
azaltabilmek için üst gelir gruplarının gelir vergisi oranlarını ve kurumlar
vergisi oranlarını yükseltmenin yanı sıra, artık zenginlerden doğrudan artan
oranlı bir servet vergisi alınmasının zamanının geldiğine inanıyorlar.
…devam edecek
Dip
notlar:
(1) Michael
Roberts, “Debt disaster with no escape”, https://thenextrecession.wordpress.com
(12 October 2020).
(2) 2021 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı,
s. 52.
(3) https://www.oxfam.org/en/press-releases/new-global-index-shows-catastrophic-failure-tackle-inequality-left-majority-worlds
(8 October 2020).
(4)
2021
Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi ve 2021 Yılı Sağlık Bakanlığı Bütçesi.
(5) https://www.mcknsey.com/ndustres/publc-sector/our-nsghts/the-10-trllon-dollar-rescue-how-governments-can-delver-mpact
(5 June 2020).
(6) Julia Anderson, Enrico Bergamini, Sybrand
Brekelmans, Aliénor Cameron, Zsolt Darvas, Marta Domínguez Jíménez, Klaas
Lenaerts, Catarina Midões, “The fiscal response to the economic fallout from
the coronavirus”, https://www.bruegel.org
(24 November 2020).
(7) Enrique Alberola, Yavuz Arslan, Gong Cheng
and Richhild Moessner, “The fiscal response to the Covid-19 crisis in advanced
and emerging market economies”, www.bis.org
(17 June 2020.
(8) Aile,
Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ( 31 Aralık 2020) verileri ve diğer
resmi açıklamalara dayanarak bizim yaptığımız hesaplamalar. Bu konuda IMF
tarafından Haziran 2020’de hazırlanmış olan “ World Economic Outlook- Update
(June 2020), A Crisis Like No Other, An Uncertain Recovery” başlıklı raporda
G20 ülkelerindeki mali destek paketleri ve Türkiye’de bu tarih itibariyle
sunulan destek paketinin kıyaslamasına ilişkin değerlendirme için bkz: Mustafa
Durmuş, Son “IMF raporundaki Türkiye gerçeği”, https://mustafadurmusblog.blogspot.com (28 Haziran 2020).
(9) 2021 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık
Programı, s. 70.
(10) Covid-19
Borçları ve Vergi Paradigması (C. P. Chandrasekhar and Jayati Ghosh, “Covid
Debt and the Tax Paradigm”, https://www.networkideas.org
(20 October 2020).
(11) https://www.bloomberg.com/news/articles/2021-01-06/tax-code-changes-wealth-taxes-considered-from-california-to-german
(6 January 2021).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder