2017 YILINI NASIL BİLİRDİNİZ? ADALETSİZ…
Mustafa Durmuş
31 Aralık 2017
Bir yılı daha geride bırakıp,
belirsizliklerle dolu bir yıla daha girmek üzereyiz. Birçoğumuz içinden
çıkmakta olduğumuz bu yılın muhasebesini yapmıştır.
Pek çok önemli ekonomik ve politik gelişmenin
ötesinde, 2017 yılına damga vuran olgunun sosyal adaletin yok olması ve bunu
yeniden sağlamaya dönük çabalar olduğunu düşünüyorum.
Önce darbe girişimi, ardından ilan
edilen OHAL ile hak ve özgürlüklerin kısıtlanması ve kamudan ihraç edilen binlerce
insan, barış istedikleri için mesleklerinden atılan ve çoğu işsizliğe mahkûm
edilen yüzlerce akademisyen.
Bunlar, hangi gerekçe ile yapılmış
olurlarsa olsun, bizleri bir arada tutan en önemli şey olan adalet duygusunu ve
sosyal adaleti ciddi ölçüde yaralayan işler oldu.
Diğer yandan bu sorun sadece bu ülkede
değil, emperyalist-kapitalist sistemin egemen olduğu tüm dünyada değişik biçim
ve ölçülerde yaşanıyor. Bu bazı ülkelerde siyasal alandaki hukuksuzluklar,
insan haklarının çiğnenmesi, bazılarında ülkedeki farklı cins, kimlik ve
inançlara karşı yapılan ayrımcılık biçiminde yaşanıyor.
Ancak hepsinde görülen ortak
adaletsizlik ekonomik alanda yaşanıyor. Örneğin dünyada gelir ve servet
eşitsizliği hiç bu kadar yüksek boyutlara erişmedi. Öyle ki dünyanın en zengin
8 insanı 3,5 milyar insanın sahip olduğundan daha fazla bir servete sahip.
Türkiye ise siyasal, sosyal ve ekonomik adaletsizliklerin bir arada yaşandığı
ülkelerden biri maalesef.
Sosyal adalet talebi yüzyıllardır devam ediyor…
Bir toplumda yaygın bir adaletsizlik
durumu varsa buna karşı tepkinin oluşması da normaldir. Nitekim toplum
bütünüyle bu gelişmelere sessiz kalmadı ve sosyal adalet talebini yüksek sesle
dillendirildi. Eşine az rastlanır haftalar süren bir uzunlukta ve yüz binlerin
katılımıyla bir “adalet yürüyüşü ve mitingi” yapıldı ve bunu “adalet nöbetleri”
izledi. 2017 yılına ilişkin önemli gelişmelerden bazıları bunlardı.
Aslında yüzlerce yıldır insanlar
eşitlik, adalet ve daha iyi bir yaşam talep ediyorlar ve bunun için mücadele
ediyorlar. Filozoflar, duyarlı bilim insanları bu yönde sayısız ideolojiler
ürettiler. Hepsinin ortak noktası eşitlik, adalet ve kamu yararının
sağlanmasıydı, gözetilmesiydi.
Örnek olarak sosyal adalet üzerine
yapılan çalışmalar 15. ve 16.yüzyıla kadar gidiyor. Thomas Moore ve
16.-17.yüzyılda T. Campenalla sosyal adalet konusunda ciddi çalışmalar
yürüttüler. Bu çalışmalar Moore’nin ünlü yapıtı ‘Ütopya’sının, diğerininki ise
‘Güneş Şehri’ adlı yapıtının ortaya çıkmasını sağladı. Yani adaletsizlik
olgusunun varlığı ve yaygınlığı bunu ortadan kaldırmaya dönük ütopyaların da
üretilmesini sağladı.
Kapitalizm altında sosyal adalet sağlanır mı?
Diğer yandan Marksistlere göre,
19.yüzyılda Marx ve Engels’e kadar bu filozofların hiçbiri konuyu doğrudan emek
sömürüsü, işçi sınıfının ezilmişliği gibi kapitalizmin ortaya çıkardığı
sorunlarla doğrudan ilişkilendirmedi. Dolayısıyla da önerdikleri sosyal adalet
anlayışı işçi sınıfının eline, özgürleşmiş emek, barış, özgürlük, eşitlik ve
sosyal adaletin temelini oluşturan bir araç ya da bir pusula sunamadı (1).
Örnek olarak T. Moore “özel mülkiyeti
şeytan olarak” nitelemişti. Owen ve Sismondi gibi 18. ve 19.yüzyıl ütopyacı
sosyalistleri de sadece sosyalist fikirlerin yaygınlaştırılmasıyla (bunun
dışında her hangi bir mücadeleye girişmeksizin) sosyalizmin kurulabileceğine
inanmışlardı.
Bu nedenle de sosyalist fikirleri
savunan ancak sosyalizme nasıl ulaşılabileceğini bilmeyenlere tarihte “ütopyacı
sosyalistler” dendi. Marksistlere göre, bunların temel sorunu ücretli emeğin
doğasını tam olarak anlayamamak, sosyal gelişmenin kanunlarını bilmemek, sınıf
mücadelesinin gerekliliğini kavrayamamak ve proletaryanın toplumu
dönüştürmedeki öncü rolünü anlayamamaktı.
Marksist görüşe göre, Marks ve Engels’in
başlattığı ve 20.yüzyılda Lenin ile sürdürülen “devrimci-bilimsel sosyalist
teori” diğerlerinin bu açmazlarını giderdi (2).
Adil bir kapitalizm mümkün değil, reel sosyalizm deneyimi ise sorunlu
Günümüz adaletsizliklerinin kaynağı
emperyalist-kapitalist sistem, her hangi bir kraliyet sarayı veya finans
merkezi gibi devrimci kalabalıkların ele geçirebilecekleri mekânlar gibi fiziki
bir şey olmadığı gibi, idealist gösterilerle yıkılabilecek bir şey de değil. Ya
da ana akım iktisatçıların veya iş dergilerinin editörlerinin yaptığı gibi
akılcı politikalarla üzerinde düzeltmeler yapabileceğimiz bir ekonomi
politikası alanı değil (3).
Diğer yandan sosyal adaletin
sağlanabilmesi sadece ücretli emek sömürüsünün veya piyasaların kaldırılmasıyla
(dolayısıyla da kapitalizmin kaldırılmasıyla) mümkün değil.
Bir başka anlatımla 20.yüzyıl reel
sosyalizminde görüldüğü gibi sadece mülkiyeti kolektif hale getirerek ve
piyasaları ortadan kaldırarak sosyal adaletçi, özgürlükleri, emeği ve doğayı
merkezinde tutan bir sosyalizmi kurmak mümkün olmuyor. Bunun için bu yüzyıla
özgü bir sosyalizm ve bunun üstünden şekillenen bir sosyal adalet tanımına
ihtiyaç var.
Gelecek umutsuz değil, umut dolu…
Teorik olarak kapitalizmin yerini neyin
alabileceğini söyleyebilmek mümkün olsa da, pratikte bunun ne olacağını
kestirebilmek zor. Ancak geleceğimizin politik olarak belirlenmemiş olması,
otoriter rejimler, faşizm, barbarlık ve 3. Paylaşım Savaşı gibi felaket
senaryolarına rağmen umutlu olmamız için yeterli bir neden.
Çünkü kapitalizmin sadece eski
teknolojilerin ve üretim biçimlerinin yaratıcı yıkıcısı değil, aynı zamanda
eşitsizliklerin ve doğal felaketlerin de kaynağı olduğunu iyi biliyoruz. Bu
bağlamda içine girdiği derin krizler daha adil ve yaşanılabilir bir gezegen ve
toplum yaratabilmek için iyi bir fırsat olabilir.
Adil bir toplumun kurulması mümkün?
Bazılarına göre bu sadece bir ütopya.
Ancak insanların antik çağlardan bu yana (tıpkı sosyal adalet için olduğu gibi)
örneğin uçmak için de hayaller kurdukları gerçeği unutulmamalı. Nitekim önce
balonlarla uçmayı denediler ve çoğu kez de başarısız oldular, felaketlerle
karşılaştılar. Ancak bıkıp usanmadılar ve sonuçta alüminyum kanatları olan
modern uçaklar yaptılar. Bazılarımız birinci sınıf koltuklarda ya da özet
jetler içinde, bazılarımız ise ekonomi sınıfında olsa da artık uçabiliyoruz.
Diğer yandan insansız hava araçları gibi araçlarla da insanları havadan yok
edebiliyoruz. Yani teknoloji insanlığa büyük imkânlar tanıdığı gibi, onu yok
edebiliyor da.
Eski rüyalarımızı (bizleri zor
seçeneklerle karşı karşıya bıraksalar da) gerçekleştirebiliriz. Bu bağlamda
duygusal enerjimizi harekete geçirmenin tarihsel koşulu iyimserliğimizi
korumaktır. Sonuçta başarı büyük ölçüde politik vizyonumuza, isteğimize ve
kararlılığımıza bağlı olacaktır(4).
Howard Zinn’in ABD Halklarının Tarihi adlı
eserinde söylediği gibi:
“En azından harekete geçersek, eylersek, büyük ütopik geleceği beklemek zorunda kalmayız. Gelecek, bugünlerin sonsuz halefidir ve bugün insanlığın yaşaması gerektiğini düşündüğümüz gibi yaşaması için, çevremizde kötü olan her şeye başkaldırmanın kendisi fevkalade bir zaferdir, haksızlığa isyanın kendisi bir zaferdir.”
“En azından harekete geçersek, eylersek, büyük ütopik geleceği beklemek zorunda kalmayız. Gelecek, bugünlerin sonsuz halefidir ve bugün insanlığın yaşaması gerektiğini düşündüğümüz gibi yaşaması için, çevremizde kötü olan her şeye başkaldırmanın kendisi fevkalade bir zaferdir, haksızlığa isyanın kendisi bir zaferdir.”
Özgürlüklerin
kısıtlanmadığı, sosyal adaletin tam olarak sağlandığı, umut, barış ve huzur
dolu bir yeni yıl dileğiyle…
……………..
(1) What is Marxism and Leninism, abc of social and political knowledge, Progress Publishers Moscow, 1987, s. 12-16.
(2) Agk., s. 17.
(3) Wallerstein, Collins, Mann, Derluguian, Calhoun, Does capitalism have a future?), ,Oxford Press, 2013, içinde “The Next Big Turn”, s. 7.
(4) Agk.,s. 7-8.
……………..
(1) What is Marxism and Leninism, abc of social and political knowledge, Progress Publishers Moscow, 1987, s. 12-16.
(2) Agk., s. 17.
(3) Wallerstein, Collins, Mann, Derluguian, Calhoun, Does capitalism have a future?), ,Oxford Press, 2013, içinde “The Next Big Turn”, s. 7.
(4) Agk.,s. 7-8.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder