2018 BÜTÇESİNDE BÜTÇE HAKKINI ARAMAK!
Mustafa Durmuş
3 Ocak 2018
2108 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Aralık
ayının son haftasında Meclis’te kabul edildi. Böylece hükümete 1 yıllık
faaliyetleri için hem resmen onay verildi, hem de vergi toplama ve harcama
yetkisi verildi.
Bütçe çok önemli siyasal, ekonomik ve
yönetsel bir belge, bir kanun. Sosyal sınıflar arasındaki mücadelenin en önemli
alanlarından biri ve egemen - yöneten sınıfların en önemli ekonomi ve maliye
politikası aracı. Aynı zamanda hükümetlerin emek, demokrasi, sosyal hak ve
özgürlükler konusundaki duruşlarının en önemli göstergelerinden biri.
Bu bağlamda 2018 bütçesi 762,8 milyar
liralık bir harcama ve 684,4 milyar liralık bir gelirin, 78,4 milyar bütçe
açığının hedeflendiği bir iktisadi ve siyasi belge ve ekonominin bütünü ve
toplumsal sınıf ve kesimler üzerinde önemli etkilere neden olacak bir politika
aracı niteliğinde.
Böyle hayati etkilere sahip bulunan bir
mali kaynağın nasıl kullanılacağına ilişkin olarak toplumun bütününün rızasının
alınması ve bu kaynağın her aşamada sıkı bir biçimde denetlenmesi beklenir.
Bir başka deyimle, üretenlerin, değeri
yaratanların yani işçilerin, emekçilerin, halkın, vergi mükelleflerinin, özcesi
ülkede yaşayan herkesin, doğrudan ya da dolaylı mekanizmalar aracılığıyla
ödedikleri vergilerin nerelere harcandığını ya da harcanmadığını
denetleyebilmeleri gerekir.
Bu denetim bütçenin hazırlanması,
uygulanması ve sonuçlandırılması sırasında yani bütün bir bütçe sürecinde
yapılabilmelidir.
Bütçe Hakkı: Parlamenter demokrasinin olmazsa olmazı!
Tam da bu ihtiyaçtan ötürü, bir ülkede
halkın ne için, ne kadar vergi ödediğinden, bu vergilerin hangi kamu
harcamalarına nasıl harcandığından, ne için ve ne kadar borç alındığından
haberdar olması ve bu araçları denetleyip yönlendirebilmesine “Bütçe Hakkı” adı
veriliyor.
1215 yılında Britanya’da, Magna Carta
ile ilk kez kralın vergi toplama ve harcama yetkilerinin kısıtlanması ve
kamunun kontrolüne bırakılması ile başlayan süreç günümüze kadar kurumlaşmış ve
burjuva demokrasilerinin olmazsa olmazı haline gelmiştir. Ancak günümüzde bütçe
hakkını konuşurken iki önemli konunun özellikle altını çizmek gerekiyor.
Özgürce ifade, basın ve örgütlenme hakkı temel bir bütçe hakkıdır!
Bunlardan ilki bütçe hakkının kapsamı
ile ilgili. Genelde bütçe hakkı denildiğinde bu hak eğitim, sağlık, sosyal
güvenlik ya da sosyal konut gibi ekonomik ve sosyal haklarla
ilişkilendiriliyor.
Oysa en az onlar kadar önemli diğer
haklar (özellikle de OHAL koşullarında) düşünce, ifade özgürlüğü, basın
özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü gibi temel insan hakları ve bu haklar ekonomik
haklardan daha az önemli değil. Bu hakların güvence altına alınmasının kararlı
bir biçimde savunulması gerekiyor. Çünkü bütçe hakkının olabilmesi ve ekonomik
hakların hayata geçebilmesi için öncelikle insanların düşünce, ifade ve
örgütlenme özgürlüğüne ve özgür bir basına sahip olmaları gerekiyor.
Para basma- enflasyon gizli bir vergilendirmedir
İkincisi hükümetlerin vergi dışı kaynak
yaratma yollarıyla ilgilidir. Yani hükümetler sıklıkla, topladıkları vergilere
ilave olarak, örneğin aşırı miktarda para basma gibi enflasyonist finansman
yollarıyla da harcamalarını fonlama yoluna giderler.
Bu, halktan vergi almak biçiminde
doğrudan bir etki yaratmadığı için gözden kaçsa da, halkın refahını azaltan,
onu yoksullaştıran çok önemli bir yoldur. Bu nedenle de hükümetlerin bu yolla
örtülü bir biçimde vergi almalarının önlenmesi de bütçe hakkının zorunlu bir
parçasıdır.
Yani özellikle yüksek enflasyon
hükümetlerin halktan devlete kaynak aktarmasının, halkın elindeki gelire el
koymasının dolaylı bir yoludur. Enflasyon arttıkça bu el koyma oranı da artar.
Bu bağlamda Türkiye’de iki haneli
rakamlardaki yüksek enflasyon, hem paranın değerinin düşmesi nedeniyle yoksul
halkın gelirinin bir kısmına daha el konulması, hem de hem de vergilerin yüzde
70’ine yakın bir kısmını enflasyonist fiyat hareketlerinden etkilenen değer
üzerinden alınan KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerden oluşması adeta bir vergi
etkisi yaratıyor ve halkın daha da yoksullaşmasına neden oluyor.
Yüksek enflasyon altında hükümet ise
daha fazla borçlanabilmek için faiz oranlarını da yükseltmek durumunda kalarak
bu kez bankalar gibi finans kapitale kaynak aktarıyor.
Kısaca sadece ağır vergiler, yüksek
kamusal hizmet fiyatlaması ile değil, hem enflasyon hem de artan devlet
borçlanması gibi yollarla farkında olmaksızın halka karşı kullanılabilecek
türden çok miktarda devlet harcamasını da fonlamak durumunda kalıyoruz.
2018 Bütçesinde bütçe hakkı yok!
Ortaya koyduğumuz bu teorik çerçevede, 1
Ocak’tan itibaren yürürlüğe giren 2018 Bütçesi’ndeki bütçe hakkını ortadan kaldıran
bazı önemli noktalar şöyle özetlenebilir:
►Bütçe hazırlanırken (5018 Sayılı Kanun
gereğince merkeziyetçi bir bütçe yapım süreci öngörüldüğünden) ne kadar ve
nasıl vergi toplanacağı ve bunların hangi biçimlerde harcanacağı konusunda
halka ya da onun örgütlerine danışılmadı. Ayrıca normalde dört ay gibi bir
sürede hazırlanan bütçe bu yıl sadece haftalara sığdırıldı.
Bunun alternatifi ise, en aşağıdan, yani
sokak, mahalle, halk, iş yeri meclislerinden kısaca toplumun en altta, en
yereldeki örgütlenmelerinden başlayarak bütçenin yapılması. Buna uygulamada
“katılımcı bütçe”, “demokratik bütçe” ya da “halk bütçesi” deniliyor ve bu
bütçeler bazı Latin Amerika ülkelerinde uygulanıyor.
►Halkın bütçe süreçlerinden dışlanması
yapılan harcamaların ve toplanan vergilerin denetlenmesi sırasında da ortaya
çıkıyor. Türkiye’de gerçek bir bütçe denetimini önleyen uygulamalar şu
biçimlerde kendini gösteriyor:
(i) Sayıştay tam bir denetim yapamıyor:
T.B.M.M. adına tüm kamu kurumlarının dış
denetimini yapan Sayıştay’ın denetimi aslında egemenlerin kendi iç hesaplarının
bir kontrolü gibi. Yani yapılan harcamalarla halka dönük hangi ihtiyaçların ne
ölçüde karşılandığını içeren bir denetim değil.
Buna rağmen son yıllarda merkezi yönetim
altındaki idareler Sayıştay’a gerekli bilgi ve belgeleri sunmadığından ya da
eksik sunduklarından Sayıştay’ca son derece daraltılmış bir dış denetim dahi
yapılamıyor.
(ii) Yedek ödenek artış sınırlarının yasal sınırların ötesinde aşılıyor:
Sayıştay’ın Uygunluk Bildirim Raporu’na
göre (1), 2016 yılında, yedek ödenek tutarı 35.480.714.953,00 liraya ulaştı. Bu
tutar, 582.809.360.232,33 liralık genel bütçeli idareler yıl sonu toplam
ödeneğinin yüzde 6,09’una denk düşüyor. Oysa 5018 Sayılı Kanunun 23. maddesine
göre yedek ödenek tutarının genel bütçe ödeneklerinin yüzde 2’sini aşmaması
gerekiyor.
Yani yedek ödenek kullanımı yasaya
aykırı bir biçimde üç kattan fazla gerçekleşti. Böylece yedek ödenek artışı
sınırına uymayarak siyasal iktidar Bütçeyi istediği gibi kullandı. Artık bir
rutine dönüşen yedek ödenek sınır aşımının 2018 bütçesinde de gerçekleşmesi
beklenmeli.
(iii) Yasal olmayan biçimde ödenek üstü harcamalar yapılıyor:
Ödenek üstü harcamalar 2016 yılında 21,3
milyar lira oldu, böylece de toplam ödeneklerin yüzde 3,4’üne ulaştı. Oysa yasa
gereğince: “Genel veya kısmi seferberlik, savaş ilanı veya Bakanlar Kurulu
kararıyla zorunlu askeri hazırlıkların yapıldığı olağanüstü hallerde ve Millî
Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı
bütçeleriyle sınırlı olmak üzere getirilen istisna” hükmü dışında ödenek üstü
gider yapılmasına cevaz veren bir düzenleme bulunmuyor (2).
Ayrıca gerektiğinde ek bütçe
yapılabiliyor. Keza yedek ödenek uygulaması söz konusu. Ancak hükümet hem yedek
ödenekleri yasal sınırın çok ötesinde kullanıyor, hem de ödenek üstü harcamalar
yapıyor. Böyle bir seferberlik ya da savaş durumu olmamasına rağmen ödeneklerin
neden aşıldığı, bu kaynakların para nereye harcandığı ise bilinmiyor. Bu
alışkanlık da sürdürülecektir.
(iv) Önemli bir miktarda gelir ve harcama bütçe dışı fonlarda tutularak bu
faaliyetlerin Meclis’in denetiminden kaçırılması sağlanıyor.
Bu fonlar; Başbakanlık Tanıtma Fonu,
Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu, Özelleştirme Fonu,
Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu ve Savunma Sanayini Destekleme Fonu gibi
fonlar. Ayrıca İşsizlik Sigortası Fonu adlı büyük bir fon Sosyal Güvenlik
Kurumu altında yer alıyor.
Bu fonların gelirleri, Gelir Vergisi,
ÖTV, Kurumlar Vergisi, trafik cezaları, milli piyango gelirleri ve asıl olarak
da genel bütçeden yapılan aktarmalardan oluşuyor. Gelirleri ve giderleri Meclis
onayına bağlı olmadığından siyasal iktidarlara büyük kolaylık sağlayan bu
fonların denetimleri ise ciddi bir sorun. Zira 2010 yılından bu yana
Sayıştay’ın denetimine tabi olsalar da bütçe dışı fon niteliğinde olduklarından
diğerleri gibi ödeneklerinin tahsisi konusunda TBMM’nin bir denetimi söz konusu
değil.
(v) İşsizlik Sigortası Fonu gelirlerinin önemli bir kısmı amaç dışı
kullanılıyor:
2002 yılında kurulan bu fonun toplam
varlığı 116 milyar liralık büyüklüğe erişti. Kuruluşundan Mart 2017’ye kadar
Fona 8,3 milyon işsiz başvurdu, bunlardan sadece 5,3 milyon işsize 15 yılda
toplam 15,5 milyar lira ödeme yapıldı. Böylece ödeme oranı yüzde 15’te kaldı.
Fon genelde amacı dışında, örneğin bütçeye yama yapmak, ulaştırma projelerine
kaynak aktarmak amacıyla kullanıldı.
(vi) Bütçenin E Cetveli’nde yer alan ve sayısı her yıl çoğalan “Özel Hesap”
uygulaması giderek yaygınlaşıyor:
Bunlar bütçe dışı fonlara benziyor. Bu
hesapların ‘Bütçe Dışı Fon’lardan farkı bu hesaplara ait bir kanun ya da
yönetmelik vs biçiminde bir düzenlemenin bulunmaması. Böylece bu uygulamalar
ile halkın parasının harcanması,
muhasebeleştirilmesi ve denetlenmesi tamamen etkisiz hale getirilebiliyor, yetkiler TBMM’den alınıp bakanlara verilebiliyor.
Bu, kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter sistemin fiilen işlevsiz hale getirildiğini gösteren çok sayıda örnekten biridir.
muhasebeleştirilmesi ve denetlenmesi tamamen etkisiz hale getirilebiliyor, yetkiler TBMM’den alınıp bakanlara verilebiliyor.
Bu, kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter sistemin fiilen işlevsiz hale getirildiğini gösteren çok sayıda örnekten biridir.
(vii) Bütçe dışında tutulan harcamalar (doğrudan yükümlülükler, koşullu
yükümlülükler ve borç üstlenimleri):
Bu yıldan itibaren devletin bütçesinde
ve kamu finansmanı hesaplarında ciddi düzeyde açıklara neden olabilecek bazı
projelerin sözleşmeden doğan ödemeleri nedeniyle kamu açığı artacak. Bu da kamu
borçlanma gereğini ve kamu borç stokunu artıracak.
Bu, önümüzdeki 25 yıl boyunca yerli ve
yabancı büyük sermaye gruplarına kamu kaynaklarının aktarılacağı ve bunun
bedelinin de yüksek faiz ödemeleri, vergiler, zamlar ve sosyal harcamalardan
kısmak biçiminde tüm toplumca ödeneceği anlamına geliyor.
Kamu-Özel İşbirliği Projeleri: Karı sermayeye aktarmanın, zararı kamuya
yıkmanın yolu…
Bu projeler; “Kamu Özel İşbirliği” ya da
“Kamu Özel Ortaklığı” adıyla hayata geçirilmekte olan projeler. Bir rapora göre
(3), 2006 -2016 dönemini kapsayan dönemde toplam 135 milyar dolarlık 48 alt
yapı projesi yürütüldü ve bunların büyük bir kısmı dış piyasalardan sağlanan
10-15 yıllık döviz kredisiyle yapıldı (1-5 yıllık ön ödemesiz sürelere sahip).
Merkez Bankası’na göre, döviz kredilerinin 46 milyar doları bu projelerle
ilgili ve bunun 31 milyar doları satın alma garantisine sahip projeler olmaları
nedeniyle (Osmangazi Köprüsü ve Avrasya Tüneli gibi) döviz kuru riskine ve
talep şoklarına karşı korunmuş durumda. Dolayısıyla bir zarar doğduğunda bu
zarar kamuya aktarılabilecek.
Prof. Dr. Uğur Emek’e göre bu
projelerden dolayı kamu riski ve zararı nasıl şöyle oluşuyor (4):
1991-2013 yılları arasında Türkiye’de
yatırım tutarı 79,2 milyar Euro olan toplam 174 adet KÖİ projesi sözleşmeye
bağlandı. Bu projelerle ilgili olarak biri doğrudan (bütçe içinde) ve diğeri
koşullu yükümlülük biçiminde (bütçe dışında tutulan) iki tür risk mevcut.
Şehir hastaneleri: Bütçe dışında
çıkartılmış devasa sağlık kompleksleri!
Şehir hastaneleri ilkinin en somut
örneği. 2016 yılı ortası itibariyle 20 şehir hastanesinin yatırım bedeli 10,2
milyar avro ve Sağlık Bakanlığı’nın bu tesisler için ödeyeceği kira yıllık
(doğrudan yükümlülük) toplamda (kira+isteğe bağlı hizmet bedeli) 2,280 milyar
avro. Bu kiraların 25 yıl boyunca toplam tutarı ise 57 milyar avro.
Bugüne kadar imzalanan sözleşmelerde
yıllık ödeme taahhüdü yaklaşık yatak başına 72 bin avro. Bu haliyle yaklaşık 43
bin yataklı şehir hastanelerinin yıllık hizmet bedeli ödemesi Bakanlık
bütçesinin yaklaşık yüzde 39’unu oluşturuyor (hizmet bedeli ödemesi Bakanlığın
yatırım bütçesinin 1,7 katı).
Bu ödemeler için merkezi hükümet
bütçesinden bu tutarda yeni bir ödenek ayrılacak ya da Bakanlık kendisine
tahsis edilen hali hazırdaki ödeneğindeki öncelikleri gözden geçirecek.
2018 bütçesine yansıyan ilk zarar
Nitekim şehir hastaneleri 2017 yılından
itibaren faaliyete alındığından ve yine ulaştırma yatırımlarında koşullu
yükümlülükler de 2017 yılından itibaren ortaya çıktığından; 2018 yılı bütçesine
ulaştırma projelerinin koşullu yükümlülükleri için yapılacak ödemeler de dâhil
olmak üzere toplam 6,2 milyar TL tutarında ödenek konuldu. Yeni şehir
hastaneleri faaliyete alındıkça, gelecek yıllar bütçelerinde bu ödenek kat ve
kat artacak.
4 büyük ulaştırma projesi için şirketlere 22,5 milyar avroluk gelir farkı
ödenecek!
Ulaştırma projeleri ise ikinci grup olan
koşullu yükümlülüklerin somut örnekleri. Bu projelerle ilgili olarak devlet,
ulaştırma sektöründe gerçekleştirilen projelerde talep/kullanım garantisi
(otoyollarda araç geçiş garantisi, ya da yolcu geçiş garantisi gibi) sağlıyor.
Talep gerçekleşmesi, projeksiyondan düşükse aradaki fark sözleşmede belirtilen
ücretten devlet tarafından yatırımcıya ödeniyor (Osmangazi köprüsünde olduğu
gibi). Yani ulaştırma yatırımlarında ücretleri kullanıcılar ödüyor.
Gerçekleşen gelir, başlangıçta öngörülen
ve özel sektöre taahhüt edilen gelirden düşük olursa aradaki fark vergi
gelirlerinden yatırımcıya ödeniyor (bu nedenle koşullu yükümlülük
deniliyor).
Diğer bir deyişle bu sözleşmelerde asgari gelir garantisi sağlanıyor. 4 ulaştırma projesinde yatırım tutarı 37,2 milyar avro ve verilen gelir garantisi ise 22,5 milyar avro.
Diğer bir deyişle bu sözleşmelerde asgari gelir garantisi sağlanıyor. 4 ulaştırma projesinde yatırım tutarı 37,2 milyar avro ve verilen gelir garantisi ise 22,5 milyar avro.
Hazine’nin 13,2 milyar dolarlık borç üstlenim garantisi
Bu iki yükümlülük dışında, KÖİ
bünyesindeki projelerle ilgili olarak Hazine’nin üstlendiği bir başka
yükümlülük daha söz konusu. Devletin cömert bir biçimde gelir garantisi verdiği
KÖİ sözleşmeleri uluslararası piyasalardan kredi bulmakta zorlanıyor. Bu
projelere kredi bulunmasını kolaylaştırmak amacıyla, iş zora girdiğinde Hazine
Müsteşarlığı’na borç üstlenim taahhüdü sağlama görevi verildi.
Borç üstlenimi mekanizması, KÖİ
projeleri kapsamında proje sahibi idare ile projeyi gerçekleştirecek olan
şirket arasında düzenlenen sözleşmelerin süresinden önce feshedilmesi ve
tesisin kamuya devredilmesi durumunda fesih tarihine kadar yapılan işler için
kullanılmış olan dış finansmanın kamu tarafından üstlenilmesi ile devreye
giriyor. Resmi açıklamaya göre, Hazine garantili dış borç stoku 2017 Haziran
ayı itibarıyla 13,2 milyar dolar olarak gerçekleşti.
KÖİ projeleri ile önümüzdeki 25 yıl için
hem toplum, hem de Hazine ciddi borç altına giriyor. Bu sözleşmelerin hem bütçe
açığını, hem de kamu borçlarının yüksekliğini gizlemenin bir aracı olarak
kullanıldığı da ortada. Bu yönleriyle KÖİ ile bütçe hakkı bir kez daha ihlal
ediliyor.
(viii) Yıl sonu kullanım ile başlangıç ödenekleri arasındaki sapma artıyor:
2018 M.Y. Bütçe Kanunu Tasarısında bütçe
harcamalarının GSYH içindeki payı yaklaşık yüzde 35. Bütçe dışında kalan diğer
harcamalar dâhil edildiğinde bu oran daha da büyüyor. Diğer yandan bütçedeki
başlangıç ödeneklerine bağlı kalınmıyor, genelde fiilli kullanımlar başlangıç
ödeneklerini aşıyor. Öyle ki Sayıştay’ın adı geçen raporuna göre (5), 2016
yılında başlangıç ödeneğini en fazla aşan 20 kurumdaki sapma oranları yüzde 64
ile yüzde 481 arasında değişiyor.
(ix) T. Varlık Fonu:
15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin
ardından, 1 Ağustos’ta kurulan T. Varlık Fonu’nun bugün itibariyle 200 milyar
dolarlık bir varlığı olduğu, yani 2018 M.Y. Bütçesi’nin büyüklüğüne sahip bir
büyüklüğünün olduğu biliniyor.
İçinde Özelleştirme Fonu, TMSF, TCZB,
Halk Bank, BİST de dâhil olmak üzere toplumun bütününe ait tüm varlıkları
barındıran bu Fon, Sayıştay denetimi de dâhil hiçbir kamusal denetime (Meclis,
Hükümet ya da Bakanlıklar) tabi değil. Uluslararası denetim firmalarınca denetiminin
yaptırılacağı ileri sürülse de şu ana kadar her hangi bir denetim raporu ya da
faaliyet raporu açıklanmadı. Dahası Torba Yasa’ya eklenen bir madde ile T.
Varlık Fonu’na Hazine’den kaynak aktarılması mümkün olabilecek. Bu fonun
varlığı da bütçe hakkının ihlali demektir.
Başkanlık sisteminde bütçe hakkının adı yok!
Bu yeni rejim altında, kimden ne kadar
vergi alınacağı, kimlere vergi muafiyet ya da istisnası tanınacağı, hangi
kuruluşlara ne kadar ödenek verileceği, ne kadar borçlanılacağı gibi bütçe hakkını
doğrudan ilgilendiren konular hükümetin ya da Meclis’in uhdesinde değil,
Cumhurbaşkanlığının uhdesinde olacak.
Şöyle ki 161. Madde ile artık Bütçe
kanun teklifi Hükümet tarafından değil, Saray’da hazırlanacak ve bu teklifi
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Hükümet değil, Cumhurbaşkanı sunacak. Meclis’in
bu teklifi reddetmesi (kanunun çıkarılamaması) durumunda, bir önceki yılın
bütçesi yeniden değerleme oranına göre artırılarak uygulanacak.
Böylece fiilen bütçe yapma yetkisi
Meclis’in elinden alınmış olacak. Keza bütçe denetiminin son aşaması olan Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı da Cumhurbaşkanı tarafından Türkiye Büyük Millet
Meclisi’ne sunulacak. Böylece bitmiş bir yıla ait bütçe sürecinin resmi olarak
sonlandırılmasında da son sözü Cumhurbaşkanı söylemiş olacak.
……………
(1) Sayıştay Genel Uygunluk Bildirim Raporu, Eylül 2017, s. 20-21.
(2) Agr. s. 29.
(3) BNP Pariba, EM Strategy: Turkey- Economy and Markets, December 2016.
(4) http://uemek.blogspot.com.tr/…/kamu-ozel-isbirligi-koi.html….
(5) Sayıştay, agr., s. 19.
(1) Sayıştay Genel Uygunluk Bildirim Raporu, Eylül 2017, s. 20-21.
(2) Agr. s. 29.
(3) BNP Pariba, EM Strategy: Turkey- Economy and Markets, December 2016.
(4) http://uemek.blogspot.com.tr/…/kamu-ozel-isbirligi-koi.html….
(5) Sayıştay, agr., s. 19.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder