KÜRESEL
LİKİDİTE BOLLUĞU TÜRKİYE İÇİN NE ANLAMA GELİYOR? (1)- Su hep akar mı?
Mustafa
Durmuş
15
Eylül 2019
Ekonominin gündemi bugünlerde son derece yoğun. Temmuz
ayı cari hesap dengesi (+) 1,158 milyar dolar oldu (1). Yani ekonomi 1,2 milyar
dolara yakın bir cari fazla verdi. Yıllıkta bu fazla 4,4 milyar dolara ulaştı.
Bu gelişmede küçülen ekonominin ve bunun paralelinde iyice azalan ithalatın
etkisi büyük.
Hükümet faizde bir adım daha attı ve politika faizini
yüzde 3, 25 puan daha düşürdü (2). Böylece bir ayda toplamda faizde yüzde 7,50
puanlık bir indirim yapmış oldu. Bunun ardından TOKİ vadesinden önce borcunu
kapatmak isteyen konut alıcılarına yüzde 22 oranında indirim yapacağını duyurdu
(3). Doların kuru ise (iniş çıkışlara rağmen) 5,60 - 5,80 aralığında istikrarlı
seyrediyor.
Son olarak Hükümet, 45 sayılı Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi ile Borçlanma Genel Müdürlüğü adı altında yeni bir genel müdürlük
kurdu ve başına da piyasalardan (Hazine’den değil) birini genel müdür olarak
oturttu.
Beklendiği gibi tüm bu gelişmeler Hazine ve Maliye
Bakanı tarafından müjdeli haber tadında verildi. Bakan ayrıca enflasyonun tek
haneye ineceğini de müjdeledi.
Ekim başında açıklanacak Eylül ayı enflasyon verisinin
geçen yılın aynı ayına göre çok düşük çıkması bekleniyor. Bu da (baz etkisinden
dolayı) yıllık enflasyonu yüzde 10’a kadar düşürebilir. Bu aynı zamanda döviz
kurunun da neden yükselmediğini (hatta (10-20 kuruş bandında inip-çıktığını)
kısmen açıklıyor. Enflasyon beklentisi düştüğünde dövize yönelim azalıyor. Bu
da kuru düşürüyor.
BAZ
ETKİSİYLE DÜŞEN ENFLASYON KURU BASKILIYOR YA SONRA?
Ancak burada da atlanmaması gereken iki husus var. İlk
olarak baz etkisi Eylül’den sonra ortadan kalktığında, böylece enflasyon tekrar
yükseldiğinde döviz kuru de yükselecektir. İkinci olarak döviz kurunu
baskılayan asıl faktör ekonomideki küçülme, ithalat ihtiyacının azalması gibi
ekonominin yapısal dışa bağımlılık hali. Ekonomi tekrar büyümeye başladığında
mekanizma tersinden işleyecek ve kur da yükselecektir.
Keza bu yılın son
çeyreğinde vadesi gelen dış borç ödemeleri de dövizi yükseltecektir.
Bu nedenle de Merkez Bankası 2019 yılsonu döviz kuru
(ABD Doları/TL) beklentisi bir önceki anket döneminde 5,90 TL iken, bu anket
döneminde 6,00 TL'ye yükseldi. 12 ay sonrası döviz kuru beklentisi ise aynı
anket dönemlerinde sırasıyla 6,27 TL ve 6,35 TL olarak gerçekleşti (4).
KÜRESEL
FİNANSAL GENİŞLEME MÜJDESİ (!)
Bu gelişmelere paralel olarak, AKP’nin bir kez daha
küresel finansal genişlemeden yaralanarak birkaç yıl daha idare edebileceği, en
azından ekonomik krizin hafifleyebileceği ve krizden çıkışın hızlanabileceği
yönünde yorumlar yapılmaya başladı.
Tüm bunlar ne anlama geliyor? 17 yıllık siyasal
iktidar bir kez daha uluslararası ekonomik konjonktürdeki olumlu (!) gelişmeler
sayesinde inişini durdurabilecek, kendinden kopmalara son vererek dağılmasını
önleyebilecek mi? Umutlarını ekonomik krize bağlamış bazı çevrelerin hevesi bir
kez daha kursağında mı kalacak? Bu ve benzeri sorular muhtemelen siyaset ve
ekonomi ile ilgilenenlerin aklındaki sorular bugünlerde. Bu nedenle de
yanıtlanmaları gerekiyor.
KRİZ
TEK BAŞINA OLUMLU YÖNDE POLİTİK DEĞİŞİMİ SAĞLAMAYA YETMEZ
Öncelikle hiçbir ekonomik krizin, örgütlü, bilinçli
bir toplumsal muhalefet ve bu muhalefetin güçlü bir işçi sınıfı hareketiyle
desteklenmiş demokratik mücadelesi olmadığı sürece, tek başına bir siyasal
iktidarı yerinden etmeye gücünün yetmeyeceğinin altını çizmek gerekiyor. Bu
yüzden de değişimin tek başına ekonomik krize bel bağlanarak gerçekleşeceğini
ileri sürmek tam anlamıyla politik bir körlüktür.
Diğer yandan uluslararası ekonomik konjonktürün mevcut
iktidardan yana olduğunu söylemek (en hafif söylemle) için de çok erken. Buna
rağmen bu yönde değerlendirmeler yapılıyor.
Bu değerlendirmeleri yapanlar gerekçe olarak; dünyadaki faiz oranlarının çok
düşük düzeyde olmasını, FED başta olmak üzere büyük ülke merkez bankalarının
faiz oranlarını düşürmelerini ve trilyonlarca dolarlık negatif faizli devlet tahvillerinin
varlığını öne sürüyorlar.
ÖNCE
FED, ŞİMDİ ECB
Bu görüşlerin sahipleri küresel faiz oranları ile
ilgili söylediklerinde haksız değiller. Dahası FED ’in ardından dün Avrupa
Merkez Bankası’nın da (ECB) faiz
oranlarını düşüreceğini ve yeni bir ‘miktarsal kolaylaştırma’ programını hayata
geçireceğini açıklaması paranın bollaşacağının işareti.
The Economist’in haberine göre (5), daha önce 2020
yılının ortasına kadar faizleri yükseltmeyeceğini açıklayan ECB, bu sefer faizleri
düşürmenin yanı sıra, bankalara verilecek borcun koşullarının da iyileştirileceğini,
vadeyi 2 yıldan 3 yıla çıkartacağını ve Kasım ayından itibaren piyasadan ayda
20 milyar avroluk tahvil satın alacağını (böylece piyasaya para sürüleceğini)
açıkladı.
Kısaca görünen o ki, küresel çapta para bollaşacak.
Beklenti ise bu bol paranın (Merkez Ekonomilerdeki faiz oranları çok düşük ya
da negatif olduğundan) doğallıkla faiz oranlarının, dolayısıyla da paranın getirisinin
daha yüksek olduğu ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkelere akmaya
başlaması. Çünkü bu ülkelerdeki faiz getirisi Merkez Ekonomilerdekindekiyle
kıyaslanamayacak kadar yüksek (6).
Bu tarihsel bir gerçeklikle tam örtüşüyor: Emperyalist
sömürünün tarihsel olarak en belirgin ve en acımasız biçimlerinden biri az
gelişmiş ülkelere verdiği yüksek faizli borçlar.
Ancak bu parasal bollaşma nereye kadar sürer ve daha
önemlisi sadece faiz getirisi yüksek olduğu için bu paranın en azından bir
miktarı Türkiye’ye yönelir mi?
Bu ancak diğer koşullar sabitken ya da kötüleşmemişken
(ceteris paribus) belki mümkün olabilir. Oysa diğer koşullar sabit olmadığı
gibi, bir hayli kötüleştiler. Küresel finansal yatırımcı risk iştahı artıyor
ama bu iştah yatırımcının ülke risklerini önemsemediği anlamına gelmez.
PARASAL
BOLLAŞMANIN NEDENİ?
Bu soruya tekrar geleceğiz ama onun kadar önemli bir diğer
soruyu öncelikli olarak ele alalım: Merkez Ekonomilerdeki faiz indirimleri bu
ülkelerin ekonomilerinin ve genel olarak küresel ekonominin yeterince toparlandığı
ve daha iyi bir durumda olduğu için mi yapılıyor?
Yani küresel Merkez Bankalarının yetkilileri ve bu
kurumların ardındaki güç olan finans kapitalin sözcüleri bir araya gelip şöyle
bir değerlendirme mi yaptılar: “Ekonomilerimiz
yeterince büyüyor, bizler de yeterince kazanıyoruz. Artık yüksek faizle
azgelişmiş ülkeleri daha fazla bunaltmayalım, gelişmelerini önlemeyelim, yeni
bir finansal krizi tetiklemekten kaçınalım”. Böyle bir vicdan muhasebesi
nedeniyle mi faizleri düşürüyorlar ve parayı bollaştırıyorlar?
Bu soruya verilecek yanıtlar safça olmamalı. Çünkü
kapitalist dünyanın yöneticilerinin böyle düşünmediklerini, düşünemeyeceklerini
hem teoriden, hem de yaşayarak öğrendik. O halde bilimsel analizlerle ve
teorilerle bunun nedenlerini açıklamak gerekiyor.
YENİ
BİR RESESYON BEKLENİYOR
Hem ABD ve AB gibi Merkez Ekonomilerin, hem de
dünyanın genel olarak yeni bir resesyon riskiyle karşı karşıya olduğunu,
faizlerin indirilerek sağlanacak bir parasal genişlemeyle bu resesyondan
kaçınılmaya çalışıldığını görebiliyoruz. Bir süredir bir çok iktisatçı gibi ben
de bu resesyon olasılığı üzerine yazıyorum (7).
Yani tıpkı 2001 yılından itibaren ABD’de yaklaşan
resesyonu öngörerek, onu ötelemek için faiz oranlarının üçte iki oranında
düşürülmesi (hatta reel faizlerin 2002-2005 döneminde negatif olması), böylece
finansal genişlemeye gidilmesi gibi bir durumla (8) karşı karşıyayız. Ama bu
kez durum biraz daha ciddi olabilir zira hem ticaret savaşları sürüyor, hem
artan gelir ve servet adaletsizliği nedeniyle belli merkezlerde öbeklenen ciddi
bir tasarruf fazlası ver, hem de dünya hiç olmadığı kadar borçlu.
Reel ekonomide kârlılığını koruyamayan kapitalizm bunu
finansallaşma yoluyla, yani finansal balonlar şişirerek yapıyor. ABD’de de bu
yapıldı. Balon uzun vadeli konut kredisi sektöründe şişirildi. Ama hatırlayalım
bu balon 2007 yazında patladı ve 1929 Büyük Depresyonunun ardından kapitalizmin
gördüğü en derin kriz yaşandı ve bu Uzun Depresyon (9) yıllarca sürdü.
Düşük faizler, negatif faizli trilyonlarca dolarlık
tahvil gibi olgular, kökleri 1980’lere (özellikle de 2000’li yıllara) kadar
giden böyle bir finansallaşma olgusu ile bağlantılı.
YAPISAL
FAKTÖRLER
Britanya Merkez Bankası’ndan iki iktisatçı (10) faizlerdeki düşüşleri; demografik faktörlere,
artan küresel çaptaki eşitsizliklere, yükselen ekonomilerdeki ihtiyatlı
tasarruflardan kaynaklanan tasarruf fazlasına, yatırım harcamalarının ve
kamusal harcamaların azalmasına bağlıyor ve bu yapısal faktörlerin büyük bir
kısmının devam edeceğini ileri sürüyor.
L. Rachel ve L.Summers ise gelişmiş ekonomilerdeki
düşük faizleri kalıcı durgunluğa bağlıyorlar. Mevcut düşük faiz oranlarının
yüksek kamu borç düzeyini yansıttığını, aslında sadece özel sektör borcu söz
konusu olsaydı bu oranların çok daha düşük olacağını ileri sürüyorlar (11).
Bank of International Settlements (BIS) ise (12), tarihsel
olarak en düşük düzeydeki uzun vadeli faiz oranlarının bankaların kârlarını
düşürdüğünü, böylece üretken bir ekonomi için gerekli olan sermaye birikiminin
yavaşladığını ileri sürüyor. Finansal koşulların daha da gevşetilmesi kısa
vadede büyümeyi hızlandırsa da bunun hassasiyetleri artıracağının, kaynak
etkinliğini ve verimliliği olumsuz etkileyeceğinin ve nihayetinde artık para
politikalarının sürdürülebilir bir büyümenin motoru olmaktan çıkacağının altını
çiziyor.
Yani faiz oranlarındaki bu düşüklük, sadece Merkez Bankalarının
küresel yavaş büyümeye verdiği tepkiden değil, temel başka faktörlerden dolayı
da ortaya çıkıyor.
Kârlılığın düştüğü, küresel borç stoklarının arttığı,
dış ticaretin yavaşladığı, küresel eşitsizliklerin, işsizlik ve yoksulluğun arttığı,
verimlilik artışının yavaşladığı bir dönemde tek başına parasal bollaşma
küresel ekonomide bir iyileşme belirtisi olamaz.
Olsa olsa bu sorunların neden
olacağı bir küresel resesyonu öteleme çabasıdır.
Kısaca bu parasal bollaşma küresel kapitalizmin rahat
bir döneme girmesinin değil, yeni bir daralma dönemine girmesinin bir sonucu.
Sürdürülebilir bir şey değil. Yakın tarihte bunun örnekleri mevcut. Bu nedenle
de bu bollaşma üzerinden az gelişmiş ekonomilerin yeni kaynak sağlama hayalleri
suya düşebilir.
…devam
edecek: Delikli
kova dolar mı?
DİP
NOTLAR:
(1) TCMB,
Ödemeler Dengesi Gelişmeleri, Temmuz
2019.
(2) TCMB,
Faiz Oranlarına İlişkin Basın Duyurusu
(2019/36, 12 Eylül 2019).
(3) “TOKİ'den
ikinci indirim kampanyası”, http://www.hurriyet.com.tr
(13 Eylül 2019).
(4) TCMB,
Beklenti Anketi İstatistikleri,
Eylül 2019, s. 5 (14 Eylül 2019).
(5) “The
ECB cuts interest rates and restarts quantitative easing”, https://www.economist.com
(2 September 2019).
(6) Wolf
Richter, “Financial World Gone Nuts: $15 Trillion Negative Yielding Debt”, https://wolfstreet.com (6 August 2019).
(7) Mustafa
Durmuş, “Dünya ekonomisi yeni bir resesyona giriyor”, http://sendika63.org (28 Ağustos 2019).
(8) Mustafa
Durmuş, Kapitalizmin Krizi, 4.
Baskı, Gazi Kitabevi, 2013, s. 135.
(9) Michael
Roberts, The Long Depression,
Haymarket Books, 2016, s.113-130.
(10)
Lukasz Rachel and Thomas D Smith, “Secular
drivers of the global real interest rate”, Bank
of England Staff Working Paper No. 571 (December 2015).
(11)
Łukasz Rachel and Lawrence H. Summers, “On
Falling Neutral Real Rates, Fiscal Policy, and the Risk of Secular Stagnation”,
BPEA Conference Drafts, March 7–8, 2019
, https://www.brookings.edu (14 Eylül 2019).
(12)
Augustin Carstens, “Time to ignite all engines”, BIS, Press
Release, https://www.bis.org/events (30
June 2019).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder