KÜRESEL
LİKİDİTE BOLLUĞU TÜRKİYE İÇİN NE ANLAMA GELİYOR? (2)- Delikli kova dolar mı?
Mustafa
Durmuş
16
Eylül 2019
PARASAL
BOLLAŞMA SERMAYE AKIMLARINI NASIL ETKİLER?
Düşük faizler borç almaya niyetli ülkeler için teşvik
edici olduğu kadar, yüksek borçlu ülkeler için de (geçici de olsa)
rahatlatıcıdır. Ama bu kaçınılmaz olarak hali hazırda çok yüksek düzeylere
erişen borç stoklarının daha da artmasıyla sonuçlanır.
Ayrıca bu yüksek borçlu ülkeler uluslararası ticaret
savaşlarının sonuçlarına ve yavaşlayan küresel ekonomik büyümenin neden olacağı
şoklara diğerlerine nazaran daha duyarlıdırlar.
Böyle durumlar ortaya çıktığında ise bu ekonomilerdeki
sermaye güvenli limanlarına geri döner, bu ekonomiler ani duruş tehlikesi
yaşarlar, bu da ulusal paralarının değer yitimi ve ekonomilerinin daha fazla
zarar görmesiyle sonuçlanır.
Yani bol likidite ve düşük faizden yararlanmak ancak
bunun sürekli olabilmesiyle mümkündür. Bu da orta vadede dahi sürdürülebilir
bir şey değildir. Bir süre sonra faiz politikası tersine dönebilir.
TARİHTEN DERS ALMAK LAZIM
1973-1974 İsrail-Arap Savaşı petrolün varilinin
fiyatının 3 dolardan yaklaşık 12 dolara çıkmasıyla, yani 4 kat fiyat artışıyla
sonuçlanmış ve Arap zenginlerinin elindeki petro- dolar gelirlerini artırmıştı.
Batılı bankalar bu parayı Güney ülkelerine borç /kredi olarak sattılar. ABD’nin
desteklediği azgelişmiş ülke diktatörleri bu riskli kredileri kullanmakta
tereddüt etmediler. Ancak 1982 yılına gelindiğinde (1970-1982 arasında)
Güney’in dış borçları 4 kat artarak 400 milyar dolardan 1,6 trilyon dolara
yükseldi, birçok ülkede dış borç / GSYH oranı yüzde 50’yi aştı. 1981 yılında
FED faiz oranını yüzde 21’e çıkartınca bu ülkelerden Meksika ve Arjantin borç
krizine girdi. Bu da tarihe “Üçüncü Dünyanın Borç Krizi” olarak geçti (1).
IMF devreye sokuldu ve borç tahsilatlarında zorlayıcı
son hakem konumuna getirildi. IMF’nin borçların çevrilebilmesi karşılığında
borçlu ülkelere uygulattığı Yapısal Uyarlama Programları (YUP) ise; ülkenin tüm
kaynaklarının borç geri ödemesi için kullanılmasını, devalüasyon, özelleştirme
ve serbestleştirme yapılmasını ve kemer sıkmayı gerekli kılıyordu. Bu
programların krizleri ortadan kaldırmak gibi bir hedefi yoktu. Çünkü kriz faiz
oranlarının yüksekliği ve ticaret hadlerinin kötüleşmesi ile ilgiliydi.
IMF açısından kriz Washington Uzlaşması hükümlerinin
uygulattırılması için bir bahaneydi. Sonuçta YUP’lar 20 yıl içinde azgelişmiş
ülkelerin bağımsızlık ve kalkınma ile ilgili sağladığı kazanımları ortadan kaldırdı.
Bu dönemde Dünya Bankası da benzer kredilendirme koşullarını borçlu ülkelere
dayattı. Öyle ki sözde kalkınma kredileri bu ülkelerin insanlarını modern
köleler haline getiren koşulları yarattı (2).
TEK
BAŞINA DÜŞÜK FAİZ NEDEN YETERLİ DEĞİL?
İlk soruya geri dönelim. Neden yüksek faiz getirisi
sunmak tek başına yabancı finansal yatırımcıyı bir ülkeye çekmek için yeterli
değildir?
Çünkü yabancı finansal yatırımcı açısından da
piyasaların, ülke ekonomisinin, siyasetinin istikrarlı ve güven verici olması
gerekiyor.
Oysa ülkede piyasalarda istikrar yok. Döviz kurunun
yükselişi ekonominin küçülmesi sayesinde ve kamu otoritelerinin geçici
müdahaleleriyle sağlanabiliyor. Yani piyasaların kendi dinamiklerinden oluşan
bir dengeden söz edebilmek mümkün değil.
Ülke derin bir ekonomik durgunluk içinde çoklu krizler
yaşıyor. İşsizlik, enflasyon ve ekonomik küçülmeye ilişkin olarak açıklanan
veriler kimseyi tatmin etmiyor. Bu rakamların olduğundan daha düşük
gösterildiği yönünde bir yaygın bir inanış söz konusu.
NEO-LİBERALİZMİN AMENTÜSÜ
Neo-liberalizmin amentüsü anlamına gelen ‘Merkez
Bankası Bağımsızlığı’nın ruhuna ise Fatiha okundu.
Oysa bu, neo-liberal ideolojinin ve uygulamaların
temel ayaklarından biridir. Çünkü iktidarlara göre para ve faiz politikalarının
değiştirilmesini önleyen temel bir kuraldır ve finans kapital bunu çok önemser.
Ne kadar güçlü olursa olsun finans kapitalin tek bir siyasi figüre sonuna kadar
güvenmesi ise söz konusu olamaz ve tarihte olmadı da. Onun güvencelerinden biri
bu anlamda bağımsız davranabilen merkez bankalarının varlığıdır.
Bunun dışında ülkeye ilişkin olarak, derecelendirme
kuruluşlarının kredi notları zayıf ve giderek de bu karne kötüleşiyor. CDS’leri
(risk primleri) ise hala çok yüksek (370 puan).
DEMOKRASİ VE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ?
Genel olarak insan hakları ve hukukun üstünlüğü
konusunda yeterince duyarlı olmasa da, yabancı yatırımcılar temel liberal
haklardan sayılan özel mülkiyet ve sözleşme hakkı konusunda oldukça duyarlılar
ve bu konuda kaygı duyuyorlar.
Ülkenin dış borç düzeyi öyle bir hale geldi ki milli
gelirin yüzde 61’ini aştı. Borçların bileşimi ise doların sahibi olan ülkeyle
olan ilişkilerin hassasiyetini artırıyor. ABD ve genel olarak batı ile
ilişkilerin kötüleştiği bir dönemde bunun ülkeye gelebilecek potansiyel para ve
sermaye akımlarını olumsuz etkilememesi beklenebilir mi?
DEVLETİN BORÇ KRİZİ YENİ BİR GENEL MÜDÜRLÜK DOĞURDU
Ayrıca bu borçlar bir süredir dillendirdiğimiz ‘devlet
borcu krizinin’ gerçek olduğunu ortaya koyuyor çünkü iktidar bu borçları
yönetebilmek için ayrı bir Borçlanma Genel Müdürlüğü kurmak zorunda kaldı.
Kuşkusuz bu noktada bu dış borçların nasıl bu kadar
büyüdüğü bir yana, alınan bu borçların toplumun bütünü için faydalı olan sosyal
ve ekonomik projeler için mi kullanıldığı, yoksa maliyetleri dünya
standartlarının üzerinde faiz oranlarından alınıp, ekolojiyi de tahrip eden,
toplumun refahını artırmaktan ziyade, belli sermaye gruplarını mı zengin eden
projeler olduğu da son derece önemli.
Köprü, yol, havalimanı, HES ve RES biçiminde enerji
santralleri projelerinde ortaya çıkan zarar (3) kamu zararı haline getirilip,
yeni genel müdürlüğün de bu zararın toplumsallaştırılması işini yapıp
yapmayacağı merak konusu.
Neden (Arjantin’de bir zaman yapıldığı gibi), dış
kredilerle yapılan büyük KÖİ projeleriyle bağlantılı yolsuzlukları araştıran ve
bu yolsuzluklarla mücadele etmeyi hedefleyen bir Yolsuzluklarla Mücadele Ofisi
(4) kurulmaz?
Oysa bu yapılırsa, reel sektörün 180 milyar doları
bulduğu tahmin edilen ve sadece havalimanı ve bazı büyük otoyolu projelerinde
devletin bu borçlara verdiği borç üstlenim taahhüdünün 15,4 milyar doları
bulduğu bu dış kredilerin (5) ne kadarının gerçekte bu ülke için sosyal olarak
gerekli ve faydalı işlerde kullanıldığı, ne kadarının ise bazı sermaye
gruplarını zengin ettiği ya da yeni büyük zenginler yarattığı da ortaya konulabilir.
Sonuçta ekonomik krizden çıkış, toparlanma bol küresel
paranın varlığına bağlanmışsa, bu paranın ne denli bol olacağı ve bu paranın
bir kısmının ülkeye gelip gelmeyeceği önemli.
Önemli bir diğer şey de, bu tür çözümlerin gerçekte
çözümsüzlük olduğu. Bunlar siyasal iktidarların ömrünü uzatabilir ama çok daha
derin ekonomik, sosyal ve politik hasarlar vererek.
DİP
NOTLAR:
(1) Jason Hickel, Divide- A Brief Guide to Global Inequality and its Solutions,
Windmill Books, 2017, s. 150-157.
(2) Agk.
(3) KÖİ
projelerindeki zararın büyüklüğü ile ilgili olarak bak: Bahadır Özgür, “Hesap
vakti: Sahipleri varlıklarını çağırıyor”, https://www.gazeteduvar.com.tr
(13 Eylül 2019).
(4) Laura
Alonso, “The Poverty-Corruption Nexus”, https://www.imf.org/…/laura-alonso-of-argentina-on-fighting…
(September 2018).
(5) Özgür,
agm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder