14 Haziran 2017 Çarşamba

KATAR’DA MADALYONUN DİĞER YÜZÜ

KATAR’DA MADALYONUN DİĞER YÜZÜ: DEV İNŞAAT PROJELERİ VE “MODERN İŞÇİ KÖLELER”
Mustafa Durmuş

12 Haziran 2017

Katar krizi patladığından bu yana sorulan şu soruyu sorarak başlayalım:
Demokrasiden nasibini almamış, 2,2 milyonluk nüfusunun yüzde 86’sının diğer az gelişmiş Müslüman ülke işçilerinden ve Hindistan, Nepal, Filipinler ve Sri Lanka gibi az gelişmiş Uzak Doğu ülkelerinin işçilerinden (toplamda 80’i aşkın ülkeden) oluştuğu, uluslararası raporlara göre bu işçilerin çok ağır koşullarda, çok ucuza, buna karşılık en az günde 12 saat ve haftanın her günü çalıştırıldıkları bir ülkenin devletine destek verilmesi hangi gerekçelerle açıklanabilir?
Meseleyi tam olarak kavrayabilmek için biraz ayrıntıya girelim. 2016 yılı itibariyle 8,000 Türkiyeli işçinin de çalıştığı bu ülkede on binlerce göçmen işçi “modern köleler” olarak çalıştırılıyor. Böyle çalıştırılan işçilere ‘zora dayalı çalıştırılan işçi’ de (forced labour) deniliyor ve bir rapora göre bu ülkede her 100 işçiden 32’si bu koşullarda, istihdam ediliyor (1).
Bu işçiler ev hizmetlerinin yanı sıra (domestic), ama daha ağırlıklı olarak 2022 yılında bu ülkede yapılacak olan olimpiyatlar için inşa edilmekte olan dev stadyumların inşaatlarında ve diğer oto yol gibi alt yapı inşaatlarında çalıştırılıyorlar.
İşçilere borç tuzağı, tefeci faizi
Katar’da çalışan işçilerin başını Hintli, Nepalli, Bangladeşli, Sri Lankalı ve Sudanlı işçiler çekiyor. Bu işçiler bu ülkeye işçi simsarları tarafından adeta bir borç tuzağına düşürülerek getiriliyorlar. Zira kendi ülkelerinde iş bulamayan yoksul işçiler bu ülkeye gelebilmek ve çalışma izni alabilmek için kendi ülkelerinin simsarlarına ağır komisyonlar ödemek ve bunu da yine bu simsarlardan borçlanarak yapmak zorundalar.
Ödenen komisyonlar işçilerin ortalama aylık ücretlerinin (ülkelerine göre değişmek üzere) 4-5 katını bulabiliyor (örneğin aracı komisyonu olarak Hintliler 1,300 dolar, Nepalliler 1,400 dolar, Filipinliler 1,130 dolar, Sri Lankalılar 900 dolar ve Bangladeşliler 925 dolar ödüyorlar). Komisyona ilave olarak simsardan aldıkları bu borçlar için ortalama yüzde 30- 60 oranında da faiz ödüyorlar (2).
Resmi olarak kabul edilmese de bazı kadın işçiler daha çok geç yaşlarda (15-19 yaş aralığında) erken ya da zorla evliliğe sürükleniyor; yüzde 17 oranında ) ve hatta bunların bir kısmı seks ticaretinin de konusu ediliyorlar.
Gerçeği yansıtmayan destek gerekçeleri
Bu gerçeklere rağmen bu ülkeye verilen destek hangi gerekçelerle meşru gösterilebilir ya da halk bu desteği kendince nasıl benimseyebilir?
Bu gerekçelerden biri (en zayıf olanı) “Müslüman ve mazlum bir ülkenin yanında olma” gerekçesi. Ancak bu gerçeği yansıtmıyor zira Katar Emirliğinin mazlum olmakla hiçbir ilgisi olmadığı gibi, kapıştığı diğer ülkeler de Müslümanlığı kimselere bırakmayan ülkeler.
İkinci gerekçe, Katar’ın Türkiye’deki yatırımları (dolayısıyla da Katar’ın Türkiye ekonomisi için önemi) olabilir ki bu en çok gündemde tutulan gerekçe. Diğer yandan bu ülkeye süratle ve kayıtsız şartsız destek açıklarken, ekonomimiz içindeki önemi bu ülkenin 10 katı kadar olan Almanya ve Hollanda’ya rest çekilmesi bu gerekçeyi de geçersiz kılıyor.
Bu desteği Türkiye’yi yöneten bazı seçkinlerin Katar Emirliği ile olan özel ticari ilişkileri ile ilişkilendiren görüşler de mevcut. Bu konudaki en son örnek CHP İstanbul Milletvekili ve Dışişleri Komisyonu üyesi Eren Erdem’in konuyu Meclis’te gündeme getirmesi oldu. Erdem Türkiye’nin Katar’a vermekte olduğu destekte, “Türkiye’ye AKP iktidarları döneminde Katar’dan gelen 45 milyar dolarlık dövizin ve “damatların, havuz medyasının ve bazı AKP yöneticilerinin bu ülke ile olan ticari ilişkilerinin etkili olup olmadığını sordu” (3).
Katar’ın Türkiye’de özelleştirmeler aracılığıyla sahip olduğu dev yerli kuruluşlar (1,5 milyar dolarlık bir doğrudan yatırım) , devraldığı özel bankalar (örneğin Finansbank) ve T. Varlık Fonu’nun para kaynaklarından biri olduğu bir gerçek.
Ayrıca Katar’ın, her yıl cari açığın kapatılmasında çok önemli bir paya sahip bulunan (geçen yıl tam tamına yüzde 33 idi) ve kaynağı açıklanamayan döviz ya da ‘net ve hata ve noksan kalemi’nde yer alan kayıt dışı paranın bir kısmının kaynağı olduğu ya da çok önemli sıvılaştırılmış gaz rezervine sahip bulunduğu, bunun da enerji açısından dışa bağımlı bir ülke olarak Türkiye açısından çok önemli olduğu dikkate alındığında, bu görüşlerin ya da iddiaların bütünüyle geçersiz olduğunu ileri sürmek son derece zor.
Madalyonun diğer yüzü: Katar’daki dev inşaat projeleri
Ancak bu yaklaşımlar Katar’ı Türkiye’deki yatırımları açısından değerlendirmekle sınırlı yaklaşımlar. Madalyonun bir de diğer bir yüzüne bakmak gerekiyor. Yani Türkiye’nin Katar ile olan dış ticaret hacmi, Katar’daki yatırımları (yürütmekte olduğu büyük projeler vs) bu konuda yol gösterici olabilir.
Öncelikle Katar ile olan ticaretimiz, örneğin rest çekilen Avrupa ülkeleriyle olan ile kıyaslanamayacak kadar, düşük: Sadece 1,3 milyar dolar. O da son 5 yılda çok hızla artarak bu düzeye gelmiş.
Diğer yandan çok dikkat çeken bir başka sektör var: Türkiye’de özellikle de 2007’den sonra izlenen büyüme stratejisinin temelini oluşturan inşaat sektörü. Yani Türk inşaat firmalarının Katar’da son yıllarda aldıkları büyük inşaat ihaleleri. Asıl paranın kazanıldığı yer de burası. Bizce verilen desteğin nedenini araştırırken, bunu ülkede son 10 yıldır izlenen inşaata dayalı büyüme stratejisinden ayrı düşünmemek gerekiyor. Öyle ki hatırlayalım, bu strateji sayesinde Türkiye’nin küresel çapta faaliyet gösteren 42 büyük inşaat firması oldu.
Katar’da iş yapan Türk inşaat firmalarına ve alınan projelere ilişkin veriler bu savımızı doğruluyor. Bu verilere göre (4), Türk inşaat firmalarının Katar’da hali hazırda bitirdikleri ya da sürdürdükleri 119 büyük inşaat, alt yapı projesi var. Bunların değeri 15 milyar doları aşıyor. Yani bu ülkenin yaptığı doğrudan yatırımların ya da bu ülke ile olan dış ticaret hacminin 10 katı büyüklüğünde bir inşaat projesi yürütüyor Türkiyeli büyük inşaat firmaları Katar’da.
Tekfen, Doğuş ve diğerleri
Bunlar içinde özellikle de bir firma, Tekfen Holding’e bağlı Tekfen İnşaat bu projelerden aslan payını almış gibi gözüküyor. Öyle ki örneğin 2022 yılındaki Dünya Kupası için Doha’da yapılmakta olan sayısız stadyumun içinde en büyüğünü Katarlı bir firma ile birlikte Tekfen yapıyor.
Keza bu firma geçen yıl Ağustos ayında Katar Hükümeti ile Al Khor’dan geçen 34 km’lik, 10 şeritlik, 12 viyadüklü ve 8 kavşaklı bir dev otoban projesi için anlaşmaya vardı. Sadece bu projenin tahmini bedeli 1, 2 milyar dolar. Bu projenin 2019 yılına kadar tamamlanması bekleniyor. Tekfen ayrıca geçen yıl 980 milyon dolarlık Al Shamal Otoyolu Projesi’ni tamamladı.
Bunun dışında Doğuş İnşaat başta olmak üzere diğer Türk inşaat firmalarının da bu ülkede büyük oto yol yapım projeleri devam ediyor.
Geçen yıl bu aylarda Katar Emiri Al Tahani Türkiye’yi ziyaret etmiş ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile stratejik işbirliği anlaşması imzalamıştı. Bu anlaşma, aralarında havacılık, savunma, enerji, eğitim gibi değişik alanların da olduğu bir düzineden fazla projeyi içeriyor.
Katar’daki inşaat pastası iştah kabartıyor
2022 Dünya Kupası için yapılacak olan stadyumlar da dâhil, alt yapı ve üst yapı inşaat projelerinin tutarının 137 milyar doları bulacağı göz önüne alındığında, özellikle de içerde şu ana kadar yürütülen büyüme stratejisinin sınırlarına gelinmesi yüzünden sıkıntı çeken büyük inşaat firmaları açısından Katar ile olan ilişkilerin sürmesinin ve bu ülkeye verilen askeri ve siyasi desteğin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor.
Biraz  teori
20’yyın başında “Emperyalizm” adlı eserini yazan Lenin’in ünlü bir sözü var: “Siyaset ekonominin yoğunlaşmış halidir”.
Biraz açarsak, tıpkı 20yy’ın başlarından itibaren batılı uluslararası çapta faaliyet gösteren büyük sermaye grupları gibi, bugün uluslararası düzeyde iş yapan Türkiyeli inşaat firmaları, iş yaptığı ülkelerdeki kazanımlarını koruyabilmek ve daha da artırabilmek anlamında devlete giderek daha bağımlı hale geldiler.
Keza devlet de hem rakiplerine karşı kendini koruyabilmek, hem bölgesel olarak güç kaynağı olabilmek, hem de vergi gibi gelirleri sağlayabilmek için bu büyük sermaye gruplarına destek vermek durumunda.
Özetle (genelleştirerek söylersek), yoğun küresel rekabet altında ve küresel ekonomik krizler çağında, ulus devletlerin ve büyük sermaye gruplarının birbirine olan ihtiyacı, giderek artan karşılıklı bağımlılıkları, ulus devletlerin, kendi ulus ötesi şirketlerinin çıkarlarını korumak için, onların arkalarında bir askeri güçle durma ihtiyacını hissetmelerine neden oluyor. Bu da jeopolitik gerilimlerin ve çatışmaların da yoğunlaşmasına yol açıyor.
…………

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder