20 Haziran 2017 Salı

“Yoksulluk, Gelir Dağılımı Ve Kamu Politikaları” Dersi Final Sınavı Soruları Ve Bazı Öğrenci Yanıtları

Bu yıl Maliye Bölümü’ ders programında yer alan ve tarafımca verilen, öğrenci ödevleriyle de zenginleştirilen  “Yoksulluk, Gelir Dağılımı Ve Kamu Politikaları” adlı seçimlik 3. Sınıf dersinde sorulan 4 soruya verilen yanıtlardan bazı örnekleri sunuyorum (yanıtların sosyal medyada yayınlanması için öğrencilerin onayı alınmıştır).

Soru 1: Devlet politikaları (maliye, para ve ücret-sosyal politikalar)  gelir bölüşümü ve yoksulluğu nasıl etkileyebilir, Türkiye’den somut örneklerle açıklayınız.

Merve Yılmaz:

“2008 krizinden sonra ekonomi politikaları finansallaşmanın tamamen emri altına girdi. Finansallaşma ekonomiyi reel üretimden kopararak paradan para kazanma biçiminde gerçekleşen borsa, hedge fonlar gibi spekülatif araçlara yönlendirir. Bu araçların kullanımı arttığında her ne kadar ülkeye para akışı sağlanıyor gibi görülse de temeline bakıldığında ülke kaynaklarının bu araçlarla sömürüldüğü, dışa aktarıldığı görülebilir.
Finansallşma kapitalizmin bir unsurudur ve dikkate alınmayan bu sistemin sürekli eski krizleri derinleştirerek yeni krizlere sebep olduğudur. Büyük Resesyondan sonra uygulanan sermaye destekli politikalar ekonomiyi görünürde büyütmüş ancak yoksulluğu daha da arttırmıştır. Ekonomi vergi reformu başlığı altında yapılan indirimler ve aflarla, verilen teşviklerle; faiz politikalarıyla özel sermaye desteklenerek büyütülmeye çalışılmıştır. Bunların yanında toplam vergi yükü azaltıldı ve ekonomi iç ve dış borçlanmayla finanse edilmeye başlandı. Zaten desteklenen zengin kesimden iç borçlanma yoluyla borç alınıp onlara yüksek faizlerle borç geri ödemesi yapıldı ve daha da zenginleşmeleri sağlandı. Aynı zamanda vergi yükü de yavaş yavaş emekçi kesimin üzerine kaydırıldı. Bu kesimin refahına katkıda bulunan eğitim, sağlık gibi sosyal harcamalar kısıldı.
Piyasa yoksulluğu vergi ve transferler öncesi piyasada meydana gelen gelir dağılımına göre yoksulluğu-gelir adaletsizliğini ifade eder. Devlet uygulayacağı vergi ve transferlerle bu yoksulluğu azaltabilir. Özellikle bütçe politikaları bu konuda çok etkindir. Ancak ülkemizde bütçe gelir adaletsizliğini gidermek amacıyla kullanılmıyor.
Kapitalizmin en önemli sermaye destekçisi olan ana akım teorisyenleri önce ekonomiyi büyütün sonra gereken müdahaleleri yaparak gelir adaletini iyileştirin önerisinde bulunuyorlar. Problem şu ki sermaye büyümeye devam ettiği sürece siyaset ve politikalar üzerindeki etkisi artıyor. Gelir dağılımı adaletsizliğinin giderilmesini sağlayacak politikaların uygulamasını istediği şekilde engelleyebiliyor. Türkiye'de devlet politikaları popülist amaçlar dışında gelir adaletsizliği ve dolayısıyla yoksulluğu azaltmak için değil, aksine zengin kesimi ve bunun içine dahil olan sermayedarları daha da zengin etmek amacıyla kullanılıyor. Uygulanan politikalar her ne kadar ekonomiyi büyütmek amacıyla olsa da, ne yazık ki sonuç buraya dayanıyor. Sermayenin kar oranları artıp servet belli, ellerde toplanmaya devam ederken yoksulluk da her geçen gün artıyor. Yoksulluk konusunun bu nedenle zıttı olan zenginlikle ele alınması önem arz etmektedir.
Asgari ücret 1404 TL ve günümüz koşullarında dört kişilik bir aile ancak bu miktarla barınma ve gıda ihtiyacını karşılayabilir. Birçok konuda orta karar bir yaşam düzeyinin biraz altının bile sağlanması mümkün değil. Buna bakılarak gerçek şudur ki ülkemizde çalışan yoksulluğu da çok fazla.  Üstelik çalışma koşulları da çok kötü. Ücretli emek sistemi denilen ve yedek sanayi ordusunu yaratan kapitalist sistemin post-Fordist üretim tarzıyla sömürüsü hat safhada. Ülkemizde hane halkının % 60'ı aylık 739 lira ile geçinmek zorunda kalıyor. Bu insanlar çoğu zaman köy ekonomisi ve borçlanma yoluyla ayakta kalabiliyor ve kapitalizmin finansal derinlik adı verilen sömürüsü burada bir kez daha devreye giriyor.
Türkiye' de en zengin % 20 gelirin % 50' sine sahipken geri kalan % 80 diğer % 50 yi paylaşmak durumunda.  Diğer bir ifadeyle en tepedeki 3' te 1 gelirin 3' te 2' sine el koyarken kalan % 60, 3'te 1 ile yaşamını sürdürmek zorunda bırakılıyor. Ülkemizde servet ise gelirden 2 kat daha adaletsiz dağılıyor.
Artık uygulanan devlet politikalarının sonucunun araştırılıp büyüme yanında kalkınmanın da sağlanabilmesi için gelir dağılımı adaletsizliğine dikkat çekilmesi ve gerekli uygulamaların yapılması sağlanmalıdır. Şu an uygulanan devlet politikalarıyla özel sektörün her durumda kurtarılması emekçi sınıfa her gün biraz daha yoksulluk olarak geri dönüyor”.
Taner Koşar:
“Devlet politikaları kuşkusuz yoksulluğu önlemede bir araç olarak kullanılabilir. Örneğin Türkiye'deki yoksulluğun nedenlerinden biri de gelir ve servet eşitsizliğidir. (Gelir Gini Katsayısı = 0,39 . Servet Gini Katsayısı = 0,83) Buradan hareket edersek maliye politikası aracılığıyla yoksulluğun önüne büyük ölçüde geçebiliriz.
Bana göre Türkiye'nin vergi sistemi açısından çözülmesi gereken 2 büyük sorunu var.  Bunlardan ilki vergi sisteminde dolaylı vergilerin (KDV , ÖTV gibi) payı % 70 iken dolaysız vergilerin ( Gelir Vergisi , Kurumlar Vergisi gibi) payı % 30 civarında seyretmektedir.  Bu durum düşük gelirli ,  yoksul vatandaşlarımız için büyük sorun arz etmektedir. Türkiye'nin en zengin iş adamı da litre başına 3 lira vergi öderken ortalama gelirli bir vatandaşımız da litre başına 3 lira vergi ödemektedir. Dolaylı vergilerin sistemdeki payının böylesine yüksek olması, İş Adamı - Yoksul Vatandaş örneğinde olduğu gibi bir takım sorunları beraberinde getirmektedir.
Büyük şirketlerin muafiyet, istisna, teşvikler adı altında vergiden kaçındıkları da Türkiye'nin bir diğer gerçeği. Maliye politikasını kullanarak bu durumu tersine çevirmek mümkündür. Sistemde reforma gidilip yeni düzenlemelerle dolaylı vergilerin payı düşürülebilirse yoksulluk oranında da ciddi bir düşüş yaşanacağı açıktır.
Vergi sisteminin bir diğer sorunuysa servetin vergilendirilmemesidir. Emlak vergisi , Motorlu Taşıtlar Vergisi gibi vergiler vergi sistemimizdeki servet vergilerinden olsa da sistem içerisindeki nispi payları çok düşük kalmaktadır. Maliye politikası aracılığıyla sisteme servet vergisi eklenip vergi tabanı genişletilirse yoksulluk oranlarında düşüş yaşanacaktır.
Tabi uygulanacak olan maliye politikasının başarılı olabilmesi için öncelikle yurt dışına kaçırılan paraların önüne geçilmesi gerekmektedir.  Daha sonra uygulanacak politikalar sonucu devlet, artan kamu gelirlerini olumlu yönde kullanıp işe yarar yatırımlar yaparsa istihdamı da arttırmış olur. İstihdam arttırılıp, işçi ücretlerinde bir düzenlemeler yapılırsa hem yoksullukta bir düşüş yaşanır, hem işsizlik oranı azaltılır, hem de gelir bölüşümü adaletsizliği giderilir. Uygulanacak doğru devlet politikaları, yapılacak reformlar Türkiye'nin daha ileri gitmesini sağlar.
Artan kamu gelirleriyle yoksullara, yaşlılara sosyal destekte sağlanır. Yapılacak huzur evleriyle, TOKİ’lerle (Bildiğimiz anlamda TOKİ değil. Bahsettiğim rant amacı gütmeyen TOKİ) sosyal devlet boyutunda da Türkiye'yi ileriye taşıyan politikalar geliştirilebilir.
Ayrıca asgari ücretle ilgili düzenlemelerin yapılması gerekliliği de bir diğer önemli konudur. 1400 liraya 4 kişilik bir ailenin günümüz şartlarında geçinmesi çok zordur. Asgari ücretlilerin ''insanca'' yaşayabilmeleri için asgari ücretin en azından 3.000 TL olması gerekmektedir”.
Zeynep Tusun:
“Yoksulluğun devlet politikaları ve gelir bölüşümü ile arasında yadsınamaz bir şekilde bağ vardır. Devletin yoksulluğa ve gelir bölüşümüne yıllar itibariyle olumsuz yönde destek verdiği görülmektedir. Devlet politikaları;
1.Devletin özel sermayeyi desteklemesiyle,
2.Devasa özelleştirmelerle,
3.Sıfır reel faiz politikasıyla,
3.Halkın ağır vergilendirilmesiyle,
4.Halkın sosyal harcamalarının kısılmasıyla,
5.İşçi sınıfının ücretlerinin kısılmasıyla gelir bölüşümün de adalet ve yoksulluk bu ve bunun gibi çeşitli maliye, para ve sosyal politikalarla negatif yönlü olarak etkilenebilmektedir. 
Devletin burada yapması gereken gelir bölüşümün de adaletin sağlanması ve yoksulluğun azaltılması için her vatandaşa hak ettiğini verecek şekilde serveti/geliri  bölüştürücü  politikalar uygulamaktır. Bir avuç zenginin servetin çoğuna sahip olması, kapitalist üretim sistemi içinde karların işverenin elinde toplanıp artık emeğin devletle bölüştürülmesi, buna bağlı olarak işçi ücretlerinin düşürülmesi, daha fazla kar elde etmek için az işçi, düşük ücret, kalitesiz ürün politikası sadece işvereni zengin ve mutlu edecektir. Servet zenginleri hükümranlığını bu artı değeri (karı) devletle paylaşarak gerçekleştirmektedir. Devletin burada yapması gereken ülkede sadece servet sahiplerinin yaşamadığını bilip her vatandaşı kucaklayarak işçi sınıfına da gereken desteği vermektir. Bu sayede gelir bölüşümünde adalet devlet politikalarıyla gerçekleşecektir. Bu politikalar nakit aktarım, ayni yardım şeklinde yardım kesildiği an emekçi sınıfı eski haline belki de daha da kötü hale bırakarak değil de yapısal reformlarla olmalıdır veya sıfır faiz politikası gibi sadece servet sahiplerini düşünen politikalar yapmak yerine tüm kesimi düşünen politikalar yapılmalıdır. İşçi ücretleri işçilerin emeğinin karşılığını alacak şekilde, vergi yapılanması herkesin gelirine göre ( dik artan oranlılık ) , sosyal harcamaların eğitim ve sağlık gibi beşeri sermayeyi verimleştirecek şekilde politikalar uygulanmalıdır.
Türkiye’ye baktığımızda ülkemizin % 20’si aşırı yoksul durumda, 16 milyon insan sosyal yardımlarla ayakta duruyor.  Sanayi kesiminde  % 30, tarım kesiminde % 35 oranında yoksul işsiz var. Yoksulların % 46’sı yevmiyeli olarak çalışıyor. Verilerden de gördüğümüz kadarıyla bu yoksulluğun ve gelir bölüşümü adaletsizliğinin tek sebebi servet zenginlerin çıkarları doğrultusunda çok iyi destek verirken işçi kesimine tam tersi politikalar uygulanmaktadır. Kurumlar vergisi oranı % 20 civarında iken efektif %10 civarıyla kurumlar karlarına kar katarken işçi sınıfının stopaj yoluyla kesilen vergileri %60 civarındadır. Bu oran gelir bölüşümünü adaletli ve yoksulluğu azaltıcı şekilde tekrar düzenlenmelidir.
Ülkemizde dolaylı vergilerin tabanının geniş olması servetten alınan verginin bütçede % 1 oranında bir paya sahip olması adaletli bir vergi sisteminin olmadığını göstermektedir. Mali anestezi ile dolayı vergi adı altında toplam vergi yükü içindeki payı çok yüksek vergiler toplanmaktadır. Bu da gelir bölüşümünde adaletsizliği beraberinde getirecektir. Sonuç olarak devlet politikaları servet sahiplerine imtiyazlı davranacak emek sahibi bireyleri dışlayacak politikalar yapmamalı. Kadınların ve erkeklerin ücreti arasındaki ortalama 16 kat (OECD) farkı eritmeli ve tüm bireyleri hak ettiği ölçüde vergilendirilmelidir”.
…………….
Soru 2: Sizce bir ülkede yoksulluk devletin -yerel yönetimlerin yardımları ya da hayırseverce yardımlar aracılığıyla ortadan kaldırılabilir mi? Bu tür yardımların ne tür ekonomik ve sosyal sonuçları olabilir, tartışınız.
Ebru Karaoğuz:
“Yoksulluk nedir?” diye sorarak başlayacak olursak;
Yoksulluğun kesinleşmiş bir tanımı olmamakla birlikte, şu cevapları verebiliriz:
Yoksulluk, “eğitimsizliktir”, ”barınacak yerinizin olmamasıdır”, ”bir işinizin veya iyi bir işinizin olmamasıdır”, “kirli su nedeniyle çocuğunuzun hayatını kaybetmesidir”. Açıkça söylemek gerekirse bu soru sorulduğunda sayfalarca yanıtlar somutlaştırılarak, verilebilir.
Yani; yoksulluk hayırseverce yapılan yardımlar, devletin- yerel yönetimlerin yardımlarıyla giderilecek kadar basit bir olgu değildir. Kapitalist sistemin var olmadığı, sınıfların var olmadığı, bürokrasi yerine insanların konuşurken dikkate alındığı bir toplumda yaşıyor olsaydık yoksulluk olgusuyla bu denli yüz göz olmayacaktık belki de.
Devletin-yerel yönetimlerin ülkemizde yapmış oldukları yardımları düşündüğümüzde elle tutulur bir sonuca ulaşamayacağımız aşikardır. Belirli dönemlerde, yoksul insanlara yapılan yardımlara baktığımızı varsayalım, örneğin yapılan kömür, gıda yardımları vb. nitelikteki yardımlar. Yapılan yardımların ‘yoksulluğu azaltıcı’ herhangi bir etkisi bulunmamaktadır.
Devletin yardımlarını,  hayırseverce yapılan yardımları küresel örnekler ile bağdaştıracak olursak; gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelere yapılan yardımların bu ülkelere “yardım” adı altında sömürücü nitelikte olduklarını söyleyebiliriz. Bu yardımlar ülkelerin durumunu iyileştirmekten çok çok uzakta ve yoksulluğu azaltma eğilimi yerine artırıcı etkilere sahiptir.
Devletin vatandaşa yaptıkları yardımlar için ise bazı görüşlere göre; bu yardımların yoksul insanları bir beklentiye sokuyor olması onları durumlarından, sistemden, yardım politikalarından şikayet etmez bir hale getirmiştir. Ayrıca yapılan işsizlik yardımları veya çocuk yardımlarına bakacak olursak; bu yardımlar insanların yoksulluklarını azaltıcı bir etki yaratmaktan çok uzaktadırlar.
Devletin; yoksulluk yardımına ihtiyaç dahi duyulmayacak politikalar getirmesi, kapitalist sistemin var olmadığını varsayarsak, olasıdır. Ücretlilerden alınan vergiler servet zenginlerinden alınsa bu vergi politikası değişikliği ile bile adaletli bir bölüşüm görebiliriz.
Yoksulluk yardımları, yukarıda da belirttiğimiz üzere insanlar üzerinde sosyal olarak tabiri caizse ‘tembelleştirici’ etkilerde bulunabilir. Bu yardımlar yerine sosyal harcamalar artırılsa çok daha belirgin sonuçlar elde edilebilir. Aslında zaten bu yardımlara ihtiyaç duyulmasının başlıca nedenleri arasında sosyal harcamalara yer vermeyerek ülke durumunun iyileştirilmemesi yer alır. Buna yeterli istihdam alanı sağlanamaması, gelir bölüşümü adaletsizliği vb örnekler verilebilir.
Kısacası; yoksulluk sadece yapılan yoksulluk yardımlarıyla ortadan kaldırılamaz. Bu yardım yerine uygulanacak politikalar, istihdam alanları artırımı, bürokrasinin daha az işlediği belki de hiç işlemediği bir toplumla birlikte sorunu algılayıp çözüm arayışlarına geçilebilir.
Yoksulluğun öncelikle, zengin kesimler tarafından algılanması belki de bu çözüm yöntemlerini aşmada önayak olabilir.
Şık davetlerde toplanılarak, vakıflar aracılığıyla ‘biz eğitim yardımı yaptık, şu kadar kız çocuğunu okuttuk, gurur tablomuz bu yardımlar’ denilerek daha sonra da bu ‘hayırseverce yapılan yardımları’ vergiden indirmek ne yazıktır ki yoksulluğu anlamanın kıyısından bile geçemez”.
Zeynep Tusun:
“Bence yoksulluk, devletin, yerel yönetimlerin yardımları yada hayırseverlerin yardımları ile ortadan kaldırılamaz.
Bu sadece geçici bir çözüm olur. Yardımlar azaldığında ya da kesildiğinde yoksul olan ailenin ortada kalmasına yardımlar aldığı sırada yardımlarını teminat görerek borçlanmasına ve yardımların kesilmesi ile borçların ödeyemeyecek hale gelmesine neden olur. Bu tür yardımların ülkedeki tüm yoksullara ulaşması imkansızdır. Yardım dışı kalan yoksullar daha fazla yoksullaşmaya devam edecektir. Yardıma ihtiyacı olmayan insanların bu tarz yardımları alması kaçınılmaz olacaktır.  Bu da bir bakıma kul hakkı yiyen insanları çoğaltacaktır.
Yoksulara yapılan ayni ya da nakdi transferler altında yapılan bu yardımların tam kamusal malların tamamlayıcısı olmaktan başka bir işlevi yoktur. Özel sektörün bu transferleri yapması ile hizmet ve malların fiyatları artacak, kalitesi düşecek bu da beraberinde yoksulluk kısır döngüsünü getirecektir.
Devlet bu transferlerle işçilerin emeklerini sömürmeyi meşru hale getirecektir. Oysa her şey olması gereken gibi işlese yardıma ihtiyacı olan yoksul kalmayacaktır. Meşru hale gelen bu sömürü ile aslında devlet yoksula değil yoksul devlete yardım ediyordur. Görünürde ise devlet bu yardımlarla yoksulları düşündüğünü ve çabaladığını göstermektedir.  Meşru hale gelen bu yardımlarla işçilerin ücretlerine razı olmalarına daha fazla vergi vermelerine daha fazla borçlanmasına ekonomik ve psikolojik anlamda kendini kötü hissetmesine neden olacaktır”.
…………
Soru 3: OECD, TÜİK ve UNDP raporları başta olmak üzere ulusal ve uluslararası çalışmalardan hareketle Türkiye’deki yoksulluğun boyutlarını, nedenlerini, bununla olası mücadele yöntemlerini tartışınız.
Merve Yılmaz:
“ OECD- Malumun İlanı şeklinde adlandırılabilecek raporunda;
1) Kapitalizmin krizli ya da krizsiz her daim eşitsizliklere neden olduğunu,
2) Gelirin adaletsiz dağılımının ekonomik büyümeyi yavaşlattığını,
3) Esnek üretim tarzının giderek yaygınlaştığını,
4) Kadınların ekonomik hayata katılmaları halinde erkeklerden % 23 daha az maaş aldığını, genç yoksulluğunun giderek arttığını,
5) Servetin giderek belli ellerde temerküz ettiğini kabul ediyor.
Tüm bunlar Türkiye'de ve seküler Dünyada kapitalist üretim tarzının ortaya çıkardığı yoksulluğu arttıran hem nedenler, hem sonuçlardır.
OECD raporuna göre Türkiye gelir dağılımı en adaletsiz olan 3. ülke iken sosyal adalet sıralamasında sonuncu sırada yer alıyor. TÜİK raporları da OECD’ yi destekler nitelikte; Türkiye' de gelir dağılımının giderek adaletsizleştiği, ülkemizin Doğu, Güneydoğu ve Kuzeydoğusunun gelirden ve dolayısıyla tüketimden en az payı aldığı sonuçları arasında.
Ekonomik büyümenin göstergesi olan tüketimden Kuzeydoğu Anadolu’nun aldığı pay sadece % 1.8. Gelirlerinin büyük kısmını gıda ve barınmaya harcıyorlar. Gıda enflasyonu % 12 civarında bu da insanları daha da yoksullaştırıyor. Eğitime ise gelirlerinin anca % 4’ ünü ayırabiliyorlar.
 UNDP İnsani Gelişmişlik raporunun sonuçlarına göre ise Türkiye'de insanlar mutlu olmak için yeterli şartlara sahip değil.
 OECD Yaşam Kalitesi Endeksi'nde ülkelere 23 gösterge ve 11 kritere göre puanlar veriliyor. Bu göstergeler içinde yaşam süresi, barınma, okullaşma oranı, iş bulabilme, yurttaş hakları, çalışma saatleri, güvenceli istihdam gibi etmenler yer alıyor. Yaşam kalitesinde sondan üçüncü olan ülkemiz 10 üzerinden 3,9 puan alarak Meksika ve Güney Afrika'nın üzerinde kendisine yer bulabildi. Haftada 50 saatten fazla çalışanların oranı %38 'i buluyor ülkemizde. İş yeri dışında geçirilen zaman ortalamasında sonuncu sıradayız yani kendimize zaman ayırmıyoruz.
Tüm bu raporlar Türkiye'deki yoksulluğun sebeplerini gösterir nitelikte. Bu göstergeler ancak Türkiye'nin sadece büyüme odaklı politikalarından vazgeçerek kalkınma hedefli politikalar yürütmesiyle sağlanabilir.
Tüm göstergelerin sebebi olan kapitalist üretim tarzı aslında ortadan kalkmadan bu durumun tamamen iyileşmesi mümkün değildir çünkü kapitalizm eşitsizlikler üzerine kuruludur. Ancak kısa vadede sermayenin vergilendirilmesi gibi daha eşitlikçi politikalarla adaletsizliğin giderilmeye çalışılması, uzun dönemde ise sistem değişikliğine gidilmesi gerekli”.
Soru 4: Tarihsel olarak ve çeşitli ideolojilere- yaklaşımlara göre yoksulluk olgusu nasıl açıklanmıştır, anlatınız.
Taner Koşar:
“Modernite Öncesi : Yoksulluk hiçbir şey hakketmeyen sınıfların durumu olarak açıklandı. Örneğin Eski Mısır'da firavunlar zenginlik içerisindeyken yoksulların hiçbir hakkı yoktu. Köle olarak çalıştırılıyorlardı.
17. - 18. yy'da : Fransız Devriminin etkisiyle önemli filozoflar , yazarlar , şairler (Kant gibi ,Rousseau gibi) yoksulluk konusuna değindiler. Bu dönem ''Yoksulluk Aydınlanması'' dönemi olarak da adlandırılır. ''Figaro'nun Düğünü'' gibi eserlerde yoksulluk olgusu sık sık işlenmiştir.
Klasik İktisat Dönemi : Yoksulluğun gerekli olduğunu söylemişlerdir. Yoksul insanlar geçinebilmeleri için çalışmak zorunda kalırlar. Eğer yoksulluk olmasaydı insanların aylaklık yapacağı dolayısıyla istihdamın azalacağını söylemişlerdir. Adam Smith'in Ricardo'nun önderliğini yaptığı klasik iktisatçıların yoksulluk ile ilgili düşünceleri bunlardır. İşi daha ileriye götürüp yoksulları lüks tüketim merakları olan ahlaksız kişiler diye nitelendiren kişiler de (Daniel Defoe) olmuştur.
Keynesyen İktisat Dönemi: Keynesyen iktisatçılar , ''Kapitalizm''e karşı çıkmazlar. Yoksulluk , kapitalizm doğru uygulanmadığı için vardır. Gerekli düzenlemelerle , reformlarla kapitalizm düzenlenirse yoksulluğun da azalacağını söylerler.
Marksist İktisatçılar : Yoksulluğun ana nedeninin artı değer sömürüsünden kaynaklandığını öne sürerler. Yoksulluk sistemin bir sorunudur. Yoksulluk ancak kapitalist sistem ortadan kaldırılırsa yok edilebilir. Kapitalist sistem var olduğu sürece yoksullukta var olmaya devam edecektir”.















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder