ÖZELLEŞTİRMELERİN
NEMASINI FİRMALAR TOPLARKEN, BEDELİNİ TOPLUM ÖDÜYOR
Mustafa
Durmuş
20
Haziran 2017
Manisa’ da ortaya çıkan ve 700 civarında erin
zehirlenmesiyle sonuçlanan olay, ne depremle, ne de “olacağı varmış” gibi
yaklaşımlarla hafifletilemeyecek kadar ağır bir olay. Üstelik gazetelerde yer
alan haberlere göre askerlerin yemekten zehirlenmesi vakası ilk de değil.
İnsanlarımızın ölümüne, yaralanmasına ya da
hastalanmasına neden olan bu olaylar önce, 2014 yılında Soma’da 301 işçimizin
iş kazası adı altında feci bir şekilde cinayete kurban gitmeleriyle başladı.
Soma’daki madenci ölümleri özelleştirmenin en sert biçimlerinden biri olan
taşeronlaştırmanın vahim sonuçlarından biriydi.
Buna rağmen özelleştirme, taşeronlaştırma
sorgulanmadı, aksine olay “işin doğasında var” gibi ifadelerle
normalleştirilmeye ve unutturulmaya çalışıldı. Böylece de özelleştirmeler 2016
yılına kadar tam gaz devam etti.
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na göre, 1986- 2016
yılları arasında yapılmış olan 68 milyar dolarlık özelleştirmenin yüzde 88'i
AKP Hükumetleri döneminde yapıldı.
Derin ekonomik kriz olmasa, yani kamu mallarına
alıcı bulunsa aslında bu durum sonuna kadar da devam edecek. Çünkü
özelleştirmeler son 15 yıldır uygulanan servet birikimi ve sermaye el
değiştirme stratejisinin en önemli ayaklarından birini oluşturuyor (son dönemde
özelleştirmeler doğrudan yapılmaktan ziyade ‘kamu - özel ortaklığı’ adı verilen
bir modelle örtülü bir biçimde, özellikle de sağlık alanında, yapılıyor).
Diğer taraftan bu özelleştirmelerin toplumsal
maliyetleri de giderek artıyor. Zira özelleştirme yapılırken insan ya da
doğadaki diğer canlıların yaşam hakları, sağlıkları, ekoloji gibi yaşamsal
konular dikkate alınmıyor. Bu nedenle de niyetten bağımsız bir biçimde kazalar,
doğa tahribatları, hastalıklar, hatta intiharlar kaçınılmaz oluyor.
Özel
Halk Otobüsleri: Sıradaki felaket mi?
Toplu ulaştırma alanındaki somut bir örnek üzerinden
özelleştirmenin neden olabileceği felaketleri anlatmaya çalışalım.
Bilindiği gibi bir süredir toplu ulaştırma hizmetinde
özel halk otobüsleri uygulamasına yer veriliyor. Örneğin Ankara’da hemen her
hatta EGO’nun kendi otobüslerinden sayıca çok daha fazla olmak üzere, yüzlerce
halk otobüsü toplu taşıma yapıyor.
Toplu taşıma araçlarını kullananlar özel halk
otobüslerinin, özellikle de son yıllarda neden olduğu sorunları çok iyi
bilirler. Çoğu eskimiş, düzenli bakımları yeterince yapılmayan, son derece
konforsuz otobüslerle yapılan bu taşımanın özellikle de sürücüleri (bazen de
biletçileri) yolcular üzerinde adeta terör estirebiliyorlar.
Sürücünün
vaz geçilmezi cep telefonları
Zamana karşı yarışan, duraklara belli dakikalar
içinde gitmek durumunda bırakıldığından elinde cep telefonu ile sürekli yol ve
zaman planlaması yapan, bunu yaparken de ne süratine, ne yolcusunun nasıl inip
bindiğine dikkat etmeyen, kırmızı ışıkta geçmeyi kural haline getiren, zamanını
doğru kullanmak adına bazen duraklardan tek tük yolcuyu dahi almayan, yolcuyu
durağında indirmeyi (duymadığını ileri sürerek) umursamayan, bütün bunlar
yolcular tarafından dile getirildiğinde de onu azarlayan, aşağılayan, hatta
küfreden ve bu konuda kendilerince “Allah’tan başka kimseden korkusu olmayan”
nobran sürücülerin insafına terk edilmiş onlarca, binlerce yolcu tasavvur edin.
Üstelik hiç de ucuz olmayan bilet fiyatını ödeyerek
bu otobüsleri kullanan çocuk, kadın, yaşlı demeden bu insanlara psikolojik
saldırıda bulunan, hatta yer yer fiziki olarak saldırabilen ve bütün bu
davranışları da günün egemeni biziz gibi tuhaf bir ruh halinin ardına sığınarak
yapan bir kısım sürücüden söz ediyoruz.
Onları, içerideki yolcuların, trafikteki diğer araç
sahiplerinin, caddelerdeki yayaların, hayvanların hayatlarını tehlikeye atacak
kadar tehlikeli araç kullanmaya ve bunu da kaba bir şiddetle topluma kabul
ettirmeye çalışan insanlar haline getiren faktörler neler?
“Ücretim
kesilir!”
Kendilerine sorulduğunda ‘belli dakikalar içinde
belli duraklarda olmak zorunda olduklarını, aksi takdirde ücretlerinin
kesildiğini’ ileri sürüyorlar bu sürücüler.
Yani özel halk otobüslerinin sahiplerindeki en fazla
yolcuyu alma, servisi en hızlı döndürme, maliyetleri en aza düşürme ve sonuçta
en yüksek kârı elde etme güdüsü (eğitimsizlik gibi nedenlerin ötesinde) bu
sonuçlara neden oluyor. Sert bir rekabet içindeki piyasanın işleyiş kuralları
bu sonucu doğuruyor.
Benzer durumların belediyelerin kendi otobüslerinde
de yaşandığı ileri sürülebilir, ama bu otobüslerde bu tür olaylar (en azından
kendi gözlemim) çok azınlıkta.
Çünkü sürücü normal koşullarda rekabet veya yarış
içinde değil, kendine verilen program doğrultusunda ilerliyor. Yani ne bir yere
yetişmek ne de elde edeceği geliri, her türlü özel ya da sosyal maliyeti göze
alarak en yükseğe çıkartmak zorunda değil. Özel bir patronu yok. Patronu kamu
ve kamunun kuralları kâr maksimizasyonuna göre işlemiyor.
Bu nedenle de bu sürücüler eğer yeterince eğitimli
ise, aşırı çalışmadan ötürü yorgun vs değilse, yolcunun, yaşlının, engellinin
zamanı yeterince kullanması konusunda sabırlı ve anlayışlı davranabiliyorlar.
Kısacası, adına "trafik kazası" denilerek
hafifletilecek olan, özel halk otobüslerinin gelecekte neden olabileceği
felaketlerle karşılaşırsak hiç şaşırmayın. Bu, kader filan değil, toplu
ulaştırmadaki bu özelleştirmelerin bir sonucu olacaktır.
Yemek
zehirlenmesi
Türkiye’nin her tarafındaki birliklerde konuşlanmış
750 bin ila 1 milyon civarında olduğu tahmin edilen askerin yemeği bir süredir
özel yemek şirketleri tarafından veriliyor.
Çok büyük ihaleler yapılıyor ve bu sektörde tam bir
oligopol piyasası (yani az sayıda hizmet sunucu şirket) oluşmuş durumda. Bu
şirketler kendilerine taşere edilmiş olan bu yemek dağıtım işini, ihalesini,
alabilmek için kapitalizmin bütün bildik, bilmedik kurallarını uyguluyorlar ve
işi alıyorlar.
İşin alımı sırasında bir ahbap-çavuş ilişkisi
kurulmuş olması da sisteme ters değil. Amaç en fazla kârı elde etmek
olduğundan, işin alımından sonra malzeme en düşük kalitelisinden seçilebiliyor,
yeterli özen gösterilmiyor, hatta basında yer aldığına göre sık sık son
kullanım tarihi geçmiş olan gıda maddesi kullanılabiliyor.
Denetimlerin yeterli düzeyde olmadığı durumlarda da,
sonuç olarak hem hizmet üretim maliyeti, hem de işi alma maliyeti asgaride
tutulabiliyor ve kârlar azamiye çıkartılabiliyor.
Diğer yandan bu özel kârların sosyal bir maliyeti
oluşuyor. İşte yaşanan gıda zehirlenmeleri bu maliyetlerden sadece biri (haksız
kazançları, israfları saymıyoruz bile).
Görünen o ki, benim yaşımda olanların askerdeyken
duydukları “yumurtacı” olarak tabir edilen, yani komisyon karşılığı satın alma
biçimindeki ufak-tefek yolunu bulmalar giderek kurumsallaşmış bir ahbap çavuş
kapitalizmi altında yürüyen taşeron sermaye ilişkisine evriliyor.
Yeni
cezaevlerinin mahkûm müşterileri
Bu tür hizmetlerdeki özelleştirme pastası sadece
ordu ya da bazı bakanlıklar ve devlet daireleri ile sınırlı değil. Yeni bir
pazar daha oluşuyor: Yeni cezaevlerinin mahkûm müşterileri.
Bilindiği gibi 200 civarında yeni modern cezaevi
inşa ediliyor. Mevcutlara ilave olarak bu cezaevlerindeki on binlerce mahkûm da
bu yemek firmalarının hizmetlerinden (!) yararlanacaklar. Daha doğrusu
askerlerin, diğer devlet kurumlarındaki memurların, işçilerin yanı sıra
cezaevlerindeki mahkûmlar da özelleştirmenin bir hedefi haline gelecekler.
ABD’nin bazı eyaletlerinde olduğu gibi, eğer bir gün
Türkiye’de de cezaevleri yönetimleri de kamu-özel ortaklığı modeline benzer bir
modelle özelleştirilirse siz o zaman görün kârı (çünkü 1990’lardan bu yana bu
yönde Türkiye’de de çalışmalar, araştırmalar var).
Yemekler özel şirketten, ödemeler mahkûmlardan ya da
mahkûm ailelerinden, mahkum garantisi devletten, yönetim ise mafyatik sermaye
gruplarından (bence S. Peker bu işe en uygun adaylardan biri) olduğunda kâr
katlanır.
Asmayalım,
kendi parasıyla besleyip, yollarda çalıştıralım !
Üstelik bir 12 Eylül Paşasının dediği gibi,
“beslemeyip asmaktansa”, mahkûmları bedava çalıştırabiliriz. Örneğin bu kadar
büyük alt yapı projelerinin hayata geçirildiği bu dönemlerde ücretli işçiler
yerine, Amerikan filmlerinde görüldüğü gibi, bedava mahkûm emeğini
kullanabiliriz. İşte o zaman gerçek anlamda ‘Küçük Amerika’ oluruz zira bu
filmlerde özellikle de siyahi mahkûmlar ya taş kırarlar ya da yol yaparlar.
Tekrar
kamulaştırmalar giderek yaygınlaşıyor
Biz belki böyle zamanların hayalini kurabiliriz, ama
Batı çoktan özelleştirmelerden vazgeçmeye başladı bile. Özellikle de belediye
hizmetleri olarak anılan enerji temini, içme suyu, atık su yönetimi ve toplu
ulaştırma gibi konularda daha önce özelleştirilmiş olan hizmetler tekrar
kamulaştırılıyor.
Batılıların bir bildikleri ya da deneyimledikleri
olmalı: Özelleştirmeler sonrasında bu hizmetlerin bedellerindeki fahiş
artışların halkı yoksullaştırması, gelir dağılımını daha da kötüleştirmesi,
herkesin temel kamusal hizmetlere eşit olarak erişememesi, hizmet kalitesinin
çok kötüleşmesi, bakım ve onarım işlerinin savsaklanması ve sık arızaların
görülmesi, iş kazalarının artması, hesap verilebilirlik durumunun tamamen
ortadan kalkması, rüşvet ve şirket kayırmacılığının artması ve tüm bunların da
toplumda ciddi rahatsızlıklar, memnuniyetsizlikler yaratması.
Özcesi iş bu noktaya gelmeye başlayınca sistem önlemini
almaya başlıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder