20 Haziran 2017 Salı

ÖZELLEŞTİRMELERİN NEMASINI FİRMALAR TOPLARKEN, BEDELİNİ TOPLUM ÖDÜYOR

ÖZELLEŞTİRMELERİN NEMASINI FİRMALAR TOPLARKEN, BEDELİNİ TOPLUM ÖDÜYOR

Mustafa Durmuş

20 Haziran 2017

Manisa’ da ortaya çıkan ve 700 civarında erin zehirlenmesiyle sonuçlanan olay, ne depremle, ne de “olacağı varmış” gibi yaklaşımlarla hafifletilemeyecek kadar ağır bir olay. Üstelik gazetelerde yer alan haberlere göre askerlerin yemekten zehirlenmesi vakası ilk de değil.

İnsanlarımızın ölümüne, yaralanmasına ya da hastalanmasına neden olan bu olaylar önce, 2014 yılında Soma’da 301 işçimizin iş kazası adı altında feci bir şekilde cinayete kurban gitmeleriyle başladı. Soma’daki madenci ölümleri özelleştirmenin en sert biçimlerinden biri olan taşeronlaştırmanın vahim sonuçlarından biriydi.

Buna rağmen özelleştirme, taşeronlaştırma sorgulanmadı, aksine olay “işin doğasında var” gibi ifadelerle normalleştirilmeye ve unutturulmaya çalışıldı. Böylece de özelleştirmeler 2016 yılına kadar tam gaz devam etti.

Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na göre, 1986- 2016 yılları arasında yapılmış olan 68 milyar dolarlık özelleştirmenin yüzde 88'i AKP Hükumetleri döneminde yapıldı.
Derin ekonomik kriz olmasa, yani kamu mallarına alıcı bulunsa aslında bu durum sonuna kadar da devam edecek. Çünkü özelleştirmeler son 15 yıldır uygulanan servet birikimi ve sermaye el değiştirme stratejisinin en önemli ayaklarından birini oluşturuyor (son dönemde özelleştirmeler doğrudan yapılmaktan ziyade ‘kamu - özel ortaklığı’ adı verilen bir modelle örtülü bir biçimde, özellikle de sağlık alanında, yapılıyor).

Diğer taraftan bu özelleştirmelerin toplumsal maliyetleri de giderek artıyor. Zira özelleştirme yapılırken insan ya da doğadaki diğer canlıların yaşam hakları, sağlıkları, ekoloji gibi yaşamsal konular dikkate alınmıyor. Bu nedenle de niyetten bağımsız bir biçimde kazalar, doğa tahribatları, hastalıklar, hatta intiharlar kaçınılmaz oluyor.

Özel Halk Otobüsleri: Sıradaki felaket mi?

Toplu ulaştırma alanındaki somut bir örnek üzerinden özelleştirmenin neden olabileceği felaketleri anlatmaya çalışalım.

Bilindiği gibi bir süredir toplu ulaştırma hizmetinde özel halk otobüsleri uygulamasına yer veriliyor. Örneğin Ankara’da hemen her hatta EGO’nun kendi otobüslerinden sayıca çok daha fazla olmak üzere, yüzlerce halk otobüsü toplu taşıma yapıyor.

Toplu taşıma araçlarını kullananlar özel halk otobüslerinin, özellikle de son yıllarda neden olduğu sorunları çok iyi bilirler. Çoğu eskimiş, düzenli bakımları yeterince yapılmayan, son derece konforsuz otobüslerle yapılan bu taşımanın özellikle de sürücüleri (bazen de biletçileri) yolcular üzerinde adeta terör estirebiliyorlar.

Sürücünün vaz geçilmezi cep telefonları

Zamana karşı yarışan, duraklara belli dakikalar içinde gitmek durumunda bırakıldığından elinde cep telefonu ile sürekli yol ve zaman planlaması yapan, bunu yaparken de ne süratine, ne yolcusunun nasıl inip bindiğine dikkat etmeyen, kırmızı ışıkta geçmeyi kural haline getiren, zamanını doğru kullanmak adına bazen duraklardan tek tük yolcuyu dahi almayan, yolcuyu durağında indirmeyi (duymadığını ileri sürerek) umursamayan, bütün bunlar yolcular tarafından dile getirildiğinde de onu azarlayan, aşağılayan, hatta küfreden ve bu konuda kendilerince “Allah’tan başka kimseden korkusu olmayan” nobran sürücülerin insafına terk edilmiş onlarca, binlerce yolcu tasavvur edin.

Üstelik hiç de ucuz olmayan bilet fiyatını ödeyerek bu otobüsleri kullanan çocuk, kadın, yaşlı demeden bu insanlara psikolojik saldırıda bulunan, hatta yer yer fiziki olarak saldırabilen ve bütün bu davranışları da günün egemeni biziz gibi tuhaf bir ruh halinin ardına sığınarak yapan bir kısım sürücüden söz ediyoruz.

Onları, içerideki yolcuların, trafikteki diğer araç sahiplerinin, caddelerdeki yayaların, hayvanların hayatlarını tehlikeye atacak kadar tehlikeli araç kullanmaya ve bunu da kaba bir şiddetle topluma kabul ettirmeye çalışan insanlar haline getiren faktörler neler?

“Ücretim kesilir!”

Kendilerine sorulduğunda ‘belli dakikalar içinde belli duraklarda olmak zorunda olduklarını, aksi takdirde ücretlerinin kesildiğini’ ileri sürüyorlar bu sürücüler.
Yani özel halk otobüslerinin sahiplerindeki en fazla yolcuyu alma, servisi en hızlı döndürme, maliyetleri en aza düşürme ve sonuçta en yüksek kârı elde etme güdüsü (eğitimsizlik gibi nedenlerin ötesinde) bu sonuçlara neden oluyor. Sert bir rekabet içindeki piyasanın işleyiş kuralları bu sonucu doğuruyor.

Benzer durumların belediyelerin kendi otobüslerinde de yaşandığı ileri sürülebilir, ama bu otobüslerde bu tür olaylar (en azından kendi gözlemim) çok azınlıkta.
Çünkü sürücü normal koşullarda rekabet veya yarış içinde değil, kendine verilen program doğrultusunda ilerliyor. Yani ne bir yere yetişmek ne de elde edeceği geliri, her türlü özel ya da sosyal maliyeti göze alarak en yükseğe çıkartmak zorunda değil. Özel bir patronu yok. Patronu kamu ve kamunun kuralları kâr maksimizasyonuna göre işlemiyor.

Bu nedenle de bu sürücüler eğer yeterince eğitimli ise, aşırı çalışmadan ötürü yorgun vs değilse, yolcunun, yaşlının, engellinin zamanı yeterince kullanması konusunda sabırlı ve anlayışlı davranabiliyorlar.

Kısacası, adına "trafik kazası" denilerek hafifletilecek olan, özel halk otobüslerinin gelecekte neden olabileceği felaketlerle karşılaşırsak hiç şaşırmayın. Bu, kader filan değil, toplu ulaştırmadaki bu özelleştirmelerin bir sonucu olacaktır.

Yemek zehirlenmesi

Türkiye’nin her tarafındaki birliklerde konuşlanmış 750 bin ila 1 milyon civarında olduğu tahmin edilen askerin yemeği bir süredir özel yemek şirketleri tarafından veriliyor.

Çok büyük ihaleler yapılıyor ve bu sektörde tam bir oligopol piyasası (yani az sayıda hizmet sunucu şirket) oluşmuş durumda. Bu şirketler kendilerine taşere edilmiş olan bu yemek dağıtım işini, ihalesini, alabilmek için kapitalizmin bütün bildik, bilmedik kurallarını uyguluyorlar ve işi alıyorlar.

İşin alımı sırasında bir ahbap-çavuş ilişkisi kurulmuş olması da sisteme ters değil. Amaç en fazla kârı elde etmek olduğundan, işin alımından sonra malzeme en düşük kalitelisinden seçilebiliyor, yeterli özen gösterilmiyor, hatta basında yer aldığına göre sık sık son kullanım tarihi geçmiş olan gıda maddesi kullanılabiliyor.

Denetimlerin yeterli düzeyde olmadığı durumlarda da, sonuç olarak hem hizmet üretim maliyeti, hem de işi alma maliyeti asgaride tutulabiliyor ve kârlar azamiye çıkartılabiliyor.

Diğer yandan bu özel kârların sosyal bir maliyeti oluşuyor. İşte yaşanan gıda zehirlenmeleri bu maliyetlerden sadece biri (haksız kazançları, israfları saymıyoruz bile).

Görünen o ki, benim yaşımda olanların askerdeyken duydukları “yumurtacı” olarak tabir edilen, yani komisyon karşılığı satın alma biçimindeki ufak-tefek yolunu bulmalar giderek kurumsallaşmış bir ahbap çavuş kapitalizmi altında yürüyen taşeron sermaye ilişkisine evriliyor.

Yeni cezaevlerinin mahkûm müşterileri

Bu tür hizmetlerdeki özelleştirme pastası sadece ordu ya da bazı bakanlıklar ve devlet daireleri ile sınırlı değil. Yeni bir pazar daha oluşuyor: Yeni cezaevlerinin mahkûm müşterileri.

Bilindiği gibi 200 civarında yeni modern cezaevi inşa ediliyor. Mevcutlara ilave olarak bu cezaevlerindeki on binlerce mahkûm da bu yemek firmalarının hizmetlerinden (!) yararlanacaklar. Daha doğrusu askerlerin, diğer devlet kurumlarındaki memurların, işçilerin yanı sıra cezaevlerindeki mahkûmlar da özelleştirmenin bir hedefi haline gelecekler.

ABD’nin bazı eyaletlerinde olduğu gibi, eğer bir gün Türkiye’de de cezaevleri yönetimleri de kamu-özel ortaklığı modeline benzer bir modelle özelleştirilirse siz o zaman görün kârı (çünkü 1990’lardan bu yana bu yönde Türkiye’de de çalışmalar, araştırmalar var).

Yemekler özel şirketten, ödemeler mahkûmlardan ya da mahkûm ailelerinden, mahkum garantisi devletten, yönetim ise mafyatik sermaye gruplarından (bence S. Peker bu işe en uygun adaylardan biri) olduğunda kâr katlanır.

Asmayalım, kendi parasıyla besleyip, yollarda çalıştıralım !

Üstelik bir 12 Eylül Paşasının dediği gibi, “beslemeyip asmaktansa”, mahkûmları bedava çalıştırabiliriz. Örneğin bu kadar büyük alt yapı projelerinin hayata geçirildiği bu dönemlerde ücretli işçiler yerine, Amerikan filmlerinde görüldüğü gibi, bedava mahkûm emeğini kullanabiliriz. İşte o zaman gerçek anlamda ‘Küçük Amerika’ oluruz zira bu filmlerde özellikle de siyahi mahkûmlar ya taş kırarlar ya da yol yaparlar.

Tekrar kamulaştırmalar giderek yaygınlaşıyor

Biz belki böyle zamanların hayalini kurabiliriz, ama Batı çoktan özelleştirmelerden vazgeçmeye başladı bile. Özellikle de belediye hizmetleri olarak anılan enerji temini, içme suyu, atık su yönetimi ve toplu ulaştırma gibi konularda daha önce özelleştirilmiş olan hizmetler tekrar kamulaştırılıyor.

Batılıların bir bildikleri ya da deneyimledikleri olmalı: Özelleştirmeler sonrasında bu hizmetlerin bedellerindeki fahiş artışların halkı yoksullaştırması, gelir dağılımını daha da kötüleştirmesi, herkesin temel kamusal hizmetlere eşit olarak erişememesi, hizmet kalitesinin çok kötüleşmesi, bakım ve onarım işlerinin savsaklanması ve sık arızaların görülmesi, iş kazalarının artması, hesap verilebilirlik durumunun tamamen ortadan kalkması, rüşvet ve şirket kayırmacılığının artması ve tüm bunların da toplumda ciddi rahatsızlıklar, memnuniyetsizlikler yaratması.

Özcesi iş bu noktaya gelmeye başlayınca sistem önlemini almaya başlıyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder