EKONOMİ POLİTİKALARI: BİR YERDEN
YAPARKEN, DİĞER YERDEN YIKMAK
Mustafa Durmuş
Siyasal
iktidar, aldığı son Bakanlar Kurulu Kararı ile büyükbaş hayvan ve karkas et
ithalatını kolaylaştırıcı yönde gümrük vergisi indirimlerine gitti. Böylece
büyükbaş hayvan ithalatında yüzde 100’leri aşan gümrük vergisi yüzde 26’ya ve
karkas ette yüzde 40’a düşürüldü.
Aynı kararla
buğday, arpa ve mısır gibi gıda maddesi ithalatından alınan ve yüzde 130’ları
bulan gümrük vergisi oranlarının da yüzde 25-45 aralığına çekilmesi siyasal
iktidarın temel gıda maddesi enflasyonundan ve 2019 sürecinde bunun neden
olabileceği oy kaybından ciddi endişe duyduğunun bir göstergesi.
Yani bugünkü
haberlere göre, işçilere bu yıl için önerilen yüzde 3-6 oranındaki ücret
zamlarının 200 bin civarındaki işçiyi greve götürmekten başka bir sonuç
yaratmayacağının ve işverenlerin daha yüksek zamma razı olmadığının farkında
olan siyasal iktidar hayat pahalılığının yükselişini ithalat maliyetleri gibi
diğer maliyetleri düşürerek durdurmayı planlıyor olabilir.
Temel
kaygının iki haneli hale gelen ve bu yıl en iyi ihtimalle de yüzde 11’in altına
düşmeyecek olan enflasyonun daha da fazla yükselmesini önlemek.
Enflasyon
yüksek olduğunda kaçınılmaz olarak faiz oranları da yükseliyor, bu da
ekonominin büyümesinin yavaşlamasına ve küçüklerin daha da ezilmesine neden
oluyor (öyle ki Türkiye 18 yükselen ekonomi içinde Gana ve Nijerya’dan sonra en
yüksek faizi veren üçüncü ülke konumunda).
Ekonomi politikaları tutarlı olmalı
Diğer yandan
ekonomi politikaları birbirinden farklı olsalar da aralarında asgari bir
tutarlılığın olması gerekiyor. Şöyle ki enflasyonun kabaca iki nedeni var.
Örneğin arz
–maliyetler yönünden yüksek döviz kuru başta ithalata dayalı, yani dolar ya da
avro ile satın alınan petrol ve diğer hammadde ve ara malı ve, sermaye malı
gibi temel girdilerin maliyetlerini artırarak üretim maliyetlerini yükseltiyor.
Bu da kaçınılmaz olarak emtia fiyatlarının artmasıyla sonuçlanıyor.
Talep
yönünden enflasyona neden olan temel faktör para-kredideki aşırı bollaşma.
Darbe girişiminden bu yana geçen 11 ay içinde Kredi Garanti Fonu’nun devlet
garantili kullandıracağı kredi miktarı 250 milyar liraya çıkartıldı.
Bu Fon’dan
şu ana kadar kullandırtılan kredi tutarı ise 170 milyar liraya dayanmış durumda
. Bu krediler hali hazırda toplamda sayıları 300 bini bulan işletmelere
dağıtılmış. Ancak yeterince şeffaflık olmadığı için bu kredilerin nerelerde
kullanıldığını izleyebilmek mümkün değil.
Ama kesin
olan bir şey, darbe girişiminden bu yana ticari bankalar aracılığıyla kullandırılan
kredi hacminin yüzde 22 oranında artmış olması.
Piyasanın ‘görünmez el’inden devletin
‘görünür eli’ne !
Yani OHAL
altında ne Merkez Bankası bağımsızlığı, ne de Hazine sorumluluğu kaile
alınmıyor. Firmalar adeta bu bol kredilere boğulmuş durumda. Bu durum da
aslında bu yılın ilk çeyreğindeki yüzde 5’lik büyümenin yüzde 78’ini oluşturan
tüketim harcamalarının asıl kaynağının böyle bir kredi bolluğu, finansallaşma
ya da borç artışı (ne derseniz deyin) olduğunu, aksine sağlam, kalıcı bir
büyüme olmadığını gösteriyor.
Bu durum
şüphesiz biraz da siyasal konjonktürle ilgili. 2019 yılına kadar serbest piyasa
mekanizmasına güvenmeyen siyasi irade işe el atmış gibi gözüküyor. Yani serbest
piyasacıların piri A. Smith’in ‘görünmez el’ olarak tanımladığı piyasanın
yerini devletin ‘görünür el’i almış durumda.
Yerli malı finansal kriz
Peki bu
durum bir başka yazımızda bankalara sınırsız menkul kıymetleştirme izninin
verilmesi olayında vurguladığımız gibi, finansal balonların şişmesine, bunlar
da patladığında yerli malı bir finansal krizle karşı karşıya kalmamızla
sonuçlanmaz mı?
Sorunun
cevabını aşırı kredinin kriz yaratmadaki rolünü ilk olarak Kapital’in 3.
Cildinde ele alan Marks’tan verelim:
“Yeniden
üretim sürecinin bütünüyle kredi ile enterkonnekte olduğu kapitalizmde,
krediler aniden geri çekildiğinde, yani sadece nakit ödemeler kabul gördüğünde,
krizin patlaması kaçınılmaz olur. Dolayısıyla da kökü üretime ve kâr
oranlarına, düşen kârlılığa kadar giden krizin ilk ortaya çıkışı hep para ve
kredi alanında olur”.
Bir başka
anlatımla, kapitalist ekonomilerde kredi, yatırım ve büyümeyi garantilemek için
gerekli. Ancak krediler bir kez devreye girdiğinde bunların arz ve talebi
birbirinden uzaklaştırmasını önleyebilecek bir mekanizma mevcut değil.
Böylece
aşırı kredinin yol açtığı bir kriz orta çıkıyor. Bu kredilerin milli gelir
içindeki payı belli bir düzeye yükseldiğinde kredi balonlarının patlaması ve
finansal bir krizin çıkması kaçınılmaz hale geliyor. Yani kredi hacmi bu düzeye
erişen ekonomilerde krizin patlaması artık sadece an meselesi oluyor.
Yaman çelişki
Bir çelişik
durum ile karşı karşıyayız: Et ve gıda fiyatlarını, dolayısıyla da enflasyonu
düşürebilmek için gümrük vergilerini indirip, ithalatı kolaylaştırıyoruz.
Diğer yandan
uyguladığımız kredi politikası ve bütçe açığı politikası ile enflasyonu
körüklüyoruz, faizleri yükseltiyoruz (böylece yüksek faize olan karşıtlığımız
sadece söylemde kalıyor).
Meseleyi
burjuva iktisat teorisine dayalı tezlerle açıklamak giderek zorlaşıyor. Kesin
olan sonuçlardan biri gümrük vergisi indirimlerinin, büyük karkas et, hayvan ve
gıda ithalatçılarına yararken, yerli üreticiyi, hayvancılığı ve tarımı iyice
bitireceği, vergi gelirlerini düşürerek, bütçe açığını artıracağı, bunun da
kamu borçlanmasını artıracağı. Aynı zamanda sıcak parayı çekmek için elzem hale
gelen yüksek faizlerin küçük üreticiyi bitirip, şirket iflaslarına neden
olurken, bankaları, finans kapitali daha da güçlendireceği.
Bir diğer çıkarım ise giderek yönetilmesi zorlaştığı anlaşılan
siyaset kurumları ve onların yönetilemeyen siyasetinin ekonomiyi de giderek
yönetilemez bir duruma soktuğu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder